ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 51 | TANIŞMA

27.4K 1.5K 445
By MmeCha

Bölüme ilham veren şarkı:

Welshly Arms - Sanctuary

BÖLÜM 51 : TANIŞMA

Mutfaktan gelen tıkırtılara uyandığımda, sadece birkaç dakikadır uykuya dalmışım gibi hissediyordum. Yatağa girmeden önce güneşlikleri çekmeyi unuttuğum için bugün parlamaya karar veren güneş tüm ışınlarını ihtiyatla yüzüme vuruyordu. Ama bundan şikayetçi değildim. Bütün gece bir o yana bir bu yana dönerek uyumayı denemiş, ancak bu konuda pek başarılı olamamıştım. Sıcak bastıkça üzerimdeki ince pikeyi tekmelemiş, ürperdikçe karanlıkta el yordamıyla tekrar örtüyü bulmaya uğraşmıştım. Bu döngü sonsuzmuş gibi hissettirmeye başladığı anda, uykunun dingin kollarına doğru çekildiğimi hayal meyal hatırlıyordum. Gece boyu çıt bile çıkmayan evin beni boğmaya başlayan tarafı, Atlas'ın uyanmasıyla birdenbire son buluvermişti işte. Bir süre daha kararsız bir şekilde yattığım yerden açılıp kapanan dolap kapaklarının çıkardığı hafif sesleri dinledim. Sesler kesildiğinde nefesim de kesilir gibi oldu. Ben yanına gidip gitmemeye karar verene kadar o çoktan gitmişti belki de. Ani bir hareketle yatağımdan kalkıp kapalı duran kapıyı açmak için kulpunu aşağıya indirdiğimde, Atlasla burun buruna geldik. Hayır bu bizim için oldukça yanlış bir tabirdi. Burnum onun göğüs hizasındayken birkaç hızlı nefes aldıktan sonra, göz göze gelebilmemiz için yavaşça kafamı yukarı kaldırdım. Bu çok büyük haksızlıktı.

Bakışlarım yeni tıraşlanmış ve hafif bir losyon kokusu yayılan yüzünde, özenle şekillendirilmiş saçlarında, üzerine tam oturan lacivert takım elbisenin vurguladığı geniş omuzlarında ve göğüs kaslarını belli eden incecik beyaz gömleğinin üzerinde gezindi. Sonra kendi karman çorman saçlarıma, yakası yana kaymış pijamama ve çıplak ayaklarıma değdi bakışlarım. Anında yüzüm buruşurken bunun çok ama çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Kendi içimde verdiğim savaşı Atlas'ın sorusu sonlandırdı. "Ben mi uyandırdım seni?"

Kötü hissetmesini istemediğime karar vererek başımı olumsuz anlamda sağa sola salladım. "Mutfağa su almaya geliyordum." dedim boğazımı hafifçe temizledikten sonra. Defalarca kovmayı ve yaka paça dışarı atmayı denesem de bir türlü başarılı olamadığım, içimde ikametini sürdüren Doğrucu Davut'un kaşları anında havalandı. Ah hadi ama, pembe ve beyaz yalanlar yalandan sayılmazdı ki! Bu konuda anlaşmaya vardığımızı sanıyordum.

Atlas elindeki minik kağıdı havada salladık. "Sana not yazmıştım ama uyanık olduğuna göre gerek kalmadı sanırım." dedikten sonra kağıdı ceketinin iç cebine yerleştirdi ve yana çekilip geçmem için yolu açtı. Bir an ne yapmam ya da ne söylemem gerektiğini anlamayarak öylece yüzüne baktım. "Geç bakalım mutfağa, aslında baş ucundaki sürahide de su vardı ama..." dediğinde utanarak bakışlarımı kaçırırken dudağımın içini dişledim. Atlas hep Atlastı işte. Açığımı ya da yalanımı yakaladığı anda beni utandırmayacağını düşünmem bile hataydı aslında.

Hemen arkamdan geldiğini bilerek minik adımlarla mutfağa yürüdüm. "Uyku sersemi görmemişim." diye mırıldansam da aldığım tek karşılık burundan verilen bir nefes ve tutmaya çalıştığı kahkahasının yol açtığı garip homurtu olmuştu.

Ben kendime bir bardak su doldururken, o mutfak adasına yaslanmış, yüzünde gizlemeye tenezzül bile etmediği geniş bir gülümseme vardı. Bu pozitif hali öyle bulaşıcıydı ki, boşalan bardağı tezgahın üzerine bırakırken ben de gülümsüyordum. Önünde duran meyve sepetinden kırmızı bir elma seçip kocaman bir ısırık aldı. Lokmasını ağır ağır çiğnerken, hala utançla alev alev yandığını hissettiğim yanaklarımla ona baktım. Güzelliği ilk günkü gibi canımı yakıyordu. Ama bu öyle bir şeydi ki; alevlerin arasına gönüllü atlıyor, bile isteye kavruluyor, küllerini rüzgarda savurmaya dünden razı bir şekilde yana yana kendini tüketiyordun. Derin bir nefes alıp bana aynı derin bakışlarla karşılık vermesini izledim. Dikkatim hemen arkasında duran kahvaltılıklarla dolu mutfak masasına kaydığında, "kahvaltı hazırlamışsın." dedim kısık bir sesle.

"Sizin için." dedikten sonra saatine baktı. "Benim on dakika kadar önce çıkmam lazımdı." diye mırıldandığında bir an hayal kırıklığıyla yüzüm düştü ama son anda kendimi toparladım. "Ben seni kapıya kadar geçireyim o zaman." dedim havadan sudan konuşuyormuşuz gibi normal bir tonda tutmaya çalıştığım sesimle. İşe gitmesi kadar normal bir şeyi dramatik hale getiren hormonlarım yine iş başındaydı anlaşılan.

Mutfaktan birlikte çıkarak sessizlik içinde evin kapısına yürüdük. Atlas kapıyı açıp adımını dışarı attığında, dün bütün gün yağan yağmurun getirisi olan ıslak çim ve toprak kokusu burnuma doldu. Derin bir nefesi ciğerlerime çekerek kapının kirişine yaslandım. Atlas arabaya doğru birkaç adım yürüdü, sonra birdenbire arkasında dönüp "akşam beşte alırım seni, telefonuna bakmayı unutma." dedi.

Başımı uysalca sallayıp, "akşam görüşürüz." dedim sadece. Tekrar bana arkasını döndü, birkaç adım daha attı. Sonra bir anda başını gökyüzüne kaldırdı ve kendi kendine, "uzak durmanın canı cehenneme!" dediğini duydum. Hemen sonrasındaysa bana doğru kararlı adımlarla yürüdüğünü gördüm.

Ben kocaman açılmış gözlerimle ona bakarken, tıpkı onun gibi aldığım hızlı nefeslerle göğüs kafesim inip kalkıyordu. Sol eli, sağ yanağımı nazikçe kavradı. Baş parmağı hafifçe elmacık kemiğimin üzerinde hasretle gezerken diğer parmakları saçlarımın arasına dalmıştı. İçimde bir taraf 'hayır tekrar olmaz!' diye çığlık çığlığa bağırırken, bir yanım 'evet lütfen olsun, buna çok ihtiyacımız var.' diye mızmızlanıyordu. Yüzüme yansıyan ifade nasıldı bilmiyordum, ama Atlas'ın bu ani kararını etkilediği kesindi. Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra sıkılı dişlerini serbest bıraktı. Biraz daha yaklaştığında gözlerim kısıldı. Burnunu saçlarımın arasında daldırdıktan sonra derin bir nefes alıp kokumu içine çekti ve hemen ardından alnıma minik bir öpücük bıraktı. Sıcak nefesi alnıma vurmaya devam ederken, "kahvaltını yapmayı unutma." diye fısıldadı ve bu defa arkasına bakmadan arabasına atladığı gibi gaza bastı.

***

Kara kara akşamı nasıl edeceğimi düşünürken yapılacaklar listesi çıkarmak bana göstermişti ki; her istediğimi bugün yapabilmek için aslında yeterli zamanım yoktu. Atlas'ın hazırladığı kahvaltı sofrasına isteksizce oturmuş ve birkaç lokma bir şeyler yemeye zorlamıştım kendimi. Bazen delicesine gelen yeme isteği, bugün de olduğu gibi ruh halimin de etkisiyle yer yer iştahsızlığa bırakabiliyordu kendisini. Öte yandan içimde pırpır uçuşan hisler vardı. Ultrasonda siyah beyaz bir karaltı şeklinde de olsa İda'yı görmeyi öyle çok özlemiştim ki!

Kıyafetlerimi valizden çıkarıp dolaba yerleştirmeye başlarken bir yandan da telefonun sesini hoparlöre verip Élodie'yi aradım. Bir süredir aramalarını görmezden geldiğim için tamamen deliye dönmüş olmalıydı. Onca hengamenin içinde, sadece mesajla 'iyiyim, en kısa sürede seni arayacağım.' yazabilmiştim ona. Yılın en kötü arkadaşı ödülünü üst üste iki sene almak için kıyasıya yarışıyordum sanki.

Elimdeki tişörtü dikkatle ve düzgünce katladıktan sonra yatağın üzerine bıraktım. Telefon ısrarla çalmaya devam etmesine rağmen bir türlü cevaplanmadığı için aramayı sonlandırma tuşuna basmak üzereyken, Élodie'nin nefes nefese sesi duyuldu.

"Alo? Fındığım? Nasılsın? İyi misiniz? Yoksa doğum mu başladı?" diye taramalı tüfek gibi sorularını ardı ardına sorduğunda bir süre gülmekten cevap veremedim.

"Biz iyiyiz ve doğuma hala 4 aydan fazla bir süre var. Nasıl olduğunu merak ettim, belki bana vermek istediğin güzel haberlerin vardır?" diyerek kendimi konunun odağından olabildiğince uzak tutmaya çalıştım. Bu numaramı bilmesine rağmen her zaman onun üzerinde işe yarardı. Tabi bu defa düşündüğüm gibi olmadı.

"Ben bir şeyler duydum doğru mu? Türkiye'ye mi döndün?"

"Evet Türkiye'deyim." dedim sıkıntıyla. Atlas bana söz vermesine rağmen yine arkamdan dolaplar çevirip Élodie ile konuşmuş ve bana söyleme zahmetine girmemiş olmalıydı. Yine de Élodie'den duyup emin olmak istedim. "Sen kimden duydun?"

"Seninki Axel'i fena benzetmiş. Hem sen aramalarımı geçiştirince azıcık delirip çalıştığın yerleri de aramış olabilirim." dedi sesinden duyulan suçlulukla. "Keşke böyle şeyler olduğunda bana da haber versen. Uzakta olup haberinin olmaması ve bir şeyler yapamıyor olmak çok fena."

"Biliyorum, arayıp haber vermem gerekirdi, seni merakta bıraktığım için çok özür dilerim." dedim samimi bir şekilde. "Şimdi güzel haberi ver bakalım, bu kadar bekleyebilmen bile şaşırtıcı aslında." diyerek takıldım ona.

"Sen biliyordun değil mi Luc'un evlenme teklif edeceğini? Bana neden söylemedin? Daha hazırlıklı olurdum hem."

"Biliyordum ama böyle bir şeyi söyleyebilir miydim sence sana?"

Kısa bir sessizlik oldu. "Sanırım ben de sana söylemezdim." diye itirafta bulunduğunda, bu düşünceyle kalbimin saçma bir şekilde sıkıştığını hissettim.

"Neyse, düğün ne zaman şimdi?" diye sordum heyecanla. Şansım varsa doğumdan sonra olurdu ve gidip gidemeyeceğimi kara kara hesaplamak durumunda kalmazdım.

"Bahara kadar beklemek istiyorum, hem tüm hazırlıkları anca hallederiz. Hem de baş nedimem minik kızıyla rahat rahat teşrif edebilir diye düşündüm. Luc'e kalsa hemen yarın evlenmeliyiz, ne oldu bu adama anlamıyorum."

Luc ile baş başa yaptığımız o konuşmadan tabi ki bahsetmeyecektim ona. Diğer konuyu tekrar açmak istemesem de bilmem gerekiyordu. "Axel çok mu kötü?" diye sordum cılız çıkan sesimle.

"Kötü de laf mı? Berbat diyelim biz ona." dediğinde içim cız etti.

"Hep benim yüzümden." diye mırıldandım.

"Kendini suçlama, hayal dünyasında neye inanmak istiyorsa ona inandı hep. Gerçekler gözünün önünde dururken görmeyi reddetti."

"Ama böyle bir şeyi de hak etmemişti." dedim dayanamayarak. Ne olursa olsun, bana ne derse desin, yufka yüreğim incinmiş olmasını kaldıramıyordu.

Élodie dayanamayarak, "Onu bunu boş ver, siz nasıl oldunuz?" diye merakla sorduğunda, "inan ben de bilmiyorum." dedim. Sesimde yenilginin izleri vardı.

"Zamanla belki?"

"Her şeyi bize zaman gösterecek." dedim.

***

'Son anda bir işim çıktı, seni almaya Burcu gelecek.'

Élodie ile telefonda konuştuktan sonra valizimin tamamını dolabıma yerleştirmiş, buzdolabında bulduklarımla hafif bir öğle yemeği yemiş ve elimdeki romanla camın önündeki kitap okuma köşesine kurulmuştum. Son birkaç dakikadırsa telefonuma gelen bu mesajla bakışıyordum.

"Burcu kim ya?" diye sesli bir şekilde söylendiğimde telefonuma bir mesaj daha geldi.

'Burcu kişisel asistanım.'

Parmaklarım sinirle tuşların üzerinde dolaştı. Titrek vuruşlarla, 'demek az daha işinden edeceğim kız!' yazdım ama yazmamla beraber silmem bir oldu. Yazdıklarını görmezden gelmek ve tepki vermemek en iyisiydi. Telefonun ekranını karanlığa gömerek kenara bıraktım. İçimde kaynama noktasına gelen ve fokurdayan bu hissi çok iyi tanıyordum. Sadece Atlas ve üçüncü kişiler söz konusu olduğunda ortaya çıkıyordu. Ayağa kalkıp ellerimi ensemde birleştirerek ileri geri yürümeye başladım. Duvarda asılı duran saate göre Burcu denen kızın on dakika içinde burada olması gerekiyordu. Hızla odama doğru koşturup boy aynasında kendime baktım. Bu sabah elime ne gelirse üzerime geçirdiğim için sıkıntılı bir nefes verdim. Ne olurdu sanki biraz olsun özenseydim? Üzerimdeki bol tişörtü bir köşeye savururken kendi kendime söylenmeye devam ediyordum.

Giyinmeyi bitirdiğimde daha sade, ama en azından içime sinen bir görüntü yakalamayı başarmıştım. Ensemde topuz yaptığım saçlarımı açıp parmaklarımı tellerin içinden geçirdim. Elimde tuttuğum rimelle kirpiklerimi hacimlendirirken çalan kapı zilinin sesi evin içinde yankılandı. Yatağın üzerine bıraktığım çantamı kavrayıp derin bir nefes daha aldım. Kapıya ulaştığımda oldukça genç duran kumral saçlı bir kız, yüzünde geniş bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Elini uzatıp "merhaba ben Burcu, Atlas Bey'in kişisel asistanıyım." diye cıvıldadığında, bir an hiçbir şey yapamadan kıza bakakaldım.

Kızın eli hala havadaydı ama ben nezaket kurallarını o an için unutmuş gibiydim. Kız o kadar güzeldi ki; sosyal medyada paylaştığı her fotoğrafın altında 'Burcucum çok güzel çıkmışsın' klişesinin döndüğünden emindim. Kendime gelip elini kavradığımda, "Hazel ben de." dedim. Sadece Hazel diye devam ettim içimden. Tekrar gülümseyerek arkasında kalan ufak arabayı gösterdi. "Gidelim mi?"

Atlas'ın bana bıraktığı anahtarla kapıyı kilitlerken, Burcu'nun gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum."Gidebiliriz." dediğimde kızın telefonunun melodisi yüksek perdeden çalmaya başladı.

Kız telaşla çantasını karıştırmaya başladı, nihayet telefonu yakaladığında hiç zaman kaybetmeden açma tuşuna basarak kulağına götürdü. Bir yandan da park halindeki arabaya doğru yürümeye devam ediyordu. Mesafemizi koruyarak arkasından giderken, "evet geliyoruz." dediğini işittim. "Henüz direksiyonda değilim, o yüzden açtım telefonu." derken yüzü hafifçe kızarmış, sesi kısılmıştı. Sonra bir anda bana dönüp telefonunu uzattı. Kaşlarım çatılırken refleks olarak bana uzatılan telefonu kavradım, ama yüzümde beliren soru işaretleri onu açıklama yapmaya itmişti. "Atlas Bey sizi istiyor."

Burcu'nun telefonunu kulağıma yaklaştırdıktan sonra birkaç adım uzaklaştım. Bir süre sadece Atlas'ın nefes alış verişlerini dinledikten sonra, "efendim." dedim.

"Seni ben alacaktım ama işler değişti." dedi hızlıca.

"Anladım sorun değil." dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle.

"Yeni insanların arasında gerildiğini biliyorum ama Burcu'ya güvenebilirsin. Sizi direkt muayenehaneye getirecek, orada görüşürüz."

"Tamam görüşürüz." dediğimde cevap vermedi ancak sanki hala söylemek istedikleri varmış gibi telefonu da kapatmadı. Sessizlik uzadı, derin bir uçurum oldu. Geçen saniyeler sonunda, aramızda uzanan tahtaları eksik köprüye adımını ilk atan Atlas oldu. "Söyle ona dikkatli kullansın arabayı. Arkaya otur, emniyet kemerini de bağla."

"Olur söylerim." dedikten sonra sinirle kapattım telefonu. Bu kadar kontrolcülük de biraz fazlaydı. Kıza teşekkür edip telefonunu uzattıktan sonra, ön yolcu koltuğunun kapısına uzandım. "Yalnız arkaya oturmanız lazım, Atlas Bey'in emri böyle." dediğinde kıza gözlerimi devirdim. Ama karşılığında aldığım yalnızca yavru kedi bakışları oldu.

Pes ederek arkaya geçtim ve kız konuşmak için tekrar ağzını açtığında, "kemerimi de bağladım, rahat olabilirsin." dedim. Benim inatçılığım yüzünden işini kaybetmesine içim elvermezdi.

Yol boyu birkaç defa orta aynada bakışlarımız kesişti. Konuşmak, sohbet etmek ve bolca soru sormak istiyordu. Duruşundan, dudaklarının içini dişlemesinden, aynadan sık sık beni kontrol etmesinden kolayca anlayabiliyordum tüm bunları. Birden, birkaç sene kadar öncesine kadar sürekli oynadığım oyun geldi aklıma. Karamel rengi saçları ve bolca enerjisiyle Burcu en çok karamelli macchiato sever diye düşünürken buldum kendimi. Kız koltuğunda biraz daha kıpırdandı, sonra dikkatimi çekmeyi başararak bakışlarımızı tekrar aynada kesiştirdi. "İyi ki geldiniz." dediğinde kaşlarım havalandı. Ama görmesine imkan yoktu, çoktan yola konsantre olmuştu yine. "Atlas Bey bugün melek gibi." diye devam etti. "Bu görülmemiş bir şey, çok garip." dedikten sonra dudağının kenarını ısırdı. Fazla gevezelik ettiğini düşünüyor olmalıydı.

"Normalde nasıldır?" diye sorarken buldum kendimi. "Sinirli, sürekli barut fıçısı gibi, aksi..." diye başladı sonra avucunun içiyle ağzını kapadı. "Ay ben gelmiş patronum hakkında neler söylüyorum hem de eşine..." dediğinde minik çapta bir öksürük krizine girdim. Burcu hemen torpido gözüne uzanıp bir şişe su çıkardı ve bana uzattı.

Ben suyu minik minik yudumlarken, "aramızda kalır söylediklerim değil mi?" diye sordu korka korka. "Merak etme aramızda." dedim yudumlarımın arasında. Burcu neleri biliyordu, neleri yanlış yorumluyordu hepsini öğrenmem gerekiyordu ama hepsinin bir sırası vardı.

Nişantaşı'nın ara sokaklarında bir apartman dairesinin önünde durduğumuzda Burcu tekrar telefonunu çıkarıp, heyecanla tuşlara bastıktan sonra "geldik." dedi ve telefon anında yüzüne kapandı. Ama yüzünde çok büyük bir iş başarmış gibi bir ifade vardı. "Bu ilk işin mi?" diye sorduğumda, "evet!" dedi heyecanla. Tam sohbete devam edecektim ki aynı anda camıma tıklatıldığı için yerimde hafifçe sıçradım. Yüreğim ağzıma gelmiş olsa da, camıma tıklatan kişinin Atlas olduğunu görmemle birlikte sıktığım kaslarım birdenbire gevşeyerek pelte gibi oldu. Burcu anında kapıların kilidini açtığında Atlas da benim kapımı açtı. Hızlıca kemerimi çözüp dışarı çıktım. Bir anda damarlarıma pompalanan adrenalinle ağzım kupkuru olmuş, heyecandan el ve ayak parmaklarım karıncalanmaya başlamıştı.

Atlas bakışlarını bir an bile üzerimden çekmeden aracın kapısını kapattı. Arkamızdan otomatik bir şekilde açılan pencerenin sesini duydum ama Atlas ısrarla sadece bana bakmaya devam ediyordu. Elini kaldırıp, "sen gidebilirsin Burcu." dediğinde arabanın motoru tekrar çalışmaya başladı. Ama öyle bir esaret altındaydım ki kıza dönerek ne bir teşekkür ne de bir veda edebilmiştim.

Sıkıca tuttu ellerimden ve buğulu gözleriyle birçok şey söyledi, birçok söz verdi bize. Apartmandan içeri girerken öyle sıkı tuttu ki elimden, onun avuç içindeki kader çizgisi, benim avuç içimdeki kader çizgisine kaynadı. Tüm çıkmaz sokaklarımız birbirine bağlandı. Bir eliyle uzanıp kapının zilini çalarken, bakışları yavaşça üzerime giydiğim yeni tişört yüzünden yusyuvarlak belli olan karnıma doğru kaydı sonra sertçe yutkundu. "Artık tanışma zamanı." diye fısıldadı kısık bir sesle. Bir dalga geçti gözlerinden ve köpükleri benim kıyılarıma vurdu.



Yazarın Notu:

Selamlar!

Bu defa lafı çok fazla uzatmaya niyetim yok. Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir.

Atlas'ın gözleri şimdiden buğulandı. İda'yı gördüğündeki tepkisini hayal edebiliyor musunuz?

Sizce Hazel daha ne kadar dayanır?

Bu satıra hikayeyi desteklemek için emojiler bırakmayı unutmayın❤️

Aşağıya bölümle alakalı bir kolaj bırakıyorum😊

Haftaya görüşmek dileğiyle,
Sevgiyle,

MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

21.9M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
119K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
1M 55.5K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
349K 27.6K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...