EMARE SERİSİ

By asliaarslan

1.7M 105K 140K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... More

EMARE SERİSİ
EMARE, Maske (alıntı)
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 15. HİSLER
EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 20. KAFES
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE MASKE: 27. KONSER

9.4K 900 642
By asliaarslan

Genelde en büyük felaketler, en kasvetli havalarda başımıza gelirdi. Yağmurlu, karlı ya da rüzgârlı günlerde. Belki de sisli. Okuduğum kitaplarda ve izlediğim filmlerde işler bu şekilde yürümüştü fakat biz şu an yaz mevsimindeydik, dışarıda güzel bir hava vardı, akşamın serinliği yüzüme vuruyordu, saçlarım uçuşuyordu.

Havanın kasvetli olmaması içime tuhaf bir neşenin dolmasını sağlamıştı fakat üzerinde derin derin düşündüğüm zaman neşe yüzümde asılı kalıyor ve hüzne dönüşüyordu.

"Ne düşünüyorsun?" Motosikleti tutan Korel bakışlarını çevirmiş dikkatle beni inceliyordu. Gözlerimi gökyüzünden, batmak üzere olan güneşten ayırıp ona baktığımda yüzündeki o makyaj, gerçek bir gülümsemenin yüzüme oturmasını sağladı.

Joker makyajı yapmıştık ve bunu yaparken ilk başta sessizliğe gömülsek de sonrasında epey gülmüştük çünkü makyaj konusunda beceriksiz olsam da harika bir iş çıkarmıştım. Onun yüzünü tamamen gizlememiz gerekiyordu ve şimdi yüzü bembeyaz, gözleri simsiyahtı, ağzında yayılmış kırmızı ruj vardı.

Korel son hamle olarak gözünün altına bir damla yaş yapıp, "Ağlayan palyaço da olayım," diyerek bana takılmıştı. Bu makyaj fikrinden rahatsız olacağını düşünmüştüm fakat epey keyif almıştı.

Bense vampir olmuştum. Benim de yüzüm bembeyaz, gözlerimin çevresi simsiyahtı ve dudağımda kırmızı ruj vardı. Kenarından kan akıyor gibiydi. Dışarı çıkıp sivri diş alacak zamanımız yoktu ama turuncu saçlarımı evde bulduğumuz sprey boyayla boyadığımızda simsiyah olmuştu. Bu Korel'in canını sıkmıştı, hissetmiştim ama hiçbir şey söylememişti.

"Makyaj fikrine sıcak bakmanı hâlâ aşamıyorum," dedim arkasındaki motosiklete bakarken. Evin deposundan çıkan eski bir motosikletti, plakası bile yoktu, çevirmeye yakalanırsak mah volurduk ama hayatımızda yeterince heyecan varken bir de bu heyecanı abartacak değildim.

Korel güldü, ardından bir anda beni belimden tutup çekti ve kollarını belimde birleştirdi. O yaslandığı için yüzlerimiz hemen hemen aynı hizaya geldi, yaprak sarısı gözleri makyajıyla daha açık renk olmuştu. "Küçüklüğümden beri en büyük hayalim maskeli balolardı Minel," dedi keyifle. Turuncu demedi, bana Turuncu dememeye devam ediyordu. "Ama hiç katılmadım. Şimdi ne tuhaftır ki kendimizi kurtarmak için yaptığımız bu makyaj hoşuma gitmeye başladı." Güldü, burnumun ucuna fiske vurdu, güldüm. "Ve senin de vampir olman dünyanın en saçma çifti olduğumuzu kanıtlıyor."

"Biraz daha konuşursan kanını emerim," dedim alaya alarak. Yeniden güldü. Onu uzaktan görsem tanınmayacak kadar güzel bir makyaj olmuştu ve konser alanında tuhaf karşılansak da en azından halk tarafından linç edilmeyecektik. "Bugünü sadece benim için değil, kendin için de yaşa," dedim başımı sallayarak. "Doğum günüm olabilir ama yarın da senin doğum günün Korel. İkimizin günü olsun, nasıl fikir?"

Korel dudağını büktü, bakışları boynuma kaydı, önüme gelen saçlarımı geriye atıp, "Benim günüm olsaydı saçların turuncu olurdu," dedi mutsuz bir sesle. "Çünkü en çok turuncu saçların seni sen yapan, Minel."

"Çareler," dedim omzumu kaldırıp indirerek. "Elimizde olmayan sebepler. Ama istersen eve döndükten sonra senin için hemen saçımı yıkar, turuncu rengine dönmesini sağlayabilirim."

"Lütfen," diye fısıldadı, ardından bakışları bir kez daha boynuma kaydı. Üzerimde siyah, askılı bir elbise ile ayağımda postallar vardı ve boynum tamamen açıktı. Durmadan gözlerinin boynuma kaymasının sebebini anlayamadım ama bu kez parmakları da boynumda dolaştığında ürperdiğimi hissettim. Bana her dokunduğunda güzel bir hisle ürperiyordum fakat bu kez bana dokunuşunda hüznü hissettiren neydi, bilmiyordum.

Parmakları boynumda dolanmaya devam ederken derin bir nefes aldı, yüzü boynuma yaklaştı. Daha fazla ürperirken karnımda bir sıcaklık hissettim, kalp atışlarım hızlandı ve Korel'in dudakları boynuma dokunduğunda gözlerimi kapatıp elimi saçlarına daldırdım. Normalde yeşile boyamamız gerekse de onun kumral saçlarına kıyamamış, kendi saçlarıma kıymayı tercih etmiştim.

Dudakları boynumda gezinirken hafif öpücükler kondurdu, ardından, "Vampir sensin," dedi kısık sesle. "Fakat ben senin kanını emecekmiş gibi hissediyorum." Dişlerini sürttü, minik bir ısırık bıraktığında kıkırdamaya başladım. Gözlerim hâlâ sıkı sıkı kapalıydı, onun kolları belime dolanmıştı, akşam güneşi yüzüme vuruyordu, o an çok mutluydum.

Bir hareketlenme oldu, dudakları boynumdan ayrıldı ve gözlerimi açmak üzereyken boynumdan gerdanıma doğru bir soğukluk hissettim. Ellerinin belimden uzaklaştığını fark ettiğimde gözlerimi açmıştım, vücudum cayır cayır yanarken gözlerimi gerdanıma çevirdim ve bir kolyeyle karşılaştım.

Korel kolyenin ucunu tuttuktan sonra diğer eliyle hafifçe çenemi kaldırdı. Kolyenin ucunda bir pusula vardı.

Gözlerimiz kesiştiğinde eli çenemden omzuma kaydı, ardından koluma ve oradan bileğime. Bana kırık pusula dövmesı yaptığı yere. Yavaşça bileğimi kaldırıp dudaklarına götürdüğünde olabilecek en narin şekilde öpücüğünü bileğime bıraktı. O kadar narin bir öpücüktü ki tüy kadar hafifti.

"Sana bu kolyeyi aldığımda yanında değildim Minel," dedi, parmaklarını parmaklarıma geçirip elimi tutarken. "Senden gitmiştim, artık hayatında değildim, bana öfkeliydin hatta benden nefret ediyordun, biliyordum ama bu kolyeyi doğum günün için aldım sana." Yutkunduğumda kalbim heyecandan yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. "Kırık bir pusula dövmesi bana seni hatırlatacak, unutturmayacak ama bu kolye kalbinin yerini daima sana söyleyecek." Diğer eli belime sarıldı, parmakları sırtımda dolaştı. "Belki bir gün hayatında olmayacağım Minel, belki öleceğim, belki yine gideceğim, belki her şey mahvolacak, belki beni yakacaklar, belki de beni öldürecekler, bilmiyorum fakat ben yokken bileğine baktığında beni hatırlamanı, bu kolyeye dokunduğunda ise kalbini hissetmeni istiyorum. O sana her zaman doğruyu gösterecek."

"Korel," dedim titreyen bir sesle. Mutluluk ve hüzün iç içey di, hayatımın bu iki duygu arasında gidip gelmesi hiç adil değildi.

"Bileğine yaptığım dövme, benim kalbimdi Minel; kırılmış olması, bir şeylere yetmemesini ve bozuk çalışmasını simgeliyordu fakat bunların dışında beni sana daima hatırlatsın diye yaptım onu." Dudakları burnuma dokundu, sesi titriyordu, dudakları alnıma dokundu, yüzünü benden gizliyordu. "Ve boynundaki kolye senin daima parlak olan o kalbini simgeliyor; sağlam, yerinde, hatasız, narin. Ne olursa olsun dinle onu, parmaklarınla ilk önce dövmene dokun ve bu adamı hatırla, ardından kolyeni avcunun içine al, ona göre hareket et, olur mu?" Sesi daha fazla titrediğinde belime sarılı elinin de titrediğini hissettim. "İyi ki doğdun, her ne olursa olsun sen benim ailemdin, kaçışlarımdın, dostumdun, çocukluk arkadaşımdın, gülümsemelerimdin." Geriye çekildiğinde göz göze geldik ve ağladığını fark ettim. "Ve şimdi ailem değilsin ama farklı bir hayatı yaşasaydık harika bir aile olurduk; ve şimdi kaçışlarım değilsin ama başka bir hayatta senle her yere kaçabilirdim; ve şimdi dostum değilsin ama dostlarımdan daha yakınsın; ve şimdi çocukluk arkadaşım değilsin çünkü büyüdük ama geçmişe gitsek yine senin olmanı isterdim, bütün yaşadıklarıma rağmen." Derin bir nefes verdi, gözünden bir damla yaş düşüp makyajında iz bıraktı. "Şimdi gülümsemelerim değil gözyaşlarıma dönüştün ama yine bütün bunların yaşanacağını söyleseler göz yumar, gözyaşlarım olmanı isterdim. İşte bu yüzden, benim için iyi ki doğdun Minel."

Ağlıyordum, hıçkıra hıçkıra değil sessizce ve o da ağlıyordu. Daha önce onu ağlarken gördüğümde sorgu odasında, bir masanın altındaydı, çocuk gibi ağlıyordu, annesinin adını sayıklıyordu fakat bu kez ağlayışı çok daha çaresizdi.

Sanki bir vedaydı, vedanın nedenini bile bilmiyordu.

"Yapma bunu," diyebildim sadece acılı bir sesle. "Lütfen yapma. Bana veda etme."

Güçsüzleşen sesiyle, "Bu bir veda mı, bilmiyorum," dedi. "İnan, bilmiyorum sadece içimden geldiği gibi davranıyorum Minel ve içimden gelen, bu cümleler." Elini kaldırıp gözlerini silecek gibi oldu, ardından bunun yanlış bir hareket olacağını anladı çünkü makyajı silinirdi, makyajı silinirse halk onu tanırdı, halk onu tanırsa linç ederlerdi. Elini havaya kaldırıp indirdiğinde gülümsemeye çalıştı ama yaprak sarısı gözlerindeki keder uzaklaşacak gibi değildi. "Senden iki isteğim var," dedi kısık sesle. "Birincisi, her zaman söylediğim gibi beni unutmaman Minel ve ikincisi, küçükken bir kar kürem vardı, onu kaybettim ama hiç unutmadım. Eğer bir gün onu bulursan benim için saklar mısın?"

Başımı aşağı yukarı salladığımda o kar küresini nerede, nasıl bulacağımı bile bilmiyordum; tek bildiğim şu an benimle gerçekten vedalaştığıydı. Bunu hak etmiyorduk. "Ben sana hediye almadım," dedim acıyla ve kendime öfkelendim. "Çünkü unuttum, kendi doğum günümle beraber senin doğum gününü de. Ben yine unuttum Korel ve sen yine hatırladın." Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken bıraktığı izler umurumda bile değildi. "Özür dilerim, böyle biri olduğum için."

"Şşş," dediğinde gözlerini kıstı, ardından kendine çekip bana sarıldı. Bu kez hıçkıra hıçkıra ağlıyordum, başım onun omzuna denk geliyordu ve o sıkıca bana sarılıyordu, bense sarılmamıştım. "Bu en masum unutuluşumdu, ağlama."

"Yapma," dedim bir kez daha. "Söylediğin gibi narin bir kalbim yok, biliyorum."

Sessizlik oldu, her ne düşünüyorsa yüzünü göremiyordum ama iç çektiğinde düşüncelerini tam olarak benimle paylaşmayacağını anladım. "Benim için narin bir kalbin var," dedi. "Bu yeterli." Dudakları saçlarıma dokundu, yumuşak bir öpücüğün ardından bir kez daha nefes aldı. "Ve benim de hiçbir zaman narin bir kalbim olmadı," güldü, "yani bedenen değil ruhen." Daha fazla ağladım. "Ama bir gün karşına belki de narin bir kalbe sahip o adam çıkar." Hayır, bunu istemiyordum, asla istemiyordum. "O gerçekten sana sevginin dilini öğrettiğinde..."

"Sakın," dediğimde geriye çekildim ve omzuna sert bir yumruk attım. "Bu konuşmanın devamını dinlemeyeceğim, iyi niyetini alıp cehennemin dibine git, umurumda değil."

Gözleri açıldı, sonra gülümsediğinde düşündüğümden daha uzun süre bakıştık. Gözlerimizde vedadan ziyade acılar vardı, bunu paylaşıyorduk. Çareler olduğuna inandırmak isteyen ta rafım da artık sessizliğe gömülmüştü, insan doğum gününde ve doğum gününden bir gün önce bu konuşmaları yaşamamalıydı ama bizim hayatımız dikenli tellerle çevriliydi.

"Gidelim," dedi Korel benden uzaklaşıp arkasını dönerek. Üzerinde siyah bir tişört vardı, altında siyah pantolonu. Artık kazaklardan tamamen vazgeçmişti, izlerini gizlemek istemiyordu ama insanlar onu dövmelerinden tanır diye siyah ceketini üzerine geçirdi. Yüzünü buruşturdu ve motosiklete oturup arkasına binmemi bekledi. "Atla Minik," dedi beni süzerek. "Ve kask yok, saçlarının rüzgârdan uçuştuğunu görmek istiyorum yine."

Burnumu çekip arkasına oturduğumda neredeyse kalçama kadar çıkan elbise umurumda bile değildi. Ellerim sıkıca omuzlarına tutundu, ağlamaya devam ederken motosikleti hareket ettirmesini bekledim ve hiçbir şey söylemeden motosikleti hareket ettirdiğinde bütün yol boyunca ağlayacağımdan habersizdim.

Korel normalde motosikleti aceleci ve hızlı kullanırdı ama bu kez öyle yavaş kullanmıştı ki sanki bu, motosiklete son binişimizdi. Zamana meydan okudu, geçmişe meydan okudu hatta yetmedi geleceğe de meydan okudu ama o motosiklet yolculuğumuzu olabilecek en uzun sürede tuttu.

Arada sırada gözleri dikiz aynasından bana ve saçlarıma kaydı, gülümsedi ama onun da yüzündeki kederin geçmediğinin farkındaydım.

On beş dakikalık yolu kırk beş dakikada gidip konser alanının dışında durduğumuzda motosikletten indim ve Korel de inip köşeye motosikleti bağladığında bakışları bana döndü.

Yüzümdeki makyaj ne durumdaydı? Ağladığımdan ne hale gelmiştim? Onun yüzündeki makyaj duruyordu ama bazı yerlerde gözyaşının izleri kalmıştı.

"Sanırım ağlayan palyaço makyajını boşa yaptım," dedi omzunu kaldırıp indirerek. "Ve sen de en çok ağlayan vampir olabilirsin."

"Bizim de maskelerimizin gizemi buradan geliyor işte," dedim imalı bir sesle. "İkimiz de maskelerimizin arkasında ağlıyoruz Korel."

Kaşlarını kaldırdığında elini öne uzatıp tutmamı bekledi, diretmeden isteğini yerine getirdiğimde, "İkimiz de maskelerimizin arkasında ağlıyoruz," dedi sakin bir sesle. "Ve gizleniyoruz Minel. Çok haklısın."

Beraber konser alanının girişine gittiğimizde Korel kapıdaki adamların bize karşı tuhaf bakışlarını umursamadan cebinden biletlerini çıkarıp gösterdi. Adamlardan bir tanesi yüzümüzdeki makyajı sorgulamak istedi ama soldan beliren eli fileli, gözleri simsiyah boyalı kızı gördüğünde direkt bu fikirden vazgeçti.

Biletlerimiz onaylandığında, "İyi eğlenceler," dedi bize adam, ardından önümüzü açtı.

İkimiz el ele içeriye girdik; konser açık alandaydı, inanılmaz bir kalabalık vardı ama Korel öyle çevik hareketlerle bizi kalabalığın ortasına soktu ki sahneyle aramızda otuz adım ya vardı ya yoktu. Henüz Teoman çıkmamıştı ama gitaristi ve davulcusu yerini almıştı. Teoman'ın çıkmasına birkaç dakika kalmıştı.

Bulunduğumuz yeri Korel sevince beni çekip önüne aldı, bu açıdan önümde dev gibi insanlar yoktu ve sahneyi net görebiliyordum. O da bunu düşünmüş olacak ki kollarını bana doladı, ellerini göğüs kafesimin önünde birleştirip beni insanlardan korumak için kafes oldu.

Çevremizdeki bazı insanların bakışları bize takılıyordu ama bu bakışlar genelde yüzümüzdeki makyajdan dolayıydı.

"Korel," diye bağırdım yüksek sesle. "Ya sahneyi göremezsem!"

Çocuk gibi endişelendiğim konu özellikle şu haldeyken şımarıklık gibi geldi ama Korel güldü, bana doğru eğilip kulağıma, "Omzuma alırım seni," dedi neşeyle. "Daha önce de aldım."

Zihnimi o anıyı hatırlamak için zorladım, en ince ayrıntısına kadar düşündüm fakat hiçbir sonuca ulaşmadığımda kaşlarımı çattım. Çatık kaşlarımı düzelten ise sahnedeki ışıkların hepsinin sönüp davul sesinin gitgide artmasıydı.

Ve Teoman'ın sesi duyuldu.

"İstanbul'da Sonbahar"la çıktığında tiz bir çığlık atıp olduğum yerde zıpladım ve Teoman sahnenin arkasından göründü.

Korel bana sıkıca sarıldığında ellerimi kaldırıp şarkıya eşlik etmeye başladım ve Korel'in de benimle beraber söylediğini duydum.

O an, zihnime uğramayan o anı artık benimleydi.

Korel'le yine Teoman konserine gitmiştik; ben daha ufaktım, o daha gençti ve ikimiz de çocuk denilecek yaştaydık. Tedirgindik ama tedirginliğimiz bu kez vedadan gelmiyordu, sanırım evden kaçmıştık, öyle hissediyordum.

Sahnede Teoman vardı, Korel bu kez bana arkadan sarılmamıştı, hemen yanımdaydı ve görmekte zorlandığım için beni kaldırıp omuzlarına almıştı. Ben onun omuzlarındayken Teoman'ın şarkılarına eşlik etmiştim, dakikalarca.

Tam o esnada ise köşedeki bir fotoğrafçı fotoğrafımızı çekip elimize tutuşturmuştu, Korel'in bahsettiği fotoğraf bu olmalıydı. Ben Korel'in omuzlarında kocaman gülümseyerek kadraja bakıyorum, Korel ise şaşkınlıkla. Çünkü şu an biliyordum ama o zaman bilmiyordum, fotoğraflardan korktuğunu.

Teoman farklı bir şarkıya geçti, önüme dev gibi insanlar gelmedi fakat ben hevesle Korel'e dönüp, "Beni omuzlarına alır mısın?" diye bağırdım. Sorgulamadı, hiçbir tepki bile vermeden çevik bir hareketle beni omuzlarına aldığında şimdi sahne daha net görünüyordu ama bu da umurumda değildi.

Aceleyle bel çantamdan telefonumu çıkardım, babamın defalarca aradığını görmezlikten gelerek kamera kısmını açıp, "Korel!" diye bağırdım. Korel bakışlarını yukarıya çevirdiğinde hemen bir fotoğraf çektim, yüzünde yine aynı şaşkın ifade vardı ama birkaç fotoğraf daha çektiğimde gülümsedi.

O sırada Teoman, "Aramızda bir vampir var," dedi; gözlerim kocaman açıldığında bakışlarımız kesişti. Elindeki bira şişesini bana doğru kaldırdı, çığlık attım. Bütün bakışlar bize döndü, o bakışların ardından insanlar gülümsedi, kim olduğumuzu bilmeden bize gülümsediler; Korel'i ötekileştirmediler, beni de öyle.

Olduğum yerde çırpınmaya başladığımda Korel beni indirdi ve oradan birkaç fotoğraf çektim, o fotoğrafları çekerken Korel bir anda beni dudaklarımdan öptü, kameralara o görüntümüz de yansıdı.

Kahkaha atmaya başladığımda, "Beni gördü," dedim Teoman için. "İnanılmazdı."

Korel elleriyle yüzümü kavradığında öyle sıcak bir gülümsemesi vardı, öyle mutluydu ki bu görüntüyü ömrümün sonuna kadar seyredebileceğimi düşündüm. Gülmeye başladığımda yine dudaklarımdan öptü ama bu kez öncekinden daha tutkuluydu hatta öyle ki beni kucakladığında bacaklarım beline sarıldı, ellerim ensesine tutundu ve o da bana sıkıca sarıldı.

Dudaklarımdan öptü, geri çekildi, bir kez daha öptü ve bir kez daha. O esnada Teoman "Senden Önce Senden Sonra"yı söylüyordu; bu şarkı sanki bizi anlatıyordu, Teoman'ın sanki bütün şarkıları bizi anlatıyordu.

En sonunda nefessiz kaldığımızda beni yeniden yere indirdi; ayaklarım zeminle buluştuğunda heyecandan tir tir titriyordum. İşte o an, agorafobimin kuş olup uçtuğunu fark ettim. Normalde kalabalığa giremiyordum; gösterilere, sinemalara, tiyatrolara; girsem bile rahat edemiyordum ama şimdi bu korkum kaybolmuştu.

Artık bombalar patlamaz gibi geliyordu; insanlar ölmez, Prometheus gelmez, biz yaşarız.

"Korel," dedim heyecanla ona bakarken. Bana sarılmıştı, sırtımı sahneye dönmüştüm. "Ben bir karar verdim."

"Hayır, Minel," dedi Korel alayla. "Biz evlenemeyiz, şu an değil."

Kahkaha attığımda, "Biz evleniriz, niye evlenmeyelim ya?" diye sordum ve bu sorum beni şaşırttığı kadar onu da şaşırttı, ardından gülmeye başladık. "Ayrıca bu değildi kararım ama dinle, neden evlenmeyelim ki ya?"

Öyle bir bağırıyordum ki Teoman'ın sesini bile bastırabilirdim.

"Yok artık," diye ağzının içinde geveledi gözlerini devirirken ama gülümsediğini görebiliyordum. "Kıyametin ortasında evlenmekle eşdeğer bu."

"Kıyamet biterse evlenebiliriz yani," dedim gözlerimi açarak.

Korel elini kaldırıp alnıma dokundu. "İçki de içmedin ki sen ya, ne oldu sana?"

"Of," dedim onu itekleyerek ama daha sıkı sarıldı. "Bu hayattan bu kadar nefret etme, umutsuz olma, gülümse." Omuzlarına sıkıca tutunup birkaç kez zıpladım. "Çünkü ben dansa geri dönmeye karar verdim Korel. Bak, dansa geri dönmeye karar verdim, bu bile gerçekleşebiliyorsa her şey gerçekleşebilir."

Gözlerine büyük bir heyecan ve neşe dolduğunda dudaklarını alnıma dokundurup, "Ait olduğun yere her zaman geri dönersin," dedi Korel. "Senin ait olduğun yer danstı."

"Peki ya senin ait olduğun yer neresi?" diye sordum.

Birkaç saniye bile düşünmeden, "Sensin," dedi dürüstçe. "Çünkü ben kendimden bile önce en çok sana dönüyorum Minel."

Dudaklarım aralandığında Teoman "Papatya" şarkısını söylemeye başladı ve o an kalbimde hem büyük bir sızı hem büyük bir neşe hissettim. Geçmişin sesleri yükseldi; biz sanki o geçmişteki iki kişi olduk ama buradaydık.

Fotoğraf karelerindeydik; bu kez yüzümüzde maskemiz vardı ama ben o fotoğraflara baktığımda sadece mutluluğumuzu görecektim.

"Hatırlıyor musun Minel?" diye sordu kulağıma eğilerek. "Hatırla Minel. 'Papatya' bizim şarkımızdı." Korel gözlerini kıstı. "Hatırlıyorum, de Minel. Bu çok özeldi."

"Hatırlıyorum," diye fısıldayıp başımı salladım. "Benim en sevdiğim şarkısı 'Mektup'tu ve sen 'Papatya'yı sevmemi istemiştin Korel. Hatırlıyorum."

Korel geçmişi benim ağzımdan her dinlediğinde büyük bir neşeyle yüzüme bakıyordu ama bu kez gözlerinde büyük bir sevgi vardı, sevgisini bile gizlemiyordu.

"O zamanlar yüzümde büyük bir yanık izi yoktu," dedi Korel kulağıma. "Fakat hissetmişim gibi bu şarkıyı bizim şarkımız yapmıştım." Teoman'la beraber Korel kulağıma söyledi: "Papatya, yüzümün haline bak, seninle kim kalacak, ışıklar kapanınca?"

Elim çenesindeki ize uzandı, şarkının sanki her cümlesi bizi anlatıyordu ama bunların dışında Korel'in sırlarını da gizliyordu sanki. Parmaklarımın ucuna yükseldiğimde Korel de koluyla bana destek oldu ve çenesinden öpmeme izin verdi. Onu tanıdığımda hiçbir izine dokundurmazken şimdi o izlerini tek tek öpmeme izin veriyordu.

"Emare," diye fısıldadım, geriye çekilip çenesindeki o ize dokunmaya devam ederken. O izin sahibi bendim. Korel benim yüzümden oluşan izlerine Emare diyordu. "Armağan."

"Armağan," diye fısıldadığında Teoman şarkıyı bitirmek üzereydi ama Korel sanki bir şeyi unutmuş gibi küfür ettiğinde hızla elini ceketinin cebine atıp bir kek çıkardı. Aceleyle ambalajını açıp keki çıkardı, üzerine bir mum diktiğinde ne yapacağını anladım.

Şarkı bitmeden bana mumu üfletmek istiyordu.

Saate baktım. 23.58'di.

Ve o an canım yandı çünkü tam kendi doğum gününe girecekken bana o mumu üfletecek, kendi doğum gününü de böyle kutlayacaktı.

Mumu yaktı, minik keki kaldırıp yüzüme tuttu. Çevremizdekilerden bazıları halimizi hoş görüp, Teoman'ı bile boş verip bizi izlemeye başladı. "Dilek dile," dedi Korel gözlerindeki büyük heyecanla. "Ve üfle mumu. O dileğin gerçek olsun."

İlk doğum günü kutlamam mıydı hatırlamıyordum ama en mutlu doğum günümdü. "Korel," dedim elindeki keke bakarken. "Birlikte dilek dileyelim, bir gün sonra da senin doğum günün."

Kalpten gülümsedi. "Benim dileğim, senin bütün dileklerinin gerçekleşmesi Minel." Keki biraz daha kaldırdı. "Üfle hadi," gözlerini açarak. "Çabuk ol."

Gözlerimi kapattım, elim boynumdaki kolyeye gitti ve avcumun içine alıp, "Lütfen," dedim içimden. "Lütfen Korel Erezli'ye hiçbir şey olmasın."

Mumu üflediğimde çevremizdeki insanların alkışlarıyla gözlerimi onlara çevirdim ve Korel belimden tutup bana sarıldı. Başım boynunun girintisine yerleştiğinde, "Dileğin gerçekleşsin," dedi.

"Dileğim gerçekleşsin," diye fısıldadım. "Ve sana hiçbir şey olmasın."

Kasıldığını hissettiğimde geri çekilip yutkundu. Yakınımızdaki bir kız, "Sakın dileğini kimseye söyleme," dedi heyecanla. "Yoksa ya gerçekleşmez ya da tam tersine döner."

İkimiz de öylece birbirimize bakarken kızın söylediği cümle içime bir yangının oturmasına neden oldu. Birkaç dakika öylece sessizliğe gömülmemizin ardından, "İyi ki doğdun Korel Erezli," diye fısıldadım; tarih artık 23 Temmuz'du, onun doğum gününe geçmiştik. "Sana hediye alamadığım için özür dilerim ama benim tek dileğim senin için. Kendi doğum günümde bile en büyük dileğim senin için oldu. İşte bu yüzden çabala, inan ve benimle kal çünkü ben ne geçmiş zaman eki kullandığım kelimeler söyleyeceğim sana ne de kalbini öveceğim." Ona yaklaştım. "Tek diyebileceğim, 'Seninle yaşıyorum; hem geçmişte hem şimdide hem gelecekte."

Gözlerimin en derinlere baktı, elimi tutup kalbinin üzerine koyduğunda o kadar hızlı atıyordu ki şaşkınlığımı gizleyemedim. "Ve ben de sen bana inandığın sürece bu kalbi durdurmamak için çaba göstereceğim Minel."

Gülümsediğimde elindeki keki bana uzattı, aç olmadığım halde o kırılmasın diye bütün keki iki üç lokmada yedim, bu onu yüzünü gülümsetti. "Ve sana bir hediye alacağım," dedim ağzım doluyken. "Sen de üzerinde benden bir parça taşı istiyorum ya da bir dileğini gerçekleştirmek."

Korel umursamaz bir tavırla omzunu kaldırıp indirdi. "Çocukken en sevdiğim oyuncağım kar küremdi, büyüdüm, karlardan nefret ettim ama kar küresinden hiç vazgeçmedim. Söyledim ya, benim doğum günü dileğim senin dileğinin gerçekleşmesi ama bana bir hediye vermek istiyorsan kar küresini sakla, seni ona benzetiyorum."

"Beni ona mı benzetiyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. "Neden?"

Uzun bir süre sustuktan sonra, "Öyle işte," diye mırıldandı. "Belki bir gün bunu sana anlatırım."

O sırada Teoman yeniden "Papatya" şarkısını söylemeye başladığında şaşkınlıkla bakışlarımı o tarafa çevirdim. Korel tekrar arkamdan sarılınca ellerim sıkı sıkı ellerine tutundu. Bu kez sessizce şarkıyı dinlerken artık daha anlamlı geliyordu her şey. Ritme ayak uyduruyor, gülümsüyorduk.

Şarkının son kelimelerindeyken Korel kulağıma eğildi. Konserdeydik, Teoman "Papatya" şarkısını söylüyordu, hemen arkamda Korel vardı ve ona yaslanmıştım. "Minel," dedi gülümseyerek. "Bizim de artık yeni ve güzel anılarımız var, daima hatırlanması gereken. Şiirlerden sonra bir şarkımız var, ikimizi anlatan. Fotoğraflarımız var, mutlu olduğumuz. Güvenimiz var, hiç yıkılmayacakmış gibi görünen. Biz varız, Korel ve Minel. Farklı senelerde art arda günlerde doğmuş, daima hayatlarında karşı karşıya gelmiş iki insan." Dudakları yanağımı okşadı. Biz varız, bütün çabamızla. Sen çabalarsan ben de çabalayacağım sonuna kadar. Söz veriyorum."

Sırtımı daha fazla yaslayıp gözlerimi kapattım; inanç, güven, sevgi ve en çok aşk. İşte orada, arkamdaydı, itiraf edilemezdi belki ya da söylenemezdi; kırgınlıklar geçmezdi, doğrular tam olarak bilinemezdi ama oradaydı. Ne olursa olsun, hiç vazgeçmeyeceğim o adam Korel Erezli'ydi. Belki büyük bir yalancıydı ya da ben öyleydim; belki de zihnimin hatırlamadığım detaylarında büyük kötülükler yapmıştı ya da ben yapmıştım, bilmiyordum ama bir şekilde hayatımız kesişmişti. Hayır, bir şekilde kesişmemişti, Korel ne olursa olsun bana dönmüştü, onun yolu daima bana çıkmıştı.

Ve şimdi onun kalbine, hayatına ve yaşama hevesine geri dönüşünün tek yolu benim dudaklarımın arasındaydı. Onu bu hayattan vazgeçirebileceğimi görebiliyordum, onu bağlayabileceğimi de ve artık farkındaydım; Korel hiçbir zaman o siyahların içindeki adam olmamıştı, onun dönüşmeye çalıştığı adam hiçbir zaman kötülüğü hak etmemişti. Korel benliğinden hiçbir zaman vazgeçmemişti.

Konserin son anına kadar orada kaldık, eğlendik, güldük ve bittiğinde Korel bana pamuk şekeri aldı. Ağzına alkol sürmedi, teklif bile etmedi. Ben ne istiyorsam onu yaptı, onun isteklerinin yine bana bağlı olduğunu söyledi ve yeniden motosiklete bindiğimizde bu kez daha yavaş sürdü.

Motosikleti öyle yavaş kullanmıştı ki eve varmamız bir saatten daha uzun sürdü; içeri girdiğimizdeyse ne Büge'den ne Gürkan'dan bir iz vardı.

Ne olduğunu bilmiyorduk, neredeler ya da ne haldeler bilmiyorduk ama kapıdan içeri girer girmez Korel yüzümüzdeki maskeleri çıkarmadan dudaklarıma yapışmış, beni kucaklayıp öperek üst kata çıkmıştı.

Üzerimdeki elbiseyi tıpkı motosikleti sürerkenki gibi çıkarmıştı; yavaşça ve sakince. Vücudumdaki her çili tek tek öperek hatta çırılçıplak kaldığımda vücudumun her noktasında dudaklarının izini bırakarak.

Bu kez onu öpmeme izin vermemiş, sadece beni öpmüştü sonra aklımı kaçırmama neden olacak kadar çıldırtmıştı. İçime girdiğinde de yine yoldaki gibi oldukça yavaştı; romantikti, tutkuluydu ama bir yandan da canımı yakacak kadar hüzün vericiydi. Çünkü bu sevişmemiz de sanki bir veda gibi gelmişti ama zevkten öyle çıldırmıştım ki buna üzülmeye fırsatım bile olmamıştı.

İlk önce yatakta sevişmiştik, sonra odadaki masanın üzerinde, ardından bir kez daha yatakta. Maskelerimiz birbirine karışmıştı ama bu ona keyif veriyordu, yüzündeki o gülümseme bir an bile olsun silinmiyordu.

Bütün yorgunluğuma rağmen onunla sevişmeye devam ettim çünkü eğer bu bir vedaysa ona doyamayacaktım ve yine farkındaydım, hiçbir zaman da doyamazdım.

O gece Korel hiçbir şekilde izlerinden öptürmedi ama benim bütün oluşmuş ve belki de oluşacak izlerimin üzerinden öptü, bu iyileştirdi ama benim onu iyileştirmemi istemedi ya da öpsem bile bir çaresi olmadığını düşündü.

Üzerimde, içimdeyken ve beni kafese almışken gözlerimin içine bakıp, "En güzel doğum günümdü," diye fısıldadı.

"Daha öncekiler kötü müydü?" diye sordum.

"Hiç kutlanmadı." O an parçalandığımı hissettim ve bu kez zevk de bu duygumun önüne geçmedi.

"Ben varken de mi?" dedim acıyla.

Kısa bir sessizlik oldu ardından içimde hareket etmeye devam ederken yüzüne bir gülümse oturttu; bu gülümseme yapaydı, anlayabiliyordum. "Sana izin vermediler," dedi. "Yoksa kutlardın Minel."

Bu kez net bir şekilde görebiliyordum, yalan söylüyordu fakat sesimi çıkarmadım. O ise beni öpmeye devam etti ve yine kendimi onun kollarına bıraktım.

Yeniden zirveye çıkıp beraber düştüğümüzde yanıma devrildi ve ben de nefes nefese tavana bakarken elimi kalbime götürdüm. "Ben senin hayatındayken," diye sordum nefes nefese. "Geçmişte, kim engelliyordu ki doğum gününü kutlamamı Korel?"

Sessizliğin ardından, "Babam filan," dedi.

"Engellemelere rağmen kutlayabilirdim," dedim. "Bugün senin yaptığın gibi."

"Küçüktün." Kendi içini mi rahatlatıyordu, benim içimi mi? Yan dönüp cenin pozisyonu aldım, bacaklarım ve kasıklarım sızlıyordu ama içimde hâlâ onu hissetmek istiyordum.

"Bana yalanlar söylemeye devam ediyorsun, değil mi Korel?" diye sordum kendimi tutamayıp.

Gözleri tavandan bir an bile olsun ayrılmadı ve hiçbir cevap vermedi; bu kez yalan söylemeyi de tercih etmedi, dürüst konuşmayı da. Sadece sessizliğe gömüldü. Bir süre o şekilde sessiz kaldık, ardından Korel beni kendine çekip başımı göğüs kafesine yatırdı. "Kapat gözlerini," dedi kısık sesle. "Ve uyu Minel. Yalanlar ve doğrular önemsiz, ben her şeyi affettim, sen de her şeyi affet."

Bu kez susma sırası bendeydi.

Yarın mahkeme vardı; depremler olacak, kıyametler çıkacaktı belki de ama biz burada sarılmış uyuyorduk.

Zamanın durması gereken nokta tam olarak bu andı çünkü sonrasını kimsenin kalbi kaldırmayacaktı.

Gözlerimi kapatıp bir rüyanın içine daldığımda ise aslında onun bir rüya olmadığını biliyordum.

Doğum günüm kutlanıyordu, birkaç kez üstelik ve hepsinde de Korel yanımdaydı fakat hiçbirinde Korel'in doğum günü kutlaması yoktu.

Çünkü rüyam bunu bana fısıldıyordu; ben geçmişte hiçbir zaman Korel'in doğum gününün ne zaman olduğunu sormamıştım ve o da bana söylememişti.

Continue Reading

You'll Also Like

15.7K 178 13
Beyza Aksoy 7 Nisan 2000 tarihinde dünyaya gelmiştir. İstanbul'da yaşamaktadır. Küçük yaşlardan beri yazmaya ilgisi olan yazarın Denizimsi, Siyah Kuğ...
6.3M 254K 49
AV, EPHESUS YAYINLARI aracılığıyla raflarda! * Zamanın çok öncesinden gelen bir savaş ve tüm bunlardan habersiz bir genç kız... Annabelle Jefferson...
156 130 11
Yolların baharı mı olur? Evet benim oldu. Ona giden tüm yollarımın sesi var. Adım attıkça adını sayıklıyor tüm sokaklar, kulaklarımı çınlatıyor usu...
1.7M 30.5K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...