Yaz bu kelimenin üstüne hiçbir şey demedi ya da diyemedi. Barış da zaten cevap vermesi için söylemediği kelimeyi bagajın kapağını sertçe kapatarak noktayı koymuştu.


Aramızdaki gerginlik bundandı belki de. İkimizin de içinde dışa vurmaktan korktuğu kelimeler sessizleşip gergin havayı kucaklamamıza sebebiyet veriyordu.

Cam kenarındaki bir masaya geçtiğimizde renkli minderler konulmuş ahşap sandalyeyi çekip sessizce oturdum. Her pencerenin köşesine kondurulmuş renkli gaz lambaları ortama nostaljik bir hava veriyordu ve bu benim hoşuma gitmişti. Sıcak bir ortama benziyordu.Bayan bir garson gülümseyerek bize menüleri uzattığında  ona ruhsuz bir bakış atıp menüyü açmaya gerek duymadan “karamelli mocha,” diyerek siparişimi verdim. Barış da şekersiz bir türk kahvesi istediğinde saçlarını tepeden toplayan kumral kız tekrar gülümseyerek uzaklaştı.

“Ben bir ev ayarlayana kadar birkaç gün otelde kalırız,”

Gözlerimi izlediğim camdan çekmeden onu başımla onayladım.

“Girerkek kafenin adını gördün mü?”

Gözlerimi usulca yumup açtım,arka fonda çalan yumuşak bir müzik kafenin ortamıyla birleşince uykumu getirmişti.

“Hayır.”

Barış dikkatimi çekmek istercesine dirseklerini masaya yaslayıp çenesini de ellerinin arasına aldığında gözlerimi ona çevirdim. Ne yapmaya çalıştığının farkındaydım.

“Kafenin adı ‘Hayal Kahvesi'”

Kaşlarımı kaldırarak sohbetle ilgileniyormuş gibi bir hava verip “hımm,”diye mırıldandım.

“Ne güzel bir tesadüf değil mi?”

Gözlerimi tekrar cama çevirip sokak lambasının aydınlattığı yağmur tanelerini izlemeye devam ettim.

“Baksana ne fark ettim; sana hiç Adana'yı gezdirmedim yarın gezmeye ne dersin?”

Gözlerimi devirerek ona döndüğümde hevesli bir yüz ifadesiyle bana baktığını gördüm. Birazdan o hevesi kırmak her ne kadar içimin burkulmasına sebep olsa da umursamadım. “Barış biz buraya gezmeye gelmedik.”

Barış'ın yüzündeki aydınlanma giderek sönerken benim gözlerimdeki ışık da giderek sönüyordu. Giderek ışığımı kaybediyordum.

Dudakları aralanıp derin bir nefes verdiğinde bir şey söyleyeceğini anladım fakat siparişlerimizi getiren garsonla ağzına yeniden kilit vurup sessizlik içinde kahvesini içmeye başladı. Göğsümde birleştirdiğim kollarımı çözüp büyük fincanı elime alarak dudaklarıma götürdüm ve buz tutmuş içimi yumuşak bir aromayla ısıttım.

İkimiz de fincanlarımızı yeniden masaya koyduğumuzda içleri boştu. Barış hesabı ödemek için kalktığında ben de lavabo için ayaklanmıştım. Ahşap kapıyı açıp loş sarı bir ışıkla renklendirilen lavaboya girdim. Ellerimi mermerin soğuk yüzeyine dayayıp aynadaki yansımamı izledim bir süre. İçimdeki çöküşü ve bedenimdeki halsizliği anlamlandıramıyordum. Bir süre öncesine kadar böyle bir şeye sevinçten deli olurdum ama şimdi bir yanımı eksik ve buruk hissediyordum.  Neydi bu? Onlara alışmış mıydım?

Lavabonun kapısı açıldığında ellerimi mermerden çekerek musluğu açtım ve eğilerek yüzümü birkaç kez yıkadım. Musluğu kapatıp yeniden dikeldiğimde arkamda duran yansımayı görmemle keskin ve sesli bir nefes aldım. Aynaya sırtımı verip kalçamı mermere yasladım. “Senin ne işin var burada?” diye konuştum hızlıca. İçimdeki panik sesime yansımıştı.

SAVAŞ ve BARIŞ Where stories live. Discover now