SAVAŞ ve BARIŞ

By fevziyetkn

16.7K 1.4K 680

İki erkek kardeşin ve sonunu getirebilecekleri bir kızın hikayesi. Ya da... bir kızın ve iki erkek kardeşin s... More

GİRİŞ
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
Bölüm 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47

BÖLÜM 31

288 20 2
By fevziyetkn

Bölüm şarkıları: Nahide Babaşlı-Anlasana (bunu dediğim yerde açın)
Gnash- I hate u,I love u

Keyifli okumalar ^^

Güneşin yeniden doğmasını bekleyemeyecek kadar diriydi nefretim. İçimdeki uyanışa geçen hisler, göğsümde lav dolu bir mağaraya dönüşüyordu her geçen saniye. İşte bu yüzden üç gündür yatmaktan uyuşan bedenimi yataktan zorla kaldırıp onun karşısına dikildim.

"Gidiyoruz," dedim kendinden emin bir ses tonuyla.

Dudakları bir şey demeden ufak bir tebessüme gebe kaldığında gözlerindeki parlayan gururu çok net seçebilmiştim. Başıyla onaylayıp kapıya ilerlerken "diğerlerine haber vereyim," deyince "bekle," diyerek onu durdurdum. Susuzluktan kurumuş dudaklarımdan derin bir nefesi saldım. "Gitmeden önce uğramam gereken bir yer var," diye mırıldandım omuzlarımı kaldırırken.

Neresi olduğunu ya da nedenini sorgulamadı, sadece başıyla onaylayıp zaten açık olan kapıdan sessizce çıktı. Sanırım bu adamın en sevdiğim yönü buydu.

Yarım saat sonra odamdaki dolabımda kalan kıyafetlerimi mor bir çantaya atıp evden çıkmıştım. Her ne kadar onlara beni evde beklemelerini söylesem de ısrarla benimle geleceklerini söyleyip zorla taksiye bindiklerinde yapacak bir şeyim kalmamıştı.

İstanbul'un yoğun trafiğinin üzerine eklenen kar fırtınası yüzünden on dakikalık yolu kırk beş dakikada bitirebilmiştik. Yol boyunca aramızdaki sessizlik hakimiyetini korumuş,radyoda çalan kısık sesli slow bir şarkıdan başka ses çıkmamıştı.

Taksiden çıktığım anda bedenimi kuşatan soğukla üzerimdeki toprak rengi kabanıma sarılıp ellerimi ceplerine yerleştirdim. Yaz soğukla ilgili bir şeyler mırıldanıp deri ceketine sarıldığında göz ucuyla ona baktım. Bana ait olan turuncu gömlek ve siyah kot biraz dar gelmiş gibi görünüyordu zira adımlarını dikkatle atmasının başka bir sebebi olamazdı. Barış taksi ücretini ödeyip hızlıca yanıma geldiğinde "kararını ne değiştirdi?" Diye sorunca gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamadım. Yaz sağ tarafımda manidar bir şekilde kıkırdayınca başım o tarafa döndü.

"Ne değiştirecek,tabi ki Sava-"

"Bence biz burada bekleyelim."

Arkamızda kalan Savaş'a o bilmese de içimden teşekkür edip ablama ters bir bakış attım. Karşılık olarak omuz silkip az önce bahsini ettiği adama doğru ilerlediğinde Barış'a bakarak "üşürsünüz kantine geçin,ben de işimi halledip gelirim," diyerek sırt çantamı ona verip cevabını beklemeden hastanenin sıcak koridoruna giriş yaptım.

Babam ilk günden itibaren buradaydı,bir kez olsun annemi yalnız bırakmamış hastanenin kasvetli bekleme salonundan ayrılmamıştı. Ve şimdi yine koyu mavi sandalyelerden birine oturmuş,kafasını arkasındaki soluk renkli duvara yaslayarak uyuyakalmıştı. Bir an durup içimi sızlatan bu görüntüyü belleğime kazıdım,bu öfkemi diri tutmama yardımcı olacaktı. 

Duraksattığım adımlarımı yeniden harekete geçirip babamın yanına doğru ilerledim ve bir elimi cebimden çıkarıp hafifçe omzuna dokundum.

"Baba."

Birden irkilip gözlerini açtığında afallayarak sağına ve soluna bakındı,gözleri kızarmıştı. "Gülçin mi uyandı? Ne oldu?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım olası bir ağlama krizini önleyebilmek adına. "Hayır baba,ben geldim sadece sakin ol."

Nasır tutmuş iki elinin içiyle gözlerini ovuşturup bana yeniden baktı. "Polisler de az önce gitti,içim geçmiş demek ki."  Dediğinde kaşlarımı çatarak yorgun yüzüne baktım. "Polisler mi?"

"Evet,annen vuruldu Hayal ve kimin yaptığı konusunda en ufak bir fikrimiz yok. Gerçi ben şu restoranın ihalesi için o adamdan şüphelenmiştim ama o da o gün ülkede bile değilmiş."

Son kurduğu cümleyi bana değil kendine mırıldanırken aklıma bir kez daha babamın her şeyden habersiz olduğu geldi. Ah,bir bilse kızının nelere bulaştığını...

"Sana diyorum kızım."

Gözlerimi transtan çıkmış gibi hızla kırpıştırıp açık kahve gözlerine baktığımda "hı?" Diye mırıldandım.

"Senin diyorum nereden haberin oldu?"

Evet, işte bu kısmı hiç hesaba katmamıştım.

Boğazımdan aşağı derin bir yutkunma gönderip kekelememeye özen göstererek "ben buraya geliyordum,seni arayınca-"

"Anladım anladım kızım," deyip tamamlamama izin vermeden başıyla onayladığında rahatlayarak sessizce bir nefes aldım. Ona gideceğimi söylemeyecektim çünkü söylersem eğer aramızda yeni bir tartışma çıkacağını hatta beni göndermeyeceğini biliyordum. Buraya sadece annemi görüp veda etmeye gelmiştim ve bu amacımı gerçekleştirmek üzere yoğun bakımdan çıkan hemşirenin yolunu kestim. "Ben içerideki hastanın kızıyım ve onu görmek istiyorum,"

Saçlarını ensesinden at kuyruğu yapan hemşire bıkkınlıkla gözlerini bayarak "üzgünüm yoğun bakımdaki hastalarımızın ziyareti yasak," dedi. Sesinde sürekli aynı repliği kullanmanın bir otomatikliği vardı.

"Annemi tanımıyorsunuz sanırım," derken sesim sabrımın son demlerinde yüzüyordu.

Ardından babam olaya müdahale ederek ayaklanıp "sen git doktoru çağır,kızım sende otur şurada bekle," dediğinde hemşire başıyla onaylayıp bana ters bir bakış atarak yanımızdan uzaklaştı. Çok geçmeden babam ve annemin ortak arkadaşları Orhan bey, elleri beyaz önlüğünün cebinde yanımıza gelerek bana yukarıdan gayri ihtiyari bir bakış attı. "Melih senin kızın niye böyle hırçın?" Deyip eliyle omzumu sıktığında gözlerim bir omzumdaki eline bir yaşlanmaya yüz tutmuş suratı arasında gidip geldi.

"Annemi görmek istiyorum,"

Başıyla onayladı. Elini omzumdan çekip koridordan geçen az önceki hemşireye bir el işareti yaptığında minyon tipli hemşire ağır adımlarla bize doğru geldi. "Bennu, Hayal hanımı hazırla kızım," 

Adının Bennu olduğunu öğrendiğim hemşire başıyla onaylayıp bana baktığında Orhan bey bana bakarak "sadece beş dakika ama," diye uyarıda bulundu. Bir şey demeden Bennu hemşirenin arkasından gidip bir odaya girdiğimde bej rengindeki dolabı açıp içinden yeşil bir maske,kep ve önlük çıkararak bana uzattı. Sessizce elindekileri alıp üzerime geçirdiğimde 'hazırım' dercesine yuvarlak hatlı çehresine baktım.

"Hazırsan beni takip et,unutma Orhan bey beş dakika dedi." Derken yanımdan hızlıca ayrılmış önümde ilerliyordu. Ben de ona uyarak seri adımlarla peşi sıra ilerlerken stresin verdiği gerginlikle tırnaklarımla oynamaya başladım. Yoğun bakım ünitesinin kapısına geldiğimizde kartıyla kapıyı açıp eliyle içeriyi gösterdi.

"Bir şey merak ediyorum,"  diye mırıldandım ağzımın ucuyla.

Kahverengi kaşları çatılmıştı ama başını onaylar nitelikte salladı. "Komadaki hastaların bizi duyduğuyla ilgili bir şey okumuştum," yutkundum. Kaşlarım belli belirsiz umutla yukarı kalktığında "doğru mu?" Diye sordum. Önce kaşları eski halini aldı,ardından gözlerindeki sert ifade birden düşüp yerini anlayışlı bir ifade aldı. Beklemediğim anda dosyayı tutmayan eliyle hafifçe koluma dokunduğunda "doğru," dedi ve elini kolumdan çekip sessizce yanımdan uzaklaştı.

Beş dakikam başlamıştı,ellerimi birbirinden ayırıp saçlarımı iki yanından kulaklarımın arkasına attım ve kapı kapanmadan evvel içeri girdim.

"Anne?"

Bir elimle yatağın kenarını boylu boyunca okşarken yavaş adımlarla başının yanındaki tekli koltuğa ilerleyip oturdum. Etrafındaki tıbbi gereçlere kısa bir bakış atıp oksijen maskesi takılı solgun yüzünde durdum. Zaten beyaz olan teni daha da çok açılmış,kemik gibi duruyordu ve bu görüntü içimdeki suçluluk ateşine bir odun attı.

Ağzımdan firar eden hıçkırığa mani olmak istercesine elimin tersiyle ağzımı örttüm. Gözüme diken gibi batan yaşları def etmek amacıyla gözlerimi yukarı kaldırıp derin bir nefes aldım. Kendimi toparladığımı fark ettiğimde gülümsemeye çalışarak "kızın çok kötü bir şey yaptı anne." Dedim.

"Senin kızına yakışmayacak bir şey hem de." Öne doğru eğilip satürasyon cihazının takılı olduğu elini iki avucumun arasına aldım. 

"Beni yetiştiren sendin ve ben de tuttum seni örnek almak yerine beni terk eden kadına yakışan bir hata yaptım." Güldüm. "Artık ona annem bile diyemiyorum. Ona kızı olduğumu söylediğimde bana deli dedi anne." Gözlerim tekrar yanmaya başladığında bu sefer kendime mani olmadım. "Ben kabuslar görüp ilaç kullanmaya başladığımda bile sen bana bunu demedin. Bana hep sen farklısın dedin,özelsin dedin ama deli demedin. Her şeyin farkına varıyorum artık,doğurmak bir fedakarlık değil. Asıl fedakarlık olan yetiştirebilmek ve sen bana en büyük fedakarlığı yaptın. Karnından çıkmayan deli bir kıza annelik yaptın."

Başımı eğip gözyaşlarımla ıslanan yüzümü dirseklerimin iç kısmıyla silip kuruladım. "Ben... özür dilerim anne." Sözümü henüz bitiremeden sarsılan göğsüm yüzünden susarak içli içli ağlamaya başladım. "Sana layık bir evlat olamadım affet beni."  Burnumu çekip ağlarken gülmeye çalıştım. "Eğer uyanık olsaydın şu an anneliğin altın üç kuralını sayardın bana." 

Elimi kaldırıp baş parmağımı havaya diktiğimde "birincisi,"  diyerek altın kuralları saymaya başladım. "Anneler her zaman affeder. İkincisi anneler her zaman hisseder. Üçüncüsü... bu hayattaki karşılıksız tek sevgi bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi."

Göğsüm içine çöküp omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladığımda başımı eğdim ve ıslanan dudaklarımla elinin sırtına ıslak bir öpücük kondurdum. Alnımı eline yaslayıp son dakikamı böylece geçirirken yoğun bakımın otomatik kapısı açıldı. Birdenbire sakinleşmiştim. İçimdekileri dökmek göğsüme çöreklenen ağırlığı bir nebze olsun hafifletirken alnımı annemin elinden kaldırdım. Bennu hemşire beni bekliyordu.

"Vakit doldu."

Başımı salladığımda bana müsaade ederek arkasını dönüp gitti. Bir elimle annemin altın sarısı saçlarını okşayıp ayağa kalktım ve alnına bir öpücük bırakıp "bunu yapanlardan hesabını sormadan dönmeyeceğim, bu da benim sözüm olsun," diye mırıldandım ve son kez alnını öptüm, ellerimi hareketsiz bedeninden çekip gittim.

Üzerimdekileri çıkarıp yanımdaki tıbbi atık kırmızı çöp kutusuna attığımda babam yanıma geldi. Bir şey demesine izin vermeden "Masal nerede?" Diye sordum.

"Anneannesinde kalıyor. O da daha dün buradaydı."

Başımı sallayarak yanından geçip giderken arkamdan seslenince bir elimi kaldırıp "baba sonra," diyerek kendimi açık olan asansöre attım. Önümde iki hemşire vardı ve kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Dikkatim onlarda değilken annemin adını duymamla kaşlarımı çatarak dediklerine kulak kesildim.

"Duydun mu Gülçin hanım komaya girmiş." Dedi uzun boylu esmer olanı.

Yanındaki orta boylarda kısa saçlı kahküllü kız ise eliyle ağzını örterek "Ay deme,yazık kadına ya." Diye cıkladı.

"Öyle duydum ben. Kurşun kalbine çok yakın gelmiş," dediği an benim de kalbime bir kurşun saplandığında başımı öne eğerek siyah botlarımı izlemeye başladım.

"Kim vurdu acaba? Ne isterler ki öyle tatlı kadından?"

"Aman o deli evlatlığı vurmuştur bence."

Kalbime sert bir yumruk yemişçesine dudaklarımdan tiz bir nefes aldım. Başımı kaldırıp uzun boylu kıza bakarken diğeri "yazık,genç yaşında heba etti kendini kadın." Diye mırıldandı. Tırnaklarım avuç içime hilal şeklini bıraktığında asansörün kapısı kayarak açıldı ve ikisi de kokuşmuş dedikodularına devam ederek çıktılar. Kapı yeniden kayarak üzerime kapandığında dizlerimin üzerine çöktüm,yumruklarım dizlerimin üzerine düşmüştü. Titreyen parmaklarımı açıp avucumdaki kanlı hilalleri gördüğümde başımı geriye attım.

"Neden ben?" Diye isyan ettim acı bir inlemeyle. "Neden ben?"

Ne de kolaydı haklarında hiçbir şey bilmedikleri insanlarla ilgili kötü yorumlar yapıp hakaret etmek. Bu insanoğlunun yapmaktan zevk aldığı en büyük şeyler arasındaydı. Babasıyla mı kavga etmiş,annesi mi terk etmiş,sorunları mı varmış,yalnız mı kalmış, bunların hiçbiri engel değildi onlara. İnsanlar sadece konuşurlar ama boş konuşurlar.

Asansörün kapısı son kez yeniden açıldığında yanımdaki aynadan destek alarak ayağa kalktım. İki elimin tersiyle gözlerimi kuruladım,asansörden çıktığımda artık bambaşka bir Hayal'dim.

Kendinden emin dik adımlarımla dışarı çıktığımda diğerlerinin beni bir takside beklediklerini gördüm. Gecenin karanlığı iyice çöktüğünden dörtlüyü yakıp sinyal verdiklerinde arabaya ilerleyip arka koltuğa bindim. Girer girmez beni kucaklayan sıcakla gevşeyip arkama yaslandım.

"Biletleri aldığınızı söyleyin."

Yanımda oturan Barış elimi tuttu ve  "aldık...sen iyi misin?" deyip beni sorduğunda başımla onaylayarak ben de elini sıktım. İçimdeki yangını sineye çekip öfkeme odaklandığımda yolu plan yapmaya çalışarak geçirmiştim. Havaalanına inip uçağa bindiğimiz vakit daha fazla uykusuzluğa dayanamayarak başımı Barış'ın omzuna yasladım ve uykuya teslim oldum.

Bir boşluktaydım ancak karanlık olması gereken boşluk aksine bembeyazdı. Her yer beyazdı ve etrafta eşya adına nitelendirebileceğim tek bir şey dahi yoktu; boşluktu sadece.

Gözlerimle boşluğu tararken etraftan daha beyaz bir aydınlık gördüm ileride ve bana doğru geliyordu. Gözlerimi kamaştıran parlaklıkla ellerimi siper edip gözlerimi kapattığımda melodili bir ses duydum.

"Kızım?"

Ellerimi aşağı indirip bembeyaz uzun elbisesine ve ışık saçan yüzüne baktım. "Anne?" Diyerek gülümseyip ona doğru adım atmaya çalıştım ancak bacağımı hissetmiyordum bile. Hayal kırıklığıyla omuzlarımı düşürdüm. "Rüyadayım değil mi?"

Dudakları şefkatle kıvrıldığında kendisi bana doğru bir adım attı. "Sana her zaman çok özel ve farklı olduğunu söylemiştim."

Boğazıma oturan yumruyla kaşlarımı çatıp "uyanmak istemiyorum," diye mırıldandım.

"Ama uyanacaksın," diyerek acımasız gerçeği yüzüme vurduğunda başımla onayladım. Ardından ifadesi ciddileşip gözlerine endişeli bir bakış oturduğunda "yapma kızım," dedi. "Kendini de sevdiğin adamı da yakacaksın,yapma."

Yutkundum. "Sen beni duydun mu?"

Ağır ağır başını salladığında mahçupca alt dudağımı dişledim. "Beni affedebilecek misin?"

Gülümsedi, "anneler her zaman affeder," dediğinde ben de onunla aynı anda söylemiştim. Gülümsemeye çalışarak "evet ama  eğer ben gitmeseydim-"

"Eğerlerle keşkeleri hayatından at güzel kızım. Olacağı vardı ve oldu,sen gitmeseydin bir şekilde yine olacaktı."

İnatla başımı iki yana doğru salladım. "Olmayacaktı."

Manidar bir gülümseme eşliğinde bana doğru bir adım atıp eliyle saçımın tepesinden belime uzanan ucuna kadar okşadı,gözlerimi kapattım.

"Azrail biz insanların aksine yaratıcısına sadıktır,elbette görevini yapacaktı sen olsan da olmasan da."

Başımı onun avuç içine doğru yasladığımda görüntüsü televizyon yayını gibi cızırdamaya ve bir silinip bir görünmeye başladı. Kaşlarımı çattığımda uzaktan bir sesin adımı çağırdığını duydum. "Ne oluyor?"

"Uyanıyorsun."

Hızla başımı salladım. "Hayır! İstemiyorum hayır. N'olur anne neredeysen ben de kalayım seninle."

Görüntüsü netleşip ilk geldiğindeki gibi parıldamaya başladığında gözlerimin acımasıyla onları kıstım. "Anne!"

"Hayal oraya gitme kızım."

Sesi de kendi gibi giderek uzaklaşırken ellerimi uzatmaya çalıştım ancak bacağımdaki gibi aynı hissizlik burada da mevcut olduğundan girişimim başarısızlıkla sonuçlandı.

"Anne gitme."

"Savaş'ı da kendini de yakacaksın."

Kaşlarım gözlerimin üstüne şiddetle çatılırken kollarımın sarsılmasıyla etrafımdaki boşluk karardı. Korkuyla gözlerimi açıp "anne!" Diye bağırdığımda yerimden kalkmaya çalıştım ama güçlü kolların arasında hapsolmuştum.

"Şşh şş. Geçti tamam geçti."

"Geçti mi?" Diye mırıldandığımda yüzüme düşen bir tutam saçım nefesimle havalanıp geri inmişti.

"Geçecek."

Beni saran kollardan çıkıp sevgilimin merhametli yüzüne baktım. "Geçmeyecek."

Ellerimle yüzümü ovalayıp onun gibi ayağa kalktığımda endişeli bakışlarla hareketlerimi inceliyordu. Ona aldırış etmeden yanından sıyrılıp diğerlerine katıldım ve uçaktan indik. Havaalanına bıraktığımız Barış'ın arabasına bindiğimizde havanın İstanbul'a göre daha ılık olduğunu fark ettim.

"Efsane ile konuştum,yarın annenin olduğu okula kayıtlarımızı yaptıracak,"

Dikiz aynasından arkaya baktığımda Savaş ile gözlerimiz aynada birbirine çarptı. Gözlerinin içindeki yeşil kıvılcımlara bakarken zihnimde annemin cümlesi yankılandı.

"Savaş'ı da kendini de yakacaksın."

Keşke daha çok zamanım olsaydı da ne demek istediğini anlasaydım.

Gözlerimi aynadan çekip ön camdan yolu izlemeye döndüğümde artık tanıdık gelen yollarda ilerlediğimizi fark ettim. Kırmızı ışıkta durduğumuzda yanımızda da bir araba durmuştu ancak bu araba at arabasından başka bir şey değildi.  Kaşlarımı çatarak Barış'ın olduğu camdan eğilerek baktığımda arabanın üstündeki genç gülerek bize el salladı. Ardından eliyle camı açmasını işaret ettiğinde Barış gülerek camı açtı ve "buyur kardeşim?" Diye sordu bir kolunu cama yaslarken.

"Ne kardeşimi,gardaş ben senin nereden kardeşin olüyürüm?"

Ciddi olup olmadığını sorgularcasına kaşlarımı yukarı kaldırıp Yaz'a baktım. Gülerek "iyi izle," dediğinde dudağımı aşağı doğru bükerek tekrar onlara döndüm.

Savaş "adam haklı," dediğinde, adam gülerek "hay gadasını aldığım ya. Kim bu kardeş?" Dediğinde Barış elini sallayarak "ne kardeşi gardaş,benim abim nereden senin kardeşin olüyür?" Dediğinde dudaklarım kıvrıldı hafifçe. Yaz benim aksime kahkaha atarken Savaş da benim gibi gülümsemekle yetinmişti.

Esmer olan adam ağzını yarım santim açıp şaşkın şaşkın bakarken Barış dayanamayıp güldü. "Nasıl olüyürmüş gadasını aldığım?"

"Amaan, bak hele gardaş ben sana ne diyecektim ya bilüyün mü?"

"Ben nerden bileyim be adam?"

Tebessümüm şahit olduğum manzara yüzünden giderek genişlerken yüzümü deşen bakışları üzerimde hissediyordum ama gözlerimi bir an olsun Barış ve Adana'lı adamdan alamıyordum.

"Ne bağürüyün ya? Adam gibi bir şey sorduk."

"Çattık ya." Barış nefesini verip ön camdan ışıklara baktığında hala kırmızı ışığın yanmasıyla direksiyonda ritim tutmaya başladı.

Esmer adam elini havaya kaldırıp "ben sana buradan bir çatarım görürsün he. Adana'lıyım lan ben Adana'lı! Kanım bile deli atüyür benim." Diye bağırınca Barış da bir anda bağırarak "ne bağürüyün kardeş ben de Adana'lıyım." Deyince gözlerimi açarak ona baktım. Az önce bağıran adam bir anda otuz iki diş sırıtarak "valla mı? Hangi mahalle?" Dediğinde kıkırdayarak gözlerimi başka yere çevirdim.

Gözlerimin denk geldiği yer tam olarak onun dudaklarımı izlediği gözleriydi ve benim baktığımı fark edince hızla onları oradan çekip aldı. Gülümsemem giderek solarken arabanın çalışmasıyla önüme döndüm ve ön camdan yolu izlemeye devam ettim. Çok geçmeden Yaz'ın evine geldiğimizde arabadan inip içeri girdik ve kendimizi boş bulduğumuz bir yere attık. Hepimiz yol yorgunuyduk.

"Biz çok durmayacağız,Hayal eşyalarını al da gidelim hadi."

Başımı yasladığım koltuktan kafamı kaldırıp ona tek kaşımı kaldırarak baktım. "Tek sorunum bu mu yani şimdi Barış?"

Yaz da bana destek çıkarak "daha planlı ve iyi hareket etmek için bir arada olmamız gerek. İşin içine duygularını karıştırma." Dediğinde Barış memnuniyetsiz bir ifadeyle bana baktı.

"Hayal."

Ayağa kalkıp elimle ona 'dur' işareti yaparak "konu kapanmıştır Barış. Bence sen otele gidip eşyalarımızı al." Diyerek cevap vermesini beklemeden merdivenlere ilerledim ve duş almak için banyoya girdim. Kısa bir duşun ardından siyah taytımla mürdüm rengi kazağımı giyip yatağıma girdim. Bedenim tanıdık yatağın üstünde gevşeyip hemen uyku pozisyonunu alırken içimden rüyamda tekrar annemi görmek için dua ettim. 

Güneşin batmaya yakınlaşırken gökyüzünü boyadığı turuncu rengin altındaki insanlar,her günkü gibi monoton hayatlarının rutinlerini yerlerine getirmek için koşuşturuyorlardı. Ömürlerinden bir gün daha azaldığı gerçeğinin hiçbiri farkında değildi ve dünyada sonsuza dek kalacaklarmış gibi kırıyorlardı, üzüyorlardı ve üzülüyorlardı. Fakat bir adam vardı ki diğer insanların aksine hayatının emanet olduğunun bilincindeydi ve bundan mütevellit evinin arka bahçesine ufak bir masa kurup kardeşini çağırmıştı uzlaşmak için.

Yeşil çimenlerin üzerindeki maundan masanın üzerine son olarak salataları ekleyip kazağının kollarını dirseklerine kadar sıyırdı. Gözleriyle gökyüzünün eşsiz rengine ve ağaç dallarının arasına astığı renkli lambalara baktı arkasında duyduğu adım sesleriyle gülümserken.

"Hayırdır?"

Genç adam arkasını dönüp kardeşinin sorgulayan yüzüne karşı gülümsedi. Eliyle yanındaki tahta sandalyeyi çekerken "önce bir otur bakalım,hala çok tedirginsin kardeşim erken kırışacaksın," deyip daha sonra kendi kendine kaşlarını çattı. "Aman Allahım Yaz gibi konuştum. Bir daha bunu yaparsam şu iskemleyi kafama atar mısın?"

Kardeşi başını sağa ve sola doğru sallayıp gülerken yaslandığı kapıdan ayrılıp bahçeye çıktı ve ağabeyinin çektiği iskemleye oturdu. Ağabeyi Savaş da karşısındaki yerini alırken "uzun zaman oldu be," diye sitem etti.

"En son Selim'i Samsun'da alt edip Ankara'ya taşındığımız zaman yapmıştık."

Savaş rakı şişesini bardakların yarısına kadar doldururken başını salladı. "Yıl iki bin on altı, Nisan yirmi sekiz."

Yarısına kadar rakı doldurduğu bardakların üzerine suyu ekleyip birini kardeşine doğru uzattı. Ardından kendi bardağını havaya kaldırıp "ne diyoruz o zaman? Kardeşliğe."

"Kardeşliğe."

Havada tokuşan bardakların çıkardığı sesler radyoda çalan Neşet Ertaş'ın şarkısına karışırken ikisi de rakılarından bir yudum alıp bardaklarını aynı anda masaya indirdiler. Barış gözünü masadaki mezelerden ayırmadan "ihanet bulaşmayan kardeşliğe," diye mırıldanınca ağabeyi eliyle çıkmaya başlayan sakallarını kaşıdı.

"Ben sana hiçbir zaman ihanet etmedim kardeşim."

"Biliyorum."

"Etmem de."

"Biliyorum."

Savaş güler gibi bir ses çıkarıp kardeşine baktı. "O zaman ne bu karı gibi tavırların,triplerin?"

"Karı gibi mi?" Dedi Barış gözlerini masadan çekip ağabeyinin gözlerine bakarken. Gözleri yine tüm perdeleri çekilmiş bir oda gibi karanlık bakıyordu ama Barış bu gözlerin içinin birkaç defa kıvılcımlanıp yandığını görmüştü ve her seferinde o gözler sevdiği kızın derin gamzelerine bakıyordu.

"Evi terk ettin lan. Kendimi üç çocuğuyla ortada kalmış herif gibi hissettim."

Barış ağabeyine gülüp masadaki yeşil zeytinlerden bir tane ağzına attı. Ağabeyi de eline çatalını alıp mezelerden birine daldırırken masaya bir süre sessizlik hakim oldu. İki kardeşin de kafasında pusuya yatmış iğneleyici sözler yatıyordu ama ikisi de bunları dile getirmek için herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Ta ki, Barış uzun zamandır farkında olduğu gerçeği daha fazla içinde tutamayarak "evi terk etmemin sebebi o değildi," diyene kadar.

Savaş'ın ağzına götürdüğü kadehi havada asılı kaldığında kaşlarını çatarak kardeşine baktı. "Ne dedin sen?"

"Duydun işte. Evi terk etmemin sebebi Hayal'e aşık olman değildi."

Savaş artık yavaş yavaş kabullenmeye başladığı gerçeği yutkunarak sindirmeye çalışırken bardağını masaya indirdi. "Neydi ya?"

Barış masada duran bardağından bir yudum içki aldı,acele etmedi. Aynı ağırlıkla onu geri masaya koyarken hala bardağı tutuyordu. "Daha önce defalarca kız arkadaşlarımı aldın Savaş. Söylesene,hangisine kızdım?"

"Onlar kendi istekleriyle bana geldiler." Dedi Savaş dişlerinin arasından. Kardeşinin nereye varmak istediğini hala anlamamıştı.

"Biliyorum. Ama bu sefer farklı değil mi? Hayal sana gelmedi."

"Gelmeyecek de."

Barış buruk bir hüzünle dudaklarını kıvırdı. "İşte bu yüzden gittim."

Ağabeyi kaşlarını daha sert çattığında kendi içinde bir çatışma yaşadığını görebiliyordu. Onu aydınlatmak adına dudaklarını yeniden araladı. "Bakışlar Savaş,asla yalan söylemez. Ben o gözlerin içinde sana ait bir şey gördüm."

Savaş zorlansa da gülmeye çalışarak "saçmalıyorsun," dediğinde Barış içkisinden bir yudum daha aldı. Başını geriye atarak artık laciverte bürünen gökyüzüne baktığında rakıyla ıslanmış dudaklarının arasından sıkıntılı bir nefes bıraktı.

"Keşke öyle olsa be ağabey." Deyip kafasını indirerek ona baktı. "Hayal sende hiçbirimizin görmediği bir şey görüyor ve bu sana iyi geliyor,görebiliyorum. Hatta bazen benim defalarca yapmaya çalıştığım şeyi bile yapabiliyor," kadehi tuttuğu elinin işaret parmağıyla onu gösterdi ve kaşlarını kaldırdı "içindeki yaralı çocuğu gün yüzüne çıkarıyor."

Savaş masanın altından elini sıkarken yüzünü ifadesiz tutmaya çalıştı. Radyodaki şarkı değişip her dinlediğinde Hayal'i hatırlatan Ufuk Beydemir'in 'Ay Tenli Kadın' şarkısı çalmaya başladığında pes edercesine nefesini verip başını eğdi.

"Haklıyım değil mi ağabey?"

Savaş'ın belleğinde canlanan kız geceye benzeyen saçlarını kulağının arkasına atıp ay gibi teniyle gamzelerini çıkararak gülümsediğinde gözlerini sımsıkı yumup başını sağa sola salladı. Kafasını kaldırıp kendisinden cevap bekleyen kardeşine baktığında eliyle masaya yumruğunu vurarak tabak ve bardakların titreyip şangırdamasına neden oldu.

"Haklısın ulan haklısın! Oldu mu? Rahatladın mı?" Diye bağırırken öne doğru eğilmiş ve gözlerini her sinirlendiğinde yaptığı gibi sonuna kadar açmıştı.

Barış ağabeyinin aksine sakin bir ifadeyle gülümsediğinde "rahatladım," diye mırıldandı. Aslında rahatladığı falan da yoktu çünkü bunu onun ağzından duymak ona daha büyük bir acı vermişti. Ağabeyine iyi geliyordu o kız biliyordu,bilmekten ziyade görüyordu fakat ondan vazgeçemeyecek kadar çok seviyordu onu. Ağabeyini kendi ateşinde yalnız bırakacak kadar seviyordu Barış.

"Çok direndim Barış,direndim yeminle direndim ulan."

Barış boşluğa dalan gözlerini ağabeyinin acı çeker gibi buruşan suratına çevirdi. Savaş aklına bir şey gelmiş gibi gülüp "ulan bir gülüşü var...bana gülerken hissettiğim şeyleri ben bir kızın üstünde bile hissetmedim şerefsizim." Diye itiraf etti.

Barış dişlerini sıkarak "sus." Diye tısladı.

"Konuşurken,yemek yerken,kızarken bile o çıkan gamzelerini ömrü hayatımda gördüğüm hiçbir manzaraya değişmem."

"Sus dedim." Diyerek bu sefer o vurdu elini masaya.

Savaş kardeşini dinlemedi. Gelmek istediği yere kadar konuşacaktı. "Onun için ölürüm,onun için öldürürüm ama onu senden almam kardeşim. Gerekirse onun yüzünden ortaya çıkan o çocuğu yine gömerim içime diri diri,ama sana bunu yapmam kardeşim." Başını sallarken son kez "bunu da böyle bil." Deyip yarısı bitmiş rakısından son yudumunun hepsini ağzına dikerek aldı.

Barış dudaklarını bir şey diyecekmiş gibi bir araladı bir kapadı. Aklındaki planı ona dese ne tepki vereceğini kestiremiyordu ama Hayal için bunu yapmak zorunda hissediyordu kendini.

"Onun için ölürsün,onun için öldürürsün?" Kafasını kaldırdı. "O zaman onun için ölmen gerekecek ağabey."

Başıma saplanan keskin bir ağrıyla inleyerek gözlerimi açtım. Oda pencereden sızan turuncu sokak lambasının ışığı dışında karanlığa gömülmüştü. Üzerime örtülen battaniyeyi ayağımla geriye atıp bacaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Uyurken hava yeni ışıyordu ama şimdi hava yeni kararıyordu, bu da baş ağrımın sebebini net bir şekilde açıklamama yeterliydi. Ellerimle şakaklarımı ovalayıp elimi yüzümü yıkamak için banyoya girdim ve soğuk suyu yüzüme çarptım. Birkaç kez bu hareketi tekrarlayıp beyaz havluyla yüzümü kuruladım ve banyodan çıkarak aşağıya indim. Etrafta kimse görünmüyordu ve ev fazla sessizdi.

Guruldayan karnım her ne kadar beni mutfağa gitmeye teşvik etse de iştahım olmadığından karanlık salona girip cayır cayır yanan şöminenin karşısındaki tekli koltuğa kuruldum. Bir süre turuncu alevleri izleyip yarın ne olacağını düşünürken ışığın açılmasıyla yüzümü buruşturdum.

"Vampirella?"

Gözlerimi devirirken izlediğim şömine ateşinin önüne geçip karşıma dikildi. "Savaş ile Barış arka bahçede masa kurmuşlar. Hadi gidip basalım."

"Ne masası?" Diye sordum tek kaşımı kaldırırken.

"Rakı masası,"

Bezgin bir nefes verdim. "Çok komik," diye homurdanırken bana gözlerini devirip "ciddiydim," dedi ve "hadi," diyerek beni beklemeden gitti. İçimdeki merak duygusuna yenilerek ayağa kalkıp sıyrılan kazağımı düzelttim ve mutfağın balkonundan arka bahçeye çıktım.

Gözlerimi boyayan manzara çok güzeldi,huzur kokuyordu. Çimlerin arasına atılmış minik ama sevimli bir masa ve ağaç dallarının arasında ışıl ışıl parlayan rengarenk lambalar bana hayalimdeki ortamı sunuyordu. Arka fonda çalan kısık sesli radyo... masadaki birbirinden güzel ruhlu insanlar...

Belli belirsiz tebessüm ederek masaya ilerleyip Barış'ın yanına oturduğumda Yaz gülümseyerek "oh be,huzur ya. Savaş bana da doldur bir tane." Deyip gözüyle rakı şişesini işaret etti.

"Uzak dur kızım benden. Bu aralar fazla yakınız bak alerji yaptın bende."

Yaz kaşlarını çatarak Barış'a döndü. "Ne saçmalıyor bu sosyapat?"

Barış gülerek "bir saat önce senin dilini konuşmaya başladı," dediğinde kaşlarımı kaldırarak Savaş'a baktım. Rakı şişesini devirip bardağın yarısını doldururken bir an bana baktı. "Sen de içer misin?"

Yaz ağzına götürdüğü suyu püskürerek üstümüze saçtığında Savaş bir küfür mırıldanarak peçeteyle önünü kuruladı. "Misin mi? Dünkü hanzo sen nereden öğrendin o rica kipini?"

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Savaş Yaz'a öyle sert bir bakış attı ki ben olsam buz keserdim ama o hala pişkin pişkin gülüyordu.

"Yaz erkek olsaydın be keşke, ah keşke."

Yaz eğilerek önünden yarısı rakı dolu bardağını alırken ona doğru sallayıp "hadi hadi utanma kız söyle," dediğinde kendimi tutamadan bir anda güldüm. Sen tut koskoca psikopat Savaş Demirhan'a liseli kız muamelesi yap!

Masada sadece ben ve Yaz gülerken Barış da eliyle ağzını kapatmaya çalışıyordu. Ama öyle sıkı kapatıyordu ki,sanki birazcık gevşetse kahkahası dudaklarının arasından kaçacaktı.

Savaş bir an bana takılan gözlerini kardeşine çevirip işaret parmağını salladı. "Sakın!"

Yaz ile gülmemiz giderek sönerken aynı anda oy çekerek derin bir nefes verdiğimizde birbirimize bakıp tekrar güldük. Barış ağzına attığı peyniri çiğneyip "Yaz hadi bir şarkı patlat be!" Diyerek radyoyu kapattığında Savaş önüme bir bardak rakıyı koydu. Ortama uyum sağlayarak bir şey demeden kadehi aldığımda hala bana baktığını fark ettim. Kaşlarımı çatarak bakışlarımı yukarı kaldırdığımda gözlerime değil yüzümün her bir santimine baktığını gördüm. Sanki...sanki ezberlemeye çalışıyor gibi bir hali vardı.

"Söylemez miyim be,nasıl da özlemişim?"

Gözlerimi yanıma çevirip ablama bakarken "sen şarkı mı söylüyordun?" Diye sordum. Başıyla onaylayarak "ne sandın yaprağam?" deyip yanağımdan makas aldığında anlamayarak kaşlarımı çattım.

"Eyvaah, sevgilim ablandan biraz uzağa çek sandalyeni kendisi içince biraz bize dönüyor da."

Savaş Barış'a bakıp "ne bizi be? Bildiğin içine kamyoncu kaçıyor." Dediğinde gülerek ablama baktım. Elindeki kadehle beraber elini havaya kaldırıp "susun! Şarkı söyleyeceğim." Deyip gözlerini kapadı ve boğazını temizleyerek şarkıya giriş yaptı.

(Şarkıyo burada açınız)

"Kendimi esir aldım,
çalmadı yine telefonlar,
Alışırım sanmıştım,
Yüreğimde sancın var,
Gel etme nazlı güneş,
Sensin gönlüme eş,
Beni biraz anlasana."

Gözlerini açıp elini indirdiğinde kaşlarını çatarak şarkının içinde hissederek ilerlemeye devam etti. Fakat şöyle bir şey vardı ki gözleri hemen yanıma kaymış,Barış'ın üzerindeydi. Bu beni rahatsız etmedi,incitmedi. Sanırım yavaş yavaş onu anlıyordum.

Dilinin dudaklarına ağır ağır vururken çıkardığı melodili sesi ve kaşlarını çatıp elini havada sallaması şarkıyı ne kadar hissettiğini gösterirken gözlerimi yanına doğru kaydırdım ve onunla göz göze geldim.

"Ölürüm aşkına yâr,
Ölürüm diyar diyar,
Beni biraz anlasana,
Ooff sarıl bana,
Beni biraz anlasana."

Yaz of çekerken göz ucuyla gözünün kenarından damlayan yaşı gördüm.
Savaş ağır ağır gözlerini kapatıp açarken fırsatten istifade onun gibi yüzünün diğer kısımlarını incelemeye başladım. Gözleri yeniden açılıp benimle buluştuğunda elimi yanağıma yaslayıp ben de bir of çektim. Gözlerinin içinde bir yanıp bir sönen ifadeden içsel bir çatışma yaşadığını görebiliyordum.

"Oof sarıl bana,
Beni biraz anlasana."

Yaz şarkıya ara verip derin bir nefes aldı ve içkisini ağzına doğru götürdü. Bir yudum alıp kadeh tutan elini havada sallayarak şarkıyı söylemeye devam etti. Çok naif ve güzel bir sesi vardı. Zaten o konuşurken bile melodili sesiyle bir ezgi okuyormuş gibi konuşurdu.

"Kendimi esir aldım,
Çalmadı yine telefonlar,
Alışırım sanmıştım,
Yüreğimde sancın var,
Gel etme nazlı güneş,
Sensin gönlüme eş,
Beni biraz anlasana.

Ölürüm aşkına yâr,
Ölürüm diyar diyar,
Beni biraz anlasana,"

Son nakarata geldiğimizde Barış da hafifçe mırıldanarak Yaz'a eşlik etmeye başladığında ben de gülümseyerek söylemeye başladım ve aynı anda Savaş da aramıza katıldı. Artık mırıldanarak değil bağırarak söylüyorduk.

"Of sarıl bana,
Beni biraz anlasana.
Of sarıl bana,
Beni biraz anlasana."

Son iki dizeyi of'u uzatarak çektiğimizde kadehlerimizi yukarı kaldırdık ve şarkıyı bitirdik. Yarım dakika kadar bir sükut oluştu aramızda,herkes bu münzevi anı iliklerine kadar hissetme arzusundaydı sanki.

"O zaman," diye bağırdı Yaz neşeyle havada kalan bardağını bizim bardaklarımıza tokuştururken bana baktı. "Kardeşliğe!"

Gülümsedim. Başımla onaylayıp ben de kadehimi tokuşturduğumda Savaş ve Barış da bize eşlik ederken Barış "aşka ve kardeşliğe," diyerek yeni bir söz ekledi şeref kadehimize. Yutkundum ve kendimin bile zor duyabileceği bir sesle "aşka ve kardeşliğe," diye mırıldandım.

Gözlerim teker teker hepsinin üzerinde gezerken yüreğimde anlamı belirsiz bir sızı hissettim. Bir gün hayatımdan çıkacaklarının farkında olmama rağmen tüm artıları ve eksileriyle onlara alışmıştım,bu yüzden bizim için bir son olmamasını diledim içimden.  Fakat gel gör ki her şey sona yaklaşıyormuşuz gibiydi,eksiksiz ve kusursuz. Ama hiçbir zaman yanılmayan hislerim kalbimin topraklarına nifak tohumları eklerken usulca fısıldadı kulağıma.

"Sonun başlangıcına hoşgeldin."

Bu bir son değildi.

Sonun başlangıcıydı.

Sonun başlangıcı...

♡Aşk'a ve Kardeşliğe♡

Savaş Ve Barış'ın fan sayfasını takip etmek için instagram adresi: savaşvebarışofficial

Kesitlerimiz ve ara sıra  etkinliklerimiz olacak. Ailemiz giderek büyüyor.

SEVİLİYORSUNUZ...

Continue Reading

You'll Also Like

90.2K 10.8K 49
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
18.8K 2.6K 17
O hep "kırılmadım sorun yok" diyordu, fakat ruhu yavaş yavaş ölüyordu. Texting&düzyazı
592K 68.5K 54
"eğer yapabilseydim kendimi senin ceplerine sığdırabilmek isterdim" texting + düzyazı 22.11.2022
119K 12.5K 27
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️