9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ

Start from the beginning
                                    

"Sizi bekliyorlar," dedi yutkunmaya çalışarak. Sis tabakası zihinlere çöktü, kadın yutkunmakta zorlandı. "Babanız içeride. Salonda."

Adam ilk başta öylece baktı fakat boş bakışları kadını daha fazla ürpertti. Evin küçük oğlundan hep korkuyordu, bu korkusunu dizginleyemiyordu çünkü bakışlarındaki ürpertici hava, kadının kışın ortasında çıplak kalmış gibi üşümesine sebep oluyordu.

"Tamam," dedi kalın bir sesle ve elleri yumruk şeklini aldı. Merdivenin basamağından indi, bir süre öylece durup karşıdaki salona baktı, ardından omuzlarını dikleştirdi ve burnunu sertçe çekerek salona ilerledi. Son dakika duraksadı ve arkasına döndüğünde hizmetli kadının yerdeki ıslak ayak izlerine baktığını fark etti.

Adam gülümsedi, soğuk ve ürperticiydi. "Köpek gibi arkamda iz bıraktığımı söylerler," dediğinde kadın irkildi. "Ben Sırtlan'ı tercih ediyorum." Kadın baktı ve diyecek hiçbir şey bulamadığı için omuzlarını kaldırıp indirdi. "Her neyse..." diye geçiştirdi adam. "Biramı salona getirirsin."

"Korel Bey," dedi hizmetli kadın hızlıca. "Babanız yarım saat boyunca kimsenin evde durmasını istemiyor." Bir cevap vermesini beklemeden hemen portmantodan şişme montunu aldı ve üzerine geçirdi. Evin içinde oluşacak kıyamete artık kulak misafiri olmak istediğinden, elinden geldiğince hızlı hareket ediyordu.

"Öyle mi?" dedi Korel ve yapay bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Kadın aceleyle kafasını salladı ve kapıyı açmadan önce çantasını da koluna geçirdi. Hızlıca Korel'e arkasını döndüğünde ondan katbekat uzun olan adamdan neden bu kadar korktuğu, zihninde daha net belirdi.

Kadının eli sağ kolunun dirseğinden aşağıya ilerleyip ameliyat izine değdi. Gözlerini sıkıca yumup içindeki şiddetli ateşin sönmesi için kendine zaman verdi. Eli ensesinden yukarıya kaydığında ise artık saç çıkmayan yanık derisi avuçiçine bir bıçak gibi battı.

"Ne oldu?" dedi Korel şüpheyle kadını izlerken. "Gitmiyor musun?"

Kadın gözlerini açtı ve adamın o açık kehribar rengi gözlerine baktı. Uzun kirpikleri kısılmıştı ve gözlerinin rengi soğuktan etkileniyormuş gibi daha koyu bir renge dönüşmüştü.

"Bir..." Sustu, derin nefes aldı. "Bir şey yok, beyefendi. Ben sadece..." Başını iki yana sallayıp adamın onda bıraktığı izleri unutmaya çalıştı. Dudaklarına mühür vurmak zorundaydı. "Başım döndü."

Korel umursamaz bir tavırla başını salladı ve kadına bir daha bakmadan hızla salona ilerledi.

Üzerine düşen karanlık, geçmişin aydınlığıydı.

Geniş salona girdiğinde gözleri babasını aradı ve bakışları kısıl dı. Oldukça geniş salonun bir tarafında on iki kişilik büyük, uzun bir yemek masası vardı ve babası en baştaki sandalyede oturuyordu. Salonun o renkli ve ışıklı düzeni Korel'in gözlerini aldı. Uygun değildi. Zehirli bir irin belki de dudaklarından çıkıp çenesindeki ize doğru akacaktı ama durdu ve babasıyla göz göze geldiğinde adımları yavaşladı.

Cüneyt Bey, oturduğu yerde ellerini çenesinin altında birleştirmişti ve önündeki kâğıtlara bakıyordu. Bakışları kesik bir homurdanmayla karşıya odaklandığında küçük oğluyla göz göze geldi ve içinde oluşan öfkeyi dudaklarını birbirine bastırarak dizginlemeye çalıştı. Çenesinin altındaki ellerini aşağı indiren babasından gözlerini ayırmayan Korel, kendisini sanki tam karşısında görüyordu.

Adam kır saçlı ve uzun boyluydu. Elli üçünü yeni dolduran adam, yaşıtlarına rağmen oldukça dinç ve belki de karizmatikti. Gözleri kehribar rengiydi ve dudakları dolgundu. Kalın kaşlarına yer yer beyazlar düşmüş olsa da kumrallığından pek bir şey kaybetmemişti.

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now