6. SİS

44.9K 2.5K 3.9K
                                    

Keyifli Okumalar!

Şarkı: Redd, Kanıyorduk

Sekiz yaşındaki çocuk, başını aşağı yukarı salladı ve annesinin elini daha sıkı tutarak ondan güç almaya çalıştı; annesi ise bunun farkında olsa bile oğlunun elini daha gevşek tutuyor, yüzüne bakmak yerine tam karşısına bakıyordu.

"Anlayamadım," dedi annesine ve merakla yüzüne baktı. "Sen benim gözlerime baktığın zaman o izi görebiliyor musun?"

Annesi soğuk bir ifadeyle gülümsedi ve başını çevirerek oğlunun yüzüne baktı; ikisinin de adımları yavaşladı fakat durmadılar.

"Şu an göremiyorum," dedi annesi omzunu kaldırıp indirerek. "Şu an hiçbir şeyden korkmuyorsun."

"Korktuğum zaman o iz ortaya mı çıkıyor?" Annesi başını aşağı yukarı salladı ve başka hiçbir şey söylemeden ilerlemeye devam ettiler; o sırada bulundukları yer çok sıcak olsa da akşam güneşinin batışı, bir ümit gibi onlara göz kırpıyordu. Çocuğun sandaletinin içine ince kumlar giriyor ve hâlâ sıcak olduğu için parmaklarını yakıyordu; annesine söyleyemezdi, bunu da biliyordu.

Akşam güneşinin soluk rengi, kum tanelerini kırmızıya boyamıştı ve hafif rüzgârlar esmeye devam etse de soğuk bir etki bırakmıyordu; tek yaptığı, kum tanelerini uçurmaktı.

"Bak," dedi annesi, elini kaldırıp uzağı göstererek. "Orada bizi bekleyen bir şey var."

Çocuk merakla parmaklarının ucunda yükselip görmeye çalıştı fakat hiçbir şey göremedi. "Burası neresi?" diye sorabilirdi. "Her yerde kumlar var, çok sıcak."

Annesi, daha hızlı yürümeye başladı ve elini tuttuğu oğlunu kolundan çekiştirdi. "Çöl," dedi kısaca. "Daima kurak ve sıcaktır ama merak etme, akşamları daha serin olur."

Çocuk geldikleri yerden hoşlanmamış gibi yüzünü buruşturup, "Neden buraya geldik?" diye sordu.

Annesi tebessüm etti; ruhsuz ve ölüm kokan bir tebessümdü. "Göreceksin," dedi net bir sesle. "Sana gözlerdeki izleri göstereceğim."

Uçuşan kum taneleri çocuğun gözlerine girmeye başladığında adımlarını hızlandırdı ve bir koluyla gözlerini kapatarak yürümeye devam etti. Annesinin bakışları sabit, nefesi sıradandı fakat kalbi hiç atmıyormuş gibiydi; atan tek şey, nabzıydı ve o nabız, hissizliğinin heyecanıydı. Yaşıyor, yaşarken ölüyordu; kalbinin atışını en son ne zaman hissetmişti, hatırlamıyordu.

Çölü kaplayan sarı kumlar yürümelerini engelliyordu ve engebelerden ötürü çocuk defalarca takılmıştı.

Düşeceği sırada annesi hiçbir şekilde yardım etmemiş, onun kendi başına doğrulmasını beklemişti.

Kadın önüne gelen saçını kulağının arkasına itti ve keskin gözlerle tam karşısına bakarak, "Yaklaşıyoruz," diye fısıldadı. "Hazır mısın oğlum?"

Çocuk karşısına baktı ve karanlığa gömülmeye başlayan gökyüzüne rağmen çölün ortasında duran küçük kulübeyi gördü; kulübenin rengi, kumların rengiyle aynı tondaydı. Oldukça küçüktü ve tavanı yoktu, pencereleri yoktu, sadece kapısı vardı ve duvarları kiremitti.

"Anne," dedi elini çekiştirerek. "Bizim evimiz mi?"

"Hayır," dedi oğlunun elini sıkarak. "Burası var olan her şeyin yok olduğu yerlerden sadece bir tanesi, burası gerçek cezaların olduğu yer."

Çocuk anlayamadı fakat hiçbir şey söylemeden ya da sormadan yürümeye devam etti; kulübeye yaklaştıkça akşam, gündüzün üzerine daha fazla örtülüyor, ışığını içine alarak onunla sevişiyordu. Sarı kumların rengi, ışıkla koyu kırmızı tonunu alıyordu.

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now