❄️VELLAÏ -PART 2-

Start from the beginning
                                    

Gideonun akıl ederek mutfaktan getirdiği suyu anneanneme içirdikten sonra sakinleşmesi için bir süre bekleme kararı almıştım. Sakinleştiğinde konuşabileceğimizi düşünsem de ağlamaya başlamasıyla içim kıyılmış benimde gözlerim dolmuştu. Aylardır ortada olmadığım için nasıl korktuğunu görebiliyordum. Gönlünde başlattığım yangını söndürmek için uyduracağım bütün bahaneler ateşe dökeceğim bir tas sudan fazlası olmayacaktı. Annemden sonra bunu ona yapmaya hakkım yoktu. Vicdanımı sızlatan pişmanlığımla Gideona baktığımda gözlerimden ne demek istediğimi anlayarak başını hafifçe oynatmıştı.

Doğruyu söylememde bir sakınca yoktu.

Dürüst olmaya karar verişim ise bambaşka bir fiyaskoya sebep olmuştu. Renginle falcıya gidişimizden bu yana her şeyi anlattığımda ağzı beş karış açık kalarak bana aklımı yitirmişim gibi bakmıştı. Buraya nasıl geri döndüğümü izah edip hikayemi bitirdiğimde Gideona büyük bir öfkeyle saldırmaya kalkışmıştı. 'Kızımı uyuşturucuya mı bulaştırdın sen! Boyun posun devrilsin senin pü!' Telaşla anneannemin önüne geçerek Gideonun yakasına sarılmasına engel olmuştum. Kara kurdun karşılık vermeyeceğini bilsem de anneannemin onu evden kovmasına müsaade edemezdim. 'Ay başımıza bu da mı gelecekti! Sonunda uyuşturucu batağına düşürdüler kızımı!' Bana inanmasının kolay olmayacağını bilsem de keş muamelesi görmek canımı sıkmıştı.

'Yalan söylemiyor.' Gideon söylediklerimi desteklemek amacıyla içindeki kurdu uyandırarak gümüş renkli gözlerinin parlamasını sağlamıştı. Daha bunun şokunu atlatamadan parmakları pençelere dönüşünce anneannem besmele çekerek kalbini tutmuştu.

Bir günde başımıza gelenleri hatırladıkça yerin dibine girmek istiyordum. Eh işe yaramadığı söylenemezdi tabii. Anneannemi Gideonun tetiklenen dönüşümüne şahit olmaktansa anlattıklarımın doğruluğu korkutmuştu. Duyduklarını -benim yarı cadı olduğum gerçeğini- sindirmesi gerektiğini söyleyerek bizi alışveriş yapmaya postalamıştı. Anlayacağınız uzun uzun marketi gezerek eve gitmeyi erteleyip duruyordum. Döndüğümüzde nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımızı bilmediğim gibi anneannemin bizi polise ihbar edip Gideonu hapishaneye, beni de akıl hastanesine göndermeyeceği de muammaydı.

Önümdeki rafa dünyanın en ilginç şeylerini taşıyormuşçasına göz atarken "Sanırım şok geçiriyor. Bize inanıp inanmayacağını da söyleyemem." dedim. Meyve kurusundan cips mi çıkarmışlar?

"Sorun değil." Başımı çevirerek ona baktığımda "Sana inanıp inanmaması sorun değil." dedi.

"Gideon--"

"Kimsenin sana inanmasına ihtiyacın yok Alysa. Seni yalancılıkla suçlayabilirler veya delilikle. Gördüklerini göremezler, bildiklerini bilemezler, anlamak isteseler de yapamazlar. Bırak istediklerini düşünsünler nihayetinde sen artık buraya ait değilsin."

"Ya..." Yanağımın içini tereddütle dişledim. "Ya bana inanmasına ihtiyacım varsa?" Ona hüzünle bakıyor olmalıydım. Gideon buradakilerle bağımın olmadığını çünkü artık buraya ait olmadığımı söylüyordu. Bana ayak bağı olacak herkesle bağımı kesmemi söylüyordu.

Yapamazdım.

O ailemden biriydi.

"Tamam."

"Ne tamam?"

Çeneme uzanarak yüzümü avucunun içine aldı. Baş parmağıyla yanağımı şefkatle okşayarak "Sana böyle baktırabilecek biriyse susacağım." dediğinde dolmak için sızlayan gözlerimi ondan kaçırdım. Bazen bakışlarının ağırlığını tıpkı sözleri gibi taşıyamıyordum. Bu adam öyle bir kudretle bakıyordu ki bana o irisler sanki... 'Dile.' diyordu.

KIŞ ÖPÜCÜĞÜ |Tamamlandı|Where stories live. Discover now