BÖLÜM 27

240 17 4
                                    

Bölüm şarkısı: Bring Me The Horizon- Can you feel my heart
(Multide mevcut)



Akrebin yelkovanı takip ettiği saniyelerde zamanın çiğ taneleri üzerime yağıyordu usul usul. Kaybedilen onca saniyeler,dakikalar,saatler,haftalar,aylar ve yıllar birer birer çarptı baktığım her yere. Zamanın benden çaldıkları kalbimin odalarında yerden yere vuruyordu kendini. Gözlerimi çevirdiğim her yerde zamanın acımasız yankısı yalpalandı durdu,durdu,durdu ve anne rahminden yeni çıkan bir bebek gibi çırpınmaya başladı. Yelkovanın ve akrebin sivri ucu hançer gibi göğsüme battığında tiz bir nefes alarak avucumdaki yumuşak bir teni tırnaklarımı batırarak sıktım.

“Hayal,iyi misin?”

Farkında olmadan sıkıca yumduğum gözlerimi aniden açtım. Göğsüme batan zamanın hançeri sol yanımı yakıyordu. Boğazımdaki düğüm düğüm kekremsi acıyı sertçe yutkunarak yutmaya çalıştım. Az önce avucuma hapsettiğim şeyin Yaz'ın kolu olduğunu görünce sakinleşerek yavaşça kolunu bıraktım ve başımı sallayarak onu onayladım.

“Hadi gel,misafirimize bir merhaba diyelim”

Misafirimiz… gerçekten misafir miydi yoksa hikayemdeki ana karakterlerden biri olmaya aday mıydı, bilmiyordum ama onun sözünü onaylayarak peşinden salona ilerledim ve kapıda durdum. Savaş kül rengi saçlı kızın yanında oturmuş bir şeyler diyordu ama ne dediğini algılayamıyordum. Barış onların çaprazında duran çift kişilik koltuğun köşesinde oturmuş onları izliyordu ve Yaz da onun yanındaki boşlukta yerini almıştı. Savaş'ın gözleri biz içeri girince bir an bana dokundu ancak üstümde çok durmadan tekrar o kıza döndü.

“Seni ne için çağırdığımı tahmin edebiliyorsundur sanırım,”

Kız,mavinin en açık ve canlı tonundaki gözlerini devirerek karşılık verdiğinde gözleri bana takıldı. Sarı kirpikleri giderek birbirine yaklaştığında gözlerimi onun ağından ayırmadım. Aramızda bir tür etkileşim gerçekleştiğini hissediyordum şu an,bu kız benim sonum olacaktı.

“Merhaba,” dedi usulca toz pembe rengindeki dudaklarını aralayarak.

Yutkundum. “Merhaba.”

Bacak bacak üstüne attığı ayaklarının birini ahşap zemine değdirerek ayağa kalkıp bana doğru gelirken kaşlarımı derin bir vadi şeklinde çatarak ona baktım.

“Oldukça tanıdık geliyorsun,adın ne?”

Gerginlikle düz çizgi halini alan dudaklarımı araladım,adımı söylemek istedim ama gözlerinin üzerime değdiği her saniye hissettiğim panikle bir şey diyemedim.

“Hayal,” Benim yerime adımı söyleyen Barış yanıma gelerek kolunu belime sardı. Kız kitlenmiş gibi gözlerimin içine bakmaya devam ederken elini uzattı, “Efsane.”

Kafamı eğmeden gözlerimi yavaşça yüzünden eline doğru indirdim. Grinin koyu tonuna boyanmış uzun tırnakları oldukça bakımlı ve kadınsı duruyordu. Elini sıkmasam ayıp etmiş olur muydum? Bu kızda beni ürküten bir şeyler vardı.

Buz tutan elimi yavaşça yukarı kaldırıp avucunun içine yerleştirdiğimde elimi sımsıkı sıktı. Neye uğradığımı şaşırarak birden elimi çektiğimde bana ucubeymişim gibi baktı.

“Bu da ne böyle?”

Kolunu belime sarmış olan Barış'a doğru iyice sindiğimde kirpiklerimin arasından ona sert bir bakış attım. Savaş oturduğu yerden kalkıp Efsane'nin yanına geldiğinde bir ona bir bana baktı.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye hırlarken sesim titreyerek çıkmıştı. Bu kız buradan derhal gitmeliydi.

Efsane ince sarı kaşlarını kaldırarak gözlerini kırpıştırdığında Yaz da yerinden kalkarak yanımıza gelmişti.

SAVAŞ ve BARIŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin