EMARE SERİSİ

By asliaarslan

1.7M 105K 140K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... More

EMARE SERİSİ
EMARE, Maske (alıntı)
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 15. HİSLER
EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 27. KONSER
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE MASKE: 20. KAFES

8.6K 927 365
By asliaarslan

Bütün hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen insanlara daima imrenmiştim. Benim için bu geçerli olmuyordu çünkü ben hayatımın bir kısmını hatırlamıyordum. Eskiden bu düşünce beni öfkelendirmez, sadece üzerdi ama şimdi öfkelendirmeye başlamıştı; nedeni neydi?

Kendimi biraz daha zorlarsam hatırlayabileceğimi düşünmem miydi? Nasıl unuttuğumu bilmemem miydi? Her şey bir yana, kim olduğumu hatırlamayı istememem miydi?

Minel Karaer; turuncu saçlı, çilli, babası ölmüş, annesi terk etmiş ve amcasıyla yaşayan o kız. Bu kadardım ve şimdi hayatım altüst olmuştu. Bir adam girmişti hayatıma, o adamı tanıyordum ama tanımıyordum da. İlk gördüğümde hissetmiştim ama bu kadardı. Sonrası bir oyun gibi ilerlemişti. Bir adım o atmıştı, bir adım ben atmıştım. Tuzaklar, savaşlar, güzelliklerin azlığı ve gülümsemelerin tutsaklığı.

Bütün bunların arasında kötülüğün beni beklediğini biliyordum ama içimde, tam kalbimin üzerinde Korel Erezli'nin o kadar da kötü bir adam olmadığını düşünen bir tarafım vardı.

Bir bardak bana doğru yaklaştığında bakışlarım ilk önce bardağa, ardından uzatan kişiye kaydı. Korhan elindeki karton bardakla bir kez daha gelmişti. İçinde kahve olduğunu kokusundan anlayabiliyordum.

Bu kez reddetmek yerine elinden aldım. Gözüm duvardaki saate kaydı, sabah olmak üzereydi. Korel'i sadece bir odadan başka bir odaya alırlarken görmüştüm, bunun dışında hiçbir şey yoktu.

Korhan yanıma oturdu, polis merkezinde neredeyse kimse kalmamıştı. Gürkan Büge'yi eve bırakmaya henüz gitmişti, hamile olduğu için Büge'ye âdeta yalvarmıştım. Dinlenmesi gerekiyordu. Gerçekten bebek böyle bir hayata mı dahil olacaktı?

Kahveden bir yudum aldım, sanki dakikalar geçmişçesine bir kez daha saate baktım, saniyeler ilerlemişti. "Konuştu mu?" diye sordum Korhan'a. Korel'in dakikalardır ağzını bıçak açmıyordu, Korhan öyle demişti. En sonunda sorgu odasına aldıklarını söylediklerinde içimde huzursuzluk peyda olmuştu.

"Hayır," dedi Korhan da ve elindeki bardaktan bir yudum içtikten sonra bana uzattı. "İçinde biraz da viski var, içmek ister misin?"

"Hayır." Net yanıtımın ardından yüzünü incelemeye başladım, onunsa bakışları duvardaydı. Endişeli görünmüyordu lakin bir şeylerin yolunda gitmediğini de anlayabiliyordum.

Babam saat başı arıyordu ama eve gelmem konusunda ısrar etmemişti; Erezli ailesine mi güveniyordu yoksa Korel'e mi anlayamıyordum, ben güvenmezken o nasıl güvenebiliyordu?

"Sence neden konuşmuyor?" diye sorduğumda alacağım cevaptan bir yandan da korkuyordum ama artık cevapların korkutması yollarımı engellemeyecekti.

Korhan kısa bir süre düşündükten sonra, "Korkuyor," dedi.

"Korkuyor mu?" Yüzümü buruşturdum. "Korel'in defalarca polis merkezinde nefes aldığına eminim."

Gözlerini devirip bana baktı, yeşil gözleri yorgun görünüyordu. "Öyle değil, bu normal bir sokak kavgası da değil. Hissediyor, boka battığını yani. Bu kez onu kurtaracak bir abisi de yok artık."

Boş bulunup, "Gerçekten onu seven bir abi gibi konuşman gözlerimi yaşarttı," dedim.

İlk önce kaşlarını kaldırdı, ardından çattı, sonrasında ise, "Sen ne biliyorsun ki?" diye sordu. "Neyi anladın ki? Neyi gördün ki? Bir motosiklet yarışında onu yendiğim için beni kötü abi ilan edeceksen bunu yapabilirsin ama emin ol, o yarışı bıraksaydım Korel düşündüğünden daha kötü olacaktı."

"Saçmalık." Başımı iki yana salladım. "O gün yaptığın hiçbir şeyi açıklayacak cümlenin olmaması gerekiyorken bir de bu şekilde konuşabiliyorsun." Konuyu kapatmak istermiş gibi derin nefes aldım. "Ne düşünmem ya da ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

Hiç beklemediğim bir şekilde, "Neden buradasın?" diye sordu. Bu soruya hazırlıksız yakalanmıştım; aslında aylar önce beni terk edip giden o adamın günler önce geri gelmesiyle yine çevresinde bir kelebek gibi döndüğümü hissediyordum.

"Bilemiyorum," dedim gözlerimi ondan kaçırarak. "Bana ihtiyacı varmış gibi hissediyorum. Gitmemi istemez."

"Gitmeni istemez ama o senden gidebilir mi?"

"Ben o değilim." Elimdeki karton bardağı daha sıkı tuttum. "Bir yandan onu koruyor, bir yandan onu bana karşı dolduruyor, bir yandan üzülüyor, bir yandan da kızıyorsun." Çenemle onu işaret ettim. "Korel'in seninle alıp veremediği var mı, inan bilmiyorum ama senin onunla var."

"Biraz daha açık konuşur musun?"

Bir tarafım içindekileri dile getirme dese de yine karşı koyamadım. "Onu kıskanıyorsun." Net cümlemin üzerine bakışları keskin bir bıçak gibi bana döndü. "Başarılı bir savcı olabilirsin, elin kolun her yere uzanabilir hatta her motosiklet yarışında onu yenebilirsin de. Dinle, ailenin o sevilen çocuğu da olabilirsin ama Korel'i kıskanan bir tarafın var. Tam olarak anlayamıyorum ama ona tahammül edememe nedeninin kıskançlık olduğunu düşünüyorum."

Kızmasını bekliyordum ama yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluşmasına hazırlıksız yakalanmıştım. "Ailenin o sevilen çocuğu değildim," dedi. "Sana onu kıskanmadığımı söyleyemem ama ona karşı öfkemin tüm nedeni kıskançlık değil. Eğer öyle olsaydı eline fırsat geçtiği an onun hayatını kaydırabilirdim." Gözlerim açıldı. "Yani her seferinde onun götünü kurtarmazdım."

"İdil Erezli seni sevmiyor muydu?" Bu kez yüzündeki o hüzünlü gülümseme silindi ve yerine öfke geldi. "Sanırım haddimi biraz aştım."

"Aştın," dedi sert bir sesle. "İlgi alanının küçük kardeşim olması gerekiyor, ben değil."

"Korhan Bey." Bir polis memuru yanımıza geldiğinde ikimizin de öne eğilip yakın bir mesafede konuştuğumuzu o an fark etmiştim, bu beni rahatsız etti.

Korhan duruşunu düzeltmeden başını kaldırıp baktı. "Ne oldu?"

"Korel Erezli konuşmaya başladı."

Heyecanla bardağı yanımdaki boş sandalyeye koyarken elime sıcak su döküldü ama buna aldırış etmedim. Korhan'dan önce ayağa fırladığımda Korhan şaşkınlıkla bana baktı. "Gidelim," dedim, hakkım varmış gibi.

"Sen nereye?" diye sordu hiddetle.

"Ben de dinlemek istiyorum."

"Oraya girmen yasak," diyerek kesin bir dille uyardı. "Hatta benim bile yasak ama..."

"Dinlemek istiyorum," dedim üzerine bastıra bastıra. "Buna gücünün yeteceğini ikimiz de biliyoruz." Başını bir kez olumsuz anlamda iki yana salladı. "Korhan," dedim doğrudan adıyla hitap ederek. "Onu dinlemek istiyorum, başkalarından duymak istemiyorum, direkt ben dinlemek istiyorum. Görmek istiyorum, belki de o zaman gözlerim açılacak."

Elini alnında gezdirdi, birkaç saniye düşündü, ardından yanında duran polis memuruna bir baş hareketi yaptı. Bunun ne demek olduğunu bilmiyordum ama adam yanımızdan uzaklaştığında bu kez de bana döndü, başıyla işaret edip yürümemi bekledi.

Omuzları dik, bacakları sağlam bir şekilde yürümeye başladığında ben de peşinden yorgun adımlarla ilerledim ve o an bunun kötü bir karar olabileceğini de düşündüm.

Polis memurunun Korhan'a dönüp, "Memurlara zarar vermeye çalışmış," dediğini duydum. O an adımlarım birkaç saniye de olsa duraksadı ama Korhan'ın bana dönüp bakmasıyla daha da hızlı yürümeye başladım.

Zarar mı vermişti? Evet, Korel'in bazen ne yapacağı belli olmazdı ama nasıl bir zarardan söz edildiğini bilmiyordum.

"Emin misiniz?" dedi Korhan memura.

"Evet," diyerek net bir cevap verdi memur. "Sonrasında da kısa süreli bir sinir krizi geçirmiş, şimdi ellerini kelepçelemek zorunda kalmışlar." Bir kapıdan içeriye girdik, ardından başka bir kapıdan daha. Memurun bakışları önce bana, ardından Korhan'a döndü. "Tek başınıza girmeniz gerekiyor, buna göz yumuyorum zaten."

Korhan başını kaldırıp, "Tanık gibi düşün," dedi beni işaret ederek. "Benimle beraber, yardımcım. Bu saatlerde üstlerden kimse olmaz, Fırat. Rahat ol." İkna etmeye çalışan sesi memura ulaşsa da pek işe yaramışa benzemiyordu. "Hadi ama," dedi. "Kardeşimden söz ediyoruz, gerçekten bu kadar vicdansız olamazsın."

"Eğer bunu duyarlarsa felaket derecede başım yanar."

"Yanmaz," dedi Korhan, rahat bir sesle. Büyük ihtimalle memur göreve yeni başlamıştı. "Emin ol, başının yanmaması için her şeyi yaparım. Sen bizi görmedin, bilmiyorsun. Eğer ortaya çıkarsa da bana söz geçiremediğini söylersin."

"Peki ya içeridekiler..."

"Onları tanıyorum," dedi Korhan, sonrasında Fırat'ın omzuna dokunup cevap vermesini bile beklemeden yanından geçti, ben de peşinden ilerledim.

"Sanırım ayağını kaydırmam gerekirse bunu kullanacağım," diyerek şaka yapmaya çalıştım.

Korhan gülmedi, sinirlerim bozulmuş olmalıydı.

Uzun bir koridorda ilerledik, ardından merdivenleri inip başka bir kapıdan geçtik ve dört kapıyla karşılaştık. Bir kapının önüne geldiğimizde eli kapının koluna gitti ve bana dönüp, "Eğer ayağımı kaydırmak istiyorsan sana daha geçerli bir şeyler verebilirim," dedi.

"Ne gibi?"

"Onu da zamanı geldiğinde konuşuruz." Göz kırptıktan sonra kapıyı açtı ve ben de peşinden ilerledim.

İçeride bilgisayarların başında iki adam vardı; kulaklıklarıyla bir cama doğru bakıyorlardı. Bizi gördüklerinde bir tanesi ayağa kalktı, Korhan hemen kimliğini çıkarıp gösterdiğinde direkt yerine geri oturup selam verdi. Diğeri ise kilitlenmiş vaziyette içerideki konuşmaları dinliyordu.

Bilgisayarın yanındaki üç kulaklıktan bir tanesini bana verdi, bir tane de kendisi alıp adamlara başını salladı. Bir adam birkaç düğmeye bastıktan sonra içeriden sesler gelmeye başladı ve bakışlarım tamamen cama döndü, Korhan da kollarını önünde bağlamış, yanımda duruyordu.

İlk gördüğüm, gözümü alan beyaz ışık ve bembeyaz duvarlardı. Bu odaları az çok filmlerde görmüştüm ama o kadar da ürkütücü görünmüyordu.

İki memur bize sırtını dönmüştü, ayaktalardı; tam karşılarında Korel olduğundan emindim.

Bir anda Korel'in sesi geldi. "Sadece bileklerim acıyor ve kanıyor. Canım yanıyor." Kalbimde derin bir kesik hissettim, bir sızı ya da daha başka bir şey. Ona zarar mı vermişlerdi?

"Bileklerin kanamıyor." Memurun sesi oldukça kendinden emindi.

Kadın memur yan tarafa kaydığında Korel'i tamamen gördüm ve kalbimdeki o sızı gitgide arttı. Bir kâğıt, ucunda bıçaklar olan bir kâğıdın kalbimi kestiğini hissettim. Yorgundu, halsizdi, omuzları düşüktü ve göğsü hafif hafif kalkıp iniyordu ama bunların dışında kaşı kanamıştı. Kurumuş kan aynı yerinde duruyordu.

"Kaşı," dedim boğuk bir sesle. "Kanıyor. Ona zarar mı verdiler?"

Korhan kaşlarını çattı, arkasındaki adamlardan bir tanesine dönüp kaşını işaret ederek ne olduğunu sordu. Bir tanesi sakince, "Kendisi yaptı," dedi. "Memurlara zarar vermeye çalışınca kelepçelemek zorunda kaldılar. Kendini kurtarmak için defalarca başını masaya çarptı, zor engellediler."

Dudaklarım aralandı, inanmak istemedim ama Korhan rahat bir tavırla başını çevirip onu onayladığında, buna şaşırmadığını gördüm.

"Kendisine..." dediğimde, Korhan işaretparmağını dudaklarına götürüp bana sus işareti yaptı.

Zarar vermeye çalıştıktan sonra... Nasıl bir zarardı? Korel ona zarar vermeye çalışmayan birine atak yapmazdı, bunu biliyordum.

"Kelepçelerinin açılmasını istiyor," dedi arkadaki bir memur.

"Bence açmamalılar. Birazdan emniyet müdürü burada olacak."

"Açsınlar." Korhan'ın kesin ve net yanıtından sonra çenesinin kasıldığını gördüm. "Söyleyin, açsınlar o kelepçeleri. Bir daha zarar vermeye çalışmayacak. İçeriye güvenlik için iki memur gönderin."

Memurlara dönüp bakamadım ama kısa bir sessizliğin ardından bir tanesi, "Korhan Erezli burada," dediğinde içerideki adamın bakışları cama kaydı. Benimle göz göze geldi, ürperdiğimi hissettim. "Kelepçeleri açmanızı istiyor. İçeriye güvenlik için iki memur gelecek."

Adam ve kadın bakıştı, ardından bunun doğru olmadığını bile bile erkek olan gidip Korel'in kelepçesini açtı, birkaç dakika içinde iki tane memur bizim girdiğimiz kapıdan değil diğer kapıdan içeriye girdi. Onları göremiyordum ama büyük ihtimalle çıkışını engellemek için kapının önünde duruyorlardı.

Korel'in gözleri ise şaşkınlık içinde bileklerindeydi; ilk önce sol ardından sağ bileğine baktı, sonra elleriyle ovuştururken gözleri tepesindeki lambaya kaydı, duvarlara baktı. Aynı şaşkınlıkla karşısındaki insanlara baktığında uykudan yeni uyanmış gibiydi.

Belki de ona fazlasıyla zorbaca davranmış ve en sonunda sinir krizi geçirmesine neden olmuşlardı.

"Korel neden ıslanmış?" diye sordum ve soruyu sorar sormaz köşedeki boş kovayı gördüm. "Gerçekten bunu yaptılar mı?"

"Kendine getirmek için yapmış olmalılar," dedi Korhan ve ters bir ifadeyle bana baktı. "Ne bekliyorsun, kolonya koklatmalarını mı?"

Yanlış gelse de ağzımı bıçak açmadı ve başımı iki yana salladım.

Korel'e Azra Dinçer ile Göksel'i sordular, Korel bu sorulara bildiğim kadarıyla cevap verdi ve oldukça rahat görünüyordu ama bilmediğim kısımlar da vardı. Örneğin, Korel'in Bursa'ya Azra'yla seks yapmaya gitmesi gibi... Kulağa fazlasıyla tuhaf gelmesine rağmen kendimi kötü hissetmemiştim fakat beni öldürmeye çalışan o kadının sonrasında Korel'le neden işi olabileceğini de anlayamamıştım.

Aynı soruyu memur da sordu. Aldığım cevap yine şaşırtmadı. Korel ikisinin de Prometheus'un elinde tutsak olduğunu ve Azra'nın ondan yardım istediğini söyledi. O an, Azra'nın Korel'e olan korkulu bakışlarını görmezlikten gelmeye çalıştım, o günü unutmaya ya da. Sonuçta Korel Prometheus'un yanındayken oldukça korkutucu bir adama dönüşmüş olabilirdi, bu da Azra'yı korkutmalıydı.

Kendimi mi kandırıyordum?

Korhan'ın bana baktığını hissettim ama ona dönüp bakmadım, şaşkın değildim, öfkeli değildim. Ona hâlâ güveniyor muydum yoksa ihtimal mi vermiyordum?

Korel'e Göksel'i gösterdiler, tanımıyorum, dedi. Tanımıyor olabilirdi, onunla alakalı hiçbir şey söylememişti. Büyük ihtimalle Korel'e Göksel'in yara izlerini gösterdiler; Korel şaşırmadı ya da ürpermedi, korkmadı bile. Olabilirdi, Prometheus'un yanında esir olduğunda kimbilir neler neler görmüştü, alışıktı. Göksel'in izlerini Prometheus yapmıştı, buna da şaşırmamıştım. Olabilirdi.

Anektod Merkezinin Prometheus'un ellerinde olduğuna neredeyse emindim.

Korel sakin ve kendinden emin cevaplar veriyordu. Herhangi bir tedirginliği yoktu ama memurların ona inanmadığına adım kadar emindim.

Birkaç dakikanın sonunda Korel'e başka birini daha gösterdiler, bunun kim olduğunu Korel'in değişen yüzünden anladım ve parmaklarımın ucuna yükselip baktığımda Volkan'ın yüzü olduğunu gördüm. Öldürülmeden önce çekilen bir fotoğrafı, gülümsediği.

Korel'e Volkan'ı tanıyıp tanımadığını sordular. Bir cevap vermedi ve o an, dakikalardır yüzündeki o ifade gitmiş, yerine tedirginlik gelmişti. Bunu ben görüyordum, Korhan görüyordu hatta arkamdaki memurlar bile kendi arasında fısıldaşıyorlardı.

Korel, ucu açık ve kaçamak cevaplar verdi. Korhan'ın bir an dişlerinin arasından hırladığını işitir gibi oldum ama ona döndüğümde stabil görünüyordu.

Korel'i köşeye sıkıştırmaya çalıştılar, sorular art arda geldi ve en sonunda o sakin ifadesinin yerini öfke aldı. Gözleri masanın üzerinden ayrıldığında karşısındaki memura öyle bir baktı ki ikisi de gerilemek zorunda kaldı, görüş alanıma ise güvenlik için içeriye gönderilen memurlar girdi.

Bir şeyler ters gidiyordu, daha da kötüleşecekti.

Direttiler, üzerine gitmeye devam ettiler. Bu kez Korel sertçe masaya yumruğunu vurduğunda olduğum yerde irkildim ama Korhan olanları sakince izlemeye devam ediyordu.

Arkadaki memurlardan bir tanesi, "İçeriye destek göndermek..." diye cümleye başladığında Korhan sözünü kesti.

"Ona Prometheus olduğundan şüphelendiklerini söylesinler."

Dudaklarım aralandı ve ona doğru baktım ama o bakışlarını bir an bile olsun camdan ayırmadı. "Bu, şu aşamada yanlış olur," dedi arkamızdaki memurlardan bir tanesi.

"Yapsınlar," dedi Korhan kendinden emin bir sesle. "Söyle."

"Emniyet müdürünün..."

"Yapsınlar!" diye bağırdığında bir kez daha irkildim ama memurların hareketlendiğini hissettim. Birkaç saniye sonunda bir tanesi, "Korhan Erezli, Korel Erezli'yle şüphelerden bahsetmenizi istiyor," dedi.

Memurların ikisinin de bakışları cama doğru döndüğünde kadının gözlerindeki şaşkınlığı gördüm. Bu yanlıştı, ben bile anlayabiliyordum çünkü karşılarında az önce sinir krizi geçirmiş bir adam vardı. Ellerinde kelepçeleri yoktu, ne yapacağı hiçbir şekilde belli olmazdı.

Hepsinin ötesinde bu, Korel'in üzerine gitmek olurdu. "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım Korhan'a sertçe.

"Ya şimdi ya hiç," dedi her ne düşünüyorsa. "Başka türlü olmayacak."

"Ne olmayacak?"

Hiçbir cevap vermedi. Elimi ağzıma götürdüğümde kadın memur Korel'e dönüp biraz daha geriye gitti.

"Korel Erezli," dedi kadın, korkusunu hissettim. "Azra Dinçer ve Göksel Okur tarafından Prometheus olmakla suçlanıyorsunuz."

Kulaklarıma bir çınlama doldu, bu çınlama belki de kulaklıktan ötürüydü ama Korel şaşırmadı, korkmadı, irkilmedi, çekinmedi ve direkt cama baktı, bana. Öyle bir baktı ki göz göze geldik. Az önce de bakmıştı ama bu kez sanki beni görüyormuş gibiydi ve artık bakışlarında bambaşka biri vardı.

Bir anı zihnimde döndü, döndü, döndü, kar topu oldu ve üzerime çığ gibi düştü.

"Adın ne?"

"Minel Karaer."

"Babana ne oldu?"

"Öldü."

"Annen?"

"Öldürüldü."

"Onu kim öldürdü?"

Gözümden yaşlar akıyordu, gözlerim karşımdaki camdaydı, elimdeki deftere bir şeyler yazıyordum. Defalarca Minel Karaer, defalarca babam öldü, defalarca annem öldürüldü.

"Onu kim öldürdü?" diye sordu bir kadın sertçe.

"Bilmiyorum," dedim tedirgin bir sesle. Oda sülfür ve küf kokuyordu, karşımdaki camın perdeleri yavaşça açıldı, açılırken onun yüzünü gördüm. Bir sandalyede oturuyordu, arkadan elleri bağlıydı. Gözleri direkt cama bakıyordu.

Bu Korel Erezli'ydi.

"Onu kim öldürdü?" diye sordu kadın yine baskın bir sesle.

Perdeler açıldıktan sonra Korel bağırıp çırpınmaya başladı ama onu duyamadım. Anının içinde anıya yuvarlandım. Annemin başını kesen bıçağı Korel'in elinde gördüm; figür bir tek onun elindeki bıçakta vardı.

"Anneni kim öldürdü?" diye sordu kadın yine ve bu kez başımı sertçe cama tuttu.

Üzülüyordum, canım yanıyordu ama korkuyordum da.

"Bilmiyorum," deyip ağlamaya başladım, ardından yüzüme sert bir tokat yedim.

"Adın?" dedi bir kez daha ve yine aynı şeyleri tekrar ettik.

Defalarca ve defalarca...

En sonunda bir kafes getirdiler; kocaman, camdan bir kafes, içi su dolu.

"Anneni kim öldürdü?" diye sordular.

"Bilmiyorum," dedim yeniden.

Korel'i ayağa kaldırdılar, yüzünde yanıklar yoktu ama yara izleri vardı.

Kadın cama doğru bir işaret verdi ve bir tokat daha yedim, Korel çığlık atmaya başladı, çırpındı ve üç kişi onu zor tuttu.

"Anneni kim öldürdü?" diye sordu kadın.

Ağzımın içi kanla doldu fakat Korel'i satmadım, ona konduramadım. "O öldürmedi!" diye haykırdım gür bir sesle. "O hiçbir şey yapmadı!"

Kadın yüzündeki maskeyi düzeltti, başıyla bir kez daha adamlara işaret verdi. O üç adam Korel'i zorla camdan kafese yürüttü, bütün çırpınmalarına rağmen karşı koyamadı. Küçük merdivenden yukarıya çıkardılar ve ne yapacaklarını o an anladım.

"Anneni kim öldürdü?" diye sordu kadın.

"O öldürmedi," dedim fakat bu kez ağlarken bulanık görüyordum.

Kadın yine işaret verdi. Korel'i sırtından suya iteklediler, ardından cam kafesin üzerini kapattılar. Boğuldu, çırpındı, cama defalarca vurdu hatta suyun içinde haykırdı. Hiçbir çare kalmadığında yukarıya yüzmeye başladı, eliyle cam tavana vurdu, kurtulmak istedi ve ayaklarıyla birkaç kez daha tekmeledi.

"Adın?" dedi kadın.

Ağlaya ağlaya, "Minel Karaer," dedim.

"Babana ne oldu?"

"Öldü," dedim.

"Annen?"

Öldürüldü."

"Anneni kim öldürdü?"

Korel'in bacaklarındaki his uzaklaştı, çırpınışları duraksadı ve gücünün azaldığını anladım.

Başımı iki yana sallarken, "Korel," deyip önümdeki ses kayıt cihazına baktım. "Annemi Korel Erezli öldürdü. O Prometheus."

Ağlamaya başladığımı, yüzümdeki elime yaşlar düştüğünde anladım. Boğulmuştu, benim yüzümden ve belki de benim yüzümden zamanında çekmediği acı kalmamıştı, sudan bu yüzden korkuyordu. Zihnim bulanıklaştı, başka anılar da döndü ama onlara ulaşamadım.

Korel sadece bir kez mi boğulmuştu?

Korel gözlerini camdan ayırıp kapıya baktı; ne düşündüğünü anladım, kaçmak istiyordu. Neden kaçmak istiyordu? Memurlara baktı, çenesini havaya kaldırdı, sonra gözleri tepesindeki lambaya döndü, duvarlara baktı ve bir kez daha kapıya. Dudakları aralandığında zorlukla nefes aldığını gördüm; bir şeyler oluyordu.

Memurlar üzerine gitti ama Korel artık onları dinlemiyor gibiydi. Öfkelenmesini, sinir krizi geçirmesini beklerken bir anda yüzü ağlamaklı oldu, ardından, "Balıklar," dedi. "Öldüler." Bambaşka bir anıya kucak açtım.

Bir bankta oturuyordum, yanıma Korel oturduğunda ona doğru döndüm. Gözlerimin içine baktı; bu kez yanık izi vardı, oldukça tazeydi hatta düşündüğümden daha korkunç görünüyordu.

Anının içinde ben onu tanımıyordum.

"Buyurun?" dedim kaşlarımı kaldırarak ama korkmuş, elimdeki kitabı sakince kapatmıştım.

Ağzını bıçak açmadı ama o beni tanıyordu, bakışlarından anlayabiliyordum; Anektod Merkezindeki öfkeli bakışları da yoktu, hayal kırıklığı vardı.

"Hiç," dedi Korel. "Birine benzettim."

"Kime?"

Korel ayağa kalktı. Yarım kollu giyinmişti, kolları yanıklarla doluydu. Gözlerim yanıklarına kaydı ve acıyla nefesimi verdim; bu onun kollarını gizlemesine neden oldu.

Henüz dövmeleri bile yoktu.

"Kime?" dedim bir kez daha.

"Eğer benzettiğim kişi olduğunu düşünseydim sana bir şey söyleyecektim," dedi. "Ama o kişi değilsin."

"İyi misin?" diye sordum. "Kötü görünüyorsun."

Aslında kastettiğim ruhuydu ama o kollarını biraz daha gizledi; canının yandığını hissettim. "Olabilir," dedi başını sallayarak. "Ama boğulmak, yanmaktan daha kötü. Ateşten değil sudan korkuyorum."

Söylediği anlamsız gelmişti, derin bir cümleydi ama bu beni ilgilendirmezdi.

"Bunu mu söyleyecektiniz?"

"Hayır," dedi başını iki yana sallayarak. "Su korkumu yenmek için balıklar aldığımı ve onlara isim vermesini söyleyecektim."

Kaşlarımı kaldırıp anlamsız bir ifadeyle ona bakmıştım, Korel ise birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra başını bir kez sallamış ve arkasını dönüp yürümüştü.

Korel'le ikinci karşılaşmamız, ben onu tamamen unuttuktan sonra olmuştu. Evdeki balıkları aklıma geldi; onlara seneler sonra hiç bilmeden benim isim verdiğim ve buna izin verdiği...

Korel bir anda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, sandalyeden kalktı. Bunu gören memurlar geriye kaçtı, diğer memurlar ona doğru ilerledi hatta bir tanesi silahına davrandı ama Korel düşündükleri gibi onlara saldırmadı, aksine onlardan kaçtı. Hızlı adımlarla geriye gittiğinde sırtı duvara çarptı ve ellerini yüzüne yerleştirip, "Vurma," diye ağlamaya devam etti. Duvarın köşesinde yüzünü korurken iki büklüm oldu. "Vurma!" diye bağırdı. "Hiçbir şey yapmadım, ne olur vurma."

Korhan'a baktım; dudaklarını aralamış, Korel'i izliyordu. Memurlar dahil herkes büyük bir şaşkınlık içindeydi.

"Ben sana hiçbir şey yapmadım,"dedi Korel zorlukla nefes alarak. "Ne olur vurma bana."

"Korhan," diye fısıldayıp cama dokundum, o sırada bir memur Korel'e yaklaştı. Korel bunu görür görmez çöktüğü yerden ayağa kalktı, başını iki yana sallayarak duvarda ilerledi.

"Anne!" diye bağırdığında acıyla inledim ve cama tüm gücümle vurmaya başladım, Korhan ise ellerini yüzüne yerleştirdi. "Anne!" dedi bir kez daha ve memurdan kaçmaya başladı. Sandalyeyi devirdikten sonra onu tutmaya çalışan memuru itekledi, ardından sertçe yere düştüğünde sürünerek masanın altına ilerledi. Kollarını bacaklarına sarıp gizlenmeye çalıştı.

"Korhan," dedim acıyla ve yine tüm gücümle cama vurmayı sürdürdüm. "Bir şeyler yap, o kriz geçiriyor. Bir şeyler oluyor."

"Büyük ihtimalle kurtulmak için rol yapıyor," dedi arkamızdaki memurlardan bir tanesi. "Genelde bu yolu denerler."

"Korhan," dedim bir kez daha ve kulaklarımdaki Korel'in acılı haykırışlarıyla ben de ağlamaya başladım. "Bir şeyler yap."

"Ben hiçbir şey yapmadım," dedi Korel korkuyla. "Hiçbir şey yapmadım. Bulacağım bilyeleri. Yapmadım bir şey. Benim bilyelerim. Yapmadım."

"Korhan!" diye bağırıp onu iteklemeye başladığımda ayakta durmakta zorlanıyordum. "Bir şeyler yap, sen yapmazsan ben yapacağım ve oraya gireceğim. Her şeyi göze alacağım!"

Korhan camdaki gözlerini şaşkınlıkla bana çevirdiğinde geçirdiği büyük şoku bir kenara bırakarak başını salladı ve arkamızdaki memurlara, "Kapıyı açın," dedi. "Hemen."

"Ama..."

"Aç kapıyı!" dedi Korhan ve kapıya ilerledi. Birkaç saniyenin ardından kapıdan kilit sesleri geldi ve Korhan içeriye girdi, peşinden ilerlemek istediğimde arkamdaki memurlardan bir tanesi kolumu tutup beni engelledi ama zaten içeriye girebilecek cesaretim olmadığının da farkındaydım.

"Baba," dedi Korel, masanın altından eğilip Korhan'a bakarken. "Baba, ben bir şey yapmadım. Yemin ederim bir şey yapmadım." Ellerini saçlarına geçirdi ve çekiştirmeye başladı sonra biraz daha saklandı. "Yapmadım, baba."

"Çıkın," dedi Korhan sert bir sesle içerideki herkese. Kadın ve erkek memur birbirine baktı ve ikisi birden dışarıya çıktı, tam çıktıkları anda benimle göz göze geldiler, ardından diğer iki memur da çıktığında kapı sertçe kapandı.

"Canım acıyor," dedi Korel ve bu onun, o odada duyduğum son cümlesiydi. Korhan camın yanındaki düğmelere doğru ilerledi ve ilk önce kapıyı kilitledi.

"Ne yapıyor bu?" dedi yanımdaki kadın memur.

Ardından başka düğmelere de bastı. Kulaklarımdaki sesler uzaklaştı, sonrasında ise camın önündeki siyah perdeleri çekti. Bir anda bütün ses ve görüntü kesildiğinde herkes şaşkınlıkla birbirine baktı, bense daha fazla ayakta duramadım, dizlerimin üzerine çöküp ağlamaya başladım.

Başkalarının ne düşündüğü umurumda değildi, şu an nasıl göründüğüm de öyle. Artık emindim, geçmişimi hatırlamak istemiyordum çünkü orada, geçmişimde acılarımın yanında bü yük haksızlıklar vardı. Kendime yaptığım haksızlıklar, Korel'e yaptığım haksızlıklar ve ikimize yapılan haksızlıklar. Belki de bütün bunların yanında aileme yaptığım haksızlıklar.

Bir anı yine zihnimde döndü, bu anı güzel bir anıydı fakat bu kez heyecanlanmıyordum.

"Yüzmeyi çok seviyorum," dedi Korel gülümseyerek. "Yazın yüzmeye gidelim mi?"

"Gidelim," dedim yağmurlu havaya bakarak. "Ben çok güzel yüzüyorum, sana da öğretebilirim."

Korel gülmüştü. "Ben de güzel yüzerim, Turuncu."

"Benim kadar olamaz."

Korel dudaklarını bilmiyorum anlamında bükmüştü. "O halde," demişti alayla. "Boğulursam kurtarırsın beni, olur mu?"

Kahkaha atmıştım ve alkışlamıştım. "Elbette kurtarırım, boğulmana izin vermem."

Korel Erezli'nin boğulmasına izin verdim.

Continue Reading

You'll Also Like

7.3K 1K 25
[TAMAMLANDI] Minho: İmkansıza inanmam demiştim. • • • Han Jisung okulun ilk haftaları gözünün sadece onu göreceği biri ile tanışır. Onunla sevgili ol...
156 130 11
Yolların baharı mı olur? Evet benim oldu. Ona giden tüm yollarımın sesi var. Adım attıkça adını sayıklıyor tüm sokaklar, kulaklarımı çınlatıyor usu...
2.5K 79 10
ÇAKRALAR Olumlamaları Blokaj ve nedenleri Aktifetme Çakra Meditasyon ve Çakraların Doğaltaşları
131K 17.2K 35
[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o göz...