SAVAŞ ve BARIŞ

Per fevziyetkn

16.7K 1.4K 680

İki erkek kardeşin ve sonunu getirebilecekleri bir kızın hikayesi. Ya da... bir kızın ve iki erkek kardeşin s... Més

GİRİŞ
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
Bölüm 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47

BÖLÜM 25

298 24 18
Per fevziyetkn

Multide yine bir Hayal videosu :) onu aklınızda iyice canlandırmak istiyorum çünkü Hayal çok önemli ve farklı bir karakter bunu bu bölüm daha iyi anlayacaksınız^^

Bölüm şarkısı: Can Kazaz Bunca Yıl.

Keyifli okumalar bakalım ♡

Ölümün soğuk nefesi sıkıştığımız bu küçük depoya sızmış, hepimizin ensesinde kol geziyordu. Azrail ellerini ovuşturarak bir köşeye sinmiş,tek bir kurşunun yaralayacağı bedenin ruhunu almak için fırsat kolluyordu,yüzünde görevini yapmanın verdiği bir huşu ile. Ama o azrailin bilmediği bir şey vardı ki, o da görevini yapmaması için elimden geleni ardıma koymayacağımdı.

Halsiz düşen kanlı bedenime aldırmadan omuzuma düşen kafamı kaldırdığımda saçlarımın bir kısmı yüzüme düşmüştü. Gözlerim karşımda bir kartal ifadesiyle beni izleyen keskin gözlerle çarpışınca gözlerimi ondan çekmeden kurumuş dudaklarımı araladım.

“Eğer onları öldürüp de beni canlı bırakırsan...seni buna pişman ederim.”

Keskin yeşil gözler öfkeyle biraz daha kısılınca çizgi halini alan gözlerinin arasında parlayan tek şey öfkenin yeşil hareleriydi.

Tehdidime gülerek karşılık veren Selim Demirhan elindeki ölü izmariti yere atıp parlak siyah kundurasının sivri burnuyla onu ezerek elini beline attı ve ölüm makinesini tereddüt etmeden çıkardı. Yanımda oturan ablam derin bir nefes alıp omuzlarını dikleştirmişti. Ölüme hazırdı. Köşede onun ruhunu almak için bekleyen azrail bu ifadeyi görünce yüzüne hinli bir gülümseme yerleştirdi.

“Hayal?” demesiyle başımı ona çevirdim. Başını onaylarcasına hafifçe eğdiğinde, “en azından bunu senin için yapmama izin ver,” diyerek dudaklarının kenarlarını hafifçe kıvırdı. Bir şey demedim. Kelimeler anlamını yitirmiş,ne desem boşluğa düşüp yokluğa uğurlanacaklardı.

Selim Demirhan ağır adımlarla bize doğru yaklaşırken elindeki siyah ölüm makinesini Yaz'a doğru doğrultmuştu.

“Son duanı et eks gelinim,ah eks ne de güzel uydu şu anki durumuna değil mi?”

Silah turunu Yaz'ın şakağında tamamlar tamamlamaz aceleyle “Buradan çıkar çıkmaz peşine düşerim!” dediğimde silahı tutan el duraksadı. Barış bana kafasını sağa sola sallayarak baktığında ona aldırış etmedim.

“Bu piç kurusu öldükten sonra uğraşacak bir şeyim kalmadığı için üzülüyordum. Sanırım artık yeni uğraşımı buldum.” diyen cani adama baktım.

“Beni öldüremezsin,” dediğimde başını yana yatırarak haince gülümsedi. “ölmekten beter edebilirim ama,”

İçi boş sözlerine aldırış etmedim çünkü namlunun ucundakini ve bir sonraki hedefini öldürerek zaten beni öldürmekten beter ediyordu, haberi yoktu. Kenara çekilmiş ruhumun can çekişmesini izliyordum. Hiçbir işkence, hiçbir eziyet bundan daha beter olamazdı. Ruhunu karanlığa teslim eden bir kadın düşünün,yapabileceklerini tahmin edebiliyor musunuz? Kadınların ne kadar tehlikeli olduklarını anlatan bir dolu film, bir dolu kitaplar vardır. Peki ya kırılmış bir kadın? Kırılmış bir kadın yavrusu elinden alınmış aslandan daha tehlikeli,daha hırçındı.

Acıyla yoğrulmuş bir kadındım ben,ruhuna inatla o karanlık lekeyi bulaştırmayan ama aynı zamanda acıyı göğüsleyen bir kadın… güçlü olmayı ben istemedim ancak verdiğim kayıplar ve çektiğim yalnızlıklar beni buna mecbur kılmıştı. Şimdi o kadının umudunu elinden alırsa eğer,yapabileceklerimi ben bile tahmin edemiyordum.

“Hoşçakal ufaklık, Barış'a iyi bak.”

Azrail saklandığı köşeden çıkarken siyah pelerinin eteklerindeki ateş arkasında uçuşuyordu. Birazdan o karanlık ateşe ablamı verecektim. Ama azrailin bilmediği bir şey daha vardı ki ben çok inatçı bir kadındım, kanımın son damlasına kadar savaşçı bir ruhtum. Bu düşüncemi kabul eden bedenim bağlı olduğu kalın iplere rağmen çırpınmaya başladı. Her çırpınışımda sızlayan yaram bağırmama neden olsa da aldırmadan acıyı kabullenip çırpınmaya devam ettim. Acımı güce çevirip kullanıyordum. Son çare Barış'a baktım, “bir şey yap Barış bir şey yap!” diye bağırdım sesimde kalan son umudun kırıntılarıyla.

Barış'ın kaşları çaresizlikle büküldüğünde ona bu zamana kadar atabildiğim en sert bakışımı atıp yabani bir hayvan gibi hırladım. O bile kabullenmişti,çoktan kabullenmiş ve daha ölmeden yaslarını tutmaya başlamıştı,bunu gözündeki ışığın sönüşünden anlamıştım. Hayır,bu kabul edilemezdi.

“Seni beni öldürmediğine pişman ederim puşt herif! Son nefesini verirken keşke seni öldürseydim dedirtmezsem ben de en adi-”

Acıyla karışıp öfkeyle harmanlanan sözlerimi durduran o ölüm makinesinin tek el atış sesiydi. Dudaklarımın arasından öyle sesli bir nefes çektim ki boğazım fazla oksijenden yanarak isyan etmişti. Gözlerimi kapattım yenilgiyle. Az önce deli danalar gibi çırpınan bedenim pili çıkarılmış oyuncak bebek gibi sönmüştü. Başım öne eğildi verdiğim en taze ve en acı kayıpla. Azrail siyah pelerinin altından bana hinli bir bakış atıp sinsice gülümsediğinde omuzlarım da düşmüştü. Azrail kazandı,ben kaybettim.

“Benim kızımın canını alacak adam daha anasının am*ndan çıkmadı şerefsiz oğlu Selim şerefsiz!”

Her şey aniden oldu. Öne eğilen başım yeniden dikeldi,omuzlarım duyduğu sesle yeniden dikleşti ve azrail öfkeyle bize bakıp yeniden köşesine çekildi. Kaybetmemiştim. Henüz değil. Yaz'ın babası kızını kurtarmaya gelmişti.

İçeriye aynı anda yaklaşık elli küsür adam girdiğinde Selim Demirhan namlusunun hedefini değiştirerek bir iki el kalabalığa ateş etti ve ardından arkasına bakmadan koşarak kaçmaya çalıştı. Yaz'ın babası birkaç adamı peşinden gönderirken diğer adamlar da Selim Demirhan'ın adamlarıyla çatışıyordu. Barutun keskin kokusu ve odanın rutubet kokusu birbirine karışmıştı. Gürleyen göğün sesine silahların uğursuz sesi eklenmiş ortalık teksas filmlerine dönmüştü adeta.

Yaz gözlerinde parlak bir şaşkınlıkla onu çözen babasına bakarken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı ama artık onları sisli bir perdenin arkasından izliyordum.

“Bizi nasıl buldun?” diye sorduğunda babası elindeki silahı yere bırakıp ona kısa bir bakış attı. “Partide karşıma çıktığından beri seni yakın izlemeye aldım.”

Savaş, “bizi de izleyen izleyeneymiş am*na koyayım,” diye homurdandığında Yaz onu seslice uyarmıştı ama o buna aldırış etmeyerek sadece omuzunu silkmişti.

Gözlerim odağını giderek kaybederken onlara gülümseyerek baktım. Kurtulmuştuk. Şimdilik…

Başım tekrar omuzuma düşeceği sırada bir el yanağımdan tutarak buna mani oldu ve elleriyle yüzümü hapsetti. Yarısı kapanmış gözlerimle bulanık görüntüye baktım. Aynı anda birisi arkamda ellerimi çözüyordu.

“Barış,kurtulduk,” diye zaferle fısıldadığımda elleriyle yanaklarımı okşayıp “bitti sevgilim bitti. İyi olacaksın,seni iyileştireceğiz,” dediğinde bunları umursamadan bitkin bir halde yeniden gülümsedim. Yarısı kapanan gözlerim birbirini çeken kirpiklerime mani olamayarak tamamen kapandı ve bilincim karanlığa teslim edildi.

Gözlerimi burnuma dolan taze ve mis gibi yemek kokularıyla açtığımda bulunduğum yer en son bulunduğum yerin aksine aydınlık ve rahattı. Kendime gelebilmek adına gözlerimi birkaç kez kırpıştırdığımda odağıma giren ilk şey asma tavanın beyaz alçısıydı. Tavanın önüne bir kafa eğildiğinde gözlerimi kısıp üzerime eğilen kişiye baktım. Gözlerim tanıdık yüzü sapasağlam görünce rahatlayarak derin bir nefes aldım ve doğrulmaya çalıştım. Ancak unuttuğum bir şey vardı ki o da karnımın sol boşluğunda derin bir kesik olmasıydı. İnleyerek tekrar yatacağım sırada Barış elleriyle omuzlarımdan geriye doğru yaslayıp tekrar uzanmama neden olmuştu.

“Şşh,yaran henüz yeni dinlenmen gerek.”

Kaşlarımı çattım. Son yaşananlar beynime su basan ev gibi dağılınca aceleyle “Yaz nerede? Savaş? Onlar iyi mi?” diye sordum. Barış büyük bir sakinlikle başıyla onayladığında “aşağıda yemek hazırlıyorlar, uyandığına göre biz de inelim iyileşmek için enerji toplamalısın,” diye eklemişti. Onu hafif bir baş hareketiyle onaylayarak tekrar ama bu sefer daha yavaş bir şekilde doğrulmaya çalıştım.

“Kalkabilecek misin? İstersen yemeğini buraya getireyim?”

Başımı sağa sola sallayarak teklifini reddettim. Çocuk muamelesi görmeyi istemiyordum ayrıca diğerlerini kendi gözlerimle görüp iyi olduklarına inanmak istiyordum.

Yataktan bacaklarımı sarkıttığımda üstümün değişmiş olduğunu fark ettim, siyah pijama takımı yerine siyah bir taytla gri bol bir kazak giydirilmişti ama bunu Yaz'ın yaptığını düşünerek önemsemeden gövdemi de yataktan kaldırdım ve ağır adımlarla yürümeye başladım. Merdivenlere geldiğimizde Barış belimden tutup beni destekleyerek inmeme yardım etmişti. Son iki basamağı inerken mutfaktan elinde kızartma tepsisiyle Yaz çıkmıştı ve bizi görünce gülümseyerek “yaralı ceylanımız uyanmış,” deyip salona girmişti. Gözlerimi devirerek karşılık verdiğimde çıplak sol ayağımı da sonuncu basamaktan aşağı indirdim. Evet Yaz formunda olduğuna göre gerçekten iyilerdi. Daha doğrusu Yaz iyiydi Savaş'ı hâlâ görememiştim.

Salona girdiğimizde masanın çeşitli yemeklerle hazırlanmış olduğunu görerek gözlerimi kıstım. Hangi ara bu kadar yemek yapmışlardı daha doğrusu olanlardan sonra bir şey olmamış gibi gelir gelmez yemek mi yapmışlardı? Kısılan gözlerimi beni sandalyeye oturtan Barış'a çevirdim.

“Ne zamandır uyuyorum?”

Dudaklarını büzerek düşünmeye çalıştığında Savaş elinde boş bardak tepsileriyle içeri girmişti. Gözlerim anında yüzünde dolaşarak hasar tespiti yapmaya çalıştığında birkaç şişlik ve sol gözünün morarıklığından başka bir şey görmeyince rahatlamıştım. Çaprazımdaki sandalyeye bana bakmadan oturduğunda kaşlarımı çattım.

“Dün gece saatlerinde eve geldik ve saat de şu an akşamın sekiz buçuğu,” diyen Barış'a döndü bakışlarım. O kadar saat uyumuş olamazdım bana yalnızca birkaç dakika uyumuşum gibi geliyordu.

Barış bana cevap verdikten sonra yanımdaki sandalyede yerini aldı ve tabağına karışık kızartmalardan doldurmaya başladı. Yaz çoktan yemeğine başlamış,Savaş da kendisine bir kadeh şarap doldurarak yemeğine içkiyle başlamıştı. Gözlerimi kısarak ona baktım. Onu daha önce içerken hiç görmemiştim üstelik hareketlerinde anlam veremediğim bir tuhaflık seziyordum. Hayali bir şekilde başımı sağa sola sallayarak düşüncelerimden arınıp ben de Barış gibi tabağıma kızartma koydum.

“Ben uyurken neler oldu?” diye sorarken üç dişli çatalımı patates kızartmasına batırarak ağzıma aldım. Yaz kafasını kaldırıp bana kısa bir bakış attığında omuz silkerek önündeki bir bardak dolusu sudan bir yudum aldı.

“Pek bir şey değil. Bir doktor getirip yarana pansuman yaptırdık biz de normal hayatlarımıza geri döndük işte.”

Burnumdan gülercesine sesli bir nefes bıraktığımda tüm bakışlar bana yöneldi,o hariç. Evet normal olan yaşantımıza bir bakar mısınız,sevgilimin babası üvey oğlundan intikam almak için bizi kaçırıyor,türlü işkenceler yapıyor ve bizi kurtaran ablamın babası oluyor. Geri döndüğümüz normal dediğimiz hayat ise annemi bulmak uğruna girdiğimiz bir savaş ve yanımdakiler de sevgilim,abisi ve sevgilime aşık olan ablam! Cidden,normallikte sınır tanımıyoruz. Bir an onlar hayatıma girmeden önceki yaşantımı düşündüm. Her günüm bir önceki günün tekrarı gibi olan hayatımı… o sakin hayatımı özlemeye başlıyordum sanırım. Tek derdimin ilaçlarımı düzenli almadığım için gördüğüm kabuslar ve babamla olan kavgalarımızın olduğu hayatımı. Yine de bir yanım burada olduğum için tamamlanmış gibiydi ve ben her geçen gün bu hastalıklı histen nefret etmeye başlamıştım. Onların varlığına bu kadar alışmam oldukça tehlikeli ve riskliydi.

Çatalımı bırakıp kaşığımı alarak yoğurt dolu kaseden bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Masada çatal kaşık seslerinin tabağa değerken çıkardığı tiz sesten başka bir ses duyulmuyordu. Hepsi ben uyurken olanlardan bahsetmemek için anlaşmış gibilerdi.

Son lokmamı ağzıma attığımda Yaz çatalını bırakıp arkasına yaslanarak, “buradaki son dört günümüz ve elimizde hiçbir şey yok,” demesiyle ağzımdaki lokmayı çiğnemeyi bıraktım. Bütün yemek sanki ağzımda toplanmıştı ve yutamıyordum. Eğer iğrenç bir davranış olmasa ağzımdakileri önümdeki tabağa çıkarırdım ama bunu yapmayarak zorlukla çiğnediğim lokmayı yuttum. Onunla beraber birçok şeyi de yutmuştum. Barış da elindeki çatalını bıraktığında bana kısa bir bakış attı.

“Gitmek zorunda mıyız? Demek istediğim gelmiş olduğumuz amaca ulaşamadan elimizde sıfırla geri mi döneceğiz?”

Gözümü masanın beyaz saten örtüsünden ayırmadan, “mecburum,babamdan ancak bu şekilde izin alabilmiştim hem de okullar açılıyor,” diye cevap verdim. Birkaç dakika sessizliğin ardından başından beri sessiz kalan Savaş konuşmama yeminini bozarak “burada kalabilir,Esra hocanın olduğu okula kaydolabiliriz böylece hem sen okula gitmiş olursun hem de annene daha yakın olarak hatırlamasını sağlayabilirsin,” dediğinde gözlerimi masa örtüsünden ayırıp ona çevirdim. Bunu bana bakmadan yemeğini yemeye devam ederken söylemişti. Hâlâ bile bana bakmıyor içkisinden son yudumunu alıyordu. Kaşlarımı çatarak, “babam böyle bir şeyi kabul etmez,” dediğimde omuzunu silkip “o da senin sorunun,” diye umursamazca konuştuğunda sinir yüklü bir ifadeyle ona baktım. Bunun derdi neydi böyle?

Tam ağzımı açmış ona cevap verecekken peçeteyle ağzını silip sandalyesinden gürültülü bir şekilde kalktı ve salondan çıktı. Yüzümü buruşturarak Barış'a döndüm.

“Bunun derdi ne?”

İkisi de gözlerini kaçırıp omuz silktiklerinde gülerek başımı sağa sola salladım ve ayağa kalkmaya yeltendim. “ben doydum size afiyet olsun,” diyerek sızlayan karnımdan dolayı ağır hareketlerle salondan çıktım. Arkamdan Barış'ın ayak seslerini duyduğumda ona bakmadan elimi kaldırıp “sakın.” diye uyardım ve dış kapıdan çıkan Savaş'ın peşine düştüm.

“Savaş?”

Sesimi duyduğunda adımları bir an duraksasa da onları yeniden hızlandırıp bahçeden çıktı.

“Savaş!” diye tekrar seslensem de beni umursamayıp arabasının uzaktan kumandasıyla kilidi açtığında arabadan otomatik bir ses yükselmişti.

Bahçe kapısından çıktığım sırada ona yetişebilmek adına daha hızlı hareket etmeye çalıştım. “Ya Savaş bir dursa- ah!” ancak ani hareketimle karnıma saplanan sancı olduğum yerde kalakalmama neden olmuştu. Savaş aniden durup bana dönmeden gökyüzüne doğru derin ve bıkkın bir nefes bıraktı. Ardından adımlarını bana çevirip yanıma geldiğinde karşımda durarak ellerini iki yana doğru açtı.

“Ne?”

Ses tonundaki sertlik ve mesafe afallamama sebep olduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım. Son zamanlardaki bana kendini açan Savaş gitmiş,tanıştığımız ilk andaki kötü adam geri gelmişti. Aramıza ilk tanışmamızdan daha çok duvar ördüğünü gözlerindeki donuk yeşillerden anlayabiliyordum. Tüylerim ürperdi.

“Derdin ne senin?” diye sorduğumda kaşlarını kaldırarak bana baktı sadece.

“Sana diyorum, neden...böylesin?”

“Nasılım Hayal?”

Yutkundum. “Soğuk ve mesafeli.”

Dudaklarından alay akan bir gülüş bıraktığında sıcak nefesi soğuk havaya karışarak bir bulut oluşturmuştu. “Yeni olan bir şey değil bu.”

Başımla onayladım. “Evet ama ben sandım ki-”

Hafifçe bana eğilerek “sen sandın ki ne? Ne sandın Hayal? Sana birkaç süslü laflar söyledim diye sana aşık olduğumu mu?”

Gururum incinerek kaşlarım gözlerimin önüne indiğinde kırık ama güçlü tutmaya çalıştığım bir sesle, “tabi ki hayır. Ama en azından bunları aştığımızı sanıyordum,” diye karşılık verdim.

Başını yan tarafa çevirip kabuk bağlayan dudaklarını yaladı. “Bizim bir şey geçtiğimiz yok Hayal-et kız. Biz diye bir şey yok. Sen benim kardeşimin sevgilisisin ve bundan öte bir şey yok.” diyerek beni hedef alan işaret parmağını indirdi. Bana ilk tanıştığımız andaki hitap şekliyle seslendiğinde sinirle ona doğru bir adım attım.

“Tüm bunlar senin için bir oyun muydu?” dedim dişlerimin arasından, “o sözlerin,davranışların, bana yaklaşma şeklin kardeşinin diğer sevgililerine yaptığın gibi bir çeşit test ya da oyun muydu?” dedim tükürürcesine.

Kaşlarını kaldırarak beni onayladı. “Ha şunu bileydin güzelim. Ama bir farkla, sen bu testten geçtin aferin sana şimdi o kuyruğunu indir de sevgilinin yanına dön.” diyerek çenesiyle evi işaret edip arkasını döndü ve giderek karanlıkta gözden kayboldu. Tutulmuş bir halde arkasından öylece bakıyordum. İçimde bir bina yıkıldı ve o enkazın altında o binayı inşaa eden Savaş Demirhan ezildi. O binayı inşaa eden de, acımasızca yıkan da kendisiydi. Garip. İnsanoğlu çok garip bir varlıktı.

Gözlerimin önünden son sürat arabasıyla geçip gittiğinde hâlâ arkasından bakıyordum. İçimden deli gibi bağırmak, saçlarımı çekiştirmek, ona küfretmek geçiyordu ama tüm bunları derin bir yutkunma eşliğinde içime atıp arkamı döndüm ve eve doğru yürüdüm. Dış kapıyı kapatıp koridora girdiğimde salona uğramadan merdivenlere yöneldim. Kendimi  uyuyarak depoladığım bütün enerjimi yitirmiş gibi bitik hissediyordum ve tek isteğim yorganımın altına sığınarak cenin pozisyonu almaktı. Orada kimse bana ulaşamaz,dokunamaz gibi geliyordu,bu küçüklüğümden beri böyleydi.

Odama girdiğimde ışığı açmadan zaten dağınık olan yatağa girdim ve yorganımın altına saklanarak dizlerimi karnıma çektim ancak ince bir sızı karnımı yokladığında tam çekemeden öyle kaldım ve kollarımı etrafına doladım. Bir süre öyle kalıp donuk bir halde karanlığı izlerken kapım usulca açıldı ve koridordan sızan ışık ince bir ip gibi odaya sızdı. Gözlerimi kapatıp uyuyormuş gibi yaptığımda odaya giren tahmin ettiğim olan kişi yatağa girerek yorganı benimle paylaştı ve saçlarımı okşamaya başladı. Gözlerimi daha sıkı yumup göğsüne sokulduğumda burnumu çektim. Her birimiz ayrı hayatların ayrı acılarıydık. Her birimizin ayrı bir hikayesi vardı ve ben tek ortak noktalarıydım. Ama şimdi hepimiz ayrı bir yana dağılmıştı. Barış her zamanki gibi yanımda,Yaz her geceki gibi sevdiği adamın özlemiyle yatağında tavanını izliyor ve Savaş… arabasını bir yere çekmiş içiyordu. Hepimizin aklında ayrı bir düğüm,bir kargaşa...

Gecenin kör edici karanlığı etrafımı kuşak gibi sarmış,rüzgarın uğultusu kulaklarımda yankılanıyor,saçlarımı kamçı gibi sırtıma vuruyordu. Üstelik gecenin bu vurdumduymaz ayazında üzerimde ipli beyaz bir geceliğe benzeyen elbiseyle dikiliyordum. Kollarımı birbirine sararak bulunduğum yeri incelemeye başladı gözlerim ancak karanlık bir koridordan başka bir şey görünmüyordu. Koridorun açık pencereleri rüzgarın her uğultusunda kendini dövüyor,çarparak bir açılıp bir kapanıyordu. Karanlığın mesken tuttuğu koridorda gözlerim,koridorun ucundan parlayan cılız bir ışığı görür görmez bunu beynime iletti ve beynim de ayaklarıma oraya gitme komutunu verdiğinde soğuktan çizilen çıplak ayaklarımla yürümeye başladım. Ben yaklaştıkça netleşen görüntü karşıma çift kanatlı büyük bir kapı çıkarmıştı ve kapının kapatamadığı kenarlarından ince bir ışık süzülüyordu. Merakıma yenik düşerek ellerimi kollarımdan sıyırıp çift kanatlı kapıyı iki elimle iterek açtım ve kapının ardındaki bir şey beni bekliyormuş gibi hızla içine çekerek tökezlememe sebep oldu. Dizlerimin üstüne düştüğüm yerden kafamı kaldırdığımda şaşkınlıkla ağzımı araladım. Burası kapının diğer tarafının aksine tamamen aydınlık hatta fazla aydınlık bembeyaz bir koridordu. Duvarları bile parlayan beyaz ışıktan görünmüyordu,koridor olduğunu anlamama yarayan tek şey sağ ve sol kanadında bulunan beyaz kapılardı.

Yutkunarak ayağa kalktım ve temkinli adımlarla yürümeye başladım. Birkaç adım sonra sağ tarafımda bulunan ilk kapıda durduğumda elim titreyerek kapının kulpuna dokundum. Kulpu yavaşça aşağı çekerek indirdiğimde gözümü kör eden bir güneş ışığıyla gözlerimi kıstım. Kapıdan içeri bir adım attığımda büyülü bir yere girmiş gibiydim. Burası mükemmel bir evin mükemmel bir büyüklükteki bahçesiydi. Hiçbir maviyi bu kadar canlı,hiçbir yeşili bu kadar cırtlak görmemiştim. Bahçeye serilmiş ufak bir piknik örtüsünde bir çocuk uzanmış bulutlara bakarak bir şeyler söylüyordu,sanırım onları bir şeylere benzeterek kendi kendine eğleniyordu. Çocuğun sarı saçları güneşin altında altın gibi parlıyordu ve gülümsemesi de bir ay kadar güzeldi. Hafifçe tebessüm ederek oraya doğru ilerlediğimde birden belimde bir el hissetmemle ürperdim.

“Hayatım? Çok güzel olmuşsun.”

Gözlerimi elin ve sesin sahibine çevirdiğimde güneşin altında parıl parıl parlayan bir gülümseme eşliğinde bana bakan Barış'ı gördüm. O an da üzerime dikkat edip kendime baktığımda,beyaz elbisemin gitmiş kot şort ve çiçek desenli bir beyaz tişörtün geldiğini görünce afallayarak Barış'a döndüm. Beynimin kulvarları tatlı bir melodinin eşliğinde kulaklarımda yankılandığında o anda gerçeğin farkına vardım. Ben bir rüyanın içindeydim. Ben şu an Barış'ın rüyasındaydım.

Barış yanağıma tatlı bir öpücük bırakıp “hadi gel bizim ufaklığın yanına gidelim,” dediğinde rüyaya uyum sağlayarak başımla onayladım. Acaba Barış benim rüyasına geldiğimi fark etmiş miydi? Yoksa benim bir hayal ürünü olduğumu mu sanıyordu? Tam oturacağımız sıra ufak çocuk bacaklarıma sarılıp, “anne donduymaa!” diye haykırdığında kalbim boğazıma geldi ve ben acı bir yutkunmanın eşliğiyle onu geri yerine yolladım. Gözlerime tırmanan bir şefkatle Barış'a baktım. Bu çok güzel bir rüyaydı.

“Sevgilim dün aldığımız dondurmayı bize getirmeye ne dersin?”  

Onu gülümseyerek onaylayıp arkamı döndüm ve devasa güzellikteki beyaz villanın kapısının önüne geldim. Gülerek kapıyı açtığım an bulunduğum rüyadan kovuldum ve tekrar beyaz koridora çıktım. Derin ve sesli bir nefes eşliğinde az önceki rüyanın etkisinden çıkmak amacıyla saçlarımı çekiştirdim. Yutkunarak yürümeye devam ettiğimde bu sefer sol kapıdaki kapıyı açmıştım ve içeri düşer düşmez üstüm tekrar değişerek kabarık beyaz bir gelinliğe dönüştü. Afallayarak bir üstümdeki gelinliğe bir elimdeki çiçeğe bakarken, benim gibi gelinlik giyen Yaz yanıma gelip koluma girmişti.

“Genç kızlar seni bekliyor,at artık şu çiçeği de gidelim,” dediğinde şaşkınlıktan aralanan ağzımı kapatıp arkamı döndüm onunla birlikte ve üçten geriye sayarak çiçeklerimizi aynı anda arkamızda bekleyen kız sürüsüne atmıştık. Dudaklarım istemsizce kıvrıldığında karşımızda bize doğru gelen iki damat vardı. Ona doğru bir adım atıp Barış'a sarılacağım an Savaş beni kendine çekerek sarıldı ve başımın üstünden öptü. Yan dönen başım Barış'ın ablama sarıldığını görünce gözlerimi devirerek Savaş'a döndüm. Bu Yaz'ın rüyasıydı ve bir an önce çıkmak istiyordum bundan.

“Balayımız için hazır mısın,karıcığım?”

Yanaklarım rüya olmasına rağmen Savaş'tan çıkan sözlerle kızarıp bozarınca o buna aldırmadan beni, bizi bekleyen arabaya resmen sürüdü  ve ön yolcu kapısını açtı. Kapıdan içeri girdiğim an bu rüyadan da kovulup tekrar beyaz koridora itildiğimde nefes nefeseydim. Bu nasıl mümkün olabiliyordu? Başkalarının rüyalarına birkaç saniyeliğine de olsa misafir olmak mümkün müydü? Bulunduğum koridor mantık çizgilerini zorlayan rüya kapıları mıydı?

Nefesimi düzenleyip yürümeye başladığımda sol tarafımdaki bir kapının titremesiyle olduğum yerde durdum. Başımı yana çevirip omuzumun üzerinden kapıya baktığımda,kapının diğer kapıların aksine kırmızı olduğunu gördüm ve kapının altından gelen soğuk rüzgar  ayaklarıma kadar ulaşıyor,onlara çarparak bedenimi istila eden bir ürpertiye gebe kalıyordu. Yutkunarak o kapıya ilerledim ve duraksamadan kulpu aşağı indirip kapıyı açtım.

Kapıyı açmamla yüzümü ve bedenimi yalayan rüzgar geri adım atmama sebep olsa da,rüzgardan kısılan gözlerimle odayı tarayıp zorla içeri girdim. Arkamdaki kapı büyük bir gürültüyle kapandığında istemeden de olsa yerimde sıçrayıp arkama baktım. Burası karanlık bir ormanın dar patika yoluydu ve rüzgarın içini donduran uğultusu ağaçtaki dalların hışırdayarak sallanmasına neden oluyordu. Bu rüyanın çok farklı bir havası vardı. Diğer rüyalarda hissettiğim huzurun aksine bu rüyada derin bir umutsuzluk,kasvet ve pişmanlık hissediyordum. Sanki bütün bu hisler buraya hapsolmuş,yaşayan nefes alan bir beden bulunca da ona yapışarak nefes almasını zorlaştırıyordu.

Kafamı eğip her rüyada değişen üstüme baktığımda siyah dizlerimin üzerinde biten ince bir elbiseyi ve çizilmiş çıplak ayaklarımı gördüm. Boğazıma yapışan umutsuzluğun etkisiyle yaşaran gözlerimle etrafı inceledim. Bu rüyanın sahibini çok merak ediyordum zira hissettirdikleri soğuk bir morgdan farksızdı ama etrafta benden başka nefes alan hiçbir canlı göremiyordum.

İleri doğru bir adım attığımda patlayan tabancanın bir el ateşini duyunca olduğum yerde kaldım. Çok geçmeden bana doğru koşarak gelen adamı görünce neredeyse sevinçten çığlık atıyordum. Fakat unuttuğum bir şey vardı ki karşımda endişeyle koşan adam bu rüyanın sahibiydi ve bu benim içimin burkulmasına neden oldu.

“Savaş!”

Savaş'ın endişeyle açılan gözleri beni bulduğunda elleriyle çıplak kollarımdan tutup sarstı ve ,”ne işin var burada senin?” diye sordu. Başımı önemsiz bir şeymişçesine sağa sola doğru sallayıp “gerçekten burada değiliz,rüya bu.” dediğimde gözlerini kısarak bana baktı.

“Biliyorum,asıl kastettiğim benim rüyamda ne işin olduğun?”

Kaşlarım gökyüzündeki hilal ayın şeklini alarak havalandığında gözlerimi birkaç kez kırpıştırarak ona baktım.

“Sen rüyada olduğumuzun farkında mısın?"

Ardından bir el daha patlayan silah sesi duyulunca Savaş beni bir kolumdan tutup ormanın derinliklerine doğru koşturmaya başladı.

“Peşimizdeki kim?” diye sordum nefes nefese.

Savaş sırtımızı kalın bir ağacın gövdesine yasladığında omuzunun üzerinden bana baktı. “Uyanman gerek.” dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. Olanların hiçbirine anlam veremiyordum. Aralanan dudaklarımın arasından harflerin dökülmesine izin verdim. “Bu nasıl mümkün olabiliyor?”  

Başını sağa sola sallayıp sırtını ağaçtan ayırdı ve ellerini başımın iki yanından ağaca yaslayarak üzerime doğru eğildi. “Hayal. Rüyamdan çık.”

Yüzümü ekşittim. “Nasıl yapacağımı bilmiyorum.”

Kıvrımlı dudakları bir şey demek için tekrar aralandığında yanımızdan sıyıran kurşunla geri kapandı ve beni üstüne alarak yere düşmemize izin verdi. Eğimli patikada aşağıya doğru birkaç kez yuvarlanıp ağaçların ardına saklandığımızda üstte olan yine bendim. Çıplak bacaklarım üzerinde dolaştığı dalların etkisiyle çizilip kanlandığında acı hissetmedim.

Yeşillerinin hakimiyet kurduğu karanlık bir ifadeyle bana bakıp yutkundu. Gözleri yavaşça aşağı inerek aralanmış dudaklarımda kaldığında kavisli kaşlarını sertçe çattı ve “ulan rüyada bile mi be?” diyerek yutkundu. Ama ben rüyanın daha doğrusu kabusun içine hapsolmuş umutsuzluk ve mutsuzluktaki durakta kaybolmuştum,onlardan başka bir şey hissedemiyordum. O nasıl buna katlanabiliyordu?

“Savaş neyin içindeyiz biz? Diğerlerinin rüyalarında onlar rüya olduklarının farkında olmada-”

“Ne demek bu? Barış ve Yaz'ın da mı rüyasına girebildin?” dediğinde hafifçe başımı salladım. “Bu kadar uzun kalamadım ama sadece birkaç saniye.”

Kıvrımlı pembe dudakları hafifçe aralandığında bu sefer benim gözlerim onun dudaklarına kaydı. Ardından bize doğru yaklaşan adım sesleriyle Savaş beni daha çok kendine bastırdığında kulağıma, “dinle beni. Gözlerini kapat,üçe kadar sayacağım. Üç dediğimde beraber uyanıyoruz tamam mı?”

Kaşlarım alnımda derin bir yarık oluşturarak çatıldı. “Nasıl yapacağımı bilmiyorum,” diye fısıldadığımda ,”sadece uyanmaya odaklan,” diye cevap verdi. Yutkunarak başımla onayladığımda saymaya başladı.

“Bir…”

Giderek yaklaşan adım sesleri kalbimle eş değer bir ritim tutturmuş,bir melodi gibi kulağıma çalınıyordu. Gerçekte olsa nasıl olacağımı düşünmeden edemedim. Rüyası bile bu kadar...heyecanlıyken. Nefes bile alamaz halde öylece duruyordum.

“İki…”

Aklıma şimşek gibi düşen şeyle onu durdurdum. “dur!”

Kavisli kaşlarını çatarak bana baktı. “Uyandığımda bunları hatırlayacak mıyız?” diye sordum çaresizce.

“Bilmiyorum.” derken gözlerini kaçırmıştı. Başımı hafifçe omuzuma doğru eğerek “uyanınca bana bunu hatırlatacak bir şey söyler misin?” diye fısıldadım kırık sesimle. Üzerimize bir gölge düştüğünde yakalandığımızı anlamıştım ama umurumda değildi.

“Hayal.” diyerek beni uyardığı sırada, “lütfen,” diye direttim gözlerimi kaldırıp ona kedi gibi bakarak.

“Demek piç kurusu bir kadının altına saklanıyor.”

Tepemizde dikilen silahlı adamı umursamadan ona baktığımda pes ederek kafasını geriye attı ve gökyüzüne çevirdi bakışlarını. Gözlerinin yeşil harelerinde parlayan ayın yansımasını gördüğümde yakıcı bakışlarını yeniden bana çevirdi.

“Uyanma zamanı ay tenli kadın,”

Aynı anda tepemizdeki silah patladı ve Savaş “üç,” diyerek kurşun bize ulaşamadan uyandırmıştı…

Aldığım en sesli ve derin nefesle bir hışımla yataktan doğrulduğumda saçlarım yüzüme dökülmüştü. Bu da neydi böyle? Elimi sürekli inip kalkan sol göğsüme indirip “Savaş,” diye fısıldadım ve aynı anda kulağımda değil,kalbimin derinliklerinde onun da benim gibi uyanıp elini kalbine atarak “Hayal,” diye fısıldadığını duydum.

♧♧

Ta daaa! Bölüm sonu.

Neler hissettiğinizi çok merak ediyorum bu bölümde buraya yazın kesinlikle. Her satırınızı okumak bana keyif veriyor.

Şuraya instagram hesabımı bırakıyorum arada kısa kesitler paylaşıyorum orada takip edebilirsiniz ^^

“Fevziye.taskin”

Bu arada hikayemizi arkadaşlarınıza tavsiye edin hattq buraya da etiketleyebilirsiniz ki daha çok büyüyelim pıtırcıklarım^^

SEVİLİYORSUNUZ♡

Continua llegint

You'll Also Like

306K 28.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
32.8K 3.7K 21
"MİNHO EZ BENİ"
31.1K 1.8K 39
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
326K 21K 33
Karanlığın travmasını yaşayan Jungkook ve onu karanlık bir odaya kilitleyerek cezalandıran Bay Kim. Seme~Taehyung Uke~Jungkook •Mpreg•