"Kızınım ben senin! Kızın! Allah kahretsin ki,senin kızınım!"

Bundan pek hoşnut olmasam da onun kızıydım. Odama çekilip tavanı izlediğim saatlerde sürekli bunu düşünüp dururdum.

Neden? Benim babam neden Melih Karaevren?

Babamın rengi değişirken, onun bir şey demesine izin vermeden, "ne bu öfke, ne bu kin? Seni terk eden ben değilim. Aksine beni sen terk ettin. İki yıl!" Elimle iki işareti yapıp ona doğru sallayarak "koca iki yıl annesiz babasız kaldım ben! İkisi de yaşarken, hem de!" Sesim çatladığında sustum. Ama içimden şunu eklemeyi unutmamıştım.

Yanımdayken bile terk ettin beni. Bir baba kızını daha ne kadar hayal kırıklığına uğrarabilir?

Babam ayağa kalkıp ağzını açtığında, dişlerimi sıkarak, "sus." Dedim.

Beni dinlemeyerek, "nerede hata yaptım da, böyle bir kız oldun sen?" Dediğinde sinirle kahkaha attım.

Kaşlarımı kaldırarak, "nerede hata yaptın, öyle mi?" Deyip masadaki bardağını yere attım.

"Nerede hata yaptın, değil mi?" Derken elime gelen ne varsa artık yerdeydi. Annem beni tutmaya çalışırken, "bırak!" Diye çığlık atıp elimdeki bıçağı,bileğime bastırdım. Babamın sinirden gözü seğirirken, annem eliyle ağzını kapattı. Alnımdaki ve dudağımdaki yarayı elimle babama göstererek, "bunların hiçbirini ben yapmadım." Deyip bileğimi gösterdim. Duygusuzca gülüp "ama bunu ben yaptım. Bu senin eserin. Senin!" Diye bağırdığım anda, yanağımda bir çınlama ve yanma hissettim. Tenin tene çarpma sesi,sessiz mutfağı doldururken elimle yanan yanağıma dokundum. Dudaklarım arsızca gülümsemek için kırvrılırken yerdeki cam kırıkları dudağımın her bir hareketinde oraya saplanıyordu sanki.  Yavaşça ona döndüğümde, gözlerinin acımasızlıkla parladığını gördüm. Başımı dikleştirip ona aynı ifadeyle baktığımda bir yandan telefonum çalıyordu, bir yandan annem  ağlıyordu ve bir yandan da kornaya basılıyordu. Kendimi kıyametin ortasındaymış gibi hissediyordum.

Babam, "ağla." Dediğinde güldüm. Daha sert bir sesle, "ağlasana, niye gülüyorsun ağla!" Dediğinde diğer yanağımda da bir yanma hissettim. Tekrar ona döndüğümde tiksintiyle gülümsedim. Annem babamın arkasına geçmiş kolundan çekiştirirken, babam daha fazla çileden çıkmış vaziyette kolumdan sarstı.

"Bu yüzden işte! Bu yüzden! Deli annen gibi arsız ve yüzsüzsün!" Dediğinde, başımı sağa sola salladım. "Bu yüzsüzlük değil baba. Keşke sen de böyle güçlü olabilsen," deyip kolumu çektim ve yerden çantamı alarak, koşar adımlarla odama çıktım.

Kapıyı kitleyip sırtımı dayadım. Yavaşça yere kayarak oturduğumda, dizlerimi kendime çektim. Ağlamak istiyordum ama onun için ağlamak istemiyordum. Zorlukla gözyaşlarımı ve boğazımdaki düğümü yutup ayağa kalktım. Karşımdaki aynadan, topuzumun hafif dağıldığını ve iki yanağımdaki parmak izlerini gördüm. İki elimle onlara dokunup tekrar boğazıma tırmanan düğümü yuttum. Babanızı seçme şansınız olmasını ister miydiniz? Ben günün her saati,her dakikasında öyle bir şansımın olmasını diliyordum. O zaman dünyada kötü babalar kalmaz böylece mutsuz çocuklar da olmazdı. Ne güzel olurdu değil mi? Derin bir iç çekip duyduğum uzun korna sesiyle pencereme doğru ilerledim. Perdemi hafifçe aralayıp arabaya yaslanmış,kulağında telefonla hâlâ beni bekleyen ıslanmış Barış'a baktım. Annemle babam evden çıktığında, Barış onlara baktı. Ama ikisi de Barış yokmuş gibi yürüyüp arabalarına bindiler ve uzaklaştılar. Bu iyi bir şeydi. O adamdan daha rezil şeyler yapmasını beklerdim ama sabah enerjisini benim üstümde harcadığı için olaysız gittiğini varsayıyorum.

Barış kafasını kaldırıp yukarıya baktığında hızlı bir hareketle perdeyi kapattım. Olmuyor işte. Benim kendime ait bir hayat yaşamam mümkün olmuyordu. Demirhan kardeşlerle maceram buraya kadardı demek. Ne heveslerle,ne düşüncelerle başlamıştım oysa ki...

SAVAŞ ve BARIŞ Where stories live. Discover now