ASLANAĞZI

Da MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... Altro

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 9 | CEZA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 15 | DAVETSİZ

41.8K 2.1K 617
Da MmeCha

Bölüme İlham Veren Şarkılar:

Tom Odell - Heal

Bağzıları - Kime Sığınsam Sigarası Bitmiştir

Fréro Delavega - Un Petit Peu de Toi

BÖLÜM 15 : DAVETSİZ

Semaya yayılan ezan sesiyle uyandığımda rahatsız bir uykuya dalalı ne kadar süre geçmişti bilmiyordum. Sırtımı çift kişilik yatağın yüksek başlığına yaslayıp, çenemi karnıma doğru çektiğim dizlerimin üzerine yerleştirdim. Yatağın içi hala soğuktu. Özellikle ellerim ve ayaklarım buz kesmişti. Bu gece de tıpkı dün gece olduğu gibi yatağın içinde dönüp durmuş, ama bir türlü ısınamamıştım. Bacaklarımı yatağın kenarından sarkıtarak zemini yokladım ve ev terliklerini bulup ayağıma geçirdim. Rahatsız olan; benim için yeni alındığı kat izlerinden belli olan bu pamuklu pijamalar ya da bu yaylı yatak değildi. Çarşaflar yeni yıkanmış gibi deterjan kokuyordu. Yatak sere serpe, tıpkı bir deniz yıldızı gibi yatabileceğiniz kadar genişti. Bunların içinde rahat edemeyen, Atlas'ın tişörtlerini ve tek kişilik yatağımızın sıcaklığını özleyen bendim. Bunları kendime itiraf etmek ne kadar zor olsa da, içimdeki doğrucu Davut dün geceden beri susmamış, vır vır konuşup beni kendimi sorgulamaya itmişti. Odadan çıkmadan önce kapısında durup, yorganı tepişip durduğum için yere düşmüş ve adeta çıplak kalmış olan yatağa kötücül bir bakış attıktan sonra bir bardak su almak için mutfağa doğru yollandım.

Salon kısmını hızlıca geçip asıl hedefim olan mutfağa doğru gidecekken açık balkon kapısından esen rüzgar yerimde çakılıp kalmama neden oldu. Oradaydı, o da uyumuyordu, bir sebepten ötürü o da uyuyamamıştı. Biliyordum. Üçlü koltuğun sırtında duran kapüşonlusunu alıp üzerime geçirdim ve anında etrafımı sarmalayan huzur dolu kokusunu içime çektim. Ayağımdaki terliklerin ses çıkarmamasına ekstra özen göstererek parmak ucunda balkona doğru yaklaştım. Ufukta bir yerde, gökyüzünün bağrında şafak söküyordu. Ama ben, laciverde bir başkaldırı niteliğindeki o büyüleyici kızıllığa sadece birkaç saniye bakabilmiştim. Benim dikkatimi çeken başka bir kızıllıktı. Atlas'ın dudaklarının ucunda duran, nefesini içine çektikçe körüklenip kor gibi parıldayan bir kızıllık. Ona doğru yaklaşıp tıpkı onun gibi iki dirseğimi birden balkonun demir korkuluklarına dayadım ve bakışlarımı tamamen ona çevirdim. Omzunun üzerinden bana doğru bir bakış atıp güneşin doğuşunu izlemeye geri döndü. Göğsü çıplaktı. Koluna sardığım sargı bezinden sızan bir miktar kan, belli ki kanamasının üzerinden uzun bir zaman geçtiği için parlak kırmızı rengini kaybetmiş, koyu kahve rengini almıştı. Üzerinde kıyafet namına sadece siyah bir eşofman altı vardı. Kışın ayazında, sabahın bu saatinde nasıl üşümüyordu anlamıyordum. Eğer teninin herhangi bir yerine dokunabilseydim, buna hakkım olsaydı, alev alev yandığını hissedeceğimden neredeyse emindim. Belki içindeki başarma hırsıydı onu sürekli kor halinde tutan, belki de başka bir şey. Tam olarak kestiremiyordum. İnsan okumakta usta olduğumu iddia eden ben, ona gelince nedense okumayı bir türlü sökemiyormuşum gibi her denemede sınıfta kalıyordum.

Çıt çıkarmadan dudaklarının arasına kıstırdığı sigaraya uzandım. İşaret parmağım ve orta parmağım arasında tuttuğum sigarayı alabilmem için gevşetip serbest bırakmadan önce derin bir nefes daha çekti içine. Soğuktan titreyen ellerimle ondan aldığım sigarayı dudaklarıma götürüp aceleci bir nefes çektim. Gecenin koynunda ilmek ilmek sökülen şafağı dikmek, aramızda çığlık çığlığa bağıran sessizliği dikmekten kolay olurdu. Ama bir kere bu hatayı yapmış, iğne ipliği benim elime vermişti.

Ortalıkta kıyamet sessizliği vardı. Gözlerimi yumarak zehiri ciğerlerime çekip tütünün yanarken çıkardığı çıtırtıyı dinledim. Sigaranın dibinde beş bilemedin on fırtlık kalmıştı. Çektiğin nefesin derinliğine göre değişirdi. Elimde git gide küçülen izmariti havaya doğru kaldırıp "başka var mı?" diye sordum. "Yok, tek dal almıştım dün gece, keyfine bak." deyip omzunu silkti. İzmariti sadece bir kol boyu kadar uzaklıkta, pencere pervazında duran küllüğe bastırıp bakışlarımı tekrar gökyüzüne çevirdim. Sağ yanımda hafif bir hareketlenme oldu. İçeri gideceğini sandım, ama gitmedi. Büyük ihtimalle üzerine yük bindirdiği ayağını değiştirmişti. Madem buradaydı, konuşmaya istekli değilse bile, beni dinleyecekti.

"Dün benim doğum günümdü biliyor musun?" dedim. Bakışlarındaki şaşkınlık hiçbir fikri olmadığını bas bas bağırıyordu. "Yani doğum günümmüş..." diye devam ettim. "Sen Élodie'nin hangi gün geleceğini söyleyene kadar ben de farkında değildim."

Kaşlarını hafifçe çatmıştı, söylediklerimin doğruluğunu tartar gibi bir hali vardı.

"2 Ocak değil mi?" diye sordum. "Evet, resmiyette, bir şekilde ulaştığın ya da gördüğün bütün belgelerin üzerinde öyle." Boğazıma oturan yumruyu geçirmem sanki mümkünmüş gibi sertçe yutkundum. "Annem beni evde yalnız başına doğurmuş. Komşular 'yeni yıla kadar bekleyelim, yaşamazsa kimlik çıkarma.' demişler. Sonra bakmış ki yeni yılda da hala yaşıyorum, nüfus idaresinin açıldığı ilk gün çıkarmış kimliğimi."

Burnumun ucunu donduran havadan derin bir nefes çekip bakışlarımı tekrar ufka doğru çevirdim. Gücüm çekilmişti. Biraz olsun takatim kalmamıştı. İki elimle sıkıca kavrayıp neredeyse tüm ağırlığımı verdiğim balkon demirlerinden bile daha soğuktu içim. "O yüzden, her şeyi bildiğini zannetme." diye mırıldandım.

"Doğum günün..." diyecek oldu.

"Kutlama." diyerek anında sözünü kestim. "Doğum günlerim kutladığım bir şey değil. Zaten kötü giden bir evliliği başarısız bir kurtarma girişiminden öteye gidemeyen bir durum bu. Geriye kalan sadece ölü bir adam ve ölü bir kadından ibaret." dedim ve cevap vermesine fırsat vermeden içeri doğru bir adım attım. Yine de gönlüm onu böylece bırakmaya bir türlü elvermiyordu.

Omzumun üzerinden tekrar ona doğru dönüp, "bandajlarını değiştirelim biraz kanaman olmuş umarım dikişlerde bir şey yoktur çünkü bir daha elime iğne alabileceğimi sanmıyorum." dedim işi biraz şakaya vurmaya çalışarak.

Bana gözleri parlayarak baktı ve yavaşça kafasını salladı. "Tamam, pansuman için gerekli malzemeleri almıştım, içeri geçelim." dedi.

***

"O gece." dedi. Vurulduğu geceden bahsettiğini biliyordum. "Dikkatsiz davrandım, onları hafife aldım. Bir de tabi..." dedi ve sustu.

Son kat sargıyı da açarken devamını getirmesi için "bir de tabi?" diye sordum. Bakışlarını karşıdaki duvara dikmişti ama gözünün önünde başka bir sahne oynuyordu. "Seni yalnız bırakmıştım." dedi zar zor duyulan bir sesle.

Duyduğum itirafla bir an elimin hareketlerine hakim olamadım ve kalan sargıyı hızlıca çektim. Dişlerinin arasından ıslıklı bir nefes çekti. "Özür dilerim çok özür dilerim." derken sanki bir işe yarayabilecekmiş gibi ona doğru eğilmiş seri bir şekilde dikişlerin üzerine üflüyordum. Diğer eliyle kolumu tutup beni kendinden hafifçe uzaklaştırdı. Sadece gözlerimi kaldırarak ona baktığımda çenesini sıktığını ve nefesini tuttuğunu farkettim. "Tamam acımıyor gerek yok üflemene." deyip sanki yeni fark ediyormuş gibi gereğinden biraz daha fazla sıktığı kolumu yavaşça bıraktı. İçinde bulunduğumuz durumun garipliğinden bir an önce kurtulabilmek adına pansuman için gerekli malzemeleri hızlı hızlı poşetten çıkarmaya başladım. Yine de o şirkete girdiği gece tam olarak ne olduğunu çok merak ediyordum. O az hasarla atlatabilmişti ama ya karşı taraf? Onlarda herhangi bir kayıp söz konusu muydu bilmem gerekiyordu. Zorlukla yutkunarak, "3 el silah sesi duydum." dedim. "Yani sen hala içerdeyken."

"Evet, yanlışlıkla hırsız alarmını devreye soktum. Alarmların hepsini etkisiz hale getirdim sanıyordum ama girdiğim oda için ek güvenlik önlemi alabileceklerini hesaba katmamışım."

Bu tam olarak benim öğrenmek istediğim şey değildi. Ama anlatacağı her şeye, benimle paylaşacağı her şeye açtım. Her zamanki gibi. "Oranın ne özelliği vardı?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Sol elini eşofmanın cebine atıp minik boyutlu, harici bir USB bellek çıkardı. "Ana bilgisayar odası. Şirketin her türlü bilgisayarına erişim sağlayabilirim bunun içindekilerle."

Bunun için içeri girdiğine ve hayatını riske attığına inanamıyordum. "O ufacık şey için hayatını riske attın." dedim onaylamaz bir şekilde. Pansumanı bitirip dikişlerin üzerini tekrar kapatırken dayanamayıp becerebildiğim en dolaylı yoldan o saçma soruyu sordum. "Sence şimdi karşı taraftan birinin pansumanı yapan biri var mıdır böyle benim gibi?"

Ne demek istediğimi anlaması saniyelerini bile almadı. Cümlem bittiği anda çatılan kaşları ve alev saçan gözleriyle bana baktı. "Birini vurdun mu diye sormak istiyorsan lafı dolandırmana gerek yok." dedi sertçe.

Geri adım atmayacaktım. Beklenti dolu bakışlarımı ona dikerek tıpkı onun benden istediği gibi, "birini vurdun mu?" dedim.

Sinirli bir şekilde başını sağa sola sallayarak hışımla ayağa kalktı. Bana karşı içinde beliren yumuşamanın yerini daha sert, daha katı bir şeylere bıraktığını görebiliyordum. "Kimseyi vurmadım. Onlar iki el ateş etti, biri koluma saplandı." dedi sargısını göstererek. Benimki kuru sıkıydı. Tek el ateş ettim, onda da korkup kaçıştılar zaten."

O, salonda bir ileri bir geri sinirle yürürken sessizce malzemeleri topladım. "Seni suçlayacak bir şey söylemek istememiştim." dedim çekingenlikle. "Sadece merak etmiştim."

Seslice yutkundu. "Tamam fazla tepki verdim. Hazırlan, üzerini giy gidelim artık." derken gözlerindeki orman yangını yerini burkularak göğe doğru yükselen koyu gri bir dumana bırakmıştı. Bunu kullanacak, bundan faydalanacak biri değildim. Ama açıkça görülebildiği üzere, bana karşı olan öfkesi saman alevi gibiydi artık. Onu ne kadar kızdırsam da eskisinden daha çabuk yumuşadığını görmek tarif edilemez bir his uyandırıyodu içimde.

Yol boyu sanki anlaşmışız gibi ikimiz de herhangi bir konuşma girişiminde bulunmadık. Üzerimde bana aldığı koyu lacivert kot, siyah beyaz enine çizgili triko kazak ve kışlık siyah palto vardı. Odadaki giysi dolabı, dolup taşacak kadar olmasa da ihtiyacım olan şeylerle donatılmıştı. Hepsinin etiketi kesilmişti ama tıpkı pijamalar gibi diğer kıyafetlerin de yeni alındığını biliyordum. Bu kadar öküzken aynı zamanda bu kadar düşünceli olmamalıydı. Odadaki minik ve sevimli makyaj masasının gözlerini sırf merakımdan karıştırdığımda ten rengimi tamamen tutturan makyaj malzemeleri bulmamalıydım mesela. Ya da diğer çekmecelerde bulduğum iç çamaşırı takımları benim bedenime tam uymamalıydı. Bu düşünceyle anında bütün kanım yanaklarıma üşüşür ve büyük ihtimalle onları bordoya yakın bir renge boyarken, çıkmadan önce yüzüme ince bir kat sürdüğüm fondötene teşekkürlerimi gönderdim. Yan dikiz aynasından çaktırmadan yaptığım kontrol sonrası benden takdir toplamayı başarmıştı.

Atlas'ın sesi düşüncelerimi böldü. "Makyaj yapmana ne gerek vardı sanki altı üstü havaalanına arkadaşını karşılamaya gidiyoruz." diye huysuz huysuz homurdandı. Ben az önce çaktırmadan demiştim değil mi?

Omuz silktim. Güya yola odaklanmıştı ama makyajımı kontrol ettiğimi gördüğüne göre bu hareketi de görebilirdi gayet. "Bunu bana makyaj malzemesi alırken düşünecektin." dedim bilmiş bilmiş. Bir an, 'onları sana almadım' derse nasıl hissedeceğimi düşündüm ve midem fokurdamaya başladı. Ama hepsinin paketlerini ben açmıştım. Sonra kıyafetler de vardı, onlar da yeniydi ve hepsi benim üzerime göreydi.

'Ben seninle artık başa çıkamıyorum' der gibi başını salladı ve camını indirerek otopark bileti almak için makinenin düğmesine bastı. Atlas kapalı otoparkın içinde dış hatlar gelen yolcu terminaline yakın bir yerde park yeri ararken, elimle bulunduğumuz sıradaki bir yeri gösterip "orası yeşil yanıyor!" dedim çocuk gibi heyecanla. Bu halime dayanamayıp gülümsedi ve benim gösterdiğim yere doğru ilerledi. İçinden gelerek gülümsediği zamanları seviyordum. Fazla derin olmayan gamzesi sadece o zamanlarda beliriyordu.

Kontağı kapattıktan sonra uzanıp arka koltukta duran ve o ana kadar farketmediğim şapkaları alarak birini bana uzattı. "Ne olur ne olmaz. Kameralardan yüzümüzü tanıyabilirler. O yüzden terminalin içine girmeyip dışarıdaki buluşma noktasında bekleyeceğiz."

"Nasıl yani?"

"Senin yüzün büyük ihtimalle arananlar arasındadır şu an."

"İyi de ben bir suç işlemedim ki?"

"Evet ama sana bu şirketin her türlü bilgiyi elinde bulundurduğundan daha önce bahsetmiştim."

"Hala anlamıyorum lütfen daha açık konuş." dedim dizlerim titrerken. Bir medya şirketi ile suçlu gibi aranıyor olmam arasındaki bağlantıyı kurmakta güçlük çekiyordum. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki?

"Özel güvenlik ve savunma şirketi." daha önce benimle paylaşmayı reddettiği bilgiyi sonunda vererek. "Özel güvenlik yetiştiriyorlar, havaalanlarının, alışveriş merkezlerinin korunması için ihalelere giriyorlar."

Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu. "İçerideki kameralara erişimleri var." dedim.

"Nerdeyse her yerdeki güvenlik kameralarına erişimleri var." diye düzeltti. "Hadi gidip arkadaşını alalım burada fazla oyalanmak istemiyorum."

Ağır adımlarla onu takip ettim. Adımlarımı ağırlaştıran, omzuma bir anda binmiş olan yüklerdi. Bu zamana kadar, yani gittiği yere kadar benim yüklerimi kendisi taşıyabilmek adına detayları benden saklamıştı. Şimdi anlıyordum. Atlas bu işi bir şekilde çözene kadar, insan içine çıkmamaya ve saklanmaya mecburdum.

Élodie ile buluşacağımız noktaya geldiğimizde, soğuğun etkisini biraz olsun azaltabilmek için ellerimi kollarımın etrafına sarıp ayağımla yerde şekiller çizmeye başladım. Aslında binaların arasında kaldığımız için esmiyordu ama hava bu sabah 3 dereceydi. Arabadan inerken baktığımda ise sıcaklığın anca 6 dereceye kadar çıkabildiğine şahit olmuştum. Bu sene kış çok çetin geçiyordu. Aralık ayına göre bu soğukluk normal değildi. Şapkamı biraz daha aşağı çekip kimsenin yüzümü görmediğinden emin olduktan sonra başımı hafifçe kaldırıp yanımda dikilen Atlas'a sordum. "Uçağı inmiş mi bari?"

"İnmiş. Şu an pek kalabalık değildir bavulunu aldığı gibi çıkar birazdan." dediği anda yana kayarak açılan otomatik kapıların ardında onu gördüm. Tam elimi kaldırıp Élodie'ye doğru sallayacaktım ki Atlas elime yapışıp "yapma." diye uyardı. "Dikkatleri üzerine çekme." Ama o anda Élodie beni görmüştü ve " 'Azelle!" diye bağırarak arkasında çekiştirdiği bavuluyla bana doğru koşmaya başlamıştı. Top güllesi gibi üzerime atlayıp kafasını boynuma gömdüğünde neredeyse ikimiz de yere düşüyorduk. Son anda dengemi sağlarken "Sarı kafa." diye mırıldandım.

"Çok özledim seni fındığım" dedi dolan gözlerini kırpıştırarak. "Luc yok mu? diye sordum. Neden yalnız geldin?"

"Luc de gelmek istedi ama izin alamadı, biliyorsun insanlar tam şu sıra Noel için deli gibi hediye alışverişi yapıyorlar."

Anlayışla kafamı salladım. Luc'un elektronik aletler ve playstation oyunları sattığı bir dükkanı vardı. Élodie, " Tek gel-" diye devam ederken arkamızdan gelen sabırsız homurdanmayla kafasını boynumdan çekip Atlas'a doğru baktı ve utanarak "Pardon." dedi. "Seni görmemiştim."

Ben onları tanıştıramadan önce Atlas elini uzatıp. "Selam." dedi mükemmelden öte Fransızcasıyla. "Ben Atlas, Hazel'in kuzeniyim."

Hangisine daha çok şaşırmalıydım bilmiyordum. Kendisini kuzenim olarak tanıştırmasına mı, yoksa bugüne kadar benden başarılı bir şekilde sakladığı anadili gibi konuştuğu Fransızcasına mı? Nedense maillerimi çeviri programı yardımıyla anladığını düşünmüştüm hep. Peki kuzeniyim demesine ne demeliydim? İlk büyük kavgamızın kareleri aklıma birbir düşerken gözümün önünde "kuzenim deseydin!" diye çemkiren bir Hazel'in belirmesi pek uzun sürmedi.

Élodie Atlas'ın elini sıktıktan sonra "bana bu kadar yakışıklı bir kuzenin olduğundan bahsetmemiştin fındığım, şu an çok kırıldım." dedi ve sonra Atlas'a döndü. "Sevgilim olmasaydı seninle şansımı denerdim."

Ben öksürük krizine girerken Atlas'ın gayet eğleniyormuş gibi bir hali vardı. 'Ah şu Fransızlar ve onların düşündükleri her şeyi açıkça söyleme özelliği!'

"Tamamsak gidelim." dedi Atlas dudağının köşesi yukarı doğru kıvrılırken. Gözlerimi kısıp "seninle sonra hesaplaşacağız." dedim dişlerimin arasından. Bunu Türkçe olarak söylediğim için Élodie dibimde olmasına rağmen hiçbir şey anlamamıştı tabi.

"Ay yok bir dakika." deyip terminale doğru döndü ve sanki çok güneş varmış gibi gözlerine siper ettiği eliyle etrafa bakınmaya başladı kız.

"Hah." dedi Élodie. Onun baktığı yöne odaklandığımda, neyi daha doğrusu kimi beklediğimizi anlamıştım. Axel binadan çıkıyordu. Omzunun üzerinden sırtına attığı spor çantası büyüklüğündeki deri valiziyle ve yüzünde aşina olduğum o kocaman gülümsemesiyle bize doğru geliyordu.

Başım ciddi anlamda beladaydı.


Yazarın Notu:

Selamlar efendim! Şu anda teknik olarak Pazar gününün ilk saatleri ve ben bir çılgınlık yapıp ilk defa bu kadar erken geldim!

🌸 Bölümlerin uzun olduğuna dair bir yorum aldım. Son bölümlerde fark etmişsinizdir daha kısa tutmaya çalışıyorum. Sizce bölümler biraz daha kısalmalı mı? Okurken çok sıkılıyor musunuz? Bu paragrafa bu konu hakkında yorum bırakabilirseniz çok sevinirim!

🌼🌼🌼 Sizden ricam, hikayeyi okuyorsanız, oy vermeniz ya da destek olabilmek için yorum yapmanız. Aklınıza yorum yapacak hiçbir şey gelmiyorsa bile bu paragrafa bir emoji bırakın. Bu bile beni inanılmaz mutlu eder💕


😒😈 Sana da merhaba; yırtık dondan çıkan Axel!

Görüşmek üzere,

Sevgiyle,
MmeCha

Continua a leggere

Ti piacerà anche

5.1M 240K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
3.4M 167K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
ZEMHERİ Da yudumsucan

Narrativa generale

113K 5.4K 14
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
arkadaşımın abisi Da N

Narrativa generale

63.2K 1K 39
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.