10. YAĞMUR

37.4K 2.1K 4.3K
                                    

Çok hastayım, iyi dileklerinizi benden eksik etmeyin.

Keyifli Okumalar

Şarkı: You're Lost Little Girl

İnsan, ayağa kalkmanın eşsiz zaferini yere düşmeden tadamazdı.

İnsanı büyüten ise yaraları değil, izleriydi.

Küçük çocuklar yere düştüğü zaman dizleri kanardı ve kanayan yerleri bir zamandan sonra kabuk bağlar, kabuk bağlayan yer zamanla iyileşirdi.

Eski ve terk edilmiş deponun kapısına doğru yaklaşan adım sesleri, yere düşen küçük çocuğa ait değildi. Beton zeminde sönük bir ses bırakıyordu. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti; gökyüzünü paylaşan ayın soluk ışığı, Prometheus'un yüzüne çarpıyordu.

Prometheus.
Belli belirsiz gülümsedi.

Çocukluk anıları, zihninde hiç durmadan dönerdi; döndüğü zamanlar zihnindeki vezinsiz sesler tek bir şeyin ismini fısıldıyordu: Prometheus.

Kendisini tanımladığı isim tam olarak buydu.

Ellerini iki defa yumruk yapıp tekrar açtı ve bakışları kısıldı; ayın ışığı yüzüne çarpıyor, kirpiklerinin gölgesi yanaklarına düşüyordu. Avuç içlerini gökyüzüne doğru açtığında, çiseleyen yağmur kader çizgilerine dokundu.

Kapalı tahta kapıyı ayağıyla yavaşça itekledi; kapı yüksek bir gıcırtıyla açılırken, içeride yerde oturan adam kısık sesle inledi. Karanlık deponun ortasında yanan küçük mum, kapıdan giren kişinin gölgesini gitgide büyütüyordu.

Prometheus'un sırılsıklam olan saçlarından su şakaklarına doğru akıyordu. Avuç içlerinin sızladığını hisseder gibi oldu ve bakışları daha da kısıldı.

Yerde oturan adamın yüzü kararmıştı ve dudakları susuzluktan kurumuştu. Üzerinde iç çamaşırından başka hiçbir şey yoktu; bedenindeki yanık ve yara izleri derindi, yeterli beslenmediği için iyileşmiyordu. Bir kolu boydan boya yanmıştı ve iyileşemeyen derisi buruşmuş, kolu sanki ufacık kalmıştı. Adam zaman ve yer kelimelerini bile neredeyse unutmak üzereydi. Ne zamandan beri buradaydı, bilmiyordu. Tek bildiği, bu yaklaşan gölgenin Azrail'i olduğuydu.

Hayır, Azrail'i değildi; onu öldürmüyor, öldürmek istemiyordu. Yaptığı bütün işkencelerde öldürmesi için yalvarmıştı fakat karşılık alamamıştı.

Prometheus içeriye girdi ve şeytani bir gülümsemeyle gözlerini kapattı, derin bir nefesi içine çekip deponun kokusunu özümsedi. Dudağı sağa doğru kaydığında parmağını üç kere şıklattı.

Leş kokusunu severdi.

Gözleri kapalı bir şekilde başını sağa çevirdi ve yerde duran adamın olduğu tarafa, "Imm," diyerek inledi. Dudaklarındaki o şeytani tebessüm, yerde oturan adamın gözlerinin irileşmesine sebep oldu. Mumun alttan vuran ışığı, Prometheus'un yüzünü alevler içinde bir kızıllıkta gösteriyordu.

Depo genişti ve iki katlıydı. Duvarlar kavlanmıştı ve soyuluyordu. Tırnak izleriyle duvarlara kazınmış yazılar, Prometheus'un tırnaklarıyla yazılmamıştı. Kurbanlarının kan izleri, duvarlarda rengini bırakmıştı. Kelimeler, belli belirsiz anlamlarla çizilmiş resimler ve çentik atılan günler... Bu depoda aklını yitiren birkaç kişinin attığı çentikler, sonu gelmediği için öldüklerini gösteriyordu. Duvarlarda her dilden bir şeyler yazıyordu ve Arapça ile Rusça yoğunluktaydı. Bunların dışında da şekiller vardı ve bu şekiller Prometheus'un çaldığı ateşinin alfabesiydi.

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now