EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ

8.7K 843 699
                                    

Her tarafın camdan olduğu bir küpün içindeydim ve ortada sadece bir masa, masanın üzerinde ise bir defter vardı.

Oturduğum sandalyede durmadan o deftere bir şeyler yazıyordum, ne yazdığımı göremiyordum ama delirmiş gibi elimdeki kalemle son sürat bir şeyler yazmaya devam ediyordum.

Küpün dışında bir adam duruyordu, bu adam Korel Erezli'ydi ve dışarıdan çırpınarak bana bakıyordu fakat onu görmezlikten geliyor, yazmaya devam ediyordum.

Ben hâlâ o küpteydim, bu kez Korel'i suyun içinde boğuyorlardı, onu yine görmezlikten geliyordum ve bunu her yapışımda daha kötü bir olay oluyordu. O olayların her birinde ben Korel'i görmezlikten gelmeye devam ediyordum.

Bir ses bana Korel'in Prometheus olduğunu haykırıyordu, bu ses hafızamın sildiği Mine'ye aitti, ardından o ses anneme aitti ve en sonunda babama.

Ben yazmaya devam ediyordum.

Küpün dışında yangın çıktı, Korel gözlerimin önünde yanmaya başladı fakat ben onu yine görmezlikten gelip yazmaya devam ettim.

Bütün o savaşların ortasında Korel kaldı, ben bir küpün içinde korundum, o küpün içinde korunurken herkes bana Korel'in Prometheus olduğunu haykırıyordu.

Elim duraksadığında gözlerim kâğıda dönmüştü; gördüğüm Prometheus'un alfabesiydi, onun alfabesiyle deftere yazıyordum. Anlamsız bir dil, anlamsız cümleler, karmaşık kelimeler; dönüştüğüm kişi Prometheus olmuştu.

Bakışlarımı karşıma çevirdiğimde camın dışından beni izleyen Korel'in yüzüyle karşılaştım; eli camdaydı, yanmıştı, boğulmuştu ve son gördüğüm gibiydi. Yüzünde Joker makyajı vardı. "Bana inanmıyor musun yine?" diye sordu bana. Tek soru.

Ardından titreyerek gözlerimi açmamla bunun bir kâbus olduğunu fark edip acıyla inlemem bir oldu çünkü yine bileklerimden beni bağlamışlardı, ayaklarımdan da öyle. Etrafıma baktığımda bir odanın içindeydim; camdan değildi, hastane odası olmalıydı fakat bu kez yüzümde büyük bir acı vardı, ellerimde hatta kollarımda.

"Bırakın!" diye bağırdığımda gözlerimden yaşlar akmaya başladı fakat çırpınmaya devam ettim; o an kollarımdaki tırnak izlerini gördüm, avuçlarımdaki. Aynıları yüzümde de olmalıydı. "Bırakın!" diye bağırdığımda tarih tekerrür ediyordu, Korel yine gitmişti ve ben yine gözlerimi bir hastane odasında açmıştım fakat bu kez hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Bu kez ona olan inancımdan vazgeçmeyecektim, bu kez onu yüzüstü bırakmayacaktım, bu kez onu ateşe sürüklemeyecektim, ne olursa olsun ona inanacaktım çünkü boynumdaki bu kolyeyi takan... Bakışlarım boynuma kaydığında gerdanımın boş olduğunu fark ettim ve içeriye doktorlarla beraber babam girdi. "Kolyem!" diye öyle bir haykırdım ki neredeyse bileklerimdeki kemerler kopacaktı. "Onu bana geri verin! Korel!"

Hemşireler beni tutmaya başladığında, babam ayakucumdan bana bir şeyler söyledi fakat acıyla bağırıyordum.

Bana o kolyeyi veren, bileğime dövme yapan, benimle saatlerce sevişen, saçlarımı okşayan, yangının ortasından kurtaran, işkence çekmemi engelleyen, inançla gözlerimin içine bakan adam bir seri katil olamazdı; Prometheus olamazdı. Beni bir katil gibi öpmüyordu, sarılmamı dilerken hiç de katil gibi bakmıyordu; Korel hiçbir zaman bir katil gibi değil bana zarar vermek istemeyen biri gibi dokunuyordu.

"Korel!" diye haykırdığımda hemşirenin elinde sakinleştirici iğneyi gördüm ve sesim daha acı dolu çıkmaya başladı. "Eğer o iğneyi bana yaparsanız buradan çıktıktan sonra kendimi öldürürüm! Beni uyuşturmayın!" Babama öfkeyle bakıp küfürler savurmaya başladım. Doktorların şaşkınlığı ve hemşirelerin bozguna uğraması en büyük yıkımı olmuştu babamın.

EMARE SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin