EMARE PUSULA: 3. MELEZ

18.8K 1.2K 1.2K
                                    

İnsanlar demir parmaklıklar arkasından tutsak bir şekilde Tanrı'yı mı izliyordu yoksa Tanrı demir parmaklıklar arkasında kilitli mi kalmıştı?

Demir parmaklıkları inşa eden cennetteki melekler miydi, cehennemdeki melekler mi?

Kapı neredeydi?

Kapının anahtarı insanlarda mıydı yoksa anahtar sadece Tanrı mıydı?

Belki de anahtar cehennemdeki meleklerdeydi ve o kapıları sadece yangın çıktığı zaman açacak, insanları ateşe davet edecekti; belki de insanların bulundukları yer cennetti ve cennet o kadar soğuktu ki insanlar ısınmak için cehennem meleklerinin açtıkları kapıdan içeriye gireceklerdi.

Asıl soru ise tam olarak şuydu: Tanrı hangi taraftaydı?

Aydınlık odanın floresan ışığı kadının gözlerini alıyordu fakat bakışlarını bir an olsun ışıktan çekmiyor, kafasının içindeki seslere daha fazla odaklanmak istiyordu. O sesler ona gerçek yolları gösterebilirdi, bir çıkış yolu sunabilirdi fakat kadının istedikleri bunlardan çok daha ayrı şeylerdi.

Onun istediği kurtuluş değil, yok etmekti.

Kendiyle beraber her şeyi yok etmekti.

Kaç saattir, kaç gündür, kaç aydır orada olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği, ihtiyacı olan sıcaklığa bir an önce kavuşmak istediğiydi.

Kumral saçları yattığı yastıkta dağılmış, kemikli yüzü daha da belirginleşmişti. Dolgun dudaklarında kuruluk hiç geçmeyecekmiş gibi yer etmişti ve yeşil gözlerindeki sonsuz koyu ışık bir yanıp bir sönüyordu.

Elini sertçe çekiştirdi ve yatak başlığına bağlı olduğunu hatırlayarak öfkeyle nefesini verdi. Ayakları da aynı şekilde yatağın ayakucundaki demirlere bağlıydı ve X şeklinde yatakta uzanıyordu.

"Kimse gelmeyecek mi?" diye bağırdı yüksek sesle; sesi odanın içinde yankılanıp tekrar ona döndü. Kendi nefesinden, kafasındaki seslerden başka hiçbir ses yoktu. Herhangi bir yanıt beklerken tavana bakmayı sürdürdü. "Hey!" diye bağırdı en sonunda. "Beni neden tekrar bağladınız?"

Olduğu yerde çırpınmaya başladığında tavanın köşelerindeki hoparlörlerden ilk önce klik sesi duyuldu, ardından uzun bir bip sesinden sonra o bilindik besteyi duymaya başladı.

Frédéric Chopin'in bilindik bestesi çello sesiyle birleşip her zaman olduğu gibi kulaklarına dolduğunda, "Lanet olsun!" diye haykırdı. "'Cenaze Marşı' mı?"

Her gün, her saat başı bu ses yattığı odayı doldururdu, ardından da o bilindik adamın sesini duyardı. Önce sonuna kadar besteyi dinletirdi; ardından konuşmaya başlardı fakat bu sefer bestenin bitmesini beklemeden mikrofonun başındaki adamın boğazını temizlediğini duydu.

"Bugün biraz daha gerginsin, İdil Erezli?" Bestenin sesi kısıldı fakat tamamen kapatılmadı.

O tanıdık sesi duyan kadın gözlerini kapatıp açtı ve bakışlarını hoparlörün yanından alıp kameraya çevirdiğinde gözlerinde yanıp sönen ışık kendini daha fazla belli etmeye başladı.

"İlacım nerede?" Dişlerini sıkarak sorduğu soru, çene kemiklerini ne kadar fazla sıktığını hatırlatınca çenesini serbest bırakmaya çalıştı.

Mikrofonun ucundaki ses, kısık bir vızıltıyla beraber güldü. "Her seferinde uyuşturucu krizine girmiş gibi davranıyorsun, bu hiç hoş değil. Zamanı gelecek ama şimdi değil."

EMARE SERİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin