ASLANAĞZI

By MmeCha

2.8M 142K 40.3K

Wattys 2019 Yeni Yetişkin kategorisi kazananı Dünyanın tüm yükünü bile isteye omuzlanmış bir adam, aşkı birin... More

ASLANAĞZI | PROLOG
ASLANAĞZI | OUVERTURE*
BÖLÜM 1 | ÇÖL GÜLÜ
BÖLÜM 2 | KAHVE
BÖLÜM 3 | EV
BÖLÜM 4 | YÜZLEŞME
BÖLÜM 5 | BUZ
BÖLÜM 6 | SOĞUK
BÖLÜM 7 | OYUN
BÖLÜM 8 | KAVGA
BÖLÜM 10 | DÖVME
BÖLÜM 11 | ZİYARET
BÖLÜM 12 | GECE
BÖLÜM 13 | POINT DE SUTURE*
BÖLÜM 14 | SESSİZLİK
BÖLÜM 15 | DAVETSİZ
BÖLÜM 16 | TAT
BÖLÜM 17 | SORGULAMALAR
BÖLÜM 18 | NEM
BÖLÜM 19 | NOEL
BÖLÜM 20 | BASKIN
BÖLÜM 21 | ARKADAŞLAR İYİDİR
BÖLÜM 22 | KARMAKARIŞIK
BÖLÜM 23 | HAZIRLIK
BÖLÜM 24 | YENİ BİR YIL
BÖLÜM 25 | KIRILAN HAYALLER
BÖLÜM 26 | DOKUNUŞ
BÖLÜM 27 | DÖNMEK
BÖLÜM 28 | BÖCEK
BÖLÜM 29 | BEBEK
BÖLÜM 30 | DELİLİK
BÖLÜM 31 | GİTMEK
BÖLÜM 32 | YOL
ASLANAĞZI | RÉFLEXIONS* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 33 | TAŞ EV
BÖLÜM 34 | MEY
BÖLÜM 35 | KARARLAR
BÖLÜM 36 | KÖKLER
BÖLÜM 37 | BAŞLANGIÇ
BÖLÜM 38 | AYNADAKİ SIR
BÖLÜM 39 | ASLANAĞZI | YARI FİNAL
BÖLÜM 40 | PUS
BÖLÜM 41 | TEK
BÖLÜM 42 | KAN
BÖLÜM 43 | İDA
BÖLÜM 44 | NAR
BÖLÜM 45 | PLAJ
BÖLÜM 46 | SEKEN TAŞLAR
BÖLÜM 47 | RÜZGAR
BÖLÜM 48 | DİKENLER VE GÜLLER
ASLANAĞZI | DOULEUR FANTÔME* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 49 | UYKU
BÖLÜM 50 | YUVAYA DÖNÜŞ
BÖLÜM 51 | TANIŞMA
BÖLÜM 52 | ALEVLER VE KÜLLER
BÖLÜM 53 | ANKA
BÖLÜM 54 | AİLE
BÖLÜM 55 | BİZ
BÖLÜM 56 | YEMEK
BÖLÜM 57 | TEŞEBBÜS
BÖLÜM 58 | DORUK
BÖLÜM 59 | SORULAR VE CEVAPLAR
BÖLÜM 60 | SARIL BANA
BÖLÜM 61 | ANNE
BÖLÜM 62 | GÜNDÜZ DÜŞÜ
BÖLÜM 63 | TRANSPARAN
BÖLÜM 64 | REST
BÖLÜM 65 | KOZ
BÖLÜM 66 | İLK HAMLE
BÖLÜM 67 | PİYON
ASLANAĞZI | CHUTE LIBRE* | ÖZEL BÖLÜM
BÖLÜM 68 | CEPHE

BÖLÜM 9 | CEZA

44.9K 2.3K 403
By MmeCha

Bölüme İlham Veren Şarkılar:

Siri Nilsen - Passasjer

BANNERS - Start a Riot

Vianney - Pas là

BÖLÜM 9 : CEZA

Rüzgar arkamdan var gücüyle üfleyerek uzun saçlarımı yüzümü kapatacak şekilde savurur, görüşümün kapanmasına yol açarken, bu şekilde daha fazla ilerleyemeyeceğime kanaat getirerek arka frene asılarak bisikleti durdurdum. Ayaklarımdan birini bacaklarımın arasında yere paralel uzanan demire dikkat ederek sağlamca yere bastım. Bu pozisyondayken diğer ayağım yere yetişmediği için tek ayak üzerinde bir süre soluklandım. Yola devam etmeliydim. Rüzgarın esiş yönünün avantajını kullanmalı ve ne olursa olsun durmamalıydım.

Ceketimin fermuarını aşağı indirip saçlarımı elimin etrafında topuz gibi yaparak ensemden içeriye yolladım. Tokam yoktu, ama bu şekilde idare edebilirdim. Fermuarı dibine kadar sıkıca kapatırken iç geçirdim. Üzerimde hala Atlas'ın bana bu akşam giymem için verdiği tişört vardı. 'Duygusallığa yer yok.' diye fısıldadım kendi kendime. Bu adamı tanımıyordum, bu bu durumlarda şöyle davranır, şu şartlar altında bunu söyler diyebiliyordum demesine ama bu benim insan davranışlarını gözlemleyerek çözümleyebilme yeteneğimden geliyordu. Onu çözebilmem zor olmuştu ve zaman almıştı ama sonunda onun hakkında az çok bir fikrimin oluştuğunu söyleyebilirdik. Resmiyette tam olarak kim olduğu hakkında ise herhangi bir bilgim yoktu. Talihsizce o çatışmanın ortasında kalmamdan ve yanında saklanmaya başlamamdan bu yana neredeyse bir ay olacaktı. Bazen davranışları, bazen saatlerce öylece bilgisayarının başında tüm ciddiyetiyle oturması bile beni etkileyebiliyordu. Ama bunun böyle devam edemeyeceğinin de farkındaydım. Bu sebeple artık harekete geçmeliydim.

Her iki tarafı da ağaçlarla kaplı yolda öylece dururken, kafamı tepemde kapkara bir sonsuzluk gibi duran yıldızsız gökyüzüne çevirip, bundan sonra ne yapmam gerektiğine dair bir yanıt aradım. Yanıtlar yıldızlarda saklıydı belki. Görebilseydim, oradan biri eğer göz kırpsaydı... Ama sonbaharın olmazsa olmazı bulutlar, kalın bir perde gibi her şeyin üzerini örterek beni sürüncemede bırakıyordu. Önümde ve arkamda beni dört bir tarafımdan çevrelemiş olan zifiri karanlığı aydınlatarak delen tek şey, bisikletin farından gelen cılız ışıktı. Devam edebilmek için havada asılı kalmış olan sağ ayağımı kendime doğru çekerek pedalın üzerine bastım. Bu hareketimle beraber, beni yerle bir edebilecek kadar keskin bir acı kasıklarıma saplanırken gözlerimi sımsıkı yumarak zorlukla gidona tutundum. Acının azalması ve kaybolması için içimden yavaş yavaş, her rakamdan sonra, nefesimi büzdüğüm dudaklarımın arasından hafifçe dışarı üfleyerek ona kadar saymaya başladım. Kaybolmak şöyle dursun, her bir sayı bir diğerinin üzerine eklendiğinde acı da sanki bir o kadar katmerlenerek artıyordu.

Çaresizce bisikletin üzerinden dikkatli hareketlerle inip ıssız yolda önce arkama sonra tekrar önüme baktım. Zaman kavramını yitirmiş gibiydim. Sahi ne kadar süre geçmişti ben oradan ayrılalı? Kaç dakika olmuştu, öğrendiğim hile sayesinde gıcırdatmadan açmayı başarabildiğim kapıya sonsuz ve sessiz teşekkürlerimi göndererek sıvışalı? Her şey neden üst üste geliyordu ve her şey neden benim başıma geliyordu? İki büklüm olmuş bir şekilde bisikleti iyice yolun kenarına çektim. Gecenin bir yarısı bu haldeyken bir de araba kazasına karışmam pek de hoş olmayan durumlar doğurabilirdi. Şu an, doksanlarda şarkıcı olabilmek umuduyla evden kaçıp büyük şehire gitmek isteyen kızlardan beni ayıran en büyük şey yirmi küsür seneydi. Onlar gibi şaşkın, onlar gibi çaresiz, onlar gibi başıboştum. Yine de oradan kaçtığıma biraz olsun bile pişman değildim.

Uzakta bir yerde belki en çok birkaç kilometre ötemde, dümdüz uzanan yolun üzerinden bana doğru yaklaşmakta olan bir arabanın toplu iğne ucu büyüklüğündeki farlarını gördüğümde, can havliyle kendimi ormanın içine attım. Bu saatte bu ıssız ve sapa yoldan geçmekte olan birine kesinlikle güvenemezdim. Kasıklarımdaki sancı bana geri kalan her şeyin varlığını unutturabilecek bir şiddette, hala devam ediyordu. Bisikleti yanımda sürüyerek yavaş yavaş yürürken biraz da ondan destek alarak kimsenin beni farkedemeyeceği, ama ormandan geri çıkarken yolumu kolayca bulabileceğim kadar derinlikte bir yere geldim.

Kendimi etrafımdaki şeylere odaklayıp, diğer duyularıma yüklenerek acıyı unutmaya çalıştım. Adımı almış olduğum sonbaharda kuruyup dökülen yapraklar, ayaklarımın altında hafif çıtırtılar çıkararak eziliyorlardı. Anne babalar ağırlığını iyice tartarak koymalılardı bir ismi çocuklarına. Sonbaharda kuruyup dökülen yapraktım ben. İnsanlar üzerimde çocukça tepinip tekmeler savurduklarında, mutlu olurlardı. Bir süredir yağmur yağmadığı için etraftaki toprak kokusu çok yoğun değildi ama derin bir nefes aldığınızda ciğerlerinize çektiğiniz temiz havanın oksijen seviyesi başınızın hafifçe dönmesine neden oluyordu. Böyle bir şeyin İstanbul il sınırları içinde bir yerde gerçekleşebileceğinden haberim yoktu. Dağ bisikletini bir kenara bıraktıktan sonra, elimin ayasını yaşlı bir ağacın sert, kabuksu gövdesine bastırdım. Doğayı iliklerine kadar hissetmek, onunla birlikte nefeslenmek güzeldi.

Sırtımı, dokunduğum ağaçtan aşağıya doğru kaydırıp yere oturdum. İçinden yükselenler her zaman dışındakilerin üzerine çıkmanın, onları alt etmenin bir yolunu buluyorlardı. Hisettiklerin, ya konuşmana neden olan ya da konuşmanı engelleyen düşüncelerin, iç ve dış acıların. Karnımı sıcak tutabilmek için ellerimle sıkıca kavrayarak oturur bir şekilde olsam da top gibi kıvrıldım. Lanet olsun ki hızlı çıkabilmek adına sadece ceketimi ve cebinde olan kişisel eşyalarımı alabilmiştim yanıma. Akşam üzeri eczaneden almış olduğum ağrı kesici haplar büyük bir ihtimalle hala arabanın torpido gözünde duruyordu. Beni şu an sıcak tutabilecek mevsimlik kazaklarımdan birinin kirli olsa da üzerimde olmasını dilerdim.

Küfür etmeyi bilmezdim. Tıpkı kendimi en iyisini yapmaya zorladığımda ne kadar uzağa tükürebileceğimi bilmediğim gibi. Kafamı ağacın gövdesine sertçe vurup "Lanet, lanet, lanet gitsin!" dedim sıkılı dişlerimin arasından. Kendi kendime sövmem bittiğinde, kulağıma bir çift ayağın ezdiği kuru dalların ve yaprakların çıkardığı çıtırtının sesi doldu. Adım sesleri daha da yaklaşırken can havliyle bisikletin dinamosuna doğru uzanıp farları kapattım. Etraf anında karanlığa bürünürken az önce ışık kaynağına bakmak zorunda kaldığım için, gözümün önünde görüşümü kısıtlayan ekstradan bir perde vardı sanki. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıp karanlığa alışmaya çalıştım.

Elimden geldiği kadar sessizce aldığım nefesimi ciğerlerimin içine hapsedip çıkaracağım ufacık bir sesten bile korkarak olduğum yere sinerek bekledim. Belki ben yanlış duymuştum? Belki korkunun yarattığı yılan formundaki salgılar zıpkı bir zehir gibi zihnime yayılarak elmayı yemem için bana oyun oynuyordu? Hayır, hayır. Bu bir oyun ya da kandırmaca değildi. Yanılmıyordum.

Kısacık zamanda nasıl olduğunu anlayamadan ölümüne içselleştirmeyi başardığım o koku, alınan nefesin tanıdık ritmi ve heybetli vücudun yaydığı o değişik enerjiyi hissettiğimde başımı yavaşça yukarı kaldırdım.

"Niye sessiz sessiz geliyorsun? Ödümü kopardın. Adımı seslensene." dedim bir hışımla.

Elinde tuttuğu telefonun fenerini üzerimden çekip yere doğrulttuğunda, üzerindeki fermuarı açık bırakılmış deri ceketin içine hiçbir şey giymediğini fark ettim. Aceleyle çıkmış olmalıydı. "Adını seslenseydim korkmayacak mıydın?" dedi inanamazmış gibi bir tonlamayla.

"Korkmazdım." dedim itirafıma kendim de şaşırarak. Kendimi tutamayıp, "Adımı bir tek sen doğru söylüyorsun." diye eklediğimde son cümlem dudaklarımın arasından bir mırıltı gibi çıkmıştı. Bu gecelik itiraflarıma ve zaten kabak gibi ortada duran gerçekleri dillendirmelerime bir son versem iyi olacaktı.

Derin bir nefes alıp sağ elini beline koyarak beklentiyle bana baktı. "Hadi kalk da gidelim. Sana ayaktayken kızamayacak kadar yorgunum."

Ayağa kalkmış olmanın düşüncesi bile kasıklarıma binlerce küçük iğnenin aynı anda saplanmasına neden oluyordu. Bacaklarımı bu sanki mümkünmüş gibi biraz daha kendime çekip, "kızamayacakmışmış." dedim yeniden alevlenerek. Etrafımızda uzanan sık ağaçlara doğru baktım ve "hem sen beni burada nasıl elinle koymuş gibi buldun ya?" diye sordum. Biz mezbahaya girene kadar çoktan mevta olmuş olan adam aklıma gelince gözlerim kocaman açıldı. "Benim üzerime de mi izleme cihazı yerleştirdin?"

Dudağı gülecekmiş gibi yukarı doğru kıvrıldı, yine son anda ustalıkla kendini tutacağından emin bir şekilde mimiklerinin değişimini izledim. Beni şaşırtarak küçük bir kahkahayı dudaklarının arasından koyverdi. "Hayır sana GPS takmadım. Ama onda var. Çalınırsa kolay bulayım diye." diyerek yerde duran bisikleti gösterdi.

Benim bildiğim, benim tanıdığım Atlas; bisikleti öylece kilitsiz ve zincirlenmemiş bir şekilde duvara dayalı bulup, kolayca alabileceğimi düşündüğüm için şu anda benimle dalga geçiyor, hatta zekamı küçümsüyor olmalıydı. Onun yerine yanağındaki gamzesini hafifçe ortaya çıkaran, kalbimi sıvılaştırıp mideme kadar akmasına yol açan bir gülümseme vardı.

"Kalkacak mısın artık?" dedi ben cevap vermeyince. Birkaç adım daha yaklaşıp ayağa kalkmama yardım edebilmek için elini uzattı.

Bir şeyler oluyordu. Ben hiçbirine bir anlam veremiyordum. Ne olmuştu? Ne değişmişti? Benzer olaylar nedense artık benzer sonuçlar vermiyordu.

Bana uzanan eline baktım, havaya kaldırdığım elimi tam avucunun içine bırakacaktım ki, karnım sanki sıkmaya geçmiş bir çamaşır makinesi gibi burularak büküldüğünde, elimi yumruk yapıp gerisin geri karnımın üzerine bastırdım.

"Ne oldu? Düştün mü sen? Bir yerine bir şey mi oldu?" dedi telaşla. Ona bakmayı reddederek kafamı iki yana salladım. Bu biraz daha böyle devam ederse ağlamaya başlayacaktım. Yanımda biri varken ağlamaktan nefret ediyordum ve ikinci bir kere beni en zayıf halimle, kendimi tam anlamıyla koyvermişken görmesi ihtiyacım olan en son şeydi.

Koluma ve bacaklarıma hızlıca ama fazla bastırmadan dokunup bir şeyim olup olmadığını muayene etti. "D-düşmedim ben." dedim titreyerek çıkan sesimle. Üzerindeki incelemesini bitirdiğinde tekrar göz göze geldik. Yüzünden anlayış akıyordu. Her şey çok garipti. Telaşlı ve anlayışlı bu hali, hatta gözlerinde peyda olmuş o parıltı. Hiçbiri hayra alamet değildi sanki. Çünkü bunların hiçbiri Atlas'ın bu zamana kadar haritalamış olduğum kişilik özellikleriyle örtüşmüyordu. O katıydı, hislerini dışarı yansıtmazdı ve arkadaşları hariç umursamaz biriydi. Belki de beni arkadaşı olarak görmeye başlamıştı. O yüzden böyle davranıyordu. Bilmiyordum. Sormaya da yüzüm yoktu.

"Beni geri götürür müsün?" dedim gurursuzca. "Ama yürüyemiyorum."

Bana cevap olarak sanki bir parça pamuğu kaldırıyormuş gibi hiç çaba sarf etmeden beni kucakladığında, ona iyice sokularak burnumu iki köprücük kemiğinin ortasında kalan çukura gömdüm ve elimi çıplak göğsünün altında huzur verici bir ritimde atan kalbine bastırıp gözlerimi kapadım. Soğuk dokunuşumla beraber, ısı farklılığına tepki veren göğüs kasları aniden elimin altında kasılıp semsert oldu. Bu yaptığıma belki sonradan pişman olacaktım ama şu anda bundan başka hiçbir şeye ihtiyacım yokmuş gibi hissediyordum.

Tamiraneye döndüğümüzde, arabadan inmeden önce torpido gözünden eczane poşetini alıp onun beni tekrar kucaklamasına fırsat vermeden dışarı çıktım. Sürahiden bir bardak su doldurup iki ağrı kesiciyi birden yuvasından çıkararak ağzıma attım. Tüm yaşadıklarım üst üste binince çektiğim ağrının şiddetine şaşırmamalıydım aslında. "Bisiklet ne olacak? Orda bıraktın?" dedim sanki söyleyecek başka bir şeyim yokmuş ve en önemli konumuz buymuş gibi.

"Gecenin kalanında yağmur yağmayacak. Yarın gider alırım, zaten ormanın içinde kimsenin göremeyeceği bir yerde." dedi üzerindeki ceketi çıkarıp askılığa asarken. Bu havada tişörtsüz nasıl durabiliyordu aklım almıyordu. O bana doğru yürürken, ben de herhangi bir yakınlık ihtimalinden kaçabilmek adına yatağa dönüp resmen kaçar gibi içine atladım. Her zaman yaptığım gibi ona sığabileceği kadar yer açabilmek için, soğuk duvarla aramda santimetreler bırakıp yatağın en dibine kadar çarşafların arasında kaydım. Bu halime arkamdan sesli bir şekilde güldüğünü işittiğimde huzursuzca kıpırdandım.

Yorganı kaldırıp içine girdi ve anlaşmamızı bozarak burnunu saçlarımın arasından enseme gömüp kocaman eliyle karnımdan tuttuğu gibi beni kendi bedenine yapıştırdı. Ayaklarımız iç içe geçerken debelenip tutuşundan kurtulmaya çalıştım. "Ne yapıyorsun? Niye koymadın kafanı öbür tarafa?"

"Karnın ağrıyor." dedi nefesi ensemdeki saçları havalandırırken. "Nasıl her zaman böyle buz gibisin anlamıyorum, seni sıcak tutmamız lazım."

Burnuna değen saçlarımı çekerek ensemi iyice açığa çıkardığında kollarının arasında kaskatı kesilip kaldım. Dövmemi katiyen görmemesi gerekiyordu. Herhangi bir şey söylemeyince bir nebze olsun rahatladım. Sanırım karanlığa şükranlarımı sunmalıydım. Hem bu adam böyle, bu şekilde sarılarak uyumaktan mı bahsediyordu yani? Parmakları karnımın üzerinde dıştan içe doğru daireler çizerek hareket etmeye başladığında, gözlerim yavaşça kapandı. İçtiğim ilacın etkisinden mi yoksa dokunuşunun sihrinden mi bilemiyordum ama ağrı yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı. Bacaklarımın biraz olsun gevşediğini hissettiğinde, "nereye gidecektin?" diye sordu.

"Bu konuşmayı gerçekten şimdi mi yapacağız?"

"Evet. Nereye gitmeyi düşünüyordun." dedi sorusunda ısrar ederek.

"Önce eve giderim demiştim." dedim sıkıntıyla. Gerçekten giderken çok fazla düşünmemiştim. O an için önemli olan, ondan ve çevirdiği işlerden uzakta olmaktı.

Karnımın üzerindeki eli benden uzaklaşıp komidinin üzerinden aldığı telefonla bu sefer yüzüme yakın bir mesafeye geldi.

"Bak, izle sadece."

Açmış olduğu videoda, karanlık bir sokağı sadece gece lambaları aydınlatıyordu. Sonra kameranın açısı değişti. Eskiden oturduğumuz apartmanın giriş kapısı ekrana geldi. Açı tekrardan değiştiğinde apartmanın hemen önündeki araç park alanına bakıyordum şimdi. Simsiyah kocaman bir araba diğerlerinin yanında resmen sırıtıyordu.

"Bu video canlı, şu an orada olanları görüyorsun."

Başka bir video açtı. "Bu dün." Sonra başka bir videoya daha tıkladı. "Bu geçtiğimiz hafta."

Araç hep oradaydı ve içinden çıkan siyah takım elbiseli ve güneş gözlüklü adamlar sürekli nöbet değiştiriyor gibi duruyorlardı.

"Oraya gidemezsin. Bu adamlar tehlikeli derken sana yalan söylemiyordum. Yakandan düşmeyecekleri konusunda da oldukça ciddiydim. Sen de görüyorsun." dedi sakince.

Gözlerimi sıkıca yumdum. Bu kadar çok şeye erişebiliyor olması can sıkıcıydı. "Benim hakkımda ne biliyorsun?" diye sordum.

"Her şeyi biliyorum." dedi kendinden emin bir şekilde. Sesinde bir gram bile şüpheye yer yoktu.

"Ne demek her şeyi biliyorum, nasıl bilebilirsin ki?"

"Çok şeyi biliyorum, bilmediklerimi anlıyorum." diye düzeltti kendini.

Korkmalıydım. Bildiklerinden de öğrenebileceklerinden de ölesiye korkmalıydım. Bana acımasını istemiyordum. Acıdığı için beni yanında tutmaya devam etmesi ya da farklı davranması beni mahvederdi. Benim acılarım, benim kalmalıydı. Onları kimseyle paylaşmaya niyetim yoktu.

"Hazel." dedi varla yok arası bir sesle. "Cezamı kes derken bunu kastetmemiştim. Bir daha kendine zarar verecek şeyler yapma."

"Hı hı" diyerek onayladım onu. Başka bir cevap vermeye takatim yoktu. Elleri yeninden karnımın üzerindeki hareketine başlarken, sözsüz bir şekilde mırıldandığı tanıdık şarkıya gülümsedim. The Big Bang Theory'de Sheldon hasta olduğunda annesinin ona söylediği çocuk şarkısını mırıldanıyordu bana. Elinin üstüne elimi koyup onu durdurdum. "Sözleriyle söyler misin?"

"Hım?" dedi anlamamış gibi.

"Mırıldandığın şarkıyı diyorum sözleriyle söyler misin bana?"

Kocaman adama bunu yaptırdığıma inanamıyordum. Hele hele benim için bunu yapacağına hiç ihtimal bile vermiyordum. Ama, burnunu kulağımın arkasındaki boşluğa dayadı ve kısık bir sesle söylemeye başladı. "Soft kitty, warm kitty, little ball of fur, happy kitty, sleepy kitty, purr purr purr." Ağrı artık yoktu. Sadece onun kısık erkeksi sesinin bıraktığı içten gelen bir titremeyle baş etmem gerekiyordu.



Yazarın Notu:

Selamlar🙈
Şu dünkü yanlışlıkla tamamlanmamışken bölümü yayınlama mevzusunu size affettirebilmek için, geriye kalan kısmı hızlıca yazıverdim hemen😅

Bölüme ilham veren şarkılardan her bölüm başında bahsediyorum, onların hepsini Spotify'da bir çalma listesine topladım. Wattpad profilime tıklayınca linke ulaşabilirsiniz.



Continue Reading

You'll Also Like

Lavin By Elifnur

General Fiction

179K 10.4K 33
İntikam uğruna kaçırılmış Lavin. Dedesi tarafından hayatı cehenneme çevirilen Lavin. Babası ve annesi tarafından sevilmeyen Lavin. Bebek iken diğe...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
14.1M 622K 61
GENEL KURGU #1 Babasından başka hiç kimsesi olmayan bir genç kız... 28 Yaşında hapishanede mahkûm bir adam... Ya bir gün olur da genç kızın babası da...
KALBE KURŞUN By Val

General Fiction

299K 17.2K 24
❗kitabın isminde küçük bir değişiklik yapılmıştır. Sıkılan kaldırılmıştır. Üniversite de tıp okuyan genç kadın ve oraya yarbay dedesini katılacağı ko...