ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 43 | İDA

24.1K 1.4K 390
By MmeCha

Bölüme ilham veren şarkı:

Melis Danişmend - Mucize

BÖLÜM 43 : İDA

Yol ikiye ayrılmıştı ormanda ve ben--
Daha az kat edilmiş olanı seçtim,
Ve bütün ayrımı yaratan da buydu.

Robert Frost*

***

'Durma, devam et.' Çok uzaklardan gelen incecik bir ses, yoluma devam etmemi telkin ediyordu. Çok yorulmuştum. Sahi ne zamandır yoldaydım? Ben bu yola ne zaman çıkmıştım? Sorularımın elle tutulur, gözle görülür bir cevabı yoktu. Titreyen dizlerimle, yanan bacak kaslarıma rağmen; tabanları yara bere dolu çıplak ayaklarımla yola devam ettim. Bir süre sonra önümdeki yol çatallanarak ikiye ayrıldı. O ince sesi tekrar duydum. 'Gel.' Önce sağ tarafımda kalan patikaya baktım. Ormanın kalbine giden bu yolda, toprak arşınlana arşınlana aşınmış, çırılçıplak kalmıştı. Bu yoldan gitmek kendimi garantiye almak olurdu. Sonra diğer yöne, sesin geldiği yöne doğru döndüm. Görünürde kimse yoktu, bu patikayı yabani otlar ve dikenli sarmaşıklar bürümüştü. Öyle uzun zamandır kimse o yöne yürümemişti ki, patika yol yavaş yavaş yok olmaya yüz tutmuş gibiydi. İlk adımı korka korka atsam da, ikinci adımımı, tenimi çizen adam boyu otların ve ayak tabanlarımı yakan ısırganların arasına daha sağlam bastım.

Emin adımlarla beni çağıran masalsı sese yürürken, çağrısının altında yatan muhtaç tınıyı duydukça kalbim sızladı. Sızı iyiden iyiye şiddetlenip keskin bir ağrıya dönüştüğünde, adımlarım ona bir an önce yetişebilmek için hızlandı ve sıklaştı. Yolun sonuna vardığımda, iki elimi iki dizimin üzerine yerleştirip bir süre soluklandım. Tam karşımda ihtişamıyla canlı ve cansız her türden varlığı kıskandırabilecek, zirvesi karlarla kaplı, ulu bir dağ vardı.

'Zirveye tırman.'

"İyi de nasıl?" diye sordum çaresizce. "Bu parçalanmış ayaklarla mı?" diye bağırdım isyan ederek. Nefesim hırıltılı çıkmıştı. "Ciğerimi doldurmayan bu kesik nefeslerle mi?"

'Kolay olmayacak.'

Bir süre bekledim, beni motive etmek için başka bir şeyler daha söylemesini diledim ama sustu. Evet belki beni çağıran oydu, ama bu yola ben kendim baş koymuştum. Devam edebilmem için gereken güç içimde bir yerlerde saklıydı. Bunu kendime hatırlatarak sarp kayalıklara doğru yönelip tırmanışa başladım. Ellerim sıyrıldığında durmadım. Ayağım kaydığında ve düşecek gibi havada sallanığımda bile pes etmedim. Kaslarım artık beni taşıyamaz olduğunda, kendimi yukarı çekebilmek için tüm limitlerimi zorladım. Sınırlarımıza meydan okumadığımızda, istediğimizi almamızın mümkünatı olmadığını bilerek asla ama asla yılmadım.

Dağın zirvesine ulaştığımda, aslında tanıdık bir yerde olduğumu fark ettim. Aşağıdan göründüğü gibi karlarla kaplı değildi burası. Tam aksine, tepede parıldayan güneşle ışıl ışıl ve sıcacıktı. Az ötede uzanan uçsuz bucaksız uzanan denizden esen hafif meltem, ferahlatıcı tuz kokusunu burnuma dolduruyordu. Burası Kazdağları'nın Gargaron doruğuydu. Gözlerimi yumup dudaklarımı ıslattıktan sonra tıpkı dua eder gibi fısıldadım. "İda."

İnce ses cevap vermekte gecikmedi. 'Anne.'

Daldığım düşten yüksek bir yerden düşer gibi uyansam da, avucumu üstüne bastırdığım kalbim heyecanla ve aşkla atıyordu. Koltuğun üzerinde oturur konuma gelip ince örtüyü üzerimden fırlattım.

Ortadaki sehpanın üzerinde atmaya kıyamadığım için hala oldukları gibi duran, eski gazete kağıtlarının üzerine serili gebelik testleri vardı. Elektronik olduğu ve neredeyse sıfır yanılma payına sahip olduğu için minik bir servet ödediğim testin üzerinde 3-4 hafta yazıyordu. Bir diğerinde sonucun pozitif olduğunu gösteren minik bir artı işareti vardı. Élodie'nin aldığı ilk teste benzeyendeyse iki çizgi görülüyordu. Artık neredeyse emindim. Neredeyse.

Hastaneden çaldığım kanımın olduğu tüpü elimde çevirip dudaklarımı dişledim. Kesin sonucu bana yine bir kan testi verecekti ama nasıl? Atlas'ın radarına yakalanmadan bunu başarabilir miydim? Kayıtlarını internet üzerinde tutmayan laboratuar ya da klinik kalmış mıydı ki? Sahte bir isim vermem çok zor olacaktı, çünkü öğrenciyken yaptırdığım sağlık sigortamdan yararlanmaya devam edebilmeliydim. Başka türlü hastane giderlerimi karşılamam imkansıza yakındı. İçimden keşke Fransa yerine her türlü gizliliğiyle ünlü İsviçre'de olsaydım diye geçirirken, sessizliği çınlatarak yırtan kapı ziliyle hafifçe yerimde sıçradım.

Ağır hareketlerle yerimden kalkıp önce mutfağa yürüdüm ve açık mavi çöp poşetlerinden birini aldım. Sehpanın üzerinde ne var ne yoksa poşetin içine doldururken de hareketlerimi bilerek yavaştan alıyordum. Kapıdaki her kimse -ki bence büyük bir ihtimalle Élodie'ydi- birazcık bekleyebilirdi. Boğazını düğümlediğim poşeti kapının hemen yanına bırakırken dürbünden bakmayı bir saniye bile aklımdan geçirmeden kapıyı ardına kadar açtım ve açık pembe şakayık demetiyle burun buruna gelmem bir oldu.

Çiçeklerin arkasındaki kişiyi göremediğim için şaşkınlıkla kaşlarım havalandı ama bu halim, Élodie'nin sadece gözlerini görebileceğim şekilde elindeki buketi hafifçe aşağı indirmesiyle çabucak son buldu. Zaten büyükçe olan masmavi gözlerini kocaman açıp mahçup bir ifade takındıktan sonra hülyalı bir şekilde kırpıştırdı. "Beni içeri alacak mısın?" diye sordu sesinde ondan hiç beklenmeyecek kadar çekingen bir tınıyla.

Kapıyı tamamen açıp kenara çekilerek elimle salonu işaret ettim. "Geç."

Kırgın gözlerle beni iyice süzüp tarttıktan sonra içeri yürüdü ve hiçbir şey söylemeden kuru çiçeklerin durduğu uzun ve geniş cam vazoyu kaptığı gibi mutfağa yürüdü. Mutfaktaki çöp kovasının pedalına basıp kuru çiçekleri attığı anda içim cız etti ama sesimi çıkarmadım. Büyük ihtimalle o gittikten sonra koşup hepsini çıkaracaktım ama şimdi konumuz bu değildi. Kolarımı birbirine bağlayarak getirdiği çiçekleri musluktan su doldurduğu vazoya koymasını ve eliyle hafifçe, zarar vermemeye dikkat ederek düzeltmesini izledim. Kucağında bu defa vazoyla bana doğru döndüğünde göz göze geldik. Önce bakışlarını kaçırdı, sonra tekrar düz bir ifadeyle onu izlediğine emin olduğum gözlerime baktı.

"Ben..." dedi ve dudaklarını birbirine bastırıp sustu. "Ben senden özür dilerim."

Özrüne karşılık herhangi bir şey söylemek yerine, "oturalım mı?" diye sordum ve kendimi kanepenin üzerine bıraktım. "Konuşmamız gereken, bilmen gereken çok şey var."

Saklamaya çalıştığı ancak kesinlikle bu konuda başarıyı yakalayamadığı çocuksu bir neşeyle gözlerini yumdu ve koşturarak yanıma geldikten sonra vazoyu dikkatlice sehpanın üzerine yerleştirip beklentiyle bana bakmaya başladı.

"Sana kızdım, çünkü benimle ilgili kararlar alırken benim sözüme hiç kulak asmadın."

Dudağının kenarı suçlulukla büküldü ve bakışlarını deminden beri oynayıp durduğu parmaklarına dikti. Tekrar ağzını açacak gibi olduğunda yine özür dileyeceğini bildiğim için elimi kaldırarak onu susturdum. Şu an için bilmesi ve anlaması gerekenler, gelecekte de dostluğumuzun devam edebilmesi açısından daha önemliydi.

"Seni çok seviyorum ben, bilirsin, sana kimseye güvenmediğim kadar güveniyorum." dedim. İçimdeki doğrucu Davut beni anında 'güveniyordun.' diyerek düzeltse de ona aldırış etmeden devam ettim. "Bana..." dedim ve yutkunup sustum. "Bize iyilik ettiğini düşünüyorsun ama işin aslı öyle değil. Yaptıkların iyi niyetli olsa da beni daha çok yaralamaktan öteye gidemiyor."

Yüzü allak bullaktı ve ifadesi bin parçaya bölünmüştü. Her parçada ayrı bir soru işareti saklıydı.

"Sana annemin intiharından bahsetmiştim." diye devam ettim güçlükle. Kalbimde oluk oluk kanayan bir yara vardı. Ne kadar istesen de bir türlü kan kaybından ölüp gitmiyordun ama buna yaşamak da denemezdi. Devamını getiremeyeceğimi anladığında, benim yerime o dillendirdi. Bilmediği şey, duymanın da söylemek kadar acı verdiğiydi.

Sözleri havada bıçağın keskin ucu gibi parladı, "baban öldüğü için, babana olan aşkı yüzünden o da daha fazla dayanamamış." diyerek bir kesik de o attı. "Sen sırf bu yüzden bu zamana kadar hayatına kimseyi almadın, Atlas'a kadar."

Söylediği her şeyi bir kenara öteleyip derin bir nefes aldım ve artık yavaş yavaş kabullenmem gereken şeyi fısıldadım. "Babam ölmemiş."

"Ne demek ölmemiş? Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ki?" diye sordu.

"Benim ve annemin onun öldüğüne inanmamızı istemiş sadece. Bizi başından atabilmek için."

Élodie bir müddet sessiz kaldı. Kafasındaki soru işaretini giderebilmek adına ikiyle ikiyi toplamaya çalışıyordu ama işlem yapmasını sağlayacak artı işareti eksikti.

"Atlas babamın ölmediğini biliyormuş, bunca zaman benden saklamış." dediğimde başını iki yana salladı. "Yapmış olamaz, seni çok seviyor o, ben kendi gözlerimle gördüm." dediğinde acı acı gülümsedim.

"Beni en çok kıran benden sakladığı şeyin büyüklüğü değil. Yaptıklarından biraz olsun bile pişman değil. Üstüne üstlük benim nasıl hissettiğimi önemsemeden yine olsa yine yaparım diyecek kadar da acımasız." dedim her kelimede motoru arızalı bir uçak gibi gitgide daha fazla irtifa kaybederken. "Sana kızmam işte bu yüzden. Başım her sıkıştığında onu çağıramazsın. Gitmesini istedim ve gitti. Bu kadar."

"Anladım." diye mırıldandı neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle. Sonra iyice yanıma yaklaşıp kollarını boynuma sardı ve iç geçirdi. "Ben gerçekten özür dilerim."

"Yeter artık özür dileme. Yanımda olduğunu, kararım ne olursa olsun bana destek çıkacağını bileyim yeter."

"Her zaman yanındayım ben fındığım. İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta..." dediğinde omzuna yavaşça vurup, "hop, hop yavaş gel, beni nikahına almadan önce dönüp bir sevgilini düşün istersen." dedim günler sonra gerçekten hissederek gülerken.

"Ne var canım. Luc'e kalsa ancak emekli olduğumuzda evlenebiliriz. Düğün için çıkacak masrafları karşılamaya bizim gücümüz yetmezmiş." dedi kırgın bir sesle. Sonra durup dururken tamamen farklı bir konuya atladı. Bu kendi üzüntüsünü örtme ve dertlerini erteleme çabasından başka bir şey değildi. Onu çok iyi tanıyordum. "Hem Atlas bundan böyle beni de aramayacak..." dedikten sonra sustu. Büyükçe yutkunduktan sonra devam etti. "Beni zor duruma soktuğunun o da farkında." dedi çekinerek.

Belki aklımdan bir an olsun çıkmıyor olabilirdi ama adını sesli bir şekilde, bir başkasının dudaklarından duymak içimdeki bastırılmış kıskançlığı su yüzüne çıkarıyordu. Söyleyen kişi en yakın arkadaşım olsa bile.

"Beni sürekli sıkıştırarak aramızı bozduğunu düşünüyor. O yüzden artık ısrar etmeyecekmiş. Tek arkadaşından da olmanı istemiyormuş." diye devam ettiğinde, dişlerimi gıcırdatma isteğiyle doldum.

"Hah." dedim ve histerik bir kahkaha attım. "O nereden biliyormuş benim tek arkadaşımın sen olduğunu? Axel benim arkadaşım değil miymiş? Sonra Luc?" diye sordum ve sinirle ayağa fırlayıp ufacık alanda volta atmaya başladım.

"Şey, bence kastettiği şey her şeyini paylaşabileceğin birisi, yani dertlendiğinde konuşabileceğin..." dediğinde sözünü kestim.

"Bir ara hep birlikte, dördümüz bir şeyler yapalım bence. Uzun zaman oldu, hepimize iyi gelir." diyerek kafamı onaylar gibi delicesine sallamaya başladım. Burada değildi ama yine de her nasıl oluyorsa beni bir şekilde deli etmeyi başarıyordu. Élodie'ye gizli numaradan gelen mesajı anlatmak istedim ama omuzlarına daha fazla yük bindirmemek için sustum. Büyük ihtimalle Atlas'a yeni numaramı veren bu sarı kafadan başkası değildi.

Élodie şaşkınlıkla beni izlerken en sonunda dayanamayıp, "fındığım neler oluyor sana?" diye sordu. "Bu gördüğüm sen değilsin, bu senin daha asabi bir versiyonun ama daha önce bu haline hiç şahit olmamıştım." dediğinde elim yavaşça karnımı buldu. Bu olabilir miydi gerçekten? Ruh halim son günlerde gerçekten fazlasıyla dengesizleşmişti ama bu tip semptomlar için biraz erken değil miydi?

Kendimi toparlayıp, "gebelik hormonlarındandır." dediğimde Élodie önce ne dediğimi anlayamayıp konuşmaya hiçbir şey olmamış gibi devam etti. "Hormonlardan diyorsan tabi o zaman her şey yerine oturur yani çünkü gebelikte..." dedi ve kulaklarımın zarını delebilecek desibelde bir çığlık attı. "Neeeeee?!"

Yüzümü buruşturup gözlerimi yumdum ama yerinden fırladığı gibi avucunu karnımda duran elimin üzerine bastırıp sanki hissedebilecekmiş gibi bir süre öylece durdu. "Emin misin? Test negatif çıkmıştı." dediğinde aslında sonradan üzülmemem için böyle dediğini biliyordum yine de kalbimden gelen kırılma sesi kulaklarıma doldu.

"Aslında yüzde yüz emin değilim ama yaptığım diğer testlerin hepsi pozitif çıktı."

"Ona söyleyecek misin?"

"Hayır." dedim net bir şekilde. "Böyle bir haberi paylaşmak için hiç iyi bir zaman değil. Belki başka koşullar altında. Hem onun benim yerime daha fazla karar almasını istemiyorum."  Aklımdan bir sürü kötü düşünce ve ihtimal vızıldar gibi geçerken kendime engel olmaya çalıştım ama nafileydi. İstemeyebilirdi. İsteyip biz daha hiçbir şeyi çözmeden beni zorla yanında tutmaya çalışabilirdi. İkimiz hatta üçümüz için hangi seçenek daha kötüydü kestiremiyordum. "Şimdilik sadece kendime saklayacağım." dedim Élodie'ye ve kendime.

"İsim annesi ben olacağım!" dedi Élodie birden. Biraz sert bir şekilde "hayır!" diye çıkıştığımda yüzü düştü. Utana sıkıla "ama ben düşündüm ki, sizde vaftiz annesi yok, o zaman belki sen de isim annesi olmama izin verirsin." dediğinde bu defa ben ona sıkıca sarıldım ve onu tekrar koltuğa doğru çekip onunla beraber ben de oturdum.

"Bunu ben de çok isterim ama o kendi ismini kendi seçti bile."

"Nasıl? Adı ne olacak peki?" diye sordu söylediklerime bir anlam veremeyerek.

Her ne kadar ona rüyamdan bahsetmek istesem de yine sustum ve bu kısmı kendime saklamayı tercih ettim. Ellerimi tişörtümün üzerinden bastırmanın bana yetmediğini fark ettiğimde kumaşı aralayıp elimi çıplak karnımda gezdirdim ve "İda." diye mırıldandım.

Élodie'nin garipsemesini beklerken, o yine bugün artık sayısını kaçırdığım bir şekilde beni şaşırtıp, "İda Dağı gibi mi? Hani Yunan mitolojisindeki?" diye sordu.

"Sen nereden biliyorsun?" dedim. Anlaşılan o ki şaşırma sırası bendeydi.

"...diye sordu beni gecelerce mitoloji sınavına hazırlayan fındık." dedi gülerek. "Bebişimiz kız yani öyle mi? Söylenişinde feminen bir hava var sanki, İda..."

"Evet, öyle hissediyorum." dedim gülümseyerek. Ama aslında bir histen çok daha ötesiydi bu, belki bir önsezi.

"Haa bu arada..." dedikten sonra tekrar karnıma dokundu Élodie. "Bundan sonra sana fındık kabuğu demem gerekecek, çünkü asıl fındık burada." derken gözlerinin içi gülüyordu.

O an, sevgisini tüm hücrelerimde hissederken, ona güvenmekle aslında hiç de hata etmediğimi anladım. Biliyordum çünkü gözlerimi kapattığım anda, tüm kalbimle görüyordum. Beni hiçbir zaman yargılamayacak ve her daim destek olacaktı.



*Robert Frost, The Road Not Taken şiirinin son dizeleri, Türkçe çevirisi alıntıdır.

Yazarın Notu:

Selamlar!

Nasılsınızlar? İnşallah iyisinizdirler😜 Bu hafta birazcık delirmiş olabilirim müsadenizle, sıcak hava başıma vurdu da🙈

Bölümü nasıl buldunuz? Kısa diyenleri topuğundan vuruyoruz 👣🔫 Çokça söyledim ama yinelemekte fayda var; Her zaman yazar notları hariç iki bin kelimeden az yazmamaya gayret ediyorum.

Hazel'in kararı hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce hemen söylemeli mi? Yoksa bir süre için kendine mi saklamalı?

İda ismini nasıl buldunuz? Bence oldukça manidar😅

Her zamanki gibi gitmeden bu satıra emojiler bırakmanız beni çok mutlu eder.

Aşağıya önce Hazel'in en sevdiği şakayıklardan bırakıyorum, bazıları gül de diyebilir olur öyle🌸

Sonra da gelenekselleşen Atlas görselimizi bırakıyorum ki yokluğunu çok hissetmeyin. Bu seferki bir gif, kendi ellerimle yaptım ve gife bir isim verdim : 'tam bir şebek'🙈


Bu çalışma da yine benden🙈

Haftaya görüşmek dileğiyle,
Sevgiyle,

MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

62K 1K 39
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.
112K 6.1K 17
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
273K 17.6K 46
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel
3.4M 167K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...