ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ

42.9K 1.9K 839
By MmeCha

Bölüme İlham Veren Şarkı:

Ogün Sanlısoy - Bilmece (Akustik Versiyon)

BÖLÜM 26 : DOKUNUŞ

Kesik kesik çizilmiş şeritler birer birer ardımızda kalır, arabanın içindeki sessizliğimiz devam ederken, koltuğumu hafifçe yatırdıktan sonra başımı geriye yaslayıp yorgunlukla gözlerimi kapadım. Bu gece bitmek nedir bilmiyordu; sanki inadına inadına sonsuzluğa uzanıyordu. Atlasla tartışıp bana nasıl hissettirdiğini tam olarak anlatabilmek için biraz enerji toplasam hiç de fena olmazdı. En azından eve gidene kadar arabada biraz kestirebilirdim.

"Sakın uyumayı aklından bile geçirme, seni o kadar kat yukarı taşıyamam." dedi tüm sakinliğiyle. Sükuneti bozan kişinin o olması şaşırtıcıydı aslında. Gözlerimi kısarak bulanık görünen yüzüne baktım ama nefesimi şimdi konuşarak tüketmek istemiyordum. Ağzım zaten gereğinden fazla aldığım alkol yüzünden kupkuruydu, litrelerce suyu bir dikişte içsem de bu susuzluğum dinecek gibi değildi. Yutkundum, ama avuç dolusu kum yutmuş gibiydim. Tükürük bezlerim bile grevdeydi. Kafamı sallayıp gözlerimi kırpıştırarak uyanık kalmaya çalıştım. Kendime bir meşgale bulup eve gidene kadar sızıp kalmamak için oyalanmalıydım.

Yüzümüze yansıyıp duran sokak lambalarının ışıkları arabanın içini aydınlatmak için yetersiz kaldığından, el yordamıyla tek kalan ayakkabımın tokasına uzanıp onu da çıkardıktan sonra, eteğimi hafifçe sıyırıp gözlerimi iyice kısarak sağ ayak bileğime baktım. Durduğu yerde sızlamıyordu ya da ağrı yapmıyordu; bu da iyiye işaretti. Demek ki kırık ya da çatlakla uğraşmak zorunda kalmayacaktım. Ama burkulan ayağımın topuğunu arabanın paspasına bastırıp yokladığımda, aniden gelen zonklamayla ızdırap dolu ıslıklı bir nefesi dudaklarımın arasından serbest bıraktım.

Sızlanmamı duyduğunda gözlerini yoldan çekip kaşlarını çatarak bana baktı. Neyse ki ben çoktan yüz ifademi toparlamış, 'ne oldu bir şey mi oldu?' dercesine dümdüz ve delici bakışlarımı ona dikmiştim. Kısa bir süre sonra pes ederek dikkatini tekrar yola verdi. Aslında suratının haline baktıkça karnımı tuta tuta gülesim geliyordu, ama bunu yapmayacaktım. Ona olan öfkemi taze tutmam gerekiyordu. Akmaz, dağılmaz, bulaşmaz diye ün yapmış olan pek marifetli rujlar, belli ki henüz Atlas'ın iddialı girişimleriyle tanışmamışlardı. Nitekim şu an öpüşmekten hafifçe şişmiş olan dudaklarını dalga dalga lekeleyen kırmızı ruj, görevini layıkıyla yerine getirememenin üzüntüsünü yaşıyor olmalıydı.

Aklıma gelen şeyle tepemdeki aynayı indirdiğimde gerçeklerle yüzleştim. Benim de ondan pek bir farkım yoktu. Rujum çenemin ucuna kadar dağılmıştı. Üstelik koyu renk makyajım da şu an göz kapaklarım yerine elmacık kemiklerimin üzerini süslüyordu. Atlas'tan katbekat beter durumdaydım. Elim istemsiz bir şekilde topuzumu artık tutmayı başaramayan, işlevini yitirmiş tel tokalara doğru gitti. Hoyrat bir şekilde çifter çifter tokaları sökmeye başladığımda kopan saç tellerinin yaşattığı saniyelik acı, gerçekle hayal arasında uzanan o incecik ipin üzerinde kıvrak bir akrobat gibi dengede kalmamı sağlıyordu.

Atlas benden tarafa şöyle bir bakış atsa da hiç istifini bozmadan arabayı kullanmaya devam ettti. Ama yapmakta olduğum eylem dikkatini çekmiş olacaktı ki kendini tutamayıp, "eve kadar beklesen olmaz mıydı?" diye mırıldandı. Onu duymamış gibi yaparken parmaklarımı tamamen özgürleştirdiğim saçlarımın arasından geçirip şöyle bir havalandırdıktan sonra dalga dalga omuzlarıma doğru düşürdüm.

Tam o anda burnundan birkaç sesli nefes aldı ve havayı kokladı. Sonra sertçe frene asıldı. Kan bürümüş gözleriyle üzerime doğru geldiğinde, içgüdüsel olarak kapının koluna tutunarak kendimi cama doğru çekip iyice köşeye sindim. Elini saçlarımın içine atıp burnunu parmaklarına doladığı tellere yaklaştırdığında bir anda neye bu kadar kızdığını anlayamasam da, bir taş kadar hareketsiz kalarak nefesimi tutmuştum. Üzerime gelişinin aksine yavaşça geri çekildiğinde artık gözleri kararmıştı. Sıkılı dişlerinin arasından, "ot mu içtin sen?" diye sordu. "O ibne viski yetmezmiş gibi ot mu içirdi bir de sana?" diye kükredi.

"Bağırma bana!" dediğimde artık ben de bağırıyordum. Her ne kadar kendi sesimin desibelini o an fark edemeyecek olsam da yırtılacakmış gibi acıyan boğazım bana bunu söylüyordu. "Ben içmedim yanımda içtiği için kokusu üzerime sinmiş." dedim. Neden ona açıklama yapma zahmetine katlandığım konusundaysa hiçbir fikrim yoktu.

Ağzının içinde "hala yanımdaydı diyor elimden bir kaza çıkacak." diye kendi kendine homurdandığını duydum. Parmakları direksiyonu sıkarken eminim şu an Taylan'ı gırtlakladığını hayal ediyordu.

Arabayı park ettiğinde kontağı kapatmasını beklemeden kapıyı açtım ama dışarı uzattığım çıplak ayaklarım beton zeminle temas ettiğinde, hissettiğim soğuklukla ürperdim. Atlas da çoktan kendini dışarı atmış, beni beklemeye tenezzül etmeden apartmanın girişine doğru ilerlemişti bile! El mahkum arabanın içinden çıktım ve kaybolmak üzere olan sırtını izlerken kapıyı olması gerekenden biraz daha sert bir şekilde kapattım. Gürültüyü duyduğunda duraksadı ama bana doğru dönmek yerine sol elini havaya kaldırıp anahtarın düğmesine basarak kapıları kilitlendiğinde olduğum yerde sinirle tepinmek istedim.

Yükümü sağlam ayağıma vererek diğerini arkamda sürükleyip onu takip ederken nasıl olup da zeytinyağı gibi üste çıkmasına engel olamadığımı düşünüyordum. Ben zorlukla merdivenin başına gelebildiğimde, o büyük ihtimalle üst katta dairenin kapısını açmakla meşguldü. Kilidin içinde defalarca dönen anahtar sesi bu düşüncemi doğruluyordu. Merdivenlere düşmanca bir bakış atıp sekerek çıkıp çıkamayacağımı düşünmeye başladım. Belki kasem ya da ayak bileğim şans eseri kırılmamıştı ama bu kafayla tek ayak üzerinde zıplayarak yukarı çıkmayı denersem, yere çakılıp kafamı kırmam bu kez an meselesiydi.

Basamağa oturup şakağımı soğuk duvara dayayarak alternatif yollar aramaya başladım. Ve hayır, seçeneklerin arasında ondan yardım istemek katiyen yoktu. Şişip davul gibi olan bileğime hüzünlü bir bakış attıktan sonra tam emeklemeye karar vermiştim ki, apartman boşluğunda merdivenleri inen ayak sesleri yankılanmaya başladı. Birkaç saniye sonra bedenim havalandı ve Atlas'ın kucağında yukarı çıkmaya başladık. "Sana ne kadar kızgın olduğumu tahmin bile edemezsin." dedi karanlık bir fısıltıyla. "Eminim benim sana olan kızgınlığımın yanında esamesi bile okunmayacak kadardır." dedim burnumdan soluyarak.

Odasına girip beni yatağın üzerine bıraktığında, hemen dikelip yatağın üzerinde oturur konuma geldim. Hala kendi kendine söylenmeye devam ederken ceketini fırlatıp attı. Şimdiye kadar fark etmemiştim ama papyonu boynunda değildi. Kol düğmelerinden de yerinden koparır gibi haşince kurtulduktan sonra, bana dönüp gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Uzun parmakları kumaşın üzerinde yolunu kolayca bulurken gözleri gözlerimi esir almıştı. O, gömleği de üzerinden sanki o kumaş parçasına karşı birikmiş bir kini varmış gibi söküp atarken, kupkuru olan boğazımı ıslatabilmek için yersiz bir çabayla yutkundum.

Büyük adımlarla bana yaklaşıp dizlerinin üzerine çöktü ve dikkatlice kavradığı ayağımı bacağının üzerine koydu. Parmaklarını hafifçe şişliğin üzerinde gezdirdikten sonra hala ayak bileğime bakarken "konuş." dedi.

"Ne konuşayım?" diye sordum gafil avlanarak. Gözlerini örten uzun kirpikleriyle o kadar güzeldi ki, güzelliği canımı yakıyordu.

Gri mavileri perdeleyen kirpikleri havalandı. Ayağım hala dizinin üstünde, avuçlarının arasındaydı. "T-tabanlarım kirli, yerlere bastım." dedim ne söylediğimin kendim de farkında olmadan. Tutuşunu hafif de olsa biraz daha sıkılaştırmasaydı beni duymadığını düşünebilirdim. "Konuşmamız burada bitmedi dedin, ne konuşmak istiyorsan söyle, sor, bunu burada şimdi halledelim." dedi kararlı bir ses tonuyla.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Haklıydı. Bunu yapmayı ben kendim istemiştim ama şimdi, zihnim hala berrak değilken bu ne kadar doğru bir hamleydi bilemiyordum. Birkaç saniye daha bekledikten sonra gözlerimi açıp beklenti dolu keskin bakışlarıyla karşılaştım.

"Atlas..." dedim. "Bana bir şeyler söylediğinde bile aslında hiçbir şey söylememiş oluyorsun. Biliyorum kulağa gayet anlamsız geliyor ama bu böyle."

Cevap olarak sadece kafasını hafif yana doğru yatırdı ve susarak devam etmemi bekledi.

"Taylan'a ne yalan söyleyeceğimi şaşırdım. Tesadüfe bak ki..." devam etmeden önce histerik bir şekilde güldükten sonra dilimi damağıma vurup şıklattım. "O şirkette çalışıyormuş. Onu orada görme ihtimalimiz olduğunu söyleyemez miydin en azından?"

"Partiye gelmeyecekti bu gece için Ozanlara sözü vardı. Kafanı yok yere ufak ayrıntılarla bulandırmak istemedim."

"Peki." dedim kabullenerek. Aslında bunu sineye çektiğim falan yoktu. Yine de sanki yenilip yutulabilir bir şeymiş gibi yutkundum. "O sarışın kadın?"

"O günü hatırlıyor musun? Çatışmanın olduğu günü?" diye sordu.

Nasıl unutabilirdim ki? Bununla nereye varmaya çalıştığını bilemesem de bıkkınlıkla "evet." diye cevapladım sorusunu.

"Hani seni havaalanında karşılayan bir kadın vardı, çantanın kendi tasarımı olduğundan böbürlenerek bahsetmişti sana..." dedikten sonra anımsayıp anımsamadığımı görmek için dikkatle yüzüme baktı.

"O kadın öldü." dedim.

"O kadın ölmemiş ben de görünce çok şaşırdım ama hala hayatta." dedi tane tane.

"Hayır." dedim sesim inkarımla titrerken. "O kadın benim gözümün önünde öldü. Camlar patladı, kurşunlar üzerimize yağdı..."
Gözlerim kocaman açılmıştı ama baktığım yeri göremiyordum. Gözümün önünde arabanın içindeki kadın ve adamın cansız bedenleri vardı şimdi.

Atlas ellerini omuzlarıma koyup kendime gelebilmem için hafifçe sarstığında, "bu nasıl bir oyun?" diye sordum.

"Benim için de çok karışık ama kadın hazır çakır keyifken bu gece şansımı denemem lazımdı lütfen anla beni. Eğer çantayı açabilirsek her şey sona erecek. Onlardan daha fazla saklanmak zorunda kalmayacağız."

Hafifçe geri çekilip yüzümü buruştururken, "değdi mi bari?" dedim. "Söyledi mi sana bir şey?"

Bakışlarını kaçırdı. "Daha fazla üsteleyemedim. Hemen sonrasında da Aydın'ı gördüm ve senin uzun süredir ortalıkta olmadığını fark ettim."

Onu itip ayağa fırladığımda ve odada bir ileri bir geri yürümeye başladığımda, ayağıma giren ağrıları umursamadım. Varsındı, iki katı kadar şişsindi. "Her şeye bir bahanen var yani ne güzel." dedim sinirle.

O da ayağa kalktı, ama bana yaklaşmaya çekinir gibi bir hali vardı. "Bahanem değil, açıklamam." diyerek düzeltti beni.

Ona arkamı dönüp avuçlarımı yüzüme bastırdım. İçimde kopan yabancısı olduğum fırtınalarla hiçbir şekilde başa çıkamıyordum ve bu beni dehşete sürüklüyordu. "Uyumak istiyorum." dedim cılız çıkan sesimle. Ama beni duyduğunu biliyordum. Uyursam geçerdi belki, geçmese de hafiflerdi. Daha fazla düşünmek ve bir girdaba kapılıp dibe sürüklenmek istemiyordum.

"Uyuyalım öyleyse." dedi ve kemerinin tokasından gelen çözülme sesini işittim. Dizlerimin bağı çözülür gibi olurken, midemde başlayan karıncalanma hissi, tüm sıcaklığıyla damarlarımda bir gezintiye çıkmaya karar vermişe benziyordu. Ne kadar kızgın olsam da, kırgın olsam da ona doğru çekilmek bana kendimi aciz hissettiriyordu.

Arkamda soyunuyor olduğu gerçeğini umursamamaya çalışarak titreyen parmaklarımı elbisenin arkasına götürdüm. O yapabiliyorsa ben de yapabilirdim. Belimdeki fermuarı kavradığım anda elimin üzerinde sıcak parmaklar belirdi. Diğer eliyle saçlarımı tek bir omzumun üzerinde topladıktan sonra üzerime doğru eğilip dudaklarını kışkırtıcı bir biçimde kulağıma sürttü. "Bırak ben yapayım."

Arsız adam benimle oynamayı, ona verdiğim tepkileri görmeyi seviyordu. "Kendim yaparım gerek yok." diyerek diklendiğimde çıplak göğsünü sırt dekolteme yapıştırıp iyice çileden çıkmama neden oldu. Sınırlarımı zorluyor, sanki orada bir yerlerde gömülü olduğunu bildiği bir mayının ucunu ayağıyla yoklayarak, neresine dokunduğunda patlayacağını keşfetmeye çalışıyordu. Biraz daha uğraşırsa ikimiz de havaya uçacaktık ve zerrelerimize ayrılacaktık. İşte o zaman bizden geriye kalanları kimse bulamayacaktı.

Birkaç adım ileri atıp onu arkamda bıraktığımda, onun kısacık süren temasıyla ısınmış olan sırtıma çarpan soğuk hava akımı yüzünden hafif ürpersem de durmadım ve fermuarı indirerek artık kemik rengi demeye bin şahit isteyen, rengi kirden griye dönmüş elbisenin içinden çıktım. Aynı anda bütün gece mucizevi bir şekilde çamaşırımın içinde kalmayı başarmış olan harici bellek, kumaşların yarattığı sürtünmenin etkisiyle halının üzerine düştü.

Üzerimde sadece minicik, dantelden bir külotla bakışlarımı ruhsuzca bu geceki binbir zahmete katlanmamızın asıl nedeni olan minicik alete dikerken, kulaklarım uğulduyordu. "Hedefe giden yolda zarar görmedikleri sürece insanları kullanmak umrumda olmaz." dedi Atlas'ın geçmişten gelen sesi. Çok değil, yalnızca iki ay olmuştu bunu bana söyleyeli. Yere doğru eğilip belleği avucumun içine alarak sıktım. Sonra, aynı sesi tekrar duydum. Bu defa, "Bu iş herkesin, her şeyin üstünde benim için." diye fısıldıyordu kulağıma.

Yavaşça olduğum yerde doğrulup dudaklarımın içini sinirle dişlerken, sanki belleği avucumun içinde ezerek parçalayabilecekmişim gibi biraz daha sıkıp hiddetle arkama döndüm. Hızla dönüşümün yarattığı rüzgarla uzun saçlarım havalanarak üzerime örtü oldu. Çıplaklığımız belki başka bir zamanda, başka koşullar altında beni iliklerime kadar utandırabilirdi ama bu defa öyle olmadı. Kolumu Atlas'a doğru uzatıp avucumun içini açtım. Büyümüş göz bebekleri, kararmış bakışlarıyla gözümün içini delip geçecek gibi bakıyordu. Elimi aşağı yukarı sallayıp çenemin ucuyla belleği gösterdim. "Al." dedim. Bakışları elime doğru kaydı sonra tekrar yukarı tırmanıp gözlerime tutundu. Elimi sabırsızca tekrar sallayarak, "alsana, bak bu umrunda olan tek şey!" diye bağırdım.

Boğazından hırıltıya benzer bir ses yükseldiğinde tereddütle bir adım geri çekildim ama o aramızda uzanan mesafeyi tek bir kocaman adımıyla sıfıra indirmişti. Ben faltaşı gibi açılmış gözlerle onu izlerken, Atlas o tarafa hiç bakmadan eliyle pençeler gibi avucuma uzandı ve belleği yere fırlattığı gibi vahşice dudaklarıma kapandı. Parmakları köprücük kemiğimin ve boynumun bir kısmına baskı yapıp beni iterek geriye doğru adımlar atmak zorunda bıraktı. Sırtım dolabın kapağına yaslandığında artık gidecek yerim kalmamıştı. Elleri vücudumda geçtiği yerleri yakıp kül eden bir yol izleyerek kalçalarımın üzerinde durduğunda, daha fazla tutmayı başaramadığım bir iniltiyi serbest bıraktım. Dili bu fırsatı kaçırmayarak araladığım dudaklarımın arasından içeri doğru kayıp kışkırtıcı bir şekilde benimkine sürtündü.

Ellerim benim kontrolüm dışında havalanıp asi saçlarının arasına dalarken, mantıklı düşünebilmenin şu an bana fersah fersah uzakta bir yerde durduğunu fark ettim. Dudakları nefes alma ihtiyacımı sezmiş gibi çeneme indi. Oradan boynuma doğru bir yol çizerken dili geçtiği yerleri ıslatıyor, dişleri kimi zaman ısırıklar bırakarak bu sanki mümkünmüş gibi beni daha da çok delirtiyordu. Kalçalarımın altından desteklediği elleriye bedenimi havaya kaldırdığında düşmemek için bacaklarımı sıkıca beline sarmak zorunda kaldım.

Sadece kafasını geriye çekerek tekrar bakışlarımızı kesiştirdi. "Yine titriyorsun." dedi boğuk çıkan sesiyle.

Hala damarlarımda bir yerlerde, kanıma karışmış bir şekilde vücudumu karışlayan alkolün verdiği yetkiye dayanarak itiraf ettim. "Üşümüyorum."

Dudağının kenarı sinsi bir gülüşle yukarı kıvrıldı. "Üşümediğini biliyorum."

Birkaç saniye sonra yatağın ortasına bırakıldığımda, teniyle beni cayır cayır yakan Atlas sayesinde üşümeme imkan yoktu, ama titrememe bir çözüm bulabileceğimizi de pek sanmıyordum. Ağırlığını başımın iki yanında duran dirseklerine verdiğini biliyordum ama bu yine de onu büyük ölçüde hissetmeme engel değildi.

Dudakları tatlı olduğunu sonuna kadar iddia edebileceğiniz bir şekilde yüzümün her yanını ıslak minik öpücüklere boğdu. Kıkırdamaya başladığımda öpüşleri boyut değiştirerek yine o ateşleyici, hatta sönmeye yüz tutmuş ateşi bile harlayabilecek hale geri döndü ve boynumdan aşağıya inmeye başladı. Kaburgalarımın bitimine geldiğinde karnımı içeri çekip bende uyandırdığı bu yeni hislere alışmaya çalıştım. Bu çılgınlıktı. Şu an tek istediğim şeyin o olması delilikti. Dudaklarını göbek deliğimin hemen altına bastırdığında bacaklarımda dolaşan elleri bu gece ikinci defa iç çamaşırımın sınırlarına tırmandı. Parmaklarını kenarlara geçirdiğinde tıkanır gibi "dur!" dedim.

"Niye duruyorum ya!" diye homurdandığında karnıma vuran sıcak nefesi bu kararımı uygulamaya koymama hiç de yardımcı olmuyordu.

"Kafam hala çok puslu, yarın sabah uyandığımda unutmuş olmak istemiyorum." dedim.

Dudaklarını tenimden çekmeden kafasını çok hafif bir açıyla kaldırıp olduğu yerden gözlerimin içine baktı.

"Üstelik..." dedim dağınık görünen saçlarının ve sıcak dudaklarının verdiği hissi ötelemeye çalışarak. Başarılı olamayınca sesli bir şekilde yutkundum ve kaşlarımı çattım. "Sana hala çok kızgınım."


Yazarın Notu:

Selamlar efendim nasılsınız sıhhatte misiniz?😅 Beni sorarsanız ben de işte fake atan yazarlardan halliceyim😂😂

Bana kızanları bu satıra alalım.

Atlas haklı deyip Hazel'e kızanların yorumlarını bu satıra alalım.

Tabi ki Hazel haklı, Atlas haksız, onu kınıyorum ve ona laflar hazırladım diyenlerin yorumlarını bu satıra alalım.

Kardeş ben emojimi bırakmaya gelmiştim onun satırını arıyorum diyenleri de destek olmak üzere bu satıra alabiliriz sanırım😇😇😇

Bu hafta Pazar günü 31 Aralık'a denk geldiğinden bölümü bir gün önce yayınlama kararı aldım. Hem siz geniş geniş okursunuz, güzelce yorumlarınızı yaparak beni mutlu edersiniz hem de ben yeni yıla dinlenerek girmiş olurum diye düşündüm😌 Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun🎊🎉🕛 başarı sağlık ve mutluluk hep sizinle olsun!

Geçen hafta verdiğiniz oylar beni çok mutlu etti, hadi bu hafta da hem erken gelen bölüm için, hem de bana yılbaşı hediyesi olarak yıldıza tıklayarak oy verin⭐️🌟💫

Aşağıda, Atlas ve Hazel'e ship adı bulamayınca biz😂😂😂

Haftaya görüşmek dileğiyle,

Sevgiyle,
MmeCha

Continue Reading

You'll Also Like

21.9M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
1M 57.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

132K 6.7K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
6.8M 452K 81
Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekimdir. Daha mesleğinin ilk günlerinde, hen...