Soğuk avcu alnıma dayalı şekilde durduğunda yüzmeyi bıraktığım için, bileklerime bağlı iplerin beni yukarıya çektiğini hissettim; kurtuluş muydu? Madem o ipler benim kurtuluşumdu, neden acıyı özgürleştirip içinde bulanmaya göz yumuyordum? Sorularım kendime değildi, sorularımın yönü bile yoktu. Suçlayacağım biri bile yoktu, neyin içinde olduğunu bilmeyen bir mahkûmdum.

O el alnıma dayalı iken gitgide derinlerden yukarı çekildiğimi hissetmeye ve basıncın yok olduğunu fark etmeye başladım; bedenim sanki tepki vermeye başlamıştı.

"Hadi ama," dedi daha yakından gelen o erkek sesi; aksanlıydı, gırtlaktan, bir o kadar da sert. Artık derinden değil, havuzun dışından geldiğini hissediyordum. Soluğumu basınçtan dolayı kaybettiğimi şimdi fark ediyordum; dudaklarımın aralandığını hissettiğimde el baskısını artırıp, "Turuncu," diye fısıldadı. "Aç şu gözünü."

Yok olan bileklerime dolanan o iplerin sahibi beni sanki o kadar hızlı yukarı çekti ki bir anda nefesime taptaze bir nefes eklenmiş gibi oldu ve zehirli havuzdan kurtulduğumu fark ettim. Gözlerim korkusuzca aralanırken, iğnelerin yerini loş bir ışık almıştı. Kısık bakan gözlerim kamaşırken alnımdaki serin el bir anda uzaklaştı ve bakışlarım hafifçe sağa kaydığında onu gördüm: Korel Erezli.

Hemen yan tarafımda oturuyordu ve taksi diye düşündüğüm bir arabanın arka koltuğundaydık. Arabanın içini aydınlatan loş sarı ışık direkt onun yüzüne vuruyordu ve bakışları beni hedef alıyordu. Kehribarın en koyu tonuna dönen gözleri mevsimsizdi bu kez. Uzun kirpikleri üstten vuran ışıktan dolayı yanaklarına gölge düşürmüştü ve dudakları düz bir çizgi halindeydi. Çenesindeki yanık izi ise gölge tarafta kalmıştı.

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda boğazımda sert bir yumru hissettim ve öksürmeye başladım; bunu fark eden Korel, arabayı süren adama dönerek, "Su," diye mırıldandı. Daha şiddetli öksürmeye başladığımda bir elimle dudaklarımı kapattım ve öne eğilerek dikiz aynasından taksiyi süren adamla göz göze geldim.

Adam sanki bir çıkmazın içindeymiş gibi yardım dilenen gözlerle bana bakıyordu; bir şeylerden korktuğu açıkça ortadaydı.

Ona rahat hissetmesi gerektiğini belli edecek bir bakış atmak istiyordum fakat maalesef boğazımda yer alan yumru daha fazla büyüyerek buna engel oluyordu.

"Ne bakıyorsun?" dedi Korel kaşlarını çatarak. Bakışları adamın profilindeydi. Bir eli oturduğum koltuğun arka tarafına dolanmıştı ve yan duruyordu, diğer eli ise kirli sakallarında dolanıyordu.

Korel'in kaşları daha fazla çatıldığında adam benim üzerimdeki bakışlarını Korel'e yönlendirdi; yüzü daha geniş bir korkuyla kaplanırken hızlıca torpido gözünü açtı. Korel bakışlarımın onun üzerinde gezindiğinin farkındaydı fakat bunu görmezden gelmeyi tercih ediyor gibiydi.

Sürücü koltuğundaki adam pet şişeyi bana uzattığında Korel sert bir hareketle adamın elinden şişeyi aldı ve arkamdaki elini çekerek şişeyi tek seferde açtı; adamın profilinden bakışlarını ayırdığında boş gözlerle yüzüme baktı ve şişeyi uzatarak, "İç," diye emir verdi.

Öksürerek başımı sağa yatırdım ve ciddi olup olmadığını sorgular gibi yüzüne baktım, o ise gözlerime bakmayı es geçerek boş gözlerle yüzümü tavaf ediyordu; yüzü adamdan bana döndüğünde sakinliğe kavuşmuştu fakat kaşları hâlâ çatıktı.

Titreyen elimle şişeyi parmaklarımın arasına sardığımda o da elini çekmedi fakat benimle temas etmemeye dikkat ediyor gibiydi; şiddetli öksürük krizini kesmek istermiş gibi şişeyi havaya kaldırdığında ona uydum ve suyu dudaklarıma yaklaştırdım. Birkaç yudum içeceğimi düşünürken, sanki çölde kalmışım gibi yudum yudum ılık suyu içtim. Korel ise hâlâ şişeyi tutuyordu; sebebi büyük ihtimalle titreyen elimdi. Boğazımda yer alan yumru yumuşamaya başladığında kana kana içtiğim suyu dudaklarımdan uzaklaştırdım ve kısık sesle öksürerek şişeyi Korel'e verdim. "Teşekkür ederim."

EMARE SERİSİWhere stories live. Discover now