ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 67 | PİYON

20.5K 1.3K 361
By MmeCha

Bölüme ilham veren şarkı:

Canozan – Dünya Dursun

BÖLÜM 67 : PİYON

Tamirhanede geçirdiğimiz 24 saatin ikimize de çok iyi geleceğini nereden bilebilirdim ki? Eğer bilseydim, çok önceleri bunu ona ben teklif etmiş olurdum. Önce uzun uzun, tadını çıkara çıkara ona, sonra arabanın yan aynasından kendime baktım. Atlas'ın yüzüne oturmuş derin bir huzur, benimkindeyse garip bir ışıltı vardı. En önemlisi de, belki de ilk defa, geleceğe dair bir umudumuz vardı. Her saniye evimize biraz daha yaklaşırken, artık ikimiz de eskisi kadar karamsar değildik.

Atlas, radyoda çalan eski bir parçaya ıslıkla eşlik etmeye başladığında, "Bakıyorum da bugün çok keyiflisin." dedim kendimi tutamayarak.

"Olmayayım mı? Karımla kızım yanımda, işler tıkırında..."

"Karın mı? Henüz teklifine evet demedim, her an fikirimi değiştirebilirim." Amacım keyfini kaçırmak falan değildi, sadece söz konusu o olunca ateşle oynamayı, arı kovanına çomak sokmayı seviyordum.

Kaşları hayretle havalandı, ağzının içini sertçe dişlediği için alt dudağı üst dudağının altında kayboldu.

Kıkırtımı içeride tutabilmek için takdire şayan bir çaba sarf ederken, yan gözle çaktırmadan profiline baktım. Dişleri alt dudağını serbest bıraktı, sonra yüzündeki gergin ve belirgin çizgilerin değişimine, sinsice gülümsemeye başlamasına anbean şahit oldum. Eğer ben de Hazelsem ve onu birazcık tanıyabilmişsem, biliyordum ki az evvel gole çevirebileceği güzel bir orta açmıştım. Nitekim, hemen sonra kurduğu cümleyle beni yalancı çıkarmadı.

"Dün gece kaç kere evet dediğini sayamadım ben halbuki. Ah evet Atlas, tam orası! Evet! Evet!" diyerek sesini incelttiğinde onunla birlikte gülerek omzuna şaplak attım. Boğazını temizleyip devam etti. "Şu ikizlerin biletini bir keseyim, o zaman hesaplaşırız Hazel Hanım."

Onunla iletişimimiz zaman içinde evrilmiş, kimilerinin oldukça değişik ve cüretkar bulabileceği bir hal almıştı. Lafının altında kalmamak için hazırcevaplığımı konuşturup, "Sen de ölü birine göre biraz fazla konuşuyorsun." dedim. Hemen ardından sesimi kalınlaştırıp, "Hazel bebeğim amacın beni öldürmekse başardın." diyerek onu taklit ettim.

Bu defa ikimiz de kahkaha krizine girerken, ben bir elimle karnımı tutmuş, diğer elimle gülmekten yaşaran kısık gözlerimi kurulamaya çalışıyordum. Nihayet gülmeye bir son verebildiğimizde Atlas ciddiyetle boğazını temizledi. Dikkatimi tamamen ona verebilmek için emniyet kemerinin el verdiğince yerimde dönüp başımı koltuğun arkasına yasladım.

"Yarın..." diye başladı söze ama bir süre daha devamını getiremedi. Arabanın içini kaplayan o pozitif atmosfer birdenbire yok olmuş gibiydi. "Yarın, senin de benimle ofise gelmeni istiyorum." diye devam etti bana asırlar geçmiş gibi gelen bir süre sonunda. Tek eliyle direksiyonu tutmaya devam ederken diğer eliyle zaten geniş olan tişörtünün yakasını çekiştirip sanki onu sıkan bir şey varmış gibi gevşetmeye çalıştı. Direksiyon hakimiyetinin ne kadar kuvvetli olduğunu biliyordum, isteseydi bu konuşmayı yaparken gözlerimin içine bakabilirdi, ama o delici bakışlarını yola dikmeyi tercih etmişti. "Her şeyi yüzlerine vurduğumda senin de yanımda olmanı istiyorum. Hem o kadar çok bu işin içindesin ki, onlar yüzünden o kadar çok zarar gördün ki, bu senin en büyük hakkın."

Herhangi bir cevap vermeden önce dediği şeyi bir süre kafamda evirip çevirmem gerekti. İkizlerin dibi boylayışına şahit olmak istiyor muydum gerçekten? Peki bu bana kendimi nasıl hissettirecekti? Rahatlamış? Hafiflemiş? Sanırım bunu birinci elden yaşamadan hiçbirini bilemeyecektim.

"Tamam." dedim gülümsemeye çalışarak. Her ne kadar kendimden emin görünmeye çalışsam da sesim düşündüğümden de cılız çıkmıştı. Ama istediği gerçekten buysa ona istediğini vermek konusunda yapabileceğim ve katlanabileceğim şeylerin sınırı yoktu. Bu beni delicesine korkutsa da.

***

Ertesi sabah uyandığımda içimde tarifi güç bir his vardı. Her ne kadar Atlas'a yansıtmamaya çalışsam da midemi kaynatan bu kötücül his sanki beni aşağılara çekiyordu.

Şirketin kapalı otoparkına girerken Atlas sanki ruh halimi hissetmiş gibi bir anda bana döndü. Çatık kaşlarımı düzeltmeye ve yüzüme bir gülümseme oturtmaya çalışsam da, gözbebeklerinin aynasından yansıyan dağılmış görüntüme bakıldığında bu konuda pek başarılı olabildiğim söylenemezdi. Atlas aracı kendisine ayrılan özel kısıma park ettikten sonra emniyet kemerini çözdü, ancak dışarı çıkmak yerine oturduğu yerde bana doğru döndü ve elimi avuçlarının içine aldı. Soğuk tenim onun sıcak temasıyla anında çözülmeye başlarken elimde olmadan iç geçirdim.

Avuçlarının içinde nazikçe kavradığı elimi dudaklarına götürüp minik bir öpücük bıraktı. Bunu yaparken gözlerimizin temasını hiç kesmemişti. Bana güven vermeye çalıştığını biliyordum. Tek yapmam gereken kendimi onun kollarına bırakmaktı. "Bundan sonra her şey çok güzel olacak, söz veriyorum sana." dediğinde sesi boğuktu. Milyonlarca his, gölü oluşturan milyonlarca damlanın arasına boğulmuştu. Hava hiç olmadığı kadar pusluydu, bu gölün üzerinde sis vardı, yüzeyi kaplamış incecik, siyah bir buz tabakası vardı. İlk adımımızı atmıştık ve çıtırdayan buzun çıkardığı uğursuz ses, dondurucu rüzgarın esintisine biraz olsun karışmadan kulaklarımda uğulduyordu.

Arabadan çıkıp beton duvarların arasından asansöre yöneldiğimizde, etrafta bizden başka kimse yoktu. Asansörün kapıları ağır ağır kapanırken, Atlas benden güç almak ister gibi elimi kavrayıp sıktı. Uzun koridorda yürürken de bize doğru çevrilen gözleri biraz olsun umursamadı ve elimi hiç bırakmadı. Ofisinin önüne geldiğimizde bizi gören Burcu yerinden hemen ayaklanıp, "Günaydın, hoş geldiniz." diye cıvıldadı. Hemen sonrasında Atlas'a dönerek siyah bir dizüstü bilgisayar çantasını uzattı ve, "Atlas Bey, isteğiniz üzerine büyük toplantı odası hazırlandı. Dilerseniz hemen odaya geçebilirsiniz. Bahar Hanım ve Baha Bey de size birazdan katılacaklar." diye devam etti.

Adımlarım geri geri gitse de, Atlas'ın yanında yürürken ayaklarımı yere sürümemeye çalıştım. Dört kişi için gereğinden oldukça büyük olan toplantı odasına girdiğimizde sıkıntılı bir nefesi dudaklarımın arasından dışarı üfledim. Her ne kadar konuşmamış olsak da Atlas'ın yapmaya çalıştığı şeyi anlayabiliyordum. Kontrol kimdeydi, oyunun kazananı kim olacaktı... İkizlere bunu göstermeye çalışıyordu. Az sonra olacaklardan ben de en az ikizler kadar habersizdim. Ona sormamış, sorularımla onu bunaltmak istememiştim. Belki biraz kurcalasaydım, birazdan başımıza gelecek olanlar konusunda onu uyarabilirdim. Gözlerimin önündeki buğu dağılır, zihnim berraklaşırken tekerlekli sandalyelerden birini çektiğini ve oturmam için beklentiyle bana baktığını fark ettim. Ayaklarım beton dökülmüş gibi yere çakılmışken bir adım atmak bile öyle zordu ki! Tereddütümü gören Atlas, "Ne oldu bir sıkıntı mı var?" diye sordu telaşla.

Hafifçe gülümsemeyi deneyip ona doğru zorlukla bir adım attım. Bir elim içgüdüyle karnımın üzerine giderken diğer elimle önüme düşen saçlarımı iteledim. "İda normale göre biraz daha hareketsiz bugün. Sanırım olacakları hissetti..." diye mırıldandım. Benim için çektiği sandalyeye oturmadan önce yanağına bir öpücük kondurup tıraş kolonyasının keskin kokusunu içime çektim. Dananın kuyruğunun kopacağı o kaçınılmaz an gelmişti. Şimdi kuruntu yapmanın sırası değildi.

Atlas iyi olduğumdan emin olduktan sonra az önce Burcu'dan aldığı laptop çantasını büyük bir ciddiyetle açtı ve cihazı projektöre yansıtmasını sağlayacak düzeneğin hazırlığına girişti. Bilgisayarın açılmasını ve projektörün ısınmasını beklerken ayağını yere sabırsızlıkla tempolu bir şekilde vuruyor, masayla birlikte neredeyse tüm zeminin titremesine neden oluyordu. Elimi bacağının üzerine yerleştirip onu sakinleştirmek adına avucumu ipekli kumaşın pürüzsüz yüzeyinde gezdirdim.

"Şimdi yapmak zorunda değiliz." diye fısıldadım güçlükle.

"Çok bekledik." derken sesi acı çeker gibi bir tona bürünmüştü.

"Defalarca dünya satranç şampiyonu olmuş birinin, iyi bir hamle gördüğünde, daha iyisini bulmak için bekle diye bir sözü var." desem de ikna olmayacağını gözlerinden okuyabiliyordum.

Toplantı odasının kapısı savrularak açıldığında, bakışlarımı masanın üzerinde birleştirdiğim ellerimden çekip odaya giren ikiliye baktım. Her ikisinin bakışlarında da beni burada gördüklerine dair hafif bir şaşkınlık ifadesi yakalasam da, kendini daha çabuk toparlayan kişi Bahar oldu. Yüzüne yerleştirdiği sinsi gülümseme, az sonra yumurtlayacağı nahoş şeylerin sinyalini verirken, ne olursa olsun, ne derse desin sinirlenmeme konusunda kendimi telkin ettim.

"Şirketimizin Halkla İlişkiler departmanının başındaki kişi benim; ama sevgilinizi işe getirin, bir günlüğüne koltuğunuzda otursun diye bir sosyal sorumluluk kampanyası başlattığımızdan haberim yoktu." dedi küstahça. Bu hayli uzun cümleyi olabilecek en soğuk ses tonuyla kurarken, sanki muhattabı ben değilmişim gibi bana değil Atlas'a bakmayı tercih etmişti.

"Tiradı kısa keselim." dedi Atlas sabırsızca. "Bence oturun." diye devam etti eliyle hemen karşımızdaki sandalyeleri gösterirken. "Birazdan şahit olacaklarınızı düşününce, şansınız varken oturmuş olmayı dileyeceğinizi düşünüyorum."

Baharla Baha'nın arasında kısacık, ama telepatik bir iletişim şekline geçiş yaptıklarını hissettiğim bir bakışma geçti. İkizler sandalyelere kurulurken, Atlas abartılı hareketlerle kalkıp odanın stor perdelerini indirdi ve ortamı kararttı.

"Bu mizansenin sebebini yakın bir gelecekte öğrenebilecek miyiz?" diye sordu Baha gergin, hatta histerik sayılabilecek bir gülüşle.

Atlas az önceki sakinliğini koruyarak tekrar bilgisayarının başındaki yerini aldı ve hiçbir şey söylemeden masa üstündeki ikonlardan birine tıklayıp bir videoyu başlattı. Bakışlarım ikizlerle ekrandaki görüntü arasında gidip gelse de, videoyu daha önce izlemediğim ya da bugün tam anlamıyla neler olacağını daha önce eşelemediğim için videoda beliren siyahi kadına döndüm.

Fransızca olarak, "Bize kendini tanıtır mısın?" diye sordu kameranın arkasındaki kişi.

"Agnès Moreau." diye yanıtladı kadın neredeyse duyulmayan, titrek bir sesle. Hemen sonrasında oturduğu yerde omuzlarını dikleştirdi ve boğazını temizleyerek adını daha güçlü ve kendinden emin bir tonda tekrarladı.

"Bize biraz olanlardan bahsedebilir misin Agnès?" diye sordu bu defa az önceki erkek sesi.

Ve kadın konuşmaya başladı. Konuştukça, yağlı urgan daralmaya, idam sehpası ince bacaklarının üzerinde zangır zangır titremeye başladı.

Agnès, hastalandığı ilk andan gözlerini hayata yumduğu ana kadar Bahadır Candar'ın hasta bakıcılığını üstlenen kadındı. Önce aldığı teklifi, sonra da bu teklifi kabul etmeyince maruz kaldığı tehditleri anlattı. Kendisinden istenen şey oldukça basitti. Zaten yatalak hasta olan Bahadır Candar'ı günde belirli bir dozda yavaş yavaş zehirlemesini istemişlerdi. Önerdikleri zehir o kadar temizdi ki, işin sonunda olay otopsiye intikal etse ve ne kadar araştırma yapılsa bile zehrin izine rastlanmayacaktı. Agnès, kendisine teklif edilen yüz bin euroyu kabul etmeyince, onu beş yaşındaki oğluyla tehdit etmişlerdi.

Tüm bunları anlatırken soğukkanlı halini korumaya çalışsa da, "Ama yapmadım, yapamadım, ben katil değilim." diye haykırdı kadın göz yaşlarını tutamayarak.

"Ama parayı aldın değil mi?" diye sordu diğer ses.

"Almak zorundaydım, bana inanmaları için. Oğlumu Senegal'e dedesinin yanına geri göndermek zorunda kaldım. Bana bir zarar gelmesi önemli değildi artık, ama canım pahasına da olsa onu koruyabilirdim..."

Video devam ediyordu ama Atlas tuşlardan birine basıp videoyu durdurdu.

Kadının anlattıkları kanımı dondurmuştu. Bu insanlar gerçekten bu kadar mı sınır tanımaz, bu kadar mı vicdan yoksunuydu? Gözlerimi Agnès'in ekranda donmuş olan perişan görüntüsünden zorlukla alıp kendimi ikizlere bakmaya zorladım. Baha'nın kağıt gibi beyazlamış olan yüzü loş ışıkta bile kolayca seçilebiliyordu. İncecik bir çizgi halini almış dudaklarını sanki nefesini içeride tutmak istiyormuş gibi sımsıkı birbirine bastırmıştı. Hemen sağında oturan Baharınsa ne yüzünde ne de mimiklerinde herhangi bir değişiklik olmamıştı.

Bahar birdenbire tüm odayı çınlatacak bir kahkaha atıp ellerini çırpmaya başladı. "Bravo, bravo!" dedi sanki az önce etkileyici bir gösteri izlemiş gibi. Kocaman açtığı gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Sıkı yapılmış at kuyruğunu geriye savurup, "Beni yine o kıvrak zekanla etkilemeyi başardın küçük kardeş!" dedi cıvıltıyla.

Baha'ya sadece başını çevirmek yeterli gelmemiş olacaktı ki, tüm vücudunu ikizine çevirerek çatık kaşlarla ona baktı.

Bahar Baha'nın delici bakışlarını biraz olsun önemsemeden devam etti.

"Peki sence ben kendimi sağlama almadan böyle bir işe kalkışacak kadar aptal mıyım?" diye sordu Atlas'a. Tekil konuşması odadaki kimsenin dikkatinden kaçmamıştı ki, herhangi birimizin bir şey söylemesine mahal vermeden devam etti. "Sen de benim gibi zekanı babamızdan almışsın küçük kardeş." dedi dudaklarını büzerek. Sonra Baha'ya dönüp küçümser bir bakış attı. "Baha ne yazık ki neredeyse tüm genetik özelliklerini annemden almış."

Baha video bittikten sonra ilk defa konuşarak, "Ne demek istiyorsun sen Bahar?" diye sordu titreyen sesiyle.

"Şunu demek istiyorum sevgili ikizim." dedi Bahar sinir bozucu bir sakinlikle. "Bu işin üzerinde parmak izimi bırakmadım. Hasta bakıcı kadını sen buldun. Ödemeyi sen yaptın. Kadın benim yüzümü bile görmedi, varlığımdan haberi bile yok. Talimatları veren de, kadını oğluyla tehdit eden de sensin."

Sonra bir anda yüzü o kadar masum bir hale büründü ki, mükemmel oyunculuğuna şaşırmadan edemedim. "Benim hiçbir şeyden haberim yoktu Memur Bey." diyerek burnunu çekti. Timsah gözyaşlarından biri sağ gözünden damlarken sözlerine devam etti. "İkizim her şeyi kendi başına planlamış. Böyle bir şeyi babamıza nasıl yapar aklım hayalim almıyor."

Baha bir hışımla ayağa kalkıp sandalyesini geriye ittirdi. Boğazındaki tüm damarlar basınçla şişerken, "Ne diyorsun lan sen?" diye bağırdı var gücüyle. Tam Bahar'ın yakasına yapışmıştı ki, kadının kişisel koruması toplantı odasını basıp Baha'yı ensesinden yakaladı.

Bahar üstünü başını silkeleyip buruşan yakasını düzelttikten sonra, "Diyorum ki sen istersen bir dışarı çık, hava al Bahacım. Ne de olsa bunlar dışarıdaki son günlerin. Bizim küçük kardeşle konuşup anlaşacak çok şeyimiz var belli ki."

Koruma Baha'yı karga tulumba dışarı çıkarırken oturduğum sandalyeye köklerimi saldığımı hissettim. Tüm bu olanlara inanamıyordum. Hazırlıksız yakalanmak dedikleri bu olsa gerekti. Bahar her şeyi en ufak ayrıntısına kadar hesap etmişti. Kendi ikiz kardeşini basit bir piyon gibi oyuna sürmekten de, zamanı geldiğinde gözünü bile kırpmadan feda etmekten kaçınmamıştı.

Hislerimde kolay kolay yanılmazdım. Ama, bizi zor günlerin beklediği konusundaki hislerimde yanılmıştım. Baharla başa çıkabilmeyi düşünüyorsak bizi oldukça zor günler bekliyordu.


Yazarın Notu:

Biz geldik!

Hem de hikayenin finalini şekillendirecek olan, oldukça kilit bir bölümle😎

Bahar'ın kendi ikizini gözünü bile kırpmadan satmasına ne diyorsunuz? Bu ondan bekleyeceğiniz bir şey miydi, yoksa bu kadarına biz de şaşırdık mı dediniz? 💁🏻‍♀️

Yeni bölümü bekleme sürecinde birçok soru geldi. Çok ekstrem bir durum olmadıkça hikayeyle alakalı duyuruları Wattpad profilimden yapmayı tercih ediyorum. Yeni bölüm bildirimi aldığınızda hikayenin devamı yerine bölümün gecikeceğini belirten bir duyuru ile karşılaşmak kadar heves kırıcı başka bir şey daha yoktur diye düşünüyorum. Bu sebeple hikaye hakkındaki duyuruları kaçırmamak için profilimi takip etmenizde yarar var.
🙋🏻‍♀️➡️ @MmeCha

Bu arada, yeni yaz hikayemiz Tuzlu Su'nun tanıtım bölümü yayımlandı.
Yeni hikayeye de profilimden ulaşabilirsiniz☀️🌊

Gitmeden önce hikayeyi desteklemek için bu satıra en son kullandığınız üç emojiyi bırakın, benimkiler şöyle:
😂🙈🤧

Buraya da minnoş bebeklerimi bıraktım, Bahar'a karşı bir an önce güçlerini birleştirebilmeleri dileğiyle💕


Tekrar görüşene dek;

Sevgiyle,

Dilan Chazallet

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 101K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
437K 22.9K 50
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
75.4K 3.4K 36
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
2.1M 207K 42
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...