BÖLÜM 20

283 29 12
                                    

Bir bebek yürümeyi öğrenene dek ortalama iki yüz kez düşer. Yaşamımızın en temel hareketini öğrenirken bile iki yüz kez düşeriz. Sürekli düşer kalkarız...pes etmeyiz. O kadar düşmeye,acıya rağmen yürümeyi öğreniriz. Küçük bir bebekken bile bu sabırla yürümeyi öğrenirken yaş büyüdükçe en ufak bir zorlukta pes etmek ne kadar doğrudur? Belki de bir şeyden vazgeçmeden önce kendimize şunu sormamız gerek:

İki yüz kere denedim mi?

Ayak tırnaklarımdan yukarıya doğru ağır ağır tırmanan kasveti hissediyordum. Karanlık kanıma karışıp usulca,sinsice damarlarımda çağlarken dehşetle büyümüş gözbebeklerimi aynadan çekip arkama döndüm ve onun rahatlık maskesi takmış gergin suratına baktım. Gözleri yüzü kadar düz değildi,onu ele veriyordu. Deli gibi tepkimi merak ettiğini görebiliyordum. Açıkçası... ben de merak ediyordum. Açığa çıkan sırların daha ne kadar beni dehşete düşüreceğini merak ediyordum. Bacaklarımdaki turunu tamamlayan kasvet karnıma doğru ilerlerken geçtiği yerlerde iz bırakıyordu. Vücudumdaki her bir damarın karanlığa karışmış kanımı taşıyamayarak dışarı çıkmak istercesine attığını hissedebiliyordum.

Keskin bir nefes aldım.

Veremedim.

Öylece ciğerlerimde beklettim aldığım nefesi. Yaz'ın gözleri giderek kısılırken kasvetli karanlık kalbime kadar ulaşmış ve orada durmuştu. Bütün gücün,karanlığın orada toplandığını hisseden kalbim bir anda neye uğradığını şaşırarak göğsümü dövmeye başladı.

Nefesimi verdim.

Her bir uzvum karıncalanırken usulca ayağa kalktım. Bir adım. İki adım. Üç adım. Daha fazla göğüs duvarıma baskı yapan kalbime dayanamarak yalın ayak dış kapıya koştum ve hiç beklemeden kalbime çöken karanlık gibi geceye çıktım. Soğuk asfalt ayak tabanlarımı ısırıyordu,  soğuk rüzgar bedenimin açıkta kalan yerlerini ısırıyordu ve saçlarımı kamçı gibi sırtıma vuruyordu. Aldırış edemeyecek kadar soğuk ve ifadesizdim. Geceye doğru birkaç adım daha attığımda yolun karşısındaki ormanlık gibi bir alana girmiştim. Kalbim geçen her saniye içeride daha fazla tepindiğinden göğsüm sık nefes alışverişlerimle yükselip iniyordu.

Biri arkamdan bağırdı. Aldırış etmedim. Biri arkamdan koştu. Aldırış etmedim. Soğuktan yanan ayaklarımla biraz daha derine ilerledim. Gecenin içine karışmak,kaybolmak istiyordum. Kalbim zirveye çıkarcasına daha hızlı atıyordu. Elimi oraya götürdüm. Ciğerimi parçalayıp içine sokmak ve onu oradan söküp atmak istiyordum.

Biri kolumdan tutup kendine çevirdiğinde kim olduğuna bakmadan hızla kolumu ondan kurtardım. Görüş alanıma Barış girdiğinde sırayla onları Yaz ve Savaş takip etti.

Dizlerimden çekilen kan yüzünden mi yoksa penye şortumun açıkta bırakarak soğuğa maruz kaldığı bacaklarımın hissizliği yüzünden mi bilemeden yere, dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerimi çaresizce yanlarına iliştirdiğimde sessiz geceyi ortadan ikiye yaran bir gök gürültüsü bozdu. Aynı anda ben de göğe bakarak "neden?" Diye haykırmıştım.

Kafamda susmak bilmeyen düşüncelere bu yeterli olmamıştı. Çaresiz haykırışımın devamı ard arda gelirken gök gürültüsü de beni takip ediyordu. Alnıma ve göz çukuruma düşen bir damlayla gözlerimi kapadım ve başımı önüme eğdim. Gözlerim önümde duran üç çift ayakkabıya odaklıydı ama sanki onları görmüyordum. Bedenim buradaydı ama ruhum çok uzaklarda bir arayış içindeydi.

Korkak ve yavaşça bir çift ayak tam önümde durarak benim gibi dizlerinin üstüne eğildi. Gözlerimi kaldırıp beni şefkatle izleyen yeşillere baktığımda başım hafifçe sol omzuma doğru eğildi. Bulutların döktüğü yaşlar gibi benim de gözlerimden yaşlar gelmeye başladığında yağmur ve gök gürültüsü daha da hızlanmıştı. Sanki o gökyüzü bendim. Bir yandan esip gürlüyor öfkesini kusuyor ama bir yanı da usul usul yaş döküyordu. O gök gürültüsü kalbim,bulutlar gözlerimdi.

SAVAŞ ve BARIŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin