İkinci bölüm

Zacznij od początku
                                    

- "Benim misler gibi yasemin kokan kızım, ah benim kınalı kuzum. Ben gitmeden senin gitmen yakıştı mı? Ben seni öpmeye koklamaya kıyamazken seni nasıl o karanlığa bırakayım, nasıl üzerine toprak atayım, orada üşümez misin, korkmaz mısın? Kuzum olmadı bu hiç olmadı bu ölüm sana hiç yakışmadı, gitme desem gitmesen keşke canım yavrum. Ama madem gidiyorsun gözün arkada kalmasın, kızına senin gibi bakamam ama bakabileceğim en iyi şekilde bakacağım, onun üzülmesine kırılmasına izin vermeyeceğim. Seni nasıl yetiştirdiysem onu da yetiştireceğim. Güle güle git. Mekanın cennet olsun yavrum." dedi ve odadan koşarak cıktı.

Zafer Bey kızının yanına geldi elini tuttu yanağına bir öpücük kondurup "Güle güle can özüm." dedi. Gözlerinden akan yaşlarla son kez kızına baktı, alnına da bir öpücük kondurup yavaş adımlarla odayı terk etti.

Cihan Nilüfer'i yalnız bırakmak istemediğinden önce onun vedasını bekledi. Nilüfer sessiz sessiz ağlarken sadece bakıyordu. Cihan omzuna dokununca veda sırasının kendisinde olduğunu anladı ve yanına yaklaştı ablasının elini avuçları arasına aldı ve konuşmaya başladı:

"Beni her zaman sevdin, hep korudun. Ne zaman üzülsem yanımdaydın, yastığını yorganını elbiselerini hep benimle paylaştın. En önemlisi o küçücük kalbinde yerimin hep kocaman olduğunu bana hissettirdiğin ve ablam olduğun için teşekkür ederim abla. Yolun açık olsun, güle güle git. Gözün arkada kalmasın emanetin bundan sonra bizim yaşama sevincimiz olacak. Hoşça kal." dedi sonra Cihan gelip iç içe olan elleri kendi ellerine kenetledi ve:

"Asu, bizi bırakıp gidiyorsun ama hep bizimle olacaksın. Kızının her gülüşünde her adımında hep sen de olacaksın. Bize onu bırakıp sensiz bırakmadığın için sana sonsuz teşekkürler canım kardeşim. Güle güle git." dedi ve kenetli ellerini çözmeye başladı zorla olsa da Nilüfer'in ellerini de çözdü ve onu kaldırdı. Sımsıkı sarıldı ona:

-Nilüfer, artık dimdik ayakta durma vakti. Anne ve babamı daha fazla üzmeyelim, onlara destek olalım,olur mu cimcime? dedi. Nilüfer okyanus yeşili gözlere baktı ve:

-Olur ağabey, dedi.

Kapıya yaklaştı ve durdu, son kez arkasına baktı bir damla yaş süzüldü yanaklarından, tekrar önüne döndü gözlerini sildi, abisinin kapıyı açmasını bekledi. Kapı açılınca dışarı çıktı anne ve babasına baktı onlar da endişeli gözlerle onu izliyorlardı. Yanlarına geldi önce annesine sonra babasına sarıldı ve ellerinden tuttu "Güçlü olacağız." dedi. Anne ve babasının gözlerindeki minneti görünce yine ağlamak istedi ama yapmadı, dudaklarını ısırdı ve güçlü durmaya çalıştı.

Birden aklına geldi bebek, doğmuştu, onu görmemişti.

"Bebek." dedi. Annesi gülümsedi.

-Hadi gidip görelim, dedi

Ve bebeklerin olduğu bölüme gitmeye başladılar. Arkalarından biri seslenmeye başladı. Kendi soyadlarını duyuyorlardı "Karacan" diyordu biri, döndüler ve gelenin abla ve eniştesinin avukatı Mr. Smithson olduğunu gördüler. Yanlarına geldi ve son durumu öğrendi ve onlara ertesi gün vasiyetin açıklanacağını sabah 9'da ofisinde olmalarını rica etti. Başsağlığı dileklerini iletip hastaneden ayrıldı. Onlar da gidecekleri yere, bebeğin yanına gittiler.

Bebek gelmekte acele etmişti ancak küçük olduğu için kuvöze konmuştu. Camın ardından onu izlediler. Uyuyordu, ara sıra elleri ayakları hareket ediyordu. Essiz muazzam bir şeydi bakmaya doyamıyorlardı bir de ellerine alabilseler ne güzel olurdu. Nilüfer hemşireyi çağırıp doktorla görüşmek istediğini söyledi, bebek hakkında bilgi almak istiyordu. Hoş, alımlı, güler yüzlü bir doktor geldi yanlarına. Çocuk doktoru olduğunu belirten kadın, bebeğin sağlığı hakkında bilgiler verdi. Sağlıklı olduğu ancak biraz küçük olduğu için birkaç gün kuvözde kalacağını belirtti. Akşam olduğu için kimsenin kalmasının gerekmediğini, bebeğin çoğunlukla uyuduğunu ve anne sütü alamadığı için mama ile beslendiğini burada kendilerinin şu an yapabileceği bir şey olmadığını, eve gidip biraz dinlenmelerini önerdi. Cihan tüm aileye dönüp bunun iyi bir fikir olduğunu hem de artık eşyaları toparlayıp bebek kuvözden çıkınca eve dönmeleri gerektiğini hatırlattı. Herkes çaresizce tamam deyip evin yolunu tuttular.

Eve girmekte o kadar zorlandılar ki, her yer Asu kokuyordu sanki. Herkes bir köşeye geçmiş birbirlerinden gözyaşlarını saklıyordu. Sonunda Cihan olaya müdahale etmiş, eşyaların toplanması gerektiğini söylemişti. Önce Mithat'ın restaurantından yemek ısmarladı ve yemek için herkesi zorladı. Aslında zorlamaya fazla da gerek kalmamıştı. Günlerdir kahve ve bisküvi ile geçiştiriyorlardı. Bugün yemek yemek onlar için neredeyse bir ödül gibiydi. Sessizce yemeklerini yediler ve evi toparlamaya koyuldular. Sadece özel eşyalar. Çekmeceler açıldıkça içinden anılar çıktı, fotoğraf albümleri. Bir anda hepsi kendilerini yan yana oturmuş fotoğraflara bakarken buldular. Bir yandan fotoğraflardaki olayları hatırlayıp konuşuyor bir yandan gülüyor bir yandan sessizce ağlıyorlardı.

-Bu fotoğraf burada mıymış? Ben de bunu arıyordum, dedi Zafer Bey.

Çocuklarının üçü de yan yana oturmuş, gülen yüzlerle o yaz babalarının eve getirdiği köpekle oynarken çekilmiş harika bir fotoğraftı. Zafer Bey derhal alıp gömleğinin cebine koydu.

-Burada abim beni düşürmüştü, ablam da dizime kolonya döküp sarmıştı sonra da ağlamadığım için bana annemin sakladığı çikolatalardan vermişti, dedi ve gülümsedi Nilüfer. Cihan hemen:

-Ben düşürmemiştim, senin ayağın takılmıştı. deyip kendisini savundu.

-Yok canım bal gibi düşürdün, diye yine münakaşaya girmişken Gülfem Hanım:

-Cihaaan, Nilüfeeer! dedi.

Herkes Gülfem Hanım'a dönüp gülümsedi.

-Haydi daha işimiz çok toparlamaya devam, deyip anılardan kurtuldular.

O sırada Cihan babasına dönüp:

-" Mithat'In eşyalarını n'apacağız? Bebek için özel olanları ayırırız, ya diğerleri?" dedi. Zafer Bey:

-Hepsini paketleyelim, Türkiye'ye götürelim. Bir gün biri çıkarsa veririz, dedi umutsuzca. Cihan'la bir köşeye çekilip:

-Hala anlamıyorum, nasıl sadece Mithat'ı alıp giderler? İnsan bir sorar burada onun karısı var, dedi hiddetle. Cihan babasına baktı, bir şey diyemedi, böyle bir aile olabilir miydi o da inanamıyordu.

-N'apalım baba? Herkes bizim gibi birbirine bağlı bir aile değil demek ki, diyebildi.

Biraz olsun Zafer Bey'i rahatlatmaya çalıştı. Ellerinden geldiğince toparlandılar. Türkiye'ye gidecek eşyaları bir kenara koydular. Diğerleri de Mithat'ın ortağı aracılığıyla satılacaktı. Neden sonra Asu'nun hiç kullanmadığı odaya bakmadıkları akıllarına geldi. Nilüfer odayı acınca bir anda yıkıldı. Pembeler içinde bir bebek odası duruyordu karşısında. Ne yapacağını bilmez bir halde kaldı. Annesi, abisi, babası da geldi odaya; bakakaldılar. Her şey o kadar özenli hazırlanmıştı ki, bu odaya kıyılmazdı. Nilüfer babasının gözlerine baktı. Zafer Bey o gözlerdeki isteği anladı.

-Tamam bu oda da gidecek bize, dedi.

Nilüfer öyle bir sevinçle babasına sarıldı ki Zafer Bey için dünyalara bedeldi. Baba oğul itinayla mobilyaları söküp düzgünce paketlediler. Anne kız da bütün kıyafet ve oyuncakları paketlediler ve işlerini bitirdiler.

Ertesi gün uyandıklarında sanki bir umut vardı içlerinde. Evet canları gitmişti ama minik bir can da onları bekliyordu. Erkenden hazırlanıp avukatın bürosuna doğru yol aldılar. Büroya geldiklerinde güler yüzlü sekreter onları karşıladı ve toplantı salonuna aldı. Birkaç dakika içinde Avukat Smithson da geldi.

-Hazırsanız başlayalım, dedi. Onay aldıktan sonra zarfı açmaya başladı. Bu arada:

" Mithat Bey'in ailesi yazılı bir belge gönderip Mithat Bey'in mal varlığından hiçbir şey talep etmediklerini bildirdiler." dedi.

Herkes şaşkınlık içinde birbirine baktı. Bu nasıl bir aileydi? Evlatlarıyla ilgili hiçbir şey istemiyorlardı. Avukatın sesiyle tekrar konuya döndüler. Önce mal varlıkları hakkında bilgi verdi avukat sonra bütün mal varlığının çocuklarına ait olduğunu bildirdi ve en son konu bebeğin vesayetine geldi. Avukat:

- Asu Hanım ve Mithat Bey onlara bir şey olduğu takdirde çocuklarının velayetinin Asu Hanım'ın kız kardeşi Nilüfer Karacan'a verilmesini istemişler.

-Ben mii?

Yeni bir bölümle yine karşınızdayım, umarım beğenirsiniz. Geçen bölüm, yazım yanlışları ve imla kuralları Sevgili Meleğim Merve tarafından düzeltilmiştir. Hepinize keyifli okumalar...

İyi Ki Geldin!Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz