EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT

15.1K 968 716
                                    

Burnumun ucunda külün kokusu vardı, ateşin çatırdama sesleri geliyordu, uzakta bir yerlerde su akıyordu, bilincim bir kapanıp bir açılıyordu. Bulunduğum yer sanırım hem cennetti hem cehennemdi, bilemiyordum ama benim baygın zihnimde hâlâ gürültüler ve fısıltılar vardı; gözkapaklarımdaki görüntüler bir türlü silinmiyordu.

Birileri bana sesleniyordu, birileri kollarıma dokunuyordu. İşte orada, kulağımın dibinde Büge adımı fısıldıyordu, o değildi, diyordu. O beni öldürmedi, asıl öldüren kişi bir başkasıydı.

Diğer kulağımın dibinden yine Büge'nin sesi geliyordu; beni o öldürdü diyordu, âşık olduğun adam bir annenin katiliydi.

Arkamdan annem ile Mine'nin sesi geliyordu; Mine savaş vermemi söylüyordu, bunu söylerken bana kızıyordu. O benden çok daha güçlüydü, ölüme bile boyun eğmemişti, benim de savaş vermemi istiyordu.

Annem çığlıklar atıyordu, kaçmak istiyordu, yine öfkeliydi. Bizi kim öldürdü, diye soruyordu. Kimin öldürdüğünün yanıtı vardı bende ve bu yanıtlar aklımı kaçırmama neden oluyordu.

İşte orada, hemen dizlerimin önünde Korel'in sesi vardı, ayaklarıma kapanmıştı. Minel, diyordu acı bir sesle. Beni hiç sevmedin, değil mi? Minel, beni neden sürekli görmezlikten geliyorsun? Minel, beni neden sürekli onların eline veriyorsun? Minel, beni sen öldürüyorsun. Minel, bak ben ölüyorum.

Acıyla inlediğimde gözlerimi açmaya çalıştım fakat karanlıkla yüzleştiğimde irkilip çırpınmayı denedim; o an, kâbus mu yoksa gerçek mi, belki de zihnimin bir oyunuydu, bilmiyordum ama bağlanmıştım. Kollarım ve bacaklarım bir sedyede bağlıydı, bir yatakta ya da, bilmiyordum ama gözlerim de sıkıca kapatılmıştı. Fısıltılar gürültülere dönüştü, vücudumdaki eller arttı ve avazım çıktığı kadar bağırıp çırpınmaya başladım.

Kurtuluş artık tamamen imkânsız görünüyordu fakat almak istediğim yanıtlar vardı, ölüm öyle kolay beni avuçlarının içine alamazdı.

"Buradasın, biliyorum!" diye bağırdım, bütün o fısıltıları bağırışımla susturarak. "Bana cevap ver! Buradasın! Göster kendini!" Çırpınmayı bırakıp çenemi havaya kaldırdım. "Biliyorum," dedim dişlerimi sıkarak. "Kim olduğunu biliyorum."

Bir el yine bana dokundu, ardından gözümdeki karanlığın yavaşça kalktığını hissettiğimde nerede olduğumu anlamak için etrafıma baktım ve etrafa bakmak, keşke cehennemde olsaydım dedirtti. O kumarhanedeydim, bizim eski evimizdi ve şimdi Prometheus'un kumarhanesi olarak burada yaşamaya devam ediyordu, hayır, kumarhane de değildi, burası Prometheus'un asıl mabediydi. Burası, gerçek olanın asıl mabediydi. Burası, ailemi katleden Prometheus'un mabediydi.

İlerideki şöminede ateş yanıyordu, çocuk havuzu yeniden doldurulmuştu, kumar masaları kaldırılmıştı; tam karşıma baktığımda ise onlarca insanla göz göze geldim. Hepsi elleri önlerinde, başları yerde duruyorlardı.

Ve lanet olsun ki o insanlardan bazılarını tanıyordum.

İşte orada Göksel vardı, Korel'e taş atan. Yanında arkadaşı Azra duruyordu. Hemen arkalarında Doğan Yankı'nın evinde beni duvara yapıştırıp babamın yaşadığını söyleyen o adam vardı, o adamın solunda Korel'in mektubundan söz eden yaşlı adam. Hepsi ama hepsi elleri önlerinde, başları yerde bekliyorlardı, gözleri bana değmiyordu bile.

Büyük salondaki loş ışık onları tamamen korkutucu bir hale getirmişti, hepsinin üzerinde bir örnek siyah kıyafet vardı; sanki bir ayinde gibilerdi ya da daha fazlası, birinin ölümünü kutluyorlardı. Bu ölüm, belki de bana aitti.

EMARE SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin