BÖLÜM 19

269 28 8
                                    

Tik tak.

Tik tak.

Tik tak.

Zamanın soğuk nefesini terlemeye başlayan ensemde hissediyordum. Akrep ve yelkovan birbirini kovalarken terleyen avuç içlerimi garson kıyafetime silip derin bir nefes aldım. Kalbim göğsümü delercesine atarken diğerlerine bu kadar telaşlı olduğumu belli etmemeye çalıştım. Ama nasıl endişeli olmayaydım ki? Büyük ihtimal şu an annem içerideydi ve ben de ondan sadece birkaç nefes uzaklıkta...

"Şş. Sakin ol bizi ele vermek mi istiyorsun?"

Yaz'ın uyarısıyla silkelenip başımı salladım. Benim aksime o gayet rahat görünüyordu ama titreyen ellerini benden saklayamamıştı. Nasıl bu kadar iyi rol yapabiliyordu?

Mutfağın kapısı açılıp takım elbiseli bir adam içeri girince bizim ve bizim gibi diğer garsonların gözü oraya yöneldi.

"Hadi çocuklar aranızda görev paylaşımı yapın ve servise başlayın. Bu akşamki misafirimiz çok önemli biri tek bir hata istemiyorum yoksa kendinizi kapının önünde bulursunuz."

Çok önemli biri evet. Benim annem ve yeni ailesi. Bir çeşit kutlama yapacaklardı ama ne olduğunu bilmiyorduk. Yaz ve Barış üç gündür bunun peşindeydi ve en azından eve döndüklerinde ellerinde buranın adresi vardı. Bu da bir şeydi. Hem de çok önemli bir şeydi.

Mutfakta bir anda hareketlilik olunca gözlerimi kırpıştırıp onlara baktım. Şimdi ne yapacaktık?

"Pekâlâ Hayal sen benimle servise çıkıyorsun Yaz ve Barış da sürekli etrafta dolanıyor olacak ki bir şey olduğunda haberimiz olsun."

Başımla onayladım. Artık neden senle ben diye sorgulamıyordum çünkü kabul etmem gerekirse Savaş ile iyi bir ikili olmuştuk. Birbirimizi yemediğimiz zamanlarda tabii.

"Hey. Biz içecekleri aldık siz de sohbet etmeyi bırakın da pastayı alın hadi."

Savaş ile gözlerimiz bizi uyaran uzun cılız bir garsona kaydığında ikimiz de başımızla onayladık sessizce. Yaz ve Barış usulca yanlarımızdan ayrılırken Barış alnıma kısa bir öpücük bıraktı ve sakin kalmamı istedi. Umarım kalabilirdim.

Savaş elimden tutup beni beş katlı pastanın olduğu yere sürükledi ve bir ucundan ben bir ucundan o tutarak dört ayaklı tepsiyi sürüklemeye başladık. Gözüm pastanın üzerine bastırılmış resmi görünce aniden durdum. Savaş kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Bu...bu bir doğumgünü,"  diye mırıldandığımda Savaş tepsinin önünden dolanıp yanıma geldi ve yüzümü ellerinin arasına aldı.

"Soğukkanlılığını koruman gerek Hayal. Birimizin yapacağı en ufak bir hata hepimizin canına mal olabilir."
Dediği kelimenin ürkünçlüğü karşısında omuriliğimden aşağıyı bir titreme aldı. Haklıydı.

Yeşil gözlerimi onun daha koyu olan yeşil gözlerine odaklayıp "tamam," dedim usulca. Ellerini yanaklarımdan aşağıya kaydırdı ve yerine geçerek tekrar pastayı içeriye taşımaya başladık.

Mekanın içini slow bir doğumgünü parçası doldurduğunda salona girmiştik. Oldukça kalabalıktı. Kalabalığı çoğunlukla on üç on dört yaşlarındaki gençler oluşturuyordu ama biz ilerledikçe bir masanın etrafını kuşatan birkaç yetişkin gördük.

(Şarkıyı burada açabilirsiniz)

"İyi ki doğdun güzel kızım, iyi ki doğurmuşum seni iyi ki varsın!"

Masanın yanına vardığımızda gözlerimi kırpıştırarak tanıdık ve içime iğneler batırıyormuşçasına his veren sese baktım. Bu oydu. Omuzlarına kadar gelen saçları sarıydı. Boyatıyor muydu? Elmacık kemikleri ve dudakları benimkinin yansımasıydı. Ve... gülerken yanağının iki tarafındaki çukurlar da. Eşsiz görünüyordu. O benim annemdi. Ama değildi. Şu an annemin başka bir çocuğa nasıl annelik yaptığını izliyorum. Onun saçlarını şefkatle okşadığını ve alnına ufak bir buse kondurmasını acıyla kısılan gözlerimle izliyordum. Ellerimi yumruk yapıp sıkarken başımı sağ omzuma doğru eğip yeşil gözlerine içimde kalan son umut kırıntılarıyla baktım. Gözleriyle yalvarmak dedikleri bu olsa gerekti.

SAVAŞ ve BARIŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin