67. BÖLÜM

12.7K 776 61
                                    


### Bu bölümde daha çok Şulenin anneliğini ve kızlar ile ilişkilerini yazdım. Diğer bölümde de Ali ile olanı yazacağım. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar 😇😇 ###


~ 4 Yıl Sonra ~


Buzdolabından meyveleri çıkardıktan sonra tezgahın başına, Aynur’un yanına geçmiştim. O da akşam yemeği için hazırlıklara başlamıştı. Uzun zamandan beri Ali’nin uğraştığı iş sonuçlanınca onun için sevdiği yemekleri yapıyordu Aynur da.

“Bulabildiğin her şeyin içine et koy Aynur. Et canavarı Ali, biliyorsun. Bu niye etsiz demesin şimdi.” Hafifçe tebessüm ederken işine devam etti.

“Merak etmeyin Şule Hanım, olabildiğince etli yemekleri seçtim akşam için.” Yılların getirdiği samimiyet vardı artık aramızda. Tabi ki de arada ki saygıyı, mesafeyi ne olursa olsun kaldırmıyordu ama konuşuyordu en azından benimle. Gün içinde oturup birkaç sohbet edebiliyorduk. Bu kadarı olması da iyi olmuştu bence. Gittikçe canavarlaşan kızlarımla uğraşmaktan insan içine çıkamaz olmuştum. Büyüdükçe dertleri artar dedikleri doğruymuş gerçekten de. Üçüz olmalarına rağmen her birinin istekleri, huyları, tavırları o kadar farklıydı ki. Böylesi bazen iyiyken bazen ortamı kaosa çevirmeye yetebiliyordu. Birbirlerini kışkırtmaları da cabasıydı. Tam Ali’nin kızları olup çıkmışlardı işte. Hepsi birden Şule’yi nasıl delirtiriz deneyleri yapıp duruyorlardı. Ali de kesinlikle buna dahildi.

“Sabah yoğurtlarını çıkarmış mıydın Aynur? Dolapta da yoğurt kalmamış.” Ellerini ufak beze sildikten sonra camın kenarına gitti ve küçük kaplarda ki yoğurtları getirdi.

“Su için muzlu yaptım. Sade yemeği sevmiyor ya.”

“Teşekkürler.” Minnetle güldüm ve hazırladığım meyvelerle birlikte yoğurtları da tepsiye koyarak kaşık ve bol peçete koydum. Bir işe yaramayacaktı belki peçete ama bir ihtimal işte. Belki yoğurtları her taraflarına yedirmeye bugün bu kadar meraklı olmazlardı. Bu düşünceme kendim gülerek salondan gelen seslere yöneldim. Yağmur her zaman ki gibi dümeni eline almış ve kardeşlerine olabildiğince yaramazlık yaptırıyordu.

“Onu ağzına koy demedim ki sana, gözüne sok dedim.” Duyduğum sözlerle hızlıca tepsiyi masaya koydum ve ortada oyuncak kalemleriyle oynayan kızların peşine koştum. Resmen gözüne sokmaya çalışıyordu kalemi. Allah’ım sen sabır ver.

“Ne yapıyorsun Yağmur sen, kardeşin kör olur onu gözüne sokarsa.” Toprak çekinikçe geriye kaçsa da Yağmur kaşlarını çatarak hemen diklenmişti. Bu halini göz ardı edip kalemlerini toplamaya çalıştım. Uçları yumuşaktı ama zorlamayla kalıcı bir hasar da oluşabilirdi ki Yağmur da bir hayli zorlayıcı olabiliyordu. Ben gelmeseydim onu Su’yun gözüne sokmak için elinden geleni yapacağı belliydi.

“Sen niye oyunumuza karışıyorsun ki anne? Korsancılık oynuyoruz biz. Bir gözü kör olur korsanların.” Laflarını yuta yuta konuşmasıyla biran gülecek gibi olsam da yüzümü ciddi tutmayı başarmıştım. Hala çoğu harfleri tam çıkaramıyorlardı ve böyle uzun cümlelerde de bazı harfleri yutabiliyorlardı. Ama sabah akşam onlarla kala kala onların dilini de çözmüştüm artık. Yoksa pomsamcılığın korsancılık olduğunu anlamam zor olurdu.

“Siz gerçek korsanlar değilsiniz küçük hanım. O yüzden gerçekten de kardeşinin gözünü kör etmen gerekmiyor. Tek gözünü bağlayabilirsiniz. Hem nereden öğrendiniz siz korsancılık oynamasını bakayım?” meyve saatleri geldiği için toplamışken bütün oyuncaklarını toplamaya başladım. Bunlar yerde durdukça dikkatleri asla toplanmazdı. Yarım saat sonra tekrar dağıtacaklarını bile bile sepetlerini toplamaya başladım. Tabi kızlarında yardımı olmazsa olmazdı.

“Hadi bakalım toplayın oyuncaklarınızı. Meyve yeme vakti.” Uyarır bakışlarım Su’ya ve Toprak’a etki etmişti ama benim asi minik kızıma tabi ki de işlememişti. Babası kılıklı. Bir türlü sözümü tutturamıyordum ona. Ali de bu konuda pek yardımcı olmuyordu. Kızları kudurtmak için elinden geleni yapıyordu.

“Babam izletti dün akşam ve sen yine bizim oyunumuza karışıyorsun. Babam olsa sana kızardı.” Sözlerine karşılık bile vermedim. Baba düşkünü olduğu bir gerçekti. Onun gözünde şu anda ben her şeye yasa koyan bir cadı, babası ise bir kahramandı. Tabi bütün yaramazlıkları ben öğretseydim ben de kahraman olurdum.

“O babanıza da ceza vereceğim. Durun siz.” Toprak sözlerime kıkırdarken Su ile Yağmur hemen itiraz nidaları atmaya başladılar. Gerçekten kızdığım da Ali bile kenara çekiliyordu çünkü. Eh cezasının miniklere göre daha ağır olduğunu biliyordu tabi bey efendi.

“Hadi bakalım bu kadar konuşma yeter. Doğru masaya. O meyveler bitecek.” Yağmur hırçınca ayağa kalkmış ve ellerini beline koyarak kaşlarını çatmıştı. Bende aynı şekilde baktım ona. Tatlı dil yaramıyordu bu küçük hanıma. O yolu çok denemiştim ama tatlı dilimden faydalanıp daha da azıyordu.

“Hiç bana öyle bakma. Gözümde sadece tatlı bir kedisin şu anda.” Bir de ayağını yere vurup anne ya demesiyle güldüm ve hızlıca kucağıma aldım. Ne kadar kızarsam kızayım can parçamdı işte. Birkaç dakikalık kızgınlıktan sonra hemen öpüp sevesim geliyordu. Boynundan öptüm ve her zaman ki yerine oturtturup baş koltuğa geçtim.

“Böyle tehlikeli oyunlar hakkında sizinle daha önce konuşmuştuk. Birbirinize zarar verecek şeylerden kaçınacaksınız. Ve sen küçük cadı, geceleri televizyon izlemenin hesabını babanla vereceksin. Yasak olduğunu biliyorsun.” En sevdiği meyveyi önüne verirken omzunu silkerek çatalını eline aldı. Çatal ve bıçakları bile onlara özel plastiktendi. Keskin değildi yani. Her an Yağmur’un canı sıkılıp da bir yerlere bir şey batıracak endişesi yaşamak istemiyordum. Hepsi bir yemeğe başlarken Su çatalı batırmayı becerememiş bir şekilde eline meyveyi alırken çoktan meyvenin suyunu çıkarmış, kolundan akmasını sağlamıştı. İşte başlıyoruz.

“Çatalını kullansana meleğim.” Kafasını iki yana sallayarak avucunu ağzına bastırdı ve elinde ki bütün suyu yüzüne bulaştırdı.

“Kullanamıyorum onu.” güldüm ve koluna bulaşan meyveyi sildim. Elini ya da yüzünü silmek bir fayda sağlamazdı.

“Muzlu yoğurt yapmış Aynur teyzen sana. Onu da yiyeceksin ama.” Gözlerini parladı hemen. Muzu ayrı bir seviyordu Su.

“Ben yoğurt yemek istemiyorum.”  Toprak ağzındakiyle yopurt derken her tarafa meyve tükürmüş bir şekilde yoğurdu ileriye itmişti. Yüzümde ki bütün gülümsemeyi sildim ve hızlıca tekrardan önüne ittim.

“Aynı şeyleri konuşmayalım Toprak. O yoğurt yenilecek.” Tekrardan itecekken uyarıcı bakışlarımla oflayarak geriye yaslandı. Belki uyarıcı bakışlarım Su ve Toprak’a işliyordu sadece ama Yağmur da yemek konusunda hiç üzmüyor, sözümü ikiletmeden yiyordu. O da yemeğe olan düşkünlüğündendi tabi. Çok fazla bir şey de seçmezdi. Bazı sebzeler hariç tabi. O kadarına da olsun diyordum tabi. Ispanak yemesi bile büyük bir başarıydı. Çoğu çocuk ki buna üçüzleri de dahil yemiyordu ıspanağı. Toprak ve Su’ya yedirmek için büyük bir güç harcıyordum. Sonunda kazanan ben olsam bile iyi bir yoruyorlardı beni.
Sonunda döke saça yenilen yoğurt faslından sonra hemen ellerini ve yüzlerini temizleyerek odalarına gönderdim.

“Biraz sonra yanınıza geleceğim. Uslu durun.” Ve çığlıklar eşliğinde odalarına koşarken bir dinlenmeyen söz daha. Kafamı iki yana sallayıp masayı topladım ve mutfağa bıraktıktan sonra hemen yanlarına gittim. Enerjileri çok yüksekti ve bir türlü oyun oynamaktan sıkılmıyorlardı. O yüzden olabildiğince oyunlarına bende katılıyordum. Kendilerine zarar vermektense önceden önlemimi almak daha iyiydi. Elime oyun küpünü aldıktan sonra ortalarına geçtim.

“Hadi bakalım seçin birini. Bugün hangi oyunu oynamak istersiniz?” bu oyun küpü de günümün kurtarıcısı oluyordu. Kendi aralarında oyun seçerken bile bir hayli zaman geçtiğinde oyun oynamayla akşamı ediveriyoruz. Babaları geldiği zaman da ona cilveleniyorlardı. O süre de pek beni gördükleri de söylenemezdi. Toprak hariç tabi. O ne olursa olsun hala bana çok düşkündü. Bebekliğinde ki gibi babasına gitmeme gibi bir durum yoktu ama bir süre babasına kendini sevdirdikten sonra hemen benim kucağıma atlıyordu. Kızıl miniğim. Gittikçe bana o kadar çok benziyordu ki, bazen şaşırıyordum. Annemle ben gibiydik. Resmen bizim kopyamız oluyordu. Hele mavi gözleri aynı anneannesi gibi bakıyordu. İnatçı, hırçın ve oldukça duygusal. Huyu tamamen annemdi.

“Bize yine bebekliğimizi anlatsana anne. Oyundan sıkıldık biz.” Su’yun isteğiyle birlikte diğerlerine baktım. Toprak onaylarcasına baksa da Yağmur yine yüzünü asmıştı. Çoğu zaman bana karşı hep böyle inatçı oluyordu. Bir şeye hayır dediğim anda olabildiğince huysuzluğunu sunuyordu bana. Daha bu kadar küçükken böyleyse ergenlik yaşında düşünemiyordum artık. Bu halini göz ardı ettim ve hepsinin başlarından öptüm.

“Size hala benim bebeklerimizsiniz ama. Yaramazlıklarınızı mı anlatayım size yani?” yine onaylamaz nidalar yükseldiğinde hepsini bir kucağıma çekip minik karınlarını gıdıklamaya başladım. Odayı tamamen aşık olduğum kahkahaları sarmıştı. Bu hayatta tek aşkım yoktu artık. Onlar en büyük aşklarım olmuştu benim. Bir tanelerim.

“Hadi o zaman minderlere geçelim.” Oyun küpünü bıraktıktan sonra cam kenarında ki büyük masal köşesine geçtik. Bu da Ali ile bulduğumuz bir yöntemdi. Geceleri ya da gün içinde masal dinlemek istediklerinde hepsi bir yataklarında olmamızı istiyorlardı. Bizde minderlerle dolu bir masal köşesi yapmıştık. Burada masallarını dinliyorlar kucağımızda da uyuyakalıyorlardı. Böylesi birbirilerine girmelerinden iyiydi ama. Yaramazlıkları bir, akılları bir çalışsa bile üçüzler bir birine girdiği zaman gerçekten ayırmak çok zor oluyordu.

“Yağmur’un babanızın üstüne işediği zamanı anlatayım size. Ortalığı yıkmıştı Ali.” Sözlerim biter bitmez ben gülerken kızlar ilgiyle bana dönmüştü. Özellikle de Yağmur.

“Kesin yine sana bağırmıştır.”

“Seni akıllı bıdık.” Her şeyi de biliyordu bücür. Bilmiş bilmiş güldükten sonra bütün ilgisini bana yönlendirmişti. Biraz abartıyla ve coşkuyla bebekliklerini anlatınca çok hoşlarına gidiyordu. Bizim de bir hayli bir anımız olmuştu zaten. Belki tek bebek olsa bu kadar olmazdı. Yine üçüzlerin farkıydı işte.

“Sizin doğumunuzdan altı ay sonra Asiye babaannenlere gitmiştik. İlk defa sizinle yolculuğa çıkıyorduk. Hem de çok uzun bir yola.”  Kızlara anlatırken o gün gözümün önüne gelmişti sanki. Büyük bir telaşla hazırlanmış, yanıma ne alsam diye diye üç valiz hazırlamıştım. Neredeyse bütün eşyalarını taşımıştım Hatay’a. Bebeklerin ne zaman ne isteyeceği gerçekten belli olmuyordu. O zamanlar da hareketlenmeye başladıkları dönemdi. Günde en az iki kere üstlerini değiştirmek zorunda kalıyordum.
Bir curcuna ile yola çıkıp Hatay’a vardıktan sonra konak da daha büyük bir coşku olmuştu. Herkes miniklerin etrafına dolanırken sanırım doğumdan sonra ilk kez o zamanlar nefes alabilmiştim. Asiye teyze elinden düşürmek istemiyordu. Bir de yeni doğmuş Aslan vardı tabi. Dört çocuk konak da neşe kaynağı olmuştu resmen. Kızların aklı gidiyordu bebeklere. Aslan daha minik olsa da kızlar artık etraflarına da tepki verdikleri için herkesi sevimlilikleriyle mest etmişlerdi. Canlarım benim.
Gidişimizden bir hafta sonra evdekilerin çoğu işlerine odaklanmışken kızların üçü bir huzursuzlanmış ve ağlamaya başlamışlardı. O kadar telaşlanmıştım ki bir şey oldu diye. Zaten yolculuğa çıkmaktan tedirgin oluyordum bir de hasta olacaklar düşüncesiyle iyice telaşlanmış benim de elim ayağıma dolanmıştı.

“Kızım bak çok telaşlısın böyle olmaz. Kızları bu şekilde sakinleştiremezsin. Ver bana kuzumu, sen bir kendine gel.” Asya anne ve Asiye teyze kızları pışpışlarken daha da ağlamışlardı sanki. O sırada Ali bile gelmişti. Alışmıştık evde hep birlikte ilgilenmeye, o da benim gibi kızların seslerine karşı iyice duyarlı olmuştu.

“Neden bu kadar ağlıyorlar? Açlar mı acaba?” kafamı iki yana sallayıp Toprak’ı tekrardan kucağıma aldım. O diğerlerinden daha kötü ağlıyordu.

“Emmiyorlar ki Ali. Acaba bir yerleri mi ağrıyor? Doktora mı götürsek?” o sırada Asiye teyze daha da kızmıştı.

“Ben yedi tane çocuk büyütmüşüm. Anne sözü dinleyin biraz. Ne ateşleri var, ne başka bir şeyleri. Belli ki bir şeye huzursuzlandılar. Sizde telaşlanınca daha da huysuzlanıyorlar. Hissediyorlar sizin duygularınızı güzel kızım. Bir soluklan sen. Olur böyle bu dönemde.” Bu sefer dediğini yaparak kendimi tuttum ve sakince elimde sallamaya başladım. Diğerlerini de sallıyorlardı. Artık bütün konağı ayağa kaldırmışlardı ki Asya, Arya ve kızlarda yanımıza gelmişlerdi. Hep birlikte onlara odaklanırken yavaş yavaş susmaya başlamışlardı. Yine de elimizden bırakmadan oda da dolanıyorduk.

“Çok mu korkmuştun anne?” Su’yun gözlerini açıp da, üzülerek sorduğu sorudan sonra içim sıcacık olmuştu. Hem de ne korkmaktı. Öylesine güçlü bir şekilde ağlıyorlardı ki, üçü birden üstelik, aklım çıkacaktı bir şey oldu diye. Dertlerini öğrenmenin imkanı da yoktu.

“Evet bebeğim, çok korktum.” Yerinde doğrulup yanağımdan öptü. Bende alnından öptükten sonra Yağmur bu sefer araya girmişti.

“Peki neden ağlamıştık o kadar çok?” daha çok güldüm bu sözlere. Ben biraz olsun yatıştılar diye sevinirken Asya’nın oldukça güçlü bir fikri vardı bu konu hakkında.

“Babalarına özenmiş bu cadılar ben size söyleyeyim. Bak herkesi başlarına toplayınca nasıl da sustular. İlgi arsızlığından yani.” Demişti. Hem de bu kanısına oldukça inanmış bir şekilde kafasını sallarken. Ben sadece kızlarla ilgilenirken Ali cevap vermişti ona da.

“Halalarından cadılığı çok erken öğrenmiş olmasın Asya’m.” Ve bir Ali Asya tartışması da başlamıştı yine.

“Asya halam ne cevap verdi peki babama?” Toprak’ın sorusuyla gülerek baktım ona.

“Aferin o zaman benim miniklerime. Böyle halalarını örnek alsınlar dedi.” Hep birlikte gülmeye başladığımız da yüzlerinde ki gururlu ifadeyi görmemek imkansızdı. Ah Asya ah. Olan bana olmuştu böyle olarak ama. Ali’den çok ben uğraşıyordum bu miniklerin cadılıklarıyla.

“Sonra ne oldu peki?”

“Sonra sizi susturduktan sonra yani karınlarınızı doyurmaya başladım. İlk başta Yağmur’u doyurmuştum. Huysuzluk yapmıştı.” Sözlerimin ardından burnuna ufakça dokundum.

“Ardından Toprak’ı almıştım ki seni de babana verdim. Altını değiştirsin diye. Ben Toprak’ı doyurayım derken birden babanızdan bir bağırtı çıkmasın mı?” gözlerimi açarak sesime de heyecanlı bir ton katmıştım ki onlarda yerlerinde doğrulup iyice heyecanlanmışlardı. Ah o zaman ki Ali’nin yüz ifadesini hiç unutamıyordum.

“’Şole, bu kızın üstüme işiyor. Hemen buraya gel!’ diye bir bağırdı.” Ali’nin taklidini yaptıktan sonra daha çok gülmüştük. Canım kocam benim. Yüzünden çiş akarken, derince burnundan soluya soluya elinde ki bezi tutuyordu. Ali’nin korkutucu ifadesi olmasaydı ilk yapacağım şey fotoğraf çekmek olurdu ama onun bağırtısıyla kızlar tekrardan ağladığı için doyasıya gülememiştim. Tabi sonradan telafisini ettim ama, neyse.

“O zamanda işedikten sonra yüzünde böyle bir gülümseme vardı küçük hanım.” Yağmuru kucağıma aldım ve olabildiğince çok gıdıklamaya başladım. Elimden kurtulmaya çalışırken diğerleri de bu oyunumuza katılmıştı. Uzun bir gıdık seansından sonra kendimi sırt üstü yere attım ve pes dedikten sonra, hepsi bir üstüme düşmüşlerdi. Bir fasıl da öyle güldükten sonra kollarımla üçünü bir sararak soluklanmaya başladım. Böyle böyle anılarımız çok olmuştu bizim. Kızlarla birlikte anne babalığı öğrenmiştik, onlarla büyümüştük birazda. Onlar ne öğreniyorsa bizde öyle öğrendik. Zordu üçüz annesi olmak. Hepsini bir yetişmek, hepsini bir memnun etmek, birbirlerine kırılıp, düşmemeleriyle uğraşmak zordu. Yine de her geçen gün biraz daha çok şükrediyordum onlara. Öylesine hayatımı güzelleştirip, ilaç olmuşlardı ki bana. Bütün yaralarımı, kötü anıları, geçmişin her zerresini atıp silmişlerdi. Çok da güzel yapmışlardı. Onlarla daha güzel bir hayatım olmuştu benim.
Başlarından yine tek tek öptükten sonra yavaşça doğruldum.

“Hadi biraz da Şila ile vakit geçirin. Özlemiştir sizi. Hem bahçede vakit geçirirsiniz.” Yağmur hariç diğer ikisi çığlık ata ata yerinden kalkmıştı. Ağırdı tabi Yağmur. Babasının kızı. Bazen yaşından büyük hareketler ettiği bile oluyordu. Çok da iyi bir şey değildi bence. Yaşının getirdiği bütün şeyleri yaşamalıydı aslında. Ama babasına acayip derece de özeniyordu. Bunun aksini yapacak bir şey de elimden gelmiyordu benim.
Hep birlikte aşağı inmiştik ki Seda heyecanla eve giriyordu. Elinde de dün konuştuğumuz şeyle ilgili poşet vardı. Biran yüreğim sıkıştı. Tamamen aklımdan çıkmıştı bu. Seda’nın geleceğini bile unutmuşum.

“Hoş geldiniz.” Konuşurken sesim titrediğinde Seda anlayışla gülümsedi ve yanaklarımdan öperek kızlara yöneldi. Korkuyordum sonuçtan ve kesinlikle haklı sebeplerimde vardı. Çok fazla erkendi. Çok çok fazla hem de.

“Benim prenseslerim neler yapıyormuş bakalım? Sabah sabah yine ne yaramazlıklar yaptınız?”

“Ben prenses değilim Seda.”

“Hayır gayet de prensessin küçük hanım. Babana özentilik yapma bakayım. Annene özen sen. Bak o nasıl tatlı öyle.” Güldüğüm sırada Toprak da Seda’ya katılırcasına Yağmur’a dönmüştü.

“Hem ona Seda deme diye annem hep uyardı seni Yağmur. O teyze teyze.” Birbirlerine girmeden önce hemen araya girdim. Toprak’a karşılık vermeden duramazdı yoksa Yağmur.

“Hadi bakalım Cem’i de alıp bahçeye çıkın siz. Şila çok havladı, oyun istiyor demek ki. Benim teyzenizle ufak bir işim var.” Yağmur hırçınca kapıya ilerlerken Cem de annesinin arkasına saklanmıştı. Bir yaş küçüktü kızlardan ama bir hayli ürkek bir çocuktu.

“Ben Yağmurla oynamak istemiyorum anne. Dövüyor o beni.” yarım yamalak konuşmasıyla bir şeyler anladığımda hemen Yağmur’a seslendim. Tam kelimelerini seçememiştim yakışıklının ama arada geçen isimden ne demek istediğini de anlamak zor değildi.

“Tamam bir şey yapmayacağım. Ama o da hemen ağlamasın. Bebek gibi.” ve cevabımızı beklemeden de bahçeye çıkmıştı. Ağır abi olup çıkmıştı kızım resmen. Yere eğilip Cem’i yanıma çektim ve yanaklarından öperek Toprak’a uzattım.

“Sen Toprak’la oyna yakışıklım tamam mı? Toprak sana karışmasına izin vermez.” Çok da hevesli olmasa da kafasını sallayarak Toprak’ın elini tuttu. Yağmur Toprak’a zarar vermezse Cem’e vurmasına engel olabilirdi. Küçücük çocuktu zaten. Bir oyuncakla bile kendi kendine oynayabiliyordu. Seda’ya bekle dedikten sonra bende arkalarından bahçeye çıktım. Kerem’i de uyarsam iyi olacaktı. Dört tane çocuk zaten. Öyle tek başına bırakılmazdı. Ben uyarmasam bile gözleri hep üstlerinde oluyordu ama işimi sağlama alsam da fena olmazdı.

Çoktan kulübenin başına geçmişlerken yanlarında olan Kerem’e seslendim.

“Biraz işim var içeride. Gözün üstlerinde olsun lütfen.”

“Siz merak etmeyin Şule Hanım. Biz burada göz kulak oluruz onlara.” Daha fazla oyalanmadan hemen içeri girdim ve Seda’ya gözümle gel dedikten sonra yukarı çıktım. Kızlar çok coşmadan bu işi halletmemiz gerekiyordu. Ali’nin gelmesine de çok bir şey kalmamıştı zaten. Hemen içimde ki bu bilinmezliğe bir son vermeliydim. İki gündür düşüncesi bile uyumama engel oluyordu. Ali de fark edecekti artık durumumu.

“Neden bu kadar telaşlasın sen? Kızlar dört yaşına geldi sonuçta.” yatak odasına girer girmez ellerim titreye titreye elinde ki poşeti aldım ve içinden testleri çıkardım. Bilerek üç tane istemiştim. Emin olmam gerekti.

“Nedeni mi var Seda? Kızlar dört yaşına geldiler ama bu hale gelene kadar ne kadar zorlandım sen biliyorsun. Üçüzler ve hepsinin huyu bambaşka. Bir süreden sonra bende bile devreler kopuyor. Hala tam oturtamadık bir şeyleri. Zar zor yetiyorum onlara. Evin ve Ali’nin sorumluluğu var birde. Sence bir bebek için fazla erken değil mi?” sözlerimden sonra cevap vermeden koltuğa attı kendini. Bende derince bir nefes alıp banyoya girdim. Hamile olsam kızların bile isteyeceği kesin değildi. Tabi ki de oldu diye oturup karalar bağlamayacaktım, aldırmak gibi bir durum da asla olamazdı ama erkendi işte birkaç sene daha hatta üç dört sene daha istemiyordum ben. Tane tane yazılanları okudum ve teker teker testleri yapmaya başladım. Ardı ardına testleri sıraladıktan sonra iyice elimi yıkayıp, soğuk suyu bolca yüzüme çarptım. Sakin ol Şule. Belki de erken telaşa kapılıyorsun. Sadece üşütmüş de olabilirdim. İçimden bir ses kendimi kandırdığımı söylese de onu göz ardı edip, testlerin başına geçtim. Birkaç dakika. Sadece birkaç dakika.

“Ne yaptın? Çıktı mı bir şeyler?” Seda’nın sesi de bir heyecanlı geliyordu. Kapıyı açıp içeri aldım ve hemen yine testlerin başına geçtim. Birkaç saniye sonra hafif bir çizgi çıktı ve gittikçe de koyulaştı. Tek çizgi halini aldıktan sonra kırmızılık dururken Seda’ya baktım. O da pür dikkat testlere bakıyordu ve hala ikinci bir çizgi yoktu.

“Demek ki boşuna telaş yapmışsın. Adet düzensizliğinin sebepleri başka bir şey sanırım.” Tek çizginin ardına bu sözlerde gelince istem dışı rahatlamıştım. Allah’ım sen affet. Böyle düşünmekte iyi değildi ama elimde değildi işte. Kızlar ne kadar dört yaşında olsalar da hala çok küçüklerdi. Kreşe gitmelerine bile çok vardı.

“Şule testlere bir daha bak istersen.” Seda’nın sesiyle gözlerimi çevirdim ve asıl şimdi yandığımı hissettim. Gerçekten evde büyük bir curcuna yaşanacağı kesindi ve sanki bu düşüncemi evren hissetmiş gibi anında evin içinde çığlıklar yükselmeye başlamıştı. Seda ile biran gözlerimize baktıktan sonra hızlıca banyodan çıkıp koşarak aşağıya indik. Yağmur ve Toprak birbirine bağırırlarken Cem de köşeye çekilmiş ağlıyordu. Sen sabır ver Allah’ım. Bugün buna gerçekten çok ihtiyacım vardı çünkü. Seda hızlıca Cem’in yanına giderken bende kızların arasına girmiştim. Su ise köşeye geçmiş öylece izliyordu. Ne oluyordu benim kızlarıma böyle ya?

“Ne bu bağrışma? Ne oluyor burada?” Toprak’ın yüzü bağırmaktan kızarmıştı resmen. İlk defa üçüzüne karşı böyle oluyordu. Daha doğrusu üçüzler ilk defa bu kadar birbirlerine düşmanmış gibi bakıyordu.

“Yağmur yine kendine göre davranıyor. Hep kendini düşünüyor. Üstelik Cem’in de kulağını ısırdı.” Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Cem’in iç çekişleri kulağıma dolmuştu. Cadı değildi benim kızım canavardı canavar. Sedaların yanına gidip Cem’in kulağına baktım. Kıpkırmızı olmuş, diş izleri çıkmıştı resmen. Kaşlarımı çatarak Yağmur’a yöneldim. Birde kollarını göğsünde birleştirmiş üstten üstten bakıyordu.

“Söylemek istediğin bir şey var mı Yağmur?”

“Köpeğime git dedi. Bir daha yapmasın lütfen.”

“Yağmur!” sesim birden yüksek çıkınca Seda koluma asıldı hemen. Yağmur’un da gözlerinin dolduğunu görünce gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Ne yapıyordum ben böyle? Bu şekilde olmazdı. İçimde ki çıkmazı Yağmur’a yükleyemezdim. Birkaç dakika kendime geldikten sonra gülerek Cem’e yöneldim. Mavi gözleri kızarmıştı yakışıklının. Hemen kuruyan yaşlarını sildim.

“Kocaman adam oldun sen ama yakışıklı. Ağlama böyle.” alnından öpüp ayağa kalktım ve tekrardan Yağmur’a döndüm. Daha da hırçın bakıyordu şimdi. Bir şekilde içinde yaşadığı dünyayı öğrenmeliydim. Bu kadar küçük bir çocuk için fazla öfkeli bakıyordu Yağmur. Niyeydi bu siniri, bu hırçınlığı?

“Cemden özür dile kızım.” omzunu silkti.

“Yağmur, Cemden özür dile. Yaptığın hiç doğru bir şey değil. O senin kardeşin gibi. Neden bu kadar hırçın davranıyorsun bebeğim?” yanına giderek göz kontağı kurmuştum. Bence Ali’nin kızların yanında ettiği hareketlere çok dikkat etmesi gerekiyordu artık. Bu şekilde olmazdı.

“O benim kardeşim falan değil. O yüzden hiçbir şeyimi onunla paylaşmak zorunda değilim.” ve hızlıca konuşmasından dolayı yine anlamsızca kelimeleri birbirine karıştırmıştı.

“Şule tamam, olur böyle şeyler. Çocuk onlar. Hadi biz gidelim, siz biraz sakinleşin. Lütfen sende bu kadar düşünme otur Ali ile hemen konuş.” Yağmur’un gözlerine uyarırcasına baksam da hiçbir şekilde beni ciddiye almamıştı. Bende daha fazla zorlamadan ayağa kalkıp Seda’yı öptüm.

“Özür dilerim. Yağmur’un bir türlü hırçınlığını gideremiyorum.” Güldü ve bir çırpı da Cem’i kucağına aldı.

“Takmasana kafanı böyle şeylere kızım. Bende bu afacanın babası gibi sus pus olmasını gideremiyorum. Yapacak bir şey yok işte.” güldüm ve bir kere daha ikisini öptüm.

“Kızlar hadi teyzenizi geçirelim.” Bu sözüme de tabi ki de Yağmur karşılık vermedi ve hala kolları göğsünde bağlıyken koltuğa geçip oturdu. Bu halini hemen göz ardı edip kızların elini tutarak Sedaları uğurladım. Su ve Toprak seviyordu Sedaları. İkisi çoğu kişiyi seviyordu aslında. İnsanların içine girince geri çekilmiyorlardı. Konuşuyorlar, kendilerini ifade etmeye çalışıyorlardı. Ama Yağmur bir o kadar da insanların içine çıkmayı seviyordu. Biri kendini seveceği zaman hemen asabileşiyordu. Bu durumunu anlayamıyordum. Hepsine de çok özenle bakmaya çalışmıştım, ayrı ayrı onlara göre ilgilenmeye uğraşıyordum neden böyleydi?
Sedalar gittikten sonra tekrardan salona geçtim ve kızları Yağmur’un yanına oturttuktan sonra bende karşılarına geçtim.

“Ne oldu az önce anlatın bakalım.”

“Sen bize Şila ile oynamaya gönderdin Yağmur da oynamamıza izin vermedi. Kafasını elletmedi bile. Sonra da Şila’ya oyuncaklarımı ısıttırdı.” Toprak az önce ki gibi fevrice konuşurken yanıma çektim.

“Tane tane konuş bebeğim, anlamıyorum ne dediğini.” Gözünün önüne düşen saçını kenara çekip tekrardan konuştu ve bu sefer daha yavaş konuşmuştu.

“Cem’in kulağını neden ısırdı peki?”

“Biz Cem ile oynarken Yağmur Şila’yı gönderince Cem de git dedi. İtti böyle. Ona kızdı Yağmur.” Kafamı salladım.

“Her şeyi de söyle. İspiyoncu.” ‘Pisponcu’ sözüyle birlikte diğer koluma da Yağmur’u aldım.

“Size hep ne diyorum ben? Siz üçüzsünüz, birbirinize sahip çıkacaksınız. Böyle birbirinize karşı kaba olmayın. Ayrıca yaptığın çok ayıp bir şeydi Yağmur. Seda Teyzende üzüldü. Her defasında geldiklerinde böyle yapıyorsun. Neden Cem’i sevmiyorsun? Sana kötü bir şey yapmıyor ki.” beline sardığım kolumu itip karşıma geçti.

“Onun için bana bağırdın ama. Neden seveyim onu?” evet bu konuda haklıydı sanırım. Ne olursa olsun bağırmamalıydım ona. Aniden aldığım haber sarsmıştı beni. Neden bu kadar da düşünüyorsam. Anlamsızdı. Onlarda canım olacaktı sonuçta. Ve bu saatten sonra da aksini düşünmek saçma olurdu.

“Evet güzelim, özür dilerim o konuda. Sana bağırmamalıydım. Başka bir şeye sinirlenmiştim aslında. Ama ne olursun sende biraz yumuşa teyzenlere karşı. Bak çok üzülüyorum ama ben. Ne olursun.” Biraz acitasyon yaparcasına konuşsam da işe yaramıştı sonuçta. Yağmur üzgün bakışlarıma karşılık biraz olsun yumuşamış gibi olmuştu.

“Neden üzülüyormuş benim karım bakayım?” Ali’nin gür sesi oda da yankılanınca Yağmur’un bütün ifadesi aniden değişivermiş ve çığlıklar eşliğinde babasına koşarken Su da onu takip etmişti. Ali yere eğilerek kollarını açtığı gibi ikisini de kucağına almıştı. Ali de daha minik duruyordu kızlarım.

“Annem her şeye karıştığından üzülüyor. Boş ver onu sen babam benim.” Gülerek kafamı iki yana salladım ve yanımda bana sokulan Toprak’a sıkıca sarıldım. Babası çağırana kadar kucağına yine gitmeyecekti anlaşılan. Yağmur da beni şikayet edecek zamanı bulmuştu üstelik. Aralarına girmemin imkanı yoktu. Ama bugün Ali ile ciddi bir konuşma yapacaktım. Yağmur’un bu şekilde davranması hoşuma gitmiyordu. Yabani olup çıkacaktı yakında.
Ali hızlıca ceketini çıkardıktan sonra kızlarla birlikte koltuğa oturdu ve ikisini de bacaklarına oturttu. Günün analizi yapılıyordu demek ki. Eh bugün de ben birazcık şikayet etsem sorun olmazdı.

“Sor sor kızına, neler yaptı bugün. Kardeşinin gözüne kalem sokan, Cem’in kulağını ısıran, diğer kardeşine bağıran kimmiş bir sor bakalım.” bu imalı sesimden sonra çatık kaşlarla bana dönmüştü Yağmur. Bende karşılık verdim. Bu sefer güler yüz bulamayacaktı.

“Cem hak ettiyse ısırdığı iyi olmuş.” Bende kime şikayet ediyorsam sanki. Yağmur böylesine umursamamakta haklıydı tabi. Kızların yanında bir şey dememek için kendimi zor tutarak onların yüksek sesli oyunlarını öylece izledim. Ali daha rahat olabilmek için yere geçmiş ve Yağmur ile Su’yun heyecan ile yaptıklarına katılıyordu. Toprak’ı da yanlarına gönderdikten sonra Aynur’a seslendim masayı kurması için. Kızların arasından asla Ali’yi alamazdım. Alsam bile beş dakika sonra yanımıza damlarlardı. O yüzden kızları uyuttuktan sonra konuşmayı düşünüyordum. Daha sakin ve rahat kafayla konuşacağımız kesindi. Artık Ali geldiği için biraz daha rahat bir şekilde yemeğimi yiyebiliyordum. Kızlar bütün akıllarına geleni babalarına soruyorlardı ya da onunla uğraşmayı daha çok seviyorlardı. Ali onlar gibi daha kolay karşılık verebiliyordu çünkü.
Yemekten sonra biraz olsun Aynur’a yardım ederken onlarda oyuncak evlerini aşağıya indirmişler kendilerince oyunlar üreterek oynuyorlardı. Her gün Ali bir oyun kurguluyordu kafasında. Bazen kötü adam, bazen iyi adam oluyorlardı. Her akşam da ayrı macera oluyordu. Günlerce nasıl baba olacağım diye düşünmesi boşunaymış yani. Bence benden bile daha iyi idare edebiliyordu onları. Çünkü her zaman onların dilinden ve aklından hareket ediyordu. Eh o öyle olunca da otoriter olmak da bana kalıyordu. Bu sefer de kızların gözünde iyi olmuyordum işte. Büyüdükçe anlayacaklardı ama. Bu zamanları da illa geçecekti.

“Evet, yatma zamanı geldi. Bu gece sözümü ikiletmeden herkes doğruca yatağına gitsin. Babanız da birazdan yanınıza gelip masalınızı okuyacak.”

“Ama anne ya.” Hepsinin ağzından aynı anda aynı nida yükselince doğruca Ali’ye baktım. Hemen anlamıştı bugün biraz erken yatmaları gerektiğini. Bence yeterince enerjilerini de tüketmişlerdi.

“Hadi bakalım fıstıklarım. Hemencecik pijamalarınızı giyip beni bekliyorsunuz. Bugün size çok daha güzel bir masal anlatacağım.” Ali bir şekilde onları ikna ederken bende tek tek yanaklarından öpüp gönderdim. Yağmur abla edasıyla önden giderken Toprak ile Su da birbirlerine sarılmışlardı. Bu hallerine güldüm ve Ali’ye döndüm. Aynı ifadeyle bakıyordu o da.

“Bugün biraz elini çabuk tut da hemen odaya gel.” yüzünde ki ifadenin yerini hınzır bir gülüş alırken sözlerimin ne denli yanlış yöne çevrileceğini de anlamış olmuştum. Hele de Ali tarafından. En ufak yüz vermeye görsün, gevşiyordu hemen.

“Şöyle gömlek yırtmalı falan bir gece olacak her halde. Özledim o hallerini.” Koltuğun kenarında ki ceketini alıp yüzüne fırlattım. Arsız herif. Eski utangaçlığımdan tabi ki eser yoktu. Yeterince utanmayacağım şeyler yaşamıştık. Yıllarca üstelik. Ama bu böylesine arsız konuşmasına izin vereceğim anlamanı da gelmiyordu tabi.

“Hadi Ali’m, hadi aşkım, hadi. Yukarı çıktığımızda göstereceğim sana yırtmalı geceyi. Bak bakalım beklediğin gibi olacak mı?” ceketini omzuna asıp o her zaman ki serseri gülüşünü cesurca sürmüştü. Tamam, belki uzun konuşmamızdan sonra birazcık farklı yırtmalı bir gece olabilirdi. Bende özlemiştim kocamı canım.

“Yine haşlayacaksın anlaşılan beni. Biliyorum bu meydan okuyan bakışlarını. Olsun ama güzelim, katlanmaya dünden razıyım o hallerine. Sonu güzel bitiyor çünkü. Hırçın olunca daha bir güzel oluyor.” Ve hemen ardından da uzunca dudaklarımı esir almıştı. Biliyordu vücudumun ona tepkisiz kalmayacağını, her zaman ki oyununu oynuyordu o yüzden. Değişmemişti serseriliği işte. Öpücüğü başladığı gibi hızlıca bittikten sonra konuşmama fırsat vermeden boynuma da ıslak bir öpücük bıraktı ve hemencecik salondan çıktı. Bense ardından cayır cayır yanan bedenimle bakakalmıştım. Hormonsaldı. Başlıyordu fazla mesai yapan hormonlara işte. Ne zaman ne isteyeceğim, ne boyutta isteyeceğim hiç belli olmayacaktı.
Kendimi toparladıktan sonra bende odaya çıktım ve yatmak için hazırlık yapmaya başladım. Banyoya girdiğim anda hala lavabonun üstünde duran testler direk gözüme çarpmıştı. İkisini poşetlerle birlikte çöpe attıktan sonra diğer kalan testi tam gözümün önüne gelecek şekilde aynanın önüne koyarak dişlerimi fırçalamaya başladım. Ne zaman karnımda filizlenmeye başladın acaba miniğim? Ne zamandır oradasın? Seni Ali’ye söylemek sıkıntı değildi, sevinirdi büyük ihtimalle de ama ablalarına nasıl açıklayacaktık acaba. En önemlisi ben hepsine nasıl yetişecektim?
Daha fazla bunları düşünmemeyi seçerek daha hızlı halletmeye başladım işe ve testi elime aldıktan sonra yatağa geçtim. Bu sefer ki hamile haberini biraz daha sade alacaktı Ali ama üçüzlerde de bol bol hevesini aldığına da emindim. Günlerce ortalığı yıkıp, bağırdığı kendine bir ömür boyu yeterdi. Bu sefer ki de böyle normal olsun canım.
Dakikalar sonra Ali içeri gelip direk yanıma yanaşırken hemen testi arkama saklamıştım. Ondan önce uyarmam gereken bazı konular vardı. Araya hamileliğim girerse ciddiyetle dinlemezdi beni.

“Oh mis kokulum benim, nasıl da özlemişim seni.” Çoktan boynuma öpücükler kondurmaya başlamışken hemen olabildiğince uzaklaşıp sertçe gözlerine baktım.

“Demek ilk önce azarımızı yiyecek. Tamam Şule’m hadi başlayalım.” Bu halimi kabullenmiş bir şekilde geriye çekildi ve gözlerini tamamen bana kilitledi. Tabi ki de azarımı yiyecekti. Artık kızları coşturmayı bir kenara bırakmalıydı.

“Ali kızlara karşı hiçbir şekilde bana uygun hareket etmiyorsun. Gün içinde beni ne kadar yoruyorlar haberin var mı? Özellikle de Yağmur. Her şeyini sana özenerek yapıyor. Kardeşlerine karşı bile bazen aşırı tepkiler verebiliyor.” Ağırca kravatını çıkarıp elini gömleğine uzatmıştı ki hızlıca eline vurdum. Bu sefer beni bu hareketlerle kandıramayacaktı. Konumuz bambaşkaydı çünkü.

“Kes şu halleri, seni serseri. Bu sefer olmaz.” Kararlı olduğumu görünce kendi de ciddileşmişti. Çok şükür ki.

“Ne yapabilirim ki, babasıyım ben onun. Tabi bana özenecek.”

“Ali saçmalama. Senin gidip de astığım astık tavırlarına özenmese de olur. Şila’ya sadece git dediği için Cem’in kulağını ısırdı Yağmur, beni zaten hep cadı bir anne olarak görüyor. İnsan içine çıkmak istemez oldu. Yapma böyle ne olursun. Kontrol edemiyorum sonra. Biraz daha yumuşat tavırlarını.” Ali’nin ısrarları üzerine tekrardan uzatmaya başladığım saçlarımı okşadı. Bana kalsa arada sırada kestirmeye devam ederdim. Kısa saç kullanımı daha kolaydı.

“Başka türlü onlarla iletişim kuramam bu saatten sonra. Alıştık böyle olmasına. Hem sadece bana yükleme Yağmur’un böyle olmasını. Doğasında var o cadının. Daha karnındayken bile yaramaza tepki veriyordu Şule. Çektireceğini o zamandan beri biliyorduk.” Cevap veremedim bu sözlerine. Doğru söylüyordu sonuçta. Biraz huyundan gelen bir şeylerde vardı. Ama burada da Ali’ye çıkıyordu kapı işte. Babasına çekmişti.
“En azından benim sözlerime karşı gelme yanlarında. Ben ne diyorsam ona göre davran. Bana göre şekillen. Kızlar konusunda yani. Artık saygı bile duymayacaklar yakında.” Sadece kafasını sallayarak gömleğini hışımla çıkardı. Tekrardan boynuma yönelip öpmeye çalışınca bende yine göğsünden ittirmiştim. Sıcacıktı vücudu birde.


“Daha bitmedi, yanaşma biraz.” Oflayarak elini yatak başlığına yaslamıştı ki hemen arkamdan test çubuğunu çıkarıp önüne uzattım. Birkaç saniye bana ve çubuğa anlamsızca bakınca fısıldadım.

“Yüksek ihtimalle hamileyim.” Gözleri kocaman açılırken eş zamanlı olarak dirseği boşluğa düştü ve hızlıca kafasını sert yatak başlığına çarpması bir olmuştu. Korkuyla ona atılsam da ah bile demeden hala şaşkınlıkla bana bakıyordu. Şok geçiriyordu sanırım. Haklıydı da tabi. Böyle bir şey hiç aklımızda yoktu. Ali öncelerde hep kocaman bir ailem olsun diyordu ama kızlardan sonra bir daha olsun diye konusunu hiç açmamıştı. Ne kadar akşama kadar işte olsa bile o da farkındaydı üçüne bir yetişmenin zor olduğunun.

“Ali bir şey demeyecek misin?” gözleri kocaman açılmış bir şekilde yerinden kalktı ve bir bana bir karnıma baktı. Ardından da öylesine yüksek sesle bağırmıştı ki biran korkmuştum. Daha ne oluyor demeye kalmadan da beni de kaldırarak bağırarak döndürmeye başladı.

“Allah be! Allah!” istem dışı güldüm bu coşkusuna. Sevineceğini tahmin edebiliyordum aslında. Ali’ydi bu. Bir bebek fikrine hava da kara da deli gibi sevinirdi.

“Bir kez daha baba oluyorum be. Oley be.” Bir tur daha beni döndürüp yere bıraktı. Dudaklarımı hızlıca öptükten sonra kollarını açarak oynamaya başladı. Daha çok güldüm bu haline. Birde ağzından müzik yapıyordu. Allah’ım. Çıldırmıştı resmen adam.

“Bir bebek daha geliyor. Geliyor, geliyor.” Sesini öyle çok yükseltmeye başlamıştı ki sonunda dayanamayıp elimle ağzını kapattım. Kızlar hemen karşı odadaydı ve pekte ağır uykuya sahip oldukları söylenemezdi.

“Bu saatte yeter bağırdığın be adam. Bir dur artık.” gözleri ışıl ışıl parlarken ağzında ki elimi alıp defalarca öpmeye başladı. İlkinden daha çok çıldırmıştı sanki. Böylesine büyük bir coşku da beklemiyordum aslında. Az önce resmen oynadı ya. Açıp kollarını oynadı.

“Sen harikasın Şule’m, her şeyimsin. Bana her şeyi veriyorsun. Tekrar baba ediyorsun beni. Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.” Ve bir kere daha beni dinlemeden bağırarak etrafında döndürmeye devam etti. Güldüm sadece. Hiçbir şey diyemedim. Coşkusunu içimde hissetmek istedim. Sabah, hatta iki günden beri kendi kendimi yerken de aslında ne kadar büyük bir hata ettiğimi fark etmemde bir olmuştu. Belki üçüzlere bakmak zor oluyordu bazen ama bir bebek sesi daha, bir can daha, bu sefer bir erkek çocuk daha eve fena gelmezdi ya. Biraz daha büyürdü ailemiz. Biraz daha çoğalırdık. Bağımız biraz daha kuvvetlenirdi. Şükür Allah’ım. Onu da elimize sağ salim almak nasip et.


***********

Hastanenin önüne geldiğimizde Ali hemen kollarına alarak beni koruması altına almıştı. Eh bebekle birlikte eski korumacılığı geri gelmişti. Ortalık yatıştığından beri etten duvarımız etrafımızdan kaldırılmıştı ama yine de korumalar hep vardı. Hamilelik süresince Ali biraz daha farklı olurdu tabi.

“Kızlara nasıl söyleyeceğiz?” en büyük endişem buydu aslında. Toprak çok fazla tepki göstermezdi ama Su ile Yağmur’dan emin olamıyordum. Hastaneye gelirken bile kırk takla atmıştık. Peşimizi asla bırakmak istemiyorlardı. Biriyle paylaşma düşüncesi onlara iyi gelmeyecekti.

“Alıp karşımıza konuşacağız. Kardeşleri olacağını kabullenmeliler. Ben konuşurum, sen düşünme bunları güzelim. Ev biraz daha coşacak ne güzel işte.” dünden beri de yine otuz iki diş gezmeye başlamıştı. Ali’ye babalık gerçekten yarıyordu. İyi geliyordu ona.

“Ev coşacak ama hepsine bir iyi bakabilecek miyiz? Kızlar hala çok küçük.” Alnımdan öpüp kollarını biraz daha sıkılaştırdı.

“İyi bakamayacak ne varmış? Böyle şeyleri düşünen kişi benimdir normalde. Hepsine bir çok da güzel yeteriz biz. Ailemiz daha da güzelleşiyor, sevin buna.” Gülüp dediğini yaptım. Sevinecektim tabi. Hastaneye girip doktorun odasının önüne geldiğimizde, Ali’nin heyecanı gözle görünür biçimdeydi. Eski doktorumdan hemen randevu almıştık. Sadece test yapmıştık. Üç kere yapmıştık, emindim hamile olduğum ama kontrole gelmemiz gerekiyordu. Kaç haftalıktı acaba? Bulantıyla kendini belli etmemişti, kızlarda ki gibi halsizlikte yoktu. Adet düzensizliğimden şüphelenmiştim. Fazla gecikmiştim. Bu sefer hafif geçerdi hamileliğim umarım. Sadece hamileliğimin tadını almak istiyordum.

“Hadi güzelim, bizi çağırıyorlar.” Odaya girip doktorla kısa bir konuşmadan sonra hiç kan tahlili yapmadan ultrasona almaya karar verdi. Bence de ona boşuna vakit kaybetmeye gerek yoktu. Hamileydim işte. Direk durumuna bakalım biz.
Hazırlandıktan sonra Ali yanıma geçmiş pür dikkat ekrana bakıyordu. Sanki anlayacaktı da. Ben bile seçemiyordum.

“Altı haftalık hamilesin Şule ve görünen o ki bir sıkıntı da yok. Gayet sağlıklı görünüyor.” Biraz daha lobu oynattıktan sonra güldü ve bize döndü.

“Daha doğrusu sağlıklı görünüyorlar. Tebrikler ikizlere hamilesin.” Şaşkınlıkla doktora bakakaldım. İkizler mi demişti o? Gerçekten ikizler mi demişti? Ben, ikizlere, hamileydim! Öyle mi?

“Ali doğru mu duydum ben?”

“Doğru duydun Şule. İkizlere hamilesin. Resmen vurdum mu gol oluyor. Abim bu sefer kesin delirecek.” Utançla inledim ve elimle gözlerimi kapattım. Ben kesin yanmıştım. Böylesine bir kocayla, bu kadar çocukla ben kesin yanmıştım.


*** BÖLÜM SONU ***


DÜRÜST YALANCI: KISADIR AŞKIN BOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin