SAVAŞ ve BARIŞ

Door fevziyetkn

16.7K 1.4K 680

İki erkek kardeşin ve sonunu getirebilecekleri bir kızın hikayesi. Ya da... bir kızın ve iki erkek kardeşin s... Meer

GİRİŞ
BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
Bölüm 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
BÖLÜM 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
BÖLÜM 37
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BÖLÜM 40
BÖLÜM 41
BÖLÜM 42
BÖLÜM 43
BÖLÜM 44
BÖLÜM 45
BÖLÜM 46
BÖLÜM 47

BÖLÜM 6

536 51 15
Door fevziyetkn

  MULTİ:  Savaş ve Hayal'in videosu.

Mutlaka izleyin!

Genellikle içi beyaz ve maviyle döşenmiş odada oturmuş psikoloğumu bekliyordum. Sadece kabuslarımın arttığını söyleyip ilaçlarımın dozunu arttırmasını isteyecektim. Derin bir nefes alıp geri verdim.

Kâbuslarım gerçekten artık rahat vermiyordu ve uyumamı engelliyordu. Dün gece hariç. Dün geceye dair hatırladıklarım bölük pörçüktü ama Savaş'ın geldiğini ve yine beni sinir ettiğini hatırlıyordum. Bir yanım da kâbussuz uyuyabilmemi ona bağlıyordu. Her ne kadar beni sinirlendirse de, dikkatimi dağıtmış ve aklımdan onları kovmuştu.

Kapının açılmasıyla düşünce girdabımdan çıkıp kafamı kaldırdım. Genç, uzun boylu,siyah saçlı bir adam içeri girerek,  "üzgünüm geç kaldım. İstanbu trafiği işte," diye mırıldandığında, onaylayarak çok beklemediğimi söyledim. Gülümseyerek, askıdaki beyaz önlüğünü giydi ve koltuğuna oturup önüne küçük not defterini aldı. "Evet Hayalcim, hoşgeldin," dediğinde gülümsedim.

"İstersen bugün sadece sohbet edebiliriz ya da demek istediğin bir şey varsa?"  dediğinde başımla onayladım.

"Kâbuslar..."

Bunu demem anlaması için yeterliydi.

"Arttı mı?" Dediğinde başımı salladım tekrar.

Boğazını temizleyerek, "Hayal, senin için zor olduğunu biliyorum ama içindeki zehri attığında, emin ol daha iyi hissedeceksin," dedi.

Kafamı kaldırıp ona baktığımda, "biraz kâbuslarının içeriğini anlatmayı denesen?," deyip kocaman gülümsedi. Ben de gülümsemeye çalışarak başımla onayladım ve boğazımı temizledim.

"Genelde gerçek hayattan alıntılar oluyor. Çocukluğumdan." Dediğimde başını salladı.

"Bana biraz çocukluğundan bahseder misin?" Dediğinde kaşlarımı çattım. Birazdan şu koltuğa uzanmamı isteyip hipnozla çocukluğuma dönmesi gereken kısım bu kısım mı yoksa?

Sıkıntıyla bacak bacak üstüne atıp "Bahsedilecek pek bir yanı yok," diyerek kurtulmaya çalıştım ama psikoloğum tabi ki bunu yememişti.

"Israr ediyorum," dediğinde saate baktım daha on beş dakikam vardı. Anlaşılan kurtuluş yoktu.

"Annem ben sekiz yaşındayken beni terk etti. Babam da beni 10 yaşımda iki sene yatılı okula gönderdi. O zamanlar en karanlık zamanlarımdı. Kâbuslarım da genellikle bunlarla ilgili oluyor," dediğimde ellerini çenesinin altında birleştirip daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladı.

Yutkundum. "Bu kadar," dediğimde önündeki deftere bir şeyler karaladı. Kafasını kaldırıp bana döndüğünde, "peki ondan sonra?" Diye sorduğunda, "biriyle evlendiğini öğrendim. Beni onunla tanıştırdı ve o hayatıma girdiğinden beri karanlığım biraz da olsa azaldı," dedim gülümseyerek.

O da gülümseyip "çok şanslı olmalısın," dediğinde gözlerimi devirerek, "bilemezsiniz," diye mırıldandım. Aklıma dün babamla yaşadıklarım geldiğinde tüylerim ürpermişti.

On beş dakikanın sonunda derin bir nefes alıp ofisten çıktım. Yağmurun rahatlatıcı soğuğuna çıkıp gülümsedim. Arka cebimden telefonumu alıp anneme psikologtan çıktığımı ve biraz dolaşacağımı haber veren bir mesaj attım. Daha sonra bir taksiye binip nereye gideceğimi düşündüm. Aslında nereye gideceğimi biliyordum ama umutsuzca kendime karşı koymaya çalışıyordum. Dedim ya umutsuzca...

Kendimi Barış'ın beni getirdiği orman cafede bulunca, içimden burada olmaması için dua ettim. İçeri girip bir masaya oturdum. Siparişimi verip kütüphane kısmına ilerledim ve kitaplara baktım. Genelde okuduğum kitaplardı ama  aralarında isimlerini ilk defa duyduklarım da vardı. Elimi bir kitaba uzatıp çektiğim zaman, oluşan boşluktan Barış'ı gördüm. Tamam...sanırım burada tam olarak şu kelime deniyordu.

"Siktir!"

Bana anlam veremediğim bir ifadeyle baktığında, gülümsemeye çalıştım ama beceremedim. Kitabı yerine koyup arkamı döndüm ve masadan çantamı alarak dışarı çıktım. Hangi akla hizmet buraya geldiysem. Arkamdan Barış'ın seslendiğini duyunca, tek kaşımı kaldırıp ona döndüm.

"Gitmene gerek yok,"  dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.

"Gelmemeliydim." Deyip tekrar arkamı döndüm.

"Varlığımı bile hissetmezsin. Söz veriyorum." Dediğinde olduğum yerde durup nefesimi verdim ve "tamam," dedim usulca. Henüz bir adım atmıştım ki söylene söylene gelen Savaş'ı görünce durdum.

"Kardeşim,beni buraya getirme amacın kitaplar ve kahvelerle boğarak öldürmekse tebrik ederim başardın." Derken,beni gördüğünde sustu ve çarpık bir şekilde gülümsedi.

"Misafirimiz  mi var?" Dediğinde ukalaca el salladı. Kaşlarımı kaldırarak, "hayır," dedim ve arkamı dönüp gittim. Bir süre ormanda yürüyüp peşimden gelmediğini görünce rahatlayarak yola çıktım. Aptal aptal Hayal! Biliyordum orada olacağını biliyordum ama zaten bilerek,onu görme umuduyla gitmiştim. Ona bir kez alıştıktan sonra vazgeçmem zor olacaktı ama imkansız değil. Hem...alışkınım ben. Alışkınım ben... bir insanın kurduğu en çaresiz cümle bu arkadaşlar. Bunu unutmayın aklınızın en dip köşesine kazıyın. Eğer bu cümleyi kendinize kuruyorsanız...geçmiş olsun.

Eve girdiğimde, akşam yemeği yeniyordu. Canım hiçbir şey istemediğinden, montumu portmantoya asıp yukarı çıktım. Üzerimi değişip saçlarımı topladım. Biraz test çözmeye karar verip çalışma masama oturdum ve test kitabımı açtım. İki gün okula gitmediğim için geride kalmış olmalıydım. Neyse ki, bugün cumaydı ve yarın okul yoktu. Araya haftasonu girdiği için babamın sinirleri biraz daha yatışırdı ve ben de pazartesi okuluma gidebilirdim.

"Hayal? Girebilir miyim?"

Ağrıyan ensemi elimle ovarken başımı fizik testinden kaldırdım.

"Gel anne."

Elinde süt ve kurabiyeyle içeri girip tabağı masama bıraktı.

"Nasıl geçti görüşmen?" Diye sorduğunda, omuz silkip "idare eder," dedim ve ağzıma bir kurabiye attım.

Annem kaşlarını çatarak, "ne demek idare eder? Yağız alanında en iyilerindendir, artık bundan da memnun kalmazsan kusurabakma kızım ama sorun sendedir," dediğinde güldüm.

"Sorun bende ki, psikoloğa gidiyorum anne," dediğimde annem de gülerek bir kurabiye aldı ve son anda hatırlamış gibi, "pazar günü gidiyoruz. Sen de geleceksin değil mi?" Dediğinde kaşlarımı çattım,

"Nereye?"

"Dağ evine,"

Başımla onayladım. Her kış dağ evimize gidip bir hafta tatil yapmak neredeyse geleneğimiz haline gelmişti. Ama bu sefer gitmek hiç içimden gelmiyordu.

"Ben evde kalıp sınavıma hazırlanayım anne. Size iyi tatiller,"  dediğimde başıyla onayladı ve "Masal'ı da götürüyoruz bu sene," diye cevap verdi. Gülümsedim.

"Onu özleyeceğim," ardından,  "ve seni de," diye eklediğimde annem, şefkatle gülümseyerek odadan çıktı. İçimden 'ben de bir hafta tatil yaparım' deyip ders çalışmaya devam ettim.

Uykum gelince, ilaçlarımı içip yatağıma girdim. Gözlerimi kâbussuz bir sabaha açtığımda mutlulukla gerindim. Komodinimden telefonumu alıp saate baktım. 12.42.
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. O kadar uyumuş muydum?

Yataktan kalkıp banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp aynaya baktım. Yanaklarımın kızarıklığı ve şişliği inmişti. Dudağım da zaten iyileşmişti. Fiziksel darbelerin izi zamanla geçerdi de ya ruha alınan darbeler?

Depresif ruh haline girmeden bir şeyler atıştırmak için aşağı indim. Neriman teyze mutfakta bir şeyler hazırlıyordu.

"Günaydın Neriman teyze," dediğimde  gülümseyerek, "günaydın kuzum," diye cevap verdi.

Bir bardak su alırken, "ne bu hazırlık?" Diye sorduğumda, "annen Masal için biraz çorba ve poğaça yapmamı istedi. Onları yemeden duramaz o orda," dediğinde başımla onayladım ve pişen poğaçalardan bir tane ağzıma attım. Immm, bu kız ağzının tadını biliyordu.

Masal'ın odasına çıkıp içeri girdiğimde, hâlâ uyuduğunu gördüm. Kollarımı beşiğine yaslayarak, "sen benden de uykucu çıktın Masalcık" dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Daha sonra tekrar odama girip kütüphaneme uğradım. Bir kitap alıp balkona çıktığımda, kitabı masaya bırakıp aşağıya kahve almaya indim. Kendime yoğun bir kahve hazırlayıp yanına da biraz çikolatalı kurabiye aldım.

Balkonumda kitabımı okurken, annemin bana seslendiğini duydum. Kitabı bırakıp aceleyle odama girdim.

"Efendim?" Derken onu inceledim. Gri kazağının üstünde deri ceketi altında da siyah jean pantolonuyla benden genç görünüyordu.

"Biz çıkıyoruz kızım," dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Anladığım kadarıyla hava çoktan kararmıştı.

"Şimdi mi?"  Annem başıyla onayladığında, bana sarıldı ve eşofmanımın cebine yüklü bir miktarda para koydu. "Kendine dikkat et kızım, Neriman teyzen de olmayacak bak. Eğer korkarsan ya da-" dediğinde annemin sözünü kesip  "korkmak mı?" Diyerek güldüğümde,  annem de gülerek, "benimki de laf işte," dedi ve tekrar sarıldı.

"Abyacım, biz gidiyoyuz," Masal içeriye paytak paytak adımlarla girdiğinde onu kucağıma alıp "ablayı bırakıp nereye gidiyorsun bakalım?" Dediğimde bir süre düşünüp "şen de gel" diye cevap verdi. Annemle bakışıp onun bu sevimli haline katıla katıla güldük.

"Olmaz ablacım sen git, ben burada ödevlerimi yapayım olur mu?" Dediğimde o da gülerek, "oluyy" dedi ve kucağımdan inerek annemin elini tuttu. "Hadi anne geç kalıcaş" dediğinde tekrar güldüm ve onları yolcu etmek için, ben de onlarla birlikte aşağıya indim.

3 gün sonra

Okuldan eve döndüğümde, çantamı masaya atıp mutfağa girdim. Hazır olan yiyeceklerden bir şeyler atıştırıp çantamı alarak odama çıktım. Olaysız üçüncü günüm. Üç gündür, Savaş da Barış da beni dinleyip benden uzak durmuşlardı ve ben de böylece onlar gelmeden önceki sıradan, rutin hayatıma geri dönmüştüm.

Memnun muydum?

Hayır!

Mecbur muydum?

Evet!

Okula git, eve gel, yemek ye, ders çalış uyu. Okula git, eve gel, terapiste git, eve gel, ders çalış, uyu. İşte benim hayatım bundan ibaretti.

Odama çıktığımda üzerimi değişip saçlarımı ördüm. Telefonumdan bir müzik açıp sabah dağınık bıraktığım odamı topladım. Müziği kapatarak, bugünki ödevlerimi yapmaya başladım. Ödevlerimi bitirdiğimde akşam olmuştu. Ağrıyan başımı ovalayıp yemek yemeye aşağı indim.

Guruldayan midemin gürültüsünü bastırıp tekrar odama çıktığımda,kütüphanemin kapısını açık gördüm. Kaşlarımı çatarak, oraya ilerledim ve kapıyı tekrar kapattım. Arkamı döneceğim sırada, bir el ağzıma kapandığına alkol kokusu hissettim. Çırpınarak boğuk bir çığlık attım ve ağzıma bastırılan pamuğu almaya çalıştım ama nafileydi. Gözlerim giderek kayıyor, bilincim kapanıyordu. Sonunda çırpınmayı bıraktığımda, ellerim de yavaşça aşağıya doğru kaydı ve bilincim kapanmadan duyduğum son şey, "benim dünyama hoşgeldin fıstık," oldu.

Boynumda ve başımda korkunç bir ağrıyla uyandım. Bileklerim de acıyordu ve sert, soğuk bir zeminde oturuyordum. Gözlerimi açıp etrafa bakındım. Çok karanlıktı. Ve çok soğuktu. Hiçbir şey göremiyordum ama rutubet kokusu alıyordum. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ama ellerim ve ayaklarım iple çok sıkı bir şekilde bağlandığı için, hareket edince daha çok ağrıdı. Çığlık atmaya çalıştım ama bu seferde ağzıma bağlanan bez beni engelledi. Tanrı aşkına neler oluyor? Beni kim neden kaçırsın?

Sinirle boğuk bir çığlık attım. Beni kaçıranı görmek için bir kez daha gözlerimle etrafı taradım. Kapının gıcırtılı bir şekilde açıldığını duyunca sessiz kalıp gelen sesleri dinlemeye başladım. Giderek yaklaşan ayak sesleriyle tekrar çığlık atmaya çalıştım. Ağzımdaki bez çıkarılınca, karşımdakinin kim olduğuna baktım. Gözlerimi kısıp başımı yana yatırdım.

Dişlerimin arasından, "seni öldüreceğim. Yemin ederim bu sefer bacağından değil, seni kalbinden bıçaklayacağım. Seni aşağılık,piç, psikopat-" gözlerini devirip bezle tekrar ağzımı kapattığında, artık sadece boğuk ve anlaşılmaz homurtular duyuluyordu.

"Sana henüz yeni başladığımızı söylemiştim," deyip sadistçe gülümsediğinde, ona öldürücü bakışlar attım. Ona hâlâ hakaret ederken, kulağını bana doğru uzatıp "hı? Efendim? Bir şey mi dedin?" Diye dalga geçtiğinde, daha yüksek sesle "sono öldöröcöğüm" dediğimde biraz daha yaklaşıp "hayır,anlamıyorum seni gerçekten," dediğinde iyice yaklaştığı için ona hızlı bir kafa attım. Başım acıdığı için kaşlarımı çatarken, o da burnunu tutup geriye çekildi. Alev saçan yeşil gözleriyle bana bakıp ayağıma oldukça sert bir tekme attığında,boğuk bir inlemeyle karşılık verdim.

Daha sonra eğilip saçlarımdan tutarak geriye doğru çekti ve, "sen hâlâ ders almadın mı kızım?" Diyerek kulağıma kükredi. "Bak şu haline. Bak! Benim avucumdasın. Hayatın bana bağlı ve sen hâlâ cesurculuk mu oynuyorsun?"

Ona yandan bir bakış atıp gözlerimle ağzımdaki bezi işaret ettim. Bezi ağzımdan çektiğinde derin bir nefes alıp "şu işi kısa tut. Öldüreceksen direk öldür," dediğimde güldü. "O kolay olan, cesur Hayal-et. Ben seni öldürmekten beter edeceğim," deyip sertçe saçımı bıraktı.

Arkaya doğru bağlanmış ellerimi tekrar hareket ettirdiğimde,acıdığı için yüzümü buruşturdum. Savaş karanlıkta gözden kaybolduğunda, arkasından bağırdım. "İlaçlarımı almam gerek!" İçimden ekledim. 
'Yoksa kâbuslarım yüzünden deliririm'

"Savaş!"

Dişlerimi sıkıp  "lütfen. Yoksa..."

"Kafayı mı yersin, çatlak kız?" Dediğinde karanlıkta onu aradım ama bulamadım. Sessizce,görüp görmediğini bilmeden başımla onayladım. Uykum gelmişti, yavaşça soğuk zemine uzandım. Ama uyumak istemiyordum. Uzun sayılabilecek bir süre soğuk zeminde uzanmış buradan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Annemgilin gelmesine dört gün vardı ve yokluğumu fark ederlerse kesin beni... dört gün mü? Ben burada değil dört gün bir gün bile kalamazdım. Bir şeyler yapmam gerek. Ama ne? Barış yokluğumu fark eder miydi acaba? İçimi hayal kırıklığı doldurdu. Nasıl fark edecek? Hiç konuşmazken,görüşmezken zaten hayatında yok olan birisinin yokluğunu nasıl fark edecek? Derin bir iç geçirdim. Halime denecek tek bir cümle vardı.

Boku yemiştim.

Muhtemelen boş olan odayı adım sesleri yankılanarak doldurduğunda başımı yasladığım yerden kaldırıp doğruldum. Savaş'ın karanlık silüetini gördüğümde gözlerimi kıstım. İyice yakınıma gelip elindeki ilaçları bana doğru salladı.

"İlaçların bunlar mı?" Diye sorduğunda, "evet, elimi çöz de-" lafımı ağzıma tıkıp
"bakalım gerçekten deliriyor musun?" Diyerek ilaçlarımı açtı ve hepsini yere döktü.

"Hayır!" Diye bağırdığımda, gülerek bana baktı. Kaşlarımı çattım. Bir ona bir yere saçılan haplarıma baktım.Ne yapacaktım şimdi ben?

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

121K 7.8K 32
'Bilinmeyen numara. Diyorum ki, o güzel kalçalarını biraz daha camının önünde sallaya sallaya odada tur atarsan boxer denen bir şey kalmaz üstünde. ...
316K 40.8K 40
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı
770K 63.7K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar taekook
26.7K 3.2K 19
"MİNHO EZ BENİ"