EMARE MASKE: 10. SÖZ

10.2K 1K 968
                                    

Eğer bir labirentin içinde olsaydım, o an o labirentte tutsak kalmıştım.
Eğer bir yapboz olsaydım, çoktan tamamlanmadan yarım bırakılmıştım.
Eğer bir satranç masasında olsaydım, çoktan bahisleri kaybetmiştim.

Çünkü aptaldım. Doğrularla yalanları, gerçeklerle hayalleri ayırt edemeyecek kadar aptaldım.

Korel Erezli'ye her seferinde inanmamın nedeni aslında ona inanmak istememden çok, kendi kafamın içinde yaşayıp onun doğruları söylediğini düşünmemdi. İlk günden beri, geçmişime ellerini uzatacağını düşünüyor, ona kör kütük koşuyordum.

Ve şimdi de aynı şeyi yapmış sayılırdım.

Ondan doğruları duyabileceğime inanmıştım. Eğer bana daha mantıklı açıklamalar yapsaydı yine ona inandırdım, bunun da farkındaydım.

Öylesine aptal, öylesine aptaldım ki.

"Annen," dedim kulaklarıma inanamıyormuş gibi. "Senelerdir ortalarda olmayan annenin odası, öyle mi?" Bana, ben dürüst biriyim, dediğinde inanmıştım.

Bana, ben yalancı biriyim, dediğinde inanmıştım.
Bana, ben katil değilim, dese inanırdım.
Bana, ben Prometheus değilim, dese inanırdım.

Öyle aptaldım. Kafamı duvarlara vurmak, aklımı durdurmak istiyordum.

"Bu ev, annemin eviydi." Gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmıyor, ne düşündüğümü anlamaya çalışıyordu. "Ve ben, o gittikten sonra sırf onu biraz daha hissetmek için buraya taşındım."

Gülümsedim. Belki ona şefkatli bir gülümseme gibi geldi ama ona gerçekten acımaya başlamıştım. "Olaya dramatik bir hava verip bir de beni öyle inandırmaya çalışacaksın, değil mi?" Artık onun olmayan kalbi de vicdanı da umurumda değildi. "Hatta kendini acındıracak, etkileyici cümleler kuracak ve benim sana inanmamı sağlayacaksın, öyle mi?"

Korel'in yaprak sarısı gözlerine acı bulaştı. "Kendimi hiçbir zaman acındırmaya çalışmam, doğruları söylüyorum."

"Doğrular." Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladım. "Tabii ya. Doğrular." Yanından geçip evin içinde yürümeye başladım. "Korel Erezli'nin anlattığı doğrular." Aklımı kaybetmiş gibi evin içinde dolaştığımda, o hareket etmeden beni izliyordu. "O halde Korel Erezli, söylesene, o odanın içinde ne işin vardı? Seni o daktilonun başında bu kelimeleri yazarken buldum ben."

Ellerini kısa saçlarına geçirip parmaklarıyla baskı yaptı. "Öyle bir şey olmadı."

"Olmadı mı?" Alayla güldüm, başımı aşağı yukarı salladım. "Doğru, olmamıştır. Dur bir saniye..." Yürümeyi bırakıp ona baktım. "Yeni taktik, benim gibi her şeyi unutman mı? Yoksa ben bir deliyim ve her şeyi aklımdan mı uyduruyorum?"

"Senin gibi olmaya çalışmıyorum."

"Ha ben deliyim yani?" Kollarımı iki yana açtım. "Beni o morga götürdüğünde de aslında her şey gerçekleşmişti ama sen bana öyle bir şey olmadığını söylemiştin; beni öyle bir inandırmıştın ki gerçekten aklımı kaçırdığımı düşünmüştüm. O da oyundu, değil mi?" Bu sefer sustu, çenesini kaldırdı. Beni ne onayladı ne de reddetti. "Derdin beni o akıl hastanesine yatırmak mı?"

Gözleri açıldı, bana doğru yürüdü. "Ne?"

"Evet," dedim başımı sallayarak. "Derdin beni o akıl hastanesine yatırıp parmağında oynatmak."

"Minel, sen ne saçmalıyorsun?"

"Sen kimsin?" dedim bir anda sertçe. "Geçmişimsin, oradasın falan filan ama asıl sen kimsin?" Bana doğru yürümeye devam etti fakat elimi kaldırıp onu durdurdum. "Bütün oklar sana çevriliyken bile hiçbir zaman seni sorgulamadım ama şimdi her şey gözümün önünde dans ederken nasıl bunları görmezlikten gelebilirim?"

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now