ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ

28.2K 1.6K 385
By MmeCha

Bölüme ilham veren şarkı:

Can Kazaz- Nereye Gidiyoruz

BÖLÜM 50 : YUVAYA DÖNÜŞ

Şiddetle yağan güz yağmuru, İstanbul'un asfalt yollarını kömür karasına boyayarak sürücü koltuğundaki Atlas'ın görüş mesafesini oldukça azaltırken, bakışlarımı ön camdan süzülen ve bir o yana bir bu yana savrulan damlalardan çekip başımı yorgunlukla hafifçe titreyen cama doğru yasladım. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tamirhaneye giden yolu da Moda'daki apartman dairesine giden yolu da aklıma, hatıralarıma, hatta tüm benliğime kazımıştım. Bu defa bambaşka bir yere gidiyorduk ve alacağım cevaplardan korkarak nereye gidiyoruz diye sormaya bile çekiniyordum.

Aklıma bu sabah olanların görüntüleri hücum ettiğinde, hissettiğim utançla üzerimdeki hırkaya sarınıp küçücük kalıp yok olmak ister gibi koltukta biraz daha büzüştüm. Bir insan nasıl on sekiz saat boyunca deliksiz uyuyabilirdi? Hadi onu da geçtim, iki insan nasıl on sekiz saat boyunca deliksiz uyuyabilirdi? Peki iki insan birbirine nefes bile aldırmayacak şekilde nasıl iç içe geçebilir ve bundan gayet memnun bir şekilde saatlerce uykusuna devam edebilirdi? Bu sabah uyandığımda, yatak yerine Atlas'ın üzerinde uzanıyordum. Başım sert ve çıplak göğsünde kendine rahat bir yer bulmuş, burnum boynuna iyice sokulmuştu. Alıp verdiğim temkinli soluklar onun o güzel kokulu tenine çarpıp daha da ısınıyor ve sonrasında yüzüme geri çarparak beni de ısıtıyordu. Derin bir şekilde uyumaya devam eden Atlasınsa bu durumdan hiç şikayeti yok gibiydi. Üzerimdeki uzun tişört ben uyurken farkında olmadan kaburgalarıma kadar sıyrıldığı için açıkta kalan karnım onun çıplak karnına yapışmıştı. Tabi tüm bunlar karşısında Atlas da boş durmamıştı. Güçlü kollarıyla üzerinde boylu boyunca uzanan bedenimi sarmış, kocaman ellerinden birisiyle kalçamı avuçlarken, bir bacağıyla da iki bacağımı birden kafesleyip hareket kabiliyetimi sıfıra indirmişti.

Devamında olanlar zihnimi işgale başladığında, olduğum yerde utançla inlememek için kendimi zor tuttum. Loş ışıkta oldukça davetkar bir şekilde dudaklarımın önünde duran zarif boynu, birdenbire kendimi  'sadece bir öpücük, hem kendim için değil, İda için.' derken bulmama sebep olmuştu. Kendi kendimi kandırabilmek için gösterdiğim bu çaba bana kalırsa takdirlikti. Sadece birkaç saniye sonrasında ise, kendime engel olamayarak dudaklarımı yumuşacık tenine, tam şah damarının üzerine bastırıvermiştim işte. Dayanamayıp enfes kokusunu ciğerlerime sonuna kadar çekerken, sessizliğin içinde göz kapaklarının ağır bir kapının açılırken çıkardığı o hafif gıcırtılı sese benzer bir şekilde aralandığını duymuştum. Atlas uyanmış, dudaklarımın altında atan nabzı hızlanmıştı. Ama ben öylece durmuş, yerimden milim bile kıpırdamadan, beni hayatta tutan pamuk ipliği aslında onun şah damarıymış gibi dudaklarımla hayatı onun kan akışından çekiyordum.

Gözlerimin önündeki buğu dağıldığında, dudaklarımı ısırıp tekerleklerin altında kayan ıslak yolu izlemeye başladım bu defa. Yanaklarım hala alev alev yanıyordu ama bir süre daha bu utançla yaşamaya mahkumdum sanırım. Benim deliliğimin yanında Atlas'ın aklı başında, ısrarcılıktan ve özellikle de alaycılıktan uzak davranışları bana güven vermeliydi ama nedense kendimi oldukça kötü hissetmeme neden olmuştu. Kanlı gömleği yerine eşyalarımı toplarken dolabın içinde bulduğu, zaten kendisine ait olan tişörtü giyip giyemeyeceğini sormuştu sadece. Bunu sorarken hiçbir imada bulunmamış, aylarca sarılıp uyuduğum tişörtün neden daha çok benim gibi koktuğunu sorup beni utandırma girişiminde bulunmamıştı. Dahası, ne saatlerce süren uykumuz, ne de uyanma şeklimiz hakkında bir yorum yapmıştı. Benden elinden geldiğince uzak duruyor, bir adım kadar yakınımda, hatta ensemde olsa da herhangi bir fiziksel temastan özenle kaçınıyordu. Kafam yine hiç olmadığı kadar karmakarışıktı. Belki de sadece sözünü tutacağının altını çiziyordu. Ama o Atlastı ve ben her ne kadar onu iyiden iyiye tanımaya başladığımı düşünsem de sürekli yeni yeni taraflarını keşfetmeye devam ediyordum.

Bir saat kadar süren yolculuk sonunda Atlas aracı durdurduğunda, ön camdan dışarıyı görmeye çalıştım. Ama motor durduğu ve silecekler de çalışmayı kestiği için tek görebildiğim bulanık bir yeşillik ve beyazlıktı. Atlas kendi emniyet kemerini yavaş hareketlerle çözdükten sonra bana bakıp dudağının kenarını kemirdi. Bir şeyler söyleyip sessizliği bozmak istiyor, ama buna tam anlamıyla cesaret edemiyor gibi bir hali vardı. Bir an terlemiş ellerini üzerindeki kırış buruş olmuş ütülü pantolonun üzerine sürterek ne yapacağını bilemedi. Sonra, aniden kazanmış olduğu kararlılıkla benim kemerime uzanıp onu da çözdü. "Eve geldik." dedi boğazını temizleyerek. "Evimize." diyerek düzeltti sonra hemen kendini. Başımı yavaşça sallayıp onu onayladım. Konuşmaya devam etmeden önce gözlerini sıkıca yumdu. "Burada kalmak zorundayız, güvenliğimiz için. Yine sana başka seçim şansı bırakmıyorum, üzgünüm." dediğinde sertçe çattığı kaşlarının ortasında derin bir yarık belirdi. Kendime engel olamayarak elimi birkaç günlük sakalının üzerine yerleştirdim. Kirpikleri hafifçe titreşti, hemen ardından da göz kapakları aralandı ve adımımı sonsuz maviliklerine doğru attım. "Daha görmedim ama eminim çok güzeldir, kendine haksızlık etme. Tamirhaneyi nasıl güzelleştirdiğini henüz unutmadım." dedim gülümseyerek. Sonra çok yanlış bir şey yapıyormuşum gibi elimi yüzünden çekip yumruk yaptım. Aramızda bir ucunu benim diğer ucunu onun çizdiği ve ortada birleştirdiğimiz kalınca bir çizgi vardı. Sınırları aşmam ikimiz için de iyi olmayacaktı. Dişlerini sıkıp kapının benden taraftaki mandalına uzandı ve çıkmam için ardına kadar açtıktan sonra yavaşça geri çekildi.

Araçtan dışarı adımımı atmamla beraber yağmur damlaları mızrak gibi tenime saplanmaya başladı ama bu benim biraz olsun umrumda değildi. Kocaman açılmış gözlerle önümdeki yapıya, Atlas'ın deyimiyle evimize bakıyordum. Birkaç saniye sonra Atlas bagajdan aldığı büyük bavulumla yanımda belirdi. "Yanımda şemsiye yok daha fazla durmayalım içeri girelim bir an önce." dedikten sonra bavulu ardından çekiştirmeye devam ederek bahçeyi ikiye ayıran beyaz çakıl taşı döşenmiş yolda ilerlemeye başladı. Bir süre sonra durup taşlara takılan tekerleklere kötü kötü baktıktan sonra bavulu sanki çok hafif bir şeymiş gibi iki eliyle birden kucaklayıp evin koyu renk ahşap kapısına doğru yürümeye devam etti.

Bir süre durup gözlerimi kısarak sağıma soluma bakındım. Etrafta sadece tek tük müstakil evler ve uçsuz bucaksız gibi görünen tarlalar vardı. Tekrar iki katlı gibi duran dış cephesi beyaza boyalı eve döndüğümde verandada dikilmeye devam eden Atlas bana doğru seslendi. "Orada kalıp hasta olmaya kararlısın galiba?" diye sorduğunda sesinden hem kızgınlık hem de huzursuzluk seziliyordu. Ben minik adımlarla ona doğru yürürken, o bir kere olsun gözünü kırpmadan ona gelişimi izliyordu. Bavulu neden ısrarla yere bırakmadığını sormak için ağzımı açacaktım ki hafifçe yan dönüp çenesinin ucuyla pantolonunu gösterdi. "Anahtar cebimde alır mısın?"

Yüzündeki sinsi sırıtmaya kaşlarımı hafifçe çatarak baktım. Neden böyle küçük oyunlara girdiğini, bir sıcak bir soğuk davranarak nereye varmaya çalıştığını kesinlikle anlamıyordum, ama elimi cebine atıp ona fazla dokunmamaya çalışarak istediği gibi anahtarlığı çıkardım ve havada salladım. "Bu mu?"  Bir an gözüm anahtarlığın ucunda sallanan minik bir küre şeklindeki dünyaya kaydı. Dünyanın etrafını çepeçevre saran kuru yapraklar vardı.

Atlas'ın valizimi nihayet yere baktığını işittim ama gözlerimi özel tasarım gibi duran anahtarlıktan alamıyordum. Kuru yapraklar o kadar gerçekçiydi ki sanki ufacık dokunsam ufalanıp elimde kalacaklardı. "Kapıyı sen aç istedim." dediğinde usulca başımı salladım.

İçeri girdiğimizde hemen salona açılan geniş ve ferah bir hol bizi karşıladı. Atlas hafifçe öksürüp "çok kısa bir süredir buradayım, herhangi bir şeyi dekore edebilecek ya da eksikleri alabilecek kadar vaktim olmadı." diye açıklama yaptı.

Duvardan destek alarak sağ ayağımı çapraz bir şekilde sol dizime doğru kırıp bez ayakkabıların bağcıklarını çözmeye koyulduğumda, Atlas bir anda önümde belirip dizlerinin üzerine çökerek yukarı kaldırdığım ayak bileğimden tuttu. Gözleriyle izin alır gibi baktığında çaresizce ayağımı yere indirip ayakkabılarımı çıkarmasına izin verdim ama kendimi tutamayıp, "gerek yoktu, kendi işimi kendim görebilmemi engelleyen bir durum yok ortada." dedim. Bakışlarında çatırdayarak kırılan bir aynanın parıltısını gördüğümde içim el vermeyerek, "yani henüz, o günler de gelecek." diye ekledim. O halimi gözünün önüne getirmiş olacak ki dudağının üst köşesi yukarı doğru kıvrıldı, ama son anda o köşeyi dişleyerek gülümsemesini bastırdı. Bu defa ayaklanıp kanat çırpan benim midemde kozasını yırtıp özgürlüğe kavuşan kelebeklerdi ve bu ayaklanmayı bastırmak o kadar da kolay değildi.

Ürkek bir biçimde içeri doğru adımlarken Atlas da bir nefes kadar yakınımdaydı. Dışarıdaki kapalı ve yağışlı havaya rağmen eşyalar açık renkli seçildiği için geniş salon oldukça aydınlık duruyordu. Camın tam önünde, Nantes'teki okuma köşemin aynısından olduğunu görünce kaşlarım sorgular gibi havalandı. Atlas'ın ağzının içinde 'insan ümit ediyor' gibi bir şeyler gevelediğini duydum ama tam olarak ne dediğini anlayabilmek için üzerine gitmemeyi tercih ettim. "Aşağı katta mutfak ve salon haricinde bir tane de banyolu yatak odası var." dediğinde merakla tekrar ona doğru döndüm. "Senin odan yani, hazırlamış olmalılar istersen yerleşebilirsin."

Gerçekten böyle mi olacaktı yani? Hayır bir şey umduğum falan yoktu ama aramıza bir kat kadar bir sınır çizmek zorunda da değildi. "Yukarıda?" diye sordum yine de merak ederek. "Benim odam, banyo ve hem çalışma hem de spor odası olarak kullandığım kısım var."

Neden bir anda saldırma isteği duyduğumu bilmiyordum ama ben düşüncelerimin hızına yetişemeden laflar ağzımda dökülüverdi. "Aklın kalmasın, kendi bölgemde dolaşır, senin mıntıkana ayak basmam." dedim hırsla. Tekrar kapının yanına yürüyüp zaten dört tekerlekli olduğu için zeminde kolayca kayan valizi ittirmeye başladım. Atlas iki büyük adımda yanımda bitiverdi ve ellerini ellerimin üzerine koyarak beni durdurdu. "Onun için biraz geç artık." dedi kısık bir sesle. "Sen adımını mayınlı bölgeye attın, biz birlikte patladık. Parçalarımız birbirine karıştı. Artık nerede başlayıp nerede bittiğimi bilmiyorum ben. Hangi parça benimdi hatırlamıyorum." dediğinde boğazıma oturan büyük yumruyu ne kadar yutkunursam yutkunayım aşağı göndermeyi beceremeyeceğimi biliyordum. Bakışlarımı kaçırıp hala elimin üzerinde duran ellerine baktım. Kafamı bu kadar karıştırmak zorunda mıydı yani?

"Ben odama gidip biraz dinlensem iyi olacak." diye mırıldandım. "Bu son iki hafta içindeki üçüncü taşınmam." Biraz kendi kendime kalıp son zamanlarda olanları düşünmem ve iyice tartmam gerekiyordu. Atlas bileklerimden nazikçe kavrayıp ellerimi uzaklaştırarak bavulu kendisi itmeye başladığında, ne yapacağımı bilemeyerek kısa bir süre şaşkın tavuk gibi etrafıma bakıp ben de arkasından yetiştim ve az önce girdiği odadan içeri adımımı attım. "Dediğim gibi fazla eşya yok, sadece temel şeyler, ne istersen, neye ihtiyacın varsa bu hafta sonu gidip alabiliriz."

Bakışlarımı bu defa da bana verdiği odada dolaştırdım. Odanın tam ortasında çift kişilik bir yatak, yatağın yanında iki küçük komidin, üç kapılı bir gardrop ve köşede bir makyaj masası vardı. "Belki ufak bir kitaplık alabilirim." diye mırıldandım daha çok kendi kendime. Burada onunla birlikte plan yapıyor olmak garip hissettiriyordu. Özellikle de birbirimizle tek kelime bile etmeden, yalnız başımıza geçirdiğimiz aylardan sonra. Yatağın yanında İda'ya alacağımızı tatlı tatlı hayal ettiğim bir beşiğin sığabileceği kadar yer vardı. Ama şimdilik Atlas'a bundan bahsetmek istemiyordum. Sanki ona sesli bir soru yöneltmişim gibi "o zamana kadar taşınmış olacağız." dedi birdenbire keskin bir sesle Atlas. Yüzümde asılı duran soru işaretleriyle ona baktım, ama sonra bakışlarını takip ettiğimde farkında bile olmadan karnımın üzerine yerleştirdiğim sağ elime sabit bir şekilde baktığını gördüm. "O zamana kadar birçok şeyi nasıl yapmam gerektiğini öğrenmiş olacağım." dediğinde tam olarak neyi kastettiğini anlayamamıştım. Yavaşça yanıma yürüdü. Sorgusuz sualsiz, teklifsizce üzerimdeki tişörtü sıyırıp sıcacık elini karnıma bastırdığında hafifçe irkildim. Bazen soğuktu, buz fırtınaları estirip üşütüyordu, sonra sıcacıktı kendi yarattığı buzulları yine kendisi eritiyordu; her koşulda ikimiz de yıpranıyorduk. Alnıma minik bir öpücük kondurduktan sonra bir adım geri çekildi. "Yarın işe gitmem gerek, sonrasında bir doktora gidelim, iyi olduğunuzdan emin olmak istiyorum." dedi kararlı bir şekilde.

"İyiyim, iyiyiz ikimiz de. Her şey yolunda."

"Görebiliyorum, ama kendim duymak istiyorum."

Haklıydı. Bu konuda daha fazla üstelememem gerektiğini düşünerek, "Peki ben?" diye sordum.

"Peki sen?" diye tekrar etti sorumu.

"Sen işe gideceksin, ben bütün gün burada hiçbir şey yapmadan mı oturacağım?"

Durup düşündü. "Aslında gözümün önünde olman daha iyi. Acaba şirkete gelip benimle mi çalışsan?"

Gerçekten sağlam bir kahkaha patlattım. "Oldu olacak gel kişisel asistanım ol falan de, Türk dizisi klişelerinin dibine vuralım." dedim karnımı tutarak gülmeye devam ederken.

"Neden ki çok iyi fikir bence." dedi gayet ciddi bir şekilde.

"Atlas..." dedim ve kafamı iki yana salladım. "Her şeyi kontrol altında tutamazsın biliyorsun değil mi?"

"Evet ama işimi sağlama alabilirim..." dediğinde lafını kestim.

"Sadece bir haftadır çalıştığım iki işimi de bir anda bıraktım, iki ev kapattım, üzerine bir de ülke değiştirdim. Şimdi hiçbir şey yapmadan öylece oturacağımı sanıyorsan yanılıyorsun, hele hele o insanların arasına girip, her gün yüz yüze bakıp hiçbir şey olmamış gibi davranacağımı zannediyorsan, büyük yanılıyorsun."

"Tamam ne istiyorsun?" diye sordu tüm bezginliği sesine yansırken.

"Öncelikle bir bilgisayar almalıyım kendime, sonrasında neler yapabileceğime bakarım. Biraz ilanları araştırırım." dedim.

"Yukarıda zaten bir bilgisayar var onu istediğin zaman kullanabilirsin. Yeniden çeviri işleri yapmak ister misin? Dilersen hemen bulabilirim sana." derken bulmuş olduğu çözümle gözleri parlıyordu.

"Bu defa saklanmak yok Atlas. Ben insan içine çıkmamamı gerektirecek kötü bir şey yapmadım ya da yüz kızartıcı bir suç işlemedim. Kimseden de korkmuyorum. Ne iş yapacağımı kendim seçmeyi tercih ederim."

Beni hiçbir şekilde vazgeçiremeyeceğini anladığında, çenesi sıkıntıyla kasıldı ve yüzü düştü. Ama bu konuda oldukça kararlıydım. Korkarak, kaçarak ya da saklanarak bu zamana kadar tüm belayı mıknatıs gibi üzerime çekmeyi başarmıştım. Artık izleyeceğim yol farklıydı. Kızım bana tarif edilmesi imkansız bir güç veriyordu. Atlas'ın hala darmadağın duran ifadesini gördüğüm anda, kızımız diye düzeltti beynim. Kızımız yarın oldukça inatçı ve sürekli kendi bildiğini okumaya meraklı babası ile tanışacaktı. Tam o anda karnımda İda'nın ilk tekmesini hissettim. Umarım bu babasına çekeceği anlamına gelmiyordur diye düşünürken buldum kendimi.





Yazarın Notu:

Merhabalar!

Umarım hafta sonunuz iyi geçmiştir ve bu bölüm Pazartesi sendromuna yakalanmadan haftaya başlamanıza vesile olur.

Biraz durgun, ama Atlas'a ve Hazel'e çizeceğimiz yeni yolun habercisi bir bölüm okudunuz.

Sizce Atlas'ın derdi ne? Neden böyle bir yakın bir uzak davranıyor?

Hazel bazen kendini tutamıyor. Bazense kendini hiç ama hiç tutmak istemiyor😜İyi mi yapıyor yoksa kötü mü?

Bundan sonra bölüm günümüz yok, ama önemli bir işim olmadıkça her hafta sonu bölüm atmaya devam etmek istiyorum. Lütfen verdiğiniz oyların hikayenin devamlılığı için önemli olduğunu unutmayın ve bölümlere oy vermeden ayrılmayın.

Hikayeyi desteklemek için gitmeden önce bu satıra emojiler bırakın❤️

Aşağıya bölümü anlatan kolajımızı bırakıyor ve içinde "bölüm" "çok" "kısa" kelimelerinden 3te 2sinin geçtiği yorumları sileceğimi belirtmek istiyorum, sonra aa yorumum nereye gitti olmasın. Elinden geldiğince hepinize tek tek cevap vermekten erinmeyen tatlış yazarınızın da bir sınırı var😇

Bana ulaşabileceğiniz ve Aslanağzı hakkında bilgi ve paylaşımlar bulabileceğiniz sosyal medya hesapları:

Haftaya görüşmek dileğiyle,
Sevgiyle,

MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

584K 35K 82
Mpreg Avcı Kendi Kokusunu Saklar Vakti Gelene Kadar..
BERDEL By Ayan Bela

General Fiction

70.7K 1.9K 83
{Önemli bir duyuru paylaşmak istiyorum. Kitabım yetişkinler içindir. 18 yaşın altındakilere önermiyoruz..} Sevgili dostlar.. BERDEL Hikayesi herkesi...
3.2M 169K 42
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 174K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...