ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 35 | KARARLAR

37.3K 1.7K 548
By MmeCha

Bölüme ilham veren şarkı:

Atlas Genius - Trojans

BÖLÜM 35 : KARARLAR

Dışardan gelen kuş cıvıltıları odayı doldururken, sağ elimi yastığın altına koyup yan döndüm. Güneş ışınları ince tüllerin arasından davetsizce içeriye dalarak açıkta kalan çıplak kollarıma vuruyordu. Aslında uykumu fazlasıyla almıştım ama gözlerimi açasım yoktu. Sanırım yüzümde dolaşıp duran parmakların yarattığı sıcacık hissin de bunda payı büyüktü. Atlas elinin tersiyle yanağımı okşayıp saçlarımı nazikçe geriye ittirdiğinde, gülümsememek için kendimi zor tuttum. En azından bir süre daha uyandığımı bilmemeliydi, bu tatlı dokunuşların keyfini  biraz daha sürebilmeliydim.

Göremesem de yatağın içinde birbirimize dönük durduğumuzu biliyordum. Tatlı nefesi ara ara yüzüme çarparak tenimin daha da ısınmasına neden oluyordu. Bacaklarımız sarmaşıklar gibi birbirine dolanmıştı. Saçlarımın üzerinden kayan eli, açığa çıkan çıplak omzumu buldu. Parmakları orada birkaç daire çizdikten sonra elinin yerini dudakları aldığında artık kendimi tutmak çok zordu. Omzumun tepesine upuzun bir öpücük bıraktıktan sonra biraz olsun geri çekilmeden kanımı kaynatan nefesini boynuma doğru üfledi. "Boşuna uğraşma uyanık olduğunu biliyorum." dediğinde sesinde uykunun verdiği tatlı boğukluk vardı. Elimi üzerimizi örten ama omuzlarımızı açıkta bırakan yorganın içinden kaydırarak çıplak sırtını buldum. Avucumu tenine bastırarak kendimi biraz daha ona doğru çektiğimde, burnunu şah damarımın üzerine hafifçe sürtüp ciğerlerine sesli bir nefes çekti.

"Bitmesin istedim." diyerek itirafımı dile getirdiğimde onu şaşırttığımın farkındaydım. Bir an için duraksaması ve aldığı nefesi olması gerekenden biraz daha fazla içinde tutması bana bunu fısıldıyordu. Kollarını belimin etrafına sarıp beni üzerine doğru çektiğinde saçlarım yüzünün iki yanından sarkarak bizi dış dünyadan gizleyen bir örtü gibi üzerimize kapandı. Dirseklerimi başının altındaki yastığa bastırıp hala uyku akan güzel yüzünü izlemeye başladım.

"Çok şaşırtıcı." diye fısıldadığında kaşlarım havalandı. "Şaşırtıcı olan ne?" diye sordum merakla.

"Senden beklediğim gibi davranmıyorsun."

Bu defa söyledikleriyle kaşlarım çatılmıştı. "Ne yapmam lazımdı?" diye sordum kızgın bir tonda tutmaya çalıştığım sesimle. "Başımı utancımdan deve kuşu gibi yastıkların altına mı gömseydim?"

Bir anda omuzları sarsılarak gülmeye başladığında göğsünün üzerine bir tane patlattım. "Gülmesene ya gülüyor bir de."

Tek eliyle yanaklarımı iki yandan sıkıştırarak balık ağzı gibi büzüşüp aralanan dudaklarımın üzerine bir öpücük bıraktı. "Yanakların yanıyor ama." diyerek tekrar gülmeye başladığında, kendimi birdenbire, beni engellemesine olanak vermeden yana atarak ona sırtımı döndüm. Bu fırsatı kaçırmayıp büyük elini karnıma bastırarak sırtımı göğsüne yapıştırdı.

"Ya tamam, Hazel'e güldük eğlendik, bitti." diye söylendiğimde, kendini kalçalarımın biraz üzerine bastırdıktan sonra dudaklarını kulağıma yaslayıp iç gıcıklayan sesiyle cevapladı. "Bence daha yeni başlıyoruz."

***

Gözüm duvardaki saate kaydığında "Ay ya saat öğlen iki olmuş biz daha yataktan çıkamadık ya!" diyerek nefes nefese söylendim. Nedense konuşmam ve konuyu daha sakin sulara doğru çekmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Az önceki maratondan sonra hala soluklarımı düzene koyabilmeyi başarabilmiş değildim, ama Atlas'ın da benden pek bir farkı yoktu ve bu nedense göğsümün kabarmasına neden oluyordu.

Gözlerinde oynaşan arsız parıltılar aşağıya doğru bir kanca salladığında dudağının kenarı yukarı doğru çekildi. "Sakın!" dedikten sonra üzerine doğru atlayıp parmaklarımı dudaklarının üzerine kapattım. Ya yine kahkahalarla gülmeye başlayacaktı ya da fazlaca edepsiz bir yorum yapacaktı ve ben henüz ikisine de hazır değildim.

Konuyu değiştirebilmek için havadan sudan konuşur gibi, "ben çok acıktım sen de acıktın mı?" dediğimde hala parmaklarımın hapsinde olan dudakları iki yana doğru gerilip yukarı kıvrıldı. "Hayır ya gülmek yok." diye isyan ettiğimde parmak uçlarıma bir öpücük bırakıp eliyle bileğimden nazikçe tutup çektikten sonra konuştu. "Sen de başka tarafa çekmeye bu kadar müsait şeyler söylemesen mi artık?"

Dizlerimin üzerinde durup tek kaşımı kaldırarak ona tepeden baktım. "Ne yapayım senin yüzünden. Sen benim ibremi şaşırtıyorsun." dedim. Üzerime diktiği kısık bakışları yavaş yavaş kararmaya başlarken, "ya bakmasana şöyle." diye mızıldandım.

"Nasıl bakıyormuşum?"

"Yemek istermiş gibi." dedikten sonra ellerimi ağzıma kapadım. Yorum yapmasına izin vermeden devam ettim. "Tamam şimdi güzel ve sıkı bir kahvaltı yapıyoruz, sonra da yürüyüşe çıkıyoruz. Baksana dışarıda hava çok güzel bence kaçırmayalım."

Ben dikkatini o yöne çekmek için pencereden dışarıyı gösterirken, o hiç oralı değilmiş gibi kolunu başının altına alıp delici bakışlarla beni süzmeye devam etti. Bir an gözlerim kendi üzerime kaydı. Yorganı bir elimle üzerime bastırmış düşmemesi için sıkı sıkı tutuyordum. Birbirine girmiş hatta deyimi yerindeyse karman çorman olmuş koyu kahve saçlarım, asice döküldükleri beyaz kumaşın üzerinde tezatlık yaratıyordu.

Eğilip hafifçe kendimi kokladıktan sonra yüzümü buruşturup, "Ben en iyisi hepsinden önce bir duş alayım." dedim. İşte şimdi utanmıştım. Gözlerimi kaçırıp odanın içinde dün çıkardığım tişörtü aradım. Tam odanın ortasında, Atlas'ın tişörtüyle beraber yerde duruyordu. Üstümde yorganla kalksam, o açıkta kalacaktı ve onu çıplak görürsem işin ucu yine başka yerlere gidebilirdi. En iyisi hızlı davranıp o daha ne olduğunu bile anlayamadan, üzerimde elbise gibi duracağına emin olduğum tişörtünü çabucak kafamdan geçirmekti. Hem böylece kalçalarımı da örterebilir ve tek taşla iki kuş birden vurabilirdim.

Planım hazır olduğuna göre, şimdi onu uygulamaya koyma vaktiydi. Ona sırtımı tamamen dönüp yorganı çabucak üzerimden attım. Ben daha yerdeki tişörte eğilemeden, Atlas beni sırtına attığı gibi keyifli bir ıslık tutturarak banyoya yürümeye başladı.

Tepemizden akan suyla beraber saçlarımın arasından süzülen köpüklere rağmen, sımsıkı yumduğum gözlerimden birini açıp burnumun dibindeki yakışıklı adama baktım. Duşakabin ikimizin birden rahat edemeyeceği kadar ufaktı, ama tabi bu birbirimize daha yakın durmamız demekti ve Atlas için hiçbir sorun teşkil etmiyordu. Göğsünden karın kaslarına doğru süzülmeye devam eden duru suyu gözlerimle takip ederken yutkundum. Arkasındaki rafta duran duş jelini almak için bana sırtını döndüğünde gördüğüm kıpkırmızı çiziklerle gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Eline aldığı jeli köpürtürken bakışları yüzüme kaydı ve şok olmuş ifademi görüp usul usul bir şekilde hala tepemizden akmaya devam eden suyu kapattı. "Ne oldu?" diye sorduğunda ona söyleyip söyleyemeyeceğimden emin değildim.

Köpüklü elleriyle çenemi kavrayıp bakışlarımızı kesiştirdi. Dudaklarımı dişleyip "özür dilerim." diye fısıldadım. Gözleri kısıldı, nedenini anlayamamıştı. Gözlerimi kaçırmaya çalıştım ama bakışlarının esaretindeyken bunu yapmak oldukça zordu. "S-sırtını tırnaklarımla çok derin çizmişim." diye kekeledim.

Söylediğime karşılık hiçbir şey söylemedi. Cevap vermek yerine boşta olan eliyle belimi kavrayıp bedenlerimizi birbirine yapıştırdı. Belimi tutan eli kayıp kalçamın üzerinde durduğunda nefesim tıkanır gibi oldu. Ama tutuşu tehditkar ya da baştan çıkarıcı değildi, aksine yumuşaktı. Parmaklarını tenimin üzerinde dokunmaya korkar gibi hafif hafif gezdirdikten sonra, "bak." diyebildi zorlukla. Onun da konuşmaya hali yok gibiydi. Başımı arkaya doğru atıp, dokunarak dikkatimi toplamaya çalıştığı yere baktım. Bu defa gözlerim sanki bu mümkünmüş gibi daha da kocaman açıldı. Kalçamın üzerinde dört parmağının izi vardı.

Yavaş hareketlerle ona doğru dönüp kollarımı boynuna sardım. Bunun için üzülmemeliydi. Anlaşılan o da, ben de anın getirisiyle kendimize engel olamamış, fazlaca hoyrat davranmıştık. Daha fazla konuşmadık. Atlas ikimizi de güzelce köpürttükten sonra tekrar musluğa uzanıp akan suyun bizi durulamasına izin verdi.

***

Çatalıma taktığım minik peynir dilimlerini kıtlıktan çıkmışım gibi birer ikişer ağzıma atıp hızlı hızlı çiğnerken, hatta tam anlamıyla çiğneyemeden yutarken, çayımdan aldığım minik yudumun yardımıyla lokmamı aşağı gönderdikten sonra, başımı masadan kaldırıp, "hı ne demiştin?" diye sordum Atlas'a. Sonra gözüm deminden beri bana tatlı tatlı göz kırpıp duran bala ve yanındaki kaymağa kaydı. Ama orada fazla oyalanmadım. Bakışlarımı tekrar Atlas'a çevirip geniş yakalı tişörtünün örtmeyi beceremediği, aklımı masada duran herhangi bir şeyden ekseriyetle daha fazla çelmeyi başaran belirgin köprücük kemiklerine baktım.

Elindeki çatal bıçağı gürültülü bir şekilde masanın üzerine bırakıp, "diyorum ki..." diye bastırdı. "Akşama kalmadan, karanlık çökmeden yapalım artık biz şu mangalı. Yoksa aldığımız her şey bayatlayacak."

Mangal lafını duyunca bir an ağzım sulanır gibi oldu ama kendimi son anda toparladım. Sanki bütün hislerim, tüm duyularım ayaklanmıştı ve hepsi birer birer gelmek yerine, attıkları 'hurra!' naralarıya beraber üstüme çullanmayı tercih etmiş gibiydi.

"Tamam." diyerek kabullendim. "Düşünme yasağı bitti, istersen yemek yerken her şeyi masaya yatırabiliriz."

"Sonunda beynime biraz kan gitmeye başlayınca toparladım. Bence de artık konuşup plan yapmaya başlayabiliriz." dediğinde imasını anlayıp elime gelen ilk şey olan çay kaşığını kafasına doğru fırlattım. Ama o çoktan ayaklanmış, ona attığım kaşığı havada yakalamış ve tüm bunların üzerine bir de sofrayı toplamaya başlamıştı bile.

***

Acı gerçeği kabullenmem için fazladan birkaç adım atmam yetmişti. Doğru düzgün yürüyemiyordum. Fazla geniş ya da fazla hızlı adımlar attığımda kasıklarım sızlıyordu ve yalnızca bebek adımlarıyla yürüyebileceksem eğer, ısrarcı olmanın da pek alemi yoktu. Yüzümü buruşturup benden en az elli metre ötede olan ve ormanın derinliklerine doğru yürümeye devam eden Atlas'a baktım. Birkaç saniye sonra gözden kaybolacağını bilerek, olduğum yerde öylece durup geniş sırtını seyrederek iç geçirdim. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi bir anda durdu ve geri döndü. Koşar adımlarla yanıma geldiğinde gözlerimi yumup yavaş hareket ettiğim ve gerisinde kaldığım için benimle dalga geçmesini bekledim. Neden bilmiyordum ama bunu yaparsa olduğum yere çöküp ağlayabilirdim. Ama yüzünde alaycılığın aksine endişeli bir ifade vardı. Onun 'ne oldu' diye sormasını beklemeden, "yürüyemiyorum." diye mırıldandım. Eğilip kollarını bacaklarımın altından geçirerek beni kucakladığında, kollarımı boynunun etrafına sardım ve burnumu boyun girintisine sakladım. Hiçbir şey söylemeden ağır adımlarla eve doğru yürüdü. Odaya gitmek yerine beni dikkatlice indirerek salondaki koltuğa yatırdıktan sonra koltuğun kenarındaki battaniyeyi üzerime örttü ve alnıma minik bir öpücük bıraktı. Gözlerim iyice ağırlaşır, kalın battaniyenin altında kendimi sıcacık ve güvende hissederken, çok geçmeden uykuya daldım.

Uyandığımda alacakaranlık çökmüştü. Bir müddet akşam mı oluyor yoksa gün mü ağarıyor anlayamadım. Üstümde gündüz vakti uykuya yatmanın getirdiği tatsız bir mayışmışlık hali ve hafif de baş ağrısı vardı. Battaniyeyi üzerimden atıp büyük ihtimalle Atlas'ın ben uyuduktan sonra çıkarmış olduğu bez ayakkabılarımın arkalarına basarak ayağa kalktım. Bağcıkları içeri sokuşturma zahmetine bile katlanmadan kapıya doğru yürüyüp bahçeye çıktım. Atlas masayı çoktan kurmuştu ve sanırım tek eksik bendim. Hah tabi elindeki maşayla ustaca çevirdiği köfteler vardı bir de.

Gözlerimi ovuşturarak ona doğru yürüdüğümde gülümsedi. "Uyanmışsın, öyle uyudun ki ben de seni sarsarak falan uyandırmak zorunda kalacağımı düşünmüştüm."

"Söyle söyle çekinme." dedim gülerek. "Ölü gibi uyudun de, üstünden dozer geçmiş gibi uyudun de..." sonra durdum ve çenemi kaşıdım. "-Ki bu yanlış da sayılmaz." diye düşünceli bir biçimde devam ettim.

Elini ensesine atıp bakışlarını kaçırdı. Sanırım şu an benimle dalaşmak istemiyordu. Omuz silkip önünde boş bir tabak duran sandalyeye kuruldum. Masada yok yoktu. Her şeyi düşünmüştü. Salatalar, mezeler, hatta ben aldığımızı katiyen hatırlamıyordum ama masada bir büyük bile vardı.

Atlas tabağımı neredeyse tepeleme doldurduğunda "sen başla, mangalcı başının kaderinde böyle ayakta yemek var işte." dedi ve ağzına bir köfteyi bütün olarak atıp sıcaklığına biraz olsun aldırmadan yemeye başladı. Tabağımın üzerini örtecek bir şeyler ararken mırıldandım. "Olmaz öyle ben beklerim böyle tek başıma boğazımdan geçmez zaten."

Atlas'ı zorlukla da olsa birlikte yemeye ikna edebildiğimde, yanında durup ayakta dikildim. O bir yandan işine konsantre olmuşken bir yandan da ben gelmeden önce kendine doldurduğu dubleyi içiyordu.

Elindeki bardağa uzanıp bir yudum da ben aldım. Aslında keskin anason kokusunu hiç sevmezdim ama bugün ona eşlik edesim vardı. "Rakı aldığına göre mevzu baya derin, bu sefer memleketi kurtaracağız galiba." dediğimde güldü. "Mevzu uluslararası olunca işler daha da karışıyor, bilirsin."

İşin komiği bilmiyordum. Adı Atlas Birinci'ydi. Ama anlattığına göre annesi Fransızdı. Fransa'da genelde birbirine benzer geleneksel isimler kullanılırdı. Bol bol Alex duyardınız, sonra Axel ismi de yaygındı ama daha önce Atlas isimli birine rast gelmediğime emindim. Belki de annesi marjinalin tekiydi, sanırım bunu sormadan öğrenemeyecektim.

Nihayet ikimiz de karşılıklı olarak ufak masaya kurulduğumuzda, düşüncelerimi dağıtmak ister gibi kafamı sallayarak, "şu vasiyet işi." dedim. Derin bir nefes alıp, "ne olmuş ona?" diye sordu.

"Sadece sorunun kaynağına inmeye çalışıyorum." dedim ve elimdeki kadehi birkaç tur çevirdikten sonra dudaklarıma götürüp bir yudum aldım. Alkolün tadı boğazımı yaktığında kadehin hemen yanındaki su bardağına uzanarak bir yudum da ondan aldım. "Bu böcekten duyduğumuz kadarıyla ikizler babalarını öldürme teşebbüsünde bulunmuş. Adam da bunun farkında olarak yeni bir vasiyet hazırlatıp İstanbul'a yollamış." dedim ağır ağır. Yollamış demek garibime gidiyordu ne de olsa bu iş için günah keçisi olarak beni seçmişlerdi.

"Senin bu işle ne alakan olduğunu tekrar sormayacağım." diye devam ettim üzerine basa basa. "Dişe dokunur bir cevap vermeyeceğini biliyorum. Ama aklıma bir şey takıldı. Vasiyet tekrar oluşturulamaz dedin, o neden?"

"Adam yoğun bakımda şu an. Beynindeki tümör artık son evresinde." dedi salatadan bir çatal alırken. Sanki gayet normal bir şey tartışıyormuş gibi bir halimiz vardı.

"Peki bu vasiyetin yani değiştirilmiş halinin sadece bir adet nüshası olduğundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sorduğumda kaşları havalandı.

"Yani..." dedi ama yüzündeki kararsızlığı görebiliyordum. "Sağlam bir kaynaktan aldığım bilgiye göre bu vasiyet aceleyle, el yazısıyla yazıldı. Bahadır Candar komaya girmeden hemen önce. Dolayısıyla avukatla görüşecek vakti yoktu."

"Bir dakika ya adamın adı Bahadır mı?" dedim kendimi tutamayıp kıkırdayarak. Ne olmuş der gibi kafasını iki yana salladı. "Bu ne egodur ya Rab" dedim biraz daha gülerek. Artık gözümden yaşlar gelmeye başlamıştı. "İkizlerine de Baha ve Bahar adını mı vermiş, çok yaratıcı, önünde eğilmek isterim." deyip oturduğum yerden beceriksiz bir reverans yaptım.

Atlas uzanıp elimdeki bardağı kaptığı gibi yere boşalttı. "Rakı seni şaraptan daha çok çarpıyor bunu bir yere yazalım."

"Atlas ben ciddiyim. Vasiyetin sadece tek bir nüshası olduğuna emin misin sen? Bence gerçekten de artık sorunun kaynağına inelim." dedim.

"Kaynağına inelim derken?" diye sordu. Büyük ihtimalle konuştuklarım ağzımdan geveleme gibi fırlamaya başlamışken anlaması zordu.

Kafam iyice ağırlaşıp masanın üzerine düşmeden hemen önce, "gidelim ve şu meşhur Bahadır Candar'ı bulalım. O belki bizimle konuşamaz ama burada elimiz kolumuz bağlı oturmaktan iyidir." dedim.


Yazarın Notu:

Selamlar!

Bu hafta Aslanağzı'na en çok ne tarz yorumlar aldım biliyor musunuz? Keşke bu kadar geç keşfetmeseydim diyenler ve kütüphanelerine ekleyip geç okumaya başladıkları için hayıflananlar bu üzüntülerini yorumlarıyla dile getirdiler. Size her zaman oy verin ve herkese açık okuma listelerinize ekleyin diye rica etmemin sebebi de bu işte. Beğendiğiniz bir hikayeyi desteklediğinizde o hikayenin daha çok kişi tarafından keşfedilme şansını artırmış oluyorsunuz.

Bu hafta olay akışının doğası gereği durağan bir bölüm okudunuz. Ama fark ettiyseniz yine aksiyonun sinyallerini veriyoruz. Yarı finale çok az kaldı, 3-4 bölüm sonra dananın kuyruğunun koptuğu ana geliriz artık diye düşünüyorum.

Hikayeyi desteklemek için bu satıra emojilerinizi birakabilirsiniz. Her bir yorum benim için çok kıymetli🌸

Aşağıya bir adet doğayla iç içe geçmiş Hazel bıraktım. Bakarsınız haftaya yine yollara düşeriz😇

Haftaya görüşmek dileğiyle,

Sevgiyle,
MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

3.2M 169K 42
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
313K 8.9K 38
Mirhan ağa kaşlarını kaldırarak karısının saçını okşayarak kulak arkasına aldı. Karısının öpmekten şişen dudaklarına alayla sırıtıp burnunu çenesinin...
584K 35K 82
Mpreg Avcı Kendi Kokusunu Saklar Vakti Gelene Kadar..
196K 9.9K 49
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...