EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ

10K 868 854
                                    

Hayatın benim aklımla zoru vardı.
Hayatın benim kalbimle zoru vardı.
Hayatın benim zihnimle zoru vardı.

İdil Erezli'nin odasından çıkıp diğer kapının önüne giderken adımlarım defalarca birbirine dolanmış, birkaç kez düşme tehlikesi atlatmıştım ama o kapının önüne ulaştığımda içeriden İdil Erezli'nin öksürük seslerini duyabiliyordum. Kapısını bile kapatamamıştım, tek istediğim bu odada belki Korel'i görebileceğimdi. Bir oyun oynanıyordu, bunun farkındaydım fakat artık bu oyunun sahibi kim, anlayamıyordum.

Korel'e ait olan bilekliğin madalyon kısmını kapının deliğine tuttuğumda düzenekten yeniden ses geldi ve klik sesiyle kapı açıldı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdikten sonra kapının kolunu ağır ağır çevirdiğimde gıcırtıyla beraber içerinin görüntüsüyle karşılaştım.

Yerlerde mumlar vardı, sönmüş; köşede bir çello, telleri kopmuş; duvara yaslı bir televizyon; televizyonun yanındaki dolapta dosyalar. Televizyonun karşısında eski bir sandalye, yerlerde kalın ipler.

Yutkunduğumda odanın penceresine baktım. Demirlerle örtülmüştü; cam kırıktı, oradan hava geliyordu. Elim duvardaki düğmeye gitti, ışığı açmaya çalıştım fakat duy boştu; bu yüzden kararımı değiştirip yerdeki mumlara ilerledim ve çakmağı alıp beyaz mumlardan iki tanesini yaktım.

Mumlar yandı, gölgeleri duvarları süsledi ve çöktüğüm yerden doğrulduğumda kendi gölgemle de yüzleştim. Başımı çevirip kapıya baktığımda artık kendi gölgem dışında başka gölgeler de görüyordum; alt katta Büge'nin kıkırdamaları vardı, Gürkan'ın söylenmeleri... Fakat Korel'in tek bir sesi bile yoktu, o neden yoktu? En azından zihnimde onun sesini duyamaz mıydım?

Televizyonun yanındaki dolaba ilerleyip mavi dosyalara baktım ve sene sene ayrıldıklarını gördüm, ikiye. Bir tarafta K.E.E yazıyordu, bir tarafta M.K.

Korel Edgardo Erezli.

Minel Karaer.

Kendim umurumda bile değildim, direkt Korel'in dosyalarından bir tanesini elime aldığımda sene çocukluğuna aitti; belki de daha küçük. En azından benim bildiğim kadarıyla. Dosyayı açtığımda beni şaşırtan o detayla karşılaştım, fotoğraflarıyla. Çocukluk fotoğraflarıyla. Annesinin fotoğraflardan hoşlanmadığını söylese de orada fotoğrafları vardı.

Bir fotoğrafta gülümseyerek kadraja bakıyordu, annesinin kucağındaydı, babası yoktu. Başka bir fotoğrafta elindeki ekmeği ağzına götürüyordu, başka bir fotoğrafta oyuncak motosikletini havaya kaldırmıştı; o kadar mutluydu ki böyle güzel bir çocuğun büyüdüğünde nasıl karanlığa battığını çözemedim.

Gülümsüyordu, yanmamıştı, ölmemişti; o yaşıyordu, daima yaşamaya devam edecekti fotoğraf karelerinde ama biliyordum, canlıyken bu fotoğrafları bile görmemişti.

Acıyla nefesimi verdiğimde bir CD'yle karşılaştım ve üzerindeki tarihin çocukluğuna ait olduğunu fark ettim. Hızla CD'yi çıkarıp televizyonun altındaki DVD oynatıcısına taktım ve kumandayla ekranı açarak videonun birkaç saniye sonra devreye girmesini bekledim.

İlk görüntü bir sahile aitti; kumsal, güneş ve insanlar. O sırada Korel'in çocukluğu kadraja girdi; kamera görüntüsü eskiydi, belki de ilk kameralardan. Ağlıyordu, öyle içten ağlıyordu ki o görüntüye bakarken ayakta durmakta zorlandım. Annesi arkadan kahkaha atıyordu, Korel ağlamaya devam ediyordu. "Hadi Korel," diyordu annesi. "Bir kez daha gir denize."

"Anne," dedi Korel ağlayarak. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülüyordu. "Anne korkuyorum, ya boğulursam!" Belki beş yaşındaydı, belki altı, bilemiyordum. İşaretparmağıyla dalgalı denizi gösterdi. "Anne! O su çok korkunç! Dalgalar benden daha büyük! Sen de gel!"

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now