EMARE SERİSİ

Por asliaarslan

1.7M 105K 140K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... Más

EMARE SERİSİ
EMARE, Maske (alıntı)
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 15. HİSLER
EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 20. KAFES
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 27. KONSER
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI

9.4K 904 870
Por asliaarslan

İnsan hayatının üç bölümü olurdu: geçmiş, şimdi ve gelecek. Benim hayatımın üç bölümü yoktu. Hatırladığım geçmişim vardı; hatırlayamadığım geçmişim, hatırlamaya başladığım, hatırlatmaya çalıştıkları. Kabullendiğim ve yalanlarla boğuştuğum bir şimdi. Ve tek bir gelecek. Kendi geleceğimi bölümlere ayıramıyordum; bunun nedeni belirsizlikti ya da geleceğimin başkalarının elinde olmasıydı.

Korel'le ikimiz yatakta uzanırken bunları düşünüyordum. Bizden önce onu ve beni, dönüştüğümüz kişileri, ardından içine düştüğümüz o çukuru: yalanları, gerçekleri, kaçtıklarımı, kaçtıklarını, anlayışlarımı, anlamadıklarını, kaybolduklarımı, sırları...

Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözleri tavandaydı ve uykuya direniyor gibiydi. Şu an burada olmamam gerekiyordu, bunu biliyordum ama yine de kalkıp gidemedim. Onu uzun zamandır incelemediğimi fark ettiğimde ilk defa yüzündeki yanıklar dışında özüne baktım: güzelliğine.

"Korel," diye mırıldandım, kaşını kaldırdı ama cevap vermedi. "Sana bir soru soracağım."

"Sor," dediğinde kuruyan dudaklarını ıslatıp bakışlarını bana çevirdi. "Basit olsun."

"Bizim hayatımızdaki hiçbir soru basit olmaz," dediğimde gülümsemeye çalıştım ama huzurlu bir gülümseme değildi. "Bu soruya dürüst bir cevap vermeni istiyorum, olur mu?"

"Minel," dedi ve bana uzun zamandır Turuncu demediğiyle bir kez daha yüzleştim. "Dürüst olacağım desem inanacak mısın bana? Sor gitsin, artık yalan söylemeye ihtiyacım yok."

Başımı olumlu anlamda salladığımda yan bir şekilde ona doğru döndüm, elimi yanağıma yerleştirdim ve cenin pozisyonu aldım. "Bana seni unutturmalarına neden izin verdin?" diye sordum kısık sesle. İlk önce havalanan kaşları indi, ardından gülümsedi ve gözlerini kapattı. "Engelleyecek gücün mü yoktu? Neden geçmişimi elimden almalarına göz yumdun?"

Kısa bir sessizlik olmasını umuyordum ama düşündüğümden daha uzun oldu. Bu sessizlikte o her ne düşünüyorsa yüzü şekilden şekle girdi ama bana neler olduğunu anlatmadı. En sonunda, "Engellemeye çalıştım," dedi tek cümleyle. "Ama başaramadım."

"Nasıl başaramadın?"

"Gücüm yetmedi." Korel'in güçsüz olduğunu kabullenmesi tuhafıma gitmişti.

"Senin gücün yeterdi," dedim bencil bir şekilde. "Başka şeyler vardı, değil mi?"

"Minel," dedi ve o da yan dönüp benim gibi elini yanağına yerleştirdi. "Bazen herkese gücün yeter ama bir kişiye gücün yetmez. Benim gücüm o kişiye yetmedi."

Öfkeyle nefesimi verdiğimde yüzümü buruşturdum. "Benim hayatımı elimden aldılar, o zamanlar sen vardın ama bunu da engellemedin. Sonra ne yaptın? Karşıma geçip benimle savaştın. Belki ilk defa bu kadar net soracağım, benimle neden savaştın Korel? Sen neyi yanlış anladın? Sana neyi yanlış anlattılar?"

Gözlerimin içine bakarken dudaklarını araladı, bir şey söyleyecek gibi oldu, ardından yeniden dudaklarını kapattığında eli sakince yüzüme uzandı. "Ben hiçbir şeyi yanlış anlamadım, Minel," dedi parmak uçları çillerimin üzerinde gezinirken. "Ama keşke yanlış anlasaydım."

Kaşlarım çatıldı. "O halde anlat, bana seni nasıl unutturdular? Beni nasıl engelleyebildiler?" Yüzümdeki parmakları duraksadığında gözleri gözlerime savaş açtı, öyle bir baktı ki kendimi ilk günlerde olduğu gibi yine suçlu hissettim. Karşı çıkmadım mı yoksa?" dedim dehşetle. "Boyun mu eğdim?" Sesim titredi, bunu o da duydu.

Kısa bir sessizlik oldu, kısa sessizliğin ardından, "Hayır," dedi kendinden emin bir sesle. "Çok karşı çıktın, Minel. Engellemeye çok çalıştın. Beni hiç unutmak istemedin. Savaş verdin." Gözlerini kıstı. "Öyle ki acı çekmemi bile kaldıramadın, arkanda bırakamadın beni. Her koşulda bana inandın, her koşulda yanında olmamı istedin ama engellediler." Yutkunduğumda parmakları saçlarıma doğru ilerledi. "Kendini suçlu hissetme, engelleyebilirdim, ben güçsüzdüm. Bu benim suçumdu."

"O günleri tam olarak hatırlayamıyorum," dedim, kendime daha fazla sokularak. "Ama tek bildiğim, çok acı çektiğim."

"Çok acı çektin," dedi ama bunu söylerken sanki kendisiyle konuşuyor gibiydi. "Acı çekmemeni isterdim, aynı kalmanı."

Derin bir nefes verdiğimde, "Bana bir gün, o zamanları anlatır mısın? Şu an değil, ben ne zaman istersem, o gün."

Beni onaylamadı ya da reddetmedi fakat o da derin bir nefes verdikten sonra, "Minel," dedi derinden gelen bir sesle. "Ben de sana bir şey soracağım."

"Sor," dedim gözlerimi açarak.

"Ben unutulması kolay biri miyim sence?" diye sordu, bambaşka bir noktadan girerek.

"Hayır," diye dürüst bir yanıt verdim. "Peki ben unutulmak isteyecek biri miyim?" "Hayır," dedim yine.

"Peki Minel, beni bir kez daha unutur musun?"

Hiddetle gözlerimi açıp, "Hayır," dedim yüksek sesle. "Neden unutayım?"

"Ya unutturmak isterlerse?" diye sordu.

"Direnirim."

"Ya unutmak istersen?"

"Bu da ne demek?" Hafifçe doğruldum, eli saçlarımdan aşağıya düştü. "Kim birini unutmak ister ki?"

Başını salladı, inançlı bir sallayıştan öte çaresiz bir direnişti. "Minel," dedi tek solukta. "Beni bir daha unutma. Ben bir zihinde yaşayacaksam bu senin zihnin olsun istiyorum."

Bu kez kendimi tutamayıp ben elimi onun yüzüne yerleştirdim ve parmaklarım izlerle dolu yüzünde gezindi. "Seni unutmayacağım, Korel," dedim kendi içimde bir söz vererek. "Hiçbir zaman bunu yapmayacağım."

İnandı mı bilmiyordum ama gülümsediğinde bu kez huzurlu bir gülümsemeydi, ardından kendinden hiç beklemediğim bir şekilde o uzun boyuna, duruşuna rağmen kollarımın arasına yerleşti, başını göğüs kafesime yaslayıp gözlerini kapattı. Elim havada kaldığında bir kolunu belime sardı, derin bir nefes verdi. Hiçbir şey söylemedi ama bana sığındığını o an anladım. "Sarılmayacaksın, biliyorum," dedi. "Ama ben sarılacağım."

Yutkunduğumda havada duran elim saçlarına dokundu ve yavaşça okşadım. Bunu bekliyormuş gibi daha derin bir nefes verip başını tamamen göğüs kafesime gömdü. İlk önce kısa nefesler aldı, ardından sıklaştı, en sonunda da uykuya daldığını anladım. Parmaklarım saçlarında gezinirken gözlerimi yumdum ama uzun bir süre uyuyamadım; tek düşündüğüm, hatırlayamadığım geçmişimdi.

Bir şeyler vardı, geçmişimde canımı sıkan ve Korel'i suçladığım bir sır. Ama hepsinden önce kendimi de suçladığım.

🌙

Kâbuslarla cebelleştiğim bir gecenin ardından kendimi fazlasıyla yorgun ve halsiz hissediyordum; Korel bana sarılmış uyurken uzun bir süre uykuya direnmiştim ama gözlerimi açtığımda onu kollarımın arasında bulamamıştım. Tek başıma yatakta yatarken üzerimi örttüğü için terleyerek uyanmıştım, pencere ise örtülüydü.

İçeriden gelen konuşma sesleriyle odadan çıkmış; mutfakta Gürkan'ı, Büge'yi ve Korel'i bulmuştum. Korel masada oturmuş sigarasını içiyordu, Gürkan ile Büge ise kahvaltı hazırlıyorlardı.

İçeriye sessizlik hâkimdi; Korel dalgındı ama her şeyden önce, akşamki yemek masasındaki halimiz uzaklaşmış gibiydi.

"Kahvaltıda bira istersen kendini kapıda bulursun," dedi Büge, masaya zeytinleri bırakırken Korel'e bakıp. "Bizim evde böyle zararlı maddeler bulunmaz."

Korel'in dudakları sağa doğru kaydı, ardından kaşlarını kaldırarak, "Bu evdeki en zararlı madde sensin çünkü," dedi.

Büge'nin kızmasını bekledim ama o da aynı şekilde sırıtıp bir tane zeytini yüzüne fırlattı. Korel ise zeytini havada kapıp ağzına attı.

Kapının önünde daha fazla durmayıp içeriye girdim. "Günaydın," dediğimde Korel'in bakışları bana döndü. Hemen yan tarafındaki sandalyeyi çekip oturduğumda dirseklerimi masaya yaslayıp parmaklarımı şakaklarıma bastırdım. Mutfaktaki küçük televizyondan haber kanalının sesi geliyordu; bir kazadan söz ediyordu, bir çocuk ve anne ölmüştü. "Başım çok ağrıyor; az mı uyudum, çok mu uyudum, bilmiyorum."

"Az," dedi Korel, sigarasından son nefesi çekerken. "Henüz erken, uyumaya devam etseydin."

"Yazları çok uyuyamıyorum," diye mırıldandığımda Gürkan ile Büge'ye döndüm. "Siz böyle her sabah emekliler gibi erkenden mi kalkıyorsunuz?"

"Sayılır," dedi Gürkan, sırıtarak tavadaki yumurtayı tabağa koyarken. "Ben bir doktorum, Minel," deyip göz kırptı. "Ve ailemi geçindirmek için çalışıyorum."

"Aile mi?" diye sordu Korel gözlerini devirerek. "Gören de çocukları olan bir baba sanacak seni."

"Neden olmasın?" dedim Korel'e kaşlarımı çatıp. Büge'nin dudaklarını büzdüğünü anlayabiliyordum. "Biraz daha böyle devam ederlerse iyi bir aile babası olur Gürkan."

Gürkan'ın eğlenmesini ya da bana katılmasını bekledim ama sessizliğe gömülüp bize arkasını döndü, Büge ise bana bakıp başını iki yana salladı. O anda Korel bizim bakışmamızı yakaladı, tek kaşını havaya kaldırıp bana baktı. Gözlerimi direkt ondan kaçırdığımda, bir bakışımdan bile her şeyi anlayabileceğini biliyordum.

Birkaç dakika sonra mutfak masasında bütün kahvaltılıklar dizilmişti, servis tabaklarını da ben yerleştirdim. Birden aklıma babam geldi. "Telefonuma hiç bakmadım," dedim Büge'ye dönüp. "Babam seni hiç aradı mı?"

Büge başını olumlu anlamda sallayıp, "Mesaj bırakmış," dedi. "Bizimle olduğunu söyledim."

"Telefonumu alayım," diyerek ayağa kalktığımda, Korel bileğimi tutup masayı işaret etti.

"İlk önce kahvaltı edelim," dedi huzursuz bir sesle. "Sonrasında bakarsın, olmaz mı?"

Kendimi tedirgin hissedip yeniden masaya yerleştim. Gürkan ile Büge de masaya oturduğunda, herkes tabaklarını doldurmaya başladı. Korel'in az aldığını görünce onun tabağına börek ve simit koydum, fark ettiğinde hiçbir şey söylemeden yemeye başladı. Sessizliğin ardından Büge, "Bugün bir şeyler yapalım," dedi peyniri ağzına atarken. "Hava çok güzel, piknik yapabiliriz belki."

"Piknik mi?" dedi Gürkan gülerek. "Benim işe gitmem gerekiyor ama siz üçünüz takılabilirsiniz."

"Bugünlük izin alabilir misin?" Büge dudaklarını büktü. Gürkan kaşlarını kaldırınca Büge oturduğu yerde ellerini birleştirdi. "Lütfen, lütfen, lütfen," dedi heyecanla. "Bir gün izin al, çok eğleneceğiz, çok istiyorum. Hep beraber piknik yapmadık hiç, belki top da oynarız."

"Bu kız çok fazla Yeşilçam filmi izliyor," diye takıldı Korel. "Ağaçlar arasında Gürkan'la koşuşturacak mısın yoksa?"

"Beni sinir ediyorsun." Büge kaşlarını çattı. "Ama güzel olmaz mı? Gelmez misiniz siz de?"

Bakışlarımız kesişti. "Bilmiyorum," dedim ama içimde bir heyecanın yükseldiğini fark ettim. Her şey fazlasıyla anlam veremediğim şekilde normal ilerliyordu ve sadece bir an, bu normal seyre ayak uydurmam gerektiğini düşündüm. Affetmediğim, savaştığım birçok şey olmasına rağmen hepsini rafa kaldırıp her şeyi affetmeye de çalışabilirdim. "Olabilir aslında," dedim Korel'e dönüp içtenlikle gülümseyerek. "Biraz keyifli vakit geçirmeye ihtiyacımız var."

"Harika," diye şakıdı Büge ve Gürkan'a döndü. "İzin alacaksın, değil mi?"

Gürkan, Korel'e döndüğünde Korel'in başını olumlu anlamda salladığını gördüm. Büge'nin mutluluğunu perçinlemek isteyerek güldüğümde önümdeki portakal suyundan bir yudum aldım.

"Evet sayın seyirciler, bir son dakika haberiyle karşınızdayız..." Spiker kadının heyecanlı sesi, gülüşlerimizin arasına daldı. "Uzun zamandır ortalarda görünmeyen ve birçok can alan Prometheus, bu kez de yeni bir cinayetiyle..."

Elimdeki bardak kayıp yere düştüğünde yutkundum, bakışlarım ilk önce Korel'e kaydı. O ise donuk bir ifadeyle önüne bakarken, Gürkan'ın hemen kalkıp kumandayı alarak televizyonun sesini açtığını gördüm.

"Evet, barda işlenen cinayetin görüntülerini sizinle RTÜK kuralları dahilinde paylaşamıyoruz fakat bütün görüntüler Prometheus cinayeti olduğunu doğruluyor. Olay yeri inceleme de bizimle aynı fikirde olduğunu paylaştı. Saat ikide emniyet müdürünün açıklamalarıyla..."

"Kahretsin," diye inledi Gürkan ve elindeki kumandayı yere atıp içeriye koştu, onun ardından Büge de koştunca bakışlarım bir kez daha Korel'e kaydı, ardından kendimden beklemediğim bir hareketle oturduğum yerden korkarak kalktığımda altımdaki sandalye geriye düştü.

Korel yutkunduktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Gözlerim masadaki bıçağa kaydı; bunu düşünmek bile kendimi fazlasıyla kötü hissettirdi. O hiçbir şey yapmazdı, değil mi? Başımı iki yana salladığımda mutfaktan hızlı adımlarla çıktım, ardından endişeyle çantama ilerledim. İlk aklıma gelen kişi babam olduğunda, Korel'in de arkamdan geldiğini hissetmiştim.

Telefonu çantamdan çıkardığımda ellerim korkudan titriyordu fakat buna aldırış etmedim. Çantamdaki Korel'e ait dosya yere düştüğünde, Korel yaklaşıp onu yerden almak istedi ama umursamadan telefonunun kilidini açtım. Ekranda babamın adını on iki kez gördüğümde, "Kahretsin," diye inledim, ardından adına tıkladım. Birkaç çalışın ardından telefonu açtı.

"Minel," dedi tek solukta.

"Baba," dedim endişeyle. "İyi misin? Haberlerde şimdi gördüm; Prometheus'un cinayet işlediğini..." Korel elindeki dosyayla yavaşça ayağa kalktığında bakışları bana döndü; ne olduğunu anlamıştı. Dudakları aralanmış şekilde bana bakarken, babam bir şeyler söyledi fakat onu duyamadım.

"Minel," dedi en sonunda. "Sen iyi misin? Neredeysen oraya almaya geleceğim."

"İyiyim," dedim boğuk bir sesle. "Geleceğim, evden dışarı çıkma, olur mu? Kendini odaya kilitle, kimseye kapıyı açma." "Minel," dedi babam ama telefonu yüzüne kapattığımda Korel'in büyük bir hayal kırıklığıyla bana baktığını gördüm. Elinden dosyayı çekip almak istediğimde havaya kaldırdı ve soru işaretleriyle dolu gözlerle bana baktı.

"Ver onu bana," dedim ama kendimi suçlu hissediyordum. "Korel, ver onu."

"Minel," dedi benim aksime sakin ama acıyla. "Bütün bunları nereden buldun?"

"Seni ilgilendirmez." Üste çıkmaksa bunu yapacaktım. "Hakkında hiçbir şey bilmiyordum, kafayı yiyecektim ve bunlara ulaştım. Ver onları bana."

Karşı çıkmasını ya da içindekilerden çekindiğini belli etmesini bekledim ama dosyayı aşağıya indirip bana uzattığında, "Her ne yazıyorsa," dedi aynı acıyla. "Sorsan anlatırdım. Hem de kelimesi kelimesine."

"Korel," diye içeri girdi Gürkan; dosyayı alıp çantama tıkıştırdım. Korel bana bakmaya devam ederken, Gürkan bir kez daha, "Korel," dedi öfkeyle. "Korhan aramış, polisler seni arıyor."

Korel bu kez bakışlarını Gürkan'a çevirdiğinde kaşları öfkeyle çatıldı. "Beni mi?" dedi şaşkınlıkla. "Neden?" Öylesine masum sordu ki bir an ona inanmayı seçtim ve Korel için üzüldüm.

"Bilmiyorum," dedi göz ucuyla bana bakarak ama biliyordu, anlamıştım. "Karakola gitmemiz gerekiyor, başın dertte gibi görünüyor."

Korhan'ın defalarca beni arayıp konuşmak istediğini hatırladım; Korel'in sabah beni engellemesi ve aralarındaki savaş... Midem bulanmaya başladığında bakışlarım sargılı bacağıma kaydı. Korel ise dimdik durmaya devam etti.

O sırada elimdeki telefon titremeye başladı ve babam diye beklerken Korhan'ın adını gördüm. Hemen meşgule aldım; artık Korel'in yanında ağabeyiyle konuşmamam gerektiğini öğrenmiştim.

"Ben ne yaptım ki?" diye sordu Korel masum bir ifadeyle. "Bu cinayetle bir ilgisi varsa, dün gece sizinleydim." Artık öyle bir hale gelmişti ki şüphelerin odağında olduğunu çekinmeden dile getirebiliyordu, biz de buna şaşırmıyorduk. Bakışları bana döndü. "Buradaydım Minel, biliyorsun."

"Cinayet dün işlenmemiş," dedi Gürkan açıklama olarak. "Hem bu nedenle değil, çıkmamız lazım."

"Gürkan, ne oluyor?" diye öne atılan Büge'ye baktım. Sessizliğini en fazla koruyan bendim. Telefonum yeniden titredi, bu kez arayan babamdı ama yine açmadım.

"Birisi senin aleyhine ifade vermiş," dedi Gürkan en sonunda. "Cinayetle alakalı..."

"Cinayet değil, bir sus," diye çıkıştı Gürkan. "Azra Dinçer ve Göksel davası. Onlar ortaya çıktı ve senin aleyhine ifade vermişler. Derhal gitmemiz gerekiyor."

🥺

Başım öfkeden mi, endişeden mi yoksa heyecandan mı bu denli dönüyordu, bilmiyordum. Başım hızla dönerken bütün görüntüler gözlerimin önündeydi ve aylar önceki olaylar, şimdi dün gibi aklımdaydı.

Azra Dinçer beni boğmaya çalıştığında onun elinden Korel kurtarmış, ardından Azra kayıplara karışmış, bir daha da gören olmamıştı. Şimdi ortaya mı çıkmıştı? Göksel kriz geçirmişti ve onu da sonra görmemiştim, tek hatırladığım izleriydi.

Gürkan arabayı o kadar hızlı kullanıyordu ki konuşmaya çalışsak bile motor gürültüsünden ve açık pencerelerden vuran rüzgârın sesinden birbirimizi duyamazdık. Korhan bir daha aramamıştı, babam ise aramaya devam ediyordu.

Yeni eve çıktığımızda babam her odaya üç tane kilit koymuştu, pencerelerde de ikişer kilit vardı, ayrıca kamera sistemi devredeydi, alarmlar da öyle. Bana bunu yansıtmamaya çalışsa da yine kaçışların içindeymişiz gibi bir hayat sürmeye devam etmişti; bense, büyük ihtimalle Prometheus'un isterse bana kolaylıkla ulaşacağını düşündüğüm için, o kilitleri hiçbir zaman kullanmamıştım.

Şimdi babam o kilitli evde saklansın istiyordum; biliyordum, yine kurtulamazdık ama belki biraz zaman kazanabilirdik.

Gözlerim bir an Korel'e kaydığında parmaklarıyla oynadığını gördüm. Şaşkın mıydı anlamıyordum ama tedirginliği ortadaydı; en son söylediği, Azra Dinçer'in Bursa'da olduğuydu. Şimdi nasıl olmuştu da ortaya çıkıp ifade vermişti?

Araba bir polis merkezinin önünde durduğunda direkt kapının önündeki Korhan'ın aracını gördüm, sigara içiyordu; bakışları bize döndüğünde araçtan ilk inen kişi ben oldum. Bakışları üzerimizde gezinirken, Korel hepimizin aksine daha sakin adımlarla ağabeyine doğru yürümeye başladı.

Karşısına geçtiğimizde Gürkan, "Neler oluyor?" diye sordu Korhan'a endişeyle.

Korhan önce arka tarafımızda kalan ve dün neredeyse ölümüne neden olacağı kardeşini şöyle bir süzüp, "Ne halt yedin sen?" diye sordu. Sakin bir soruydu ama bunu dile getirirken dişlerini sıktığını görebiliyordum. "Ne halt yedin ulan sen?" diye sordu bir kez daha.

"Neler oluyor?" diyerek çıkıştım. "Azra Dinçer olayı nedir ve..."

Korhan bir anda Korel'i yakasından tutup kendine çekti. "Ne bok yedin sen?" diye bağırdığında korkuyla titreyip geriye bir adım attım. Gürkan aralarına girmek istedi ama Korhan buna fırsat tanımadan Korel'i sertçe itekledi. "Bu kez senin götünü ben bile kurtaramayacağım aptal çocuk. Duydun mu beni?"

Korel sessizliğini korurken tedirginliği biraz daha arttı, büyük ihtimalle ne diyeceğini bilemiyordu ama bir yandan da suçlu olabileceğini düşünüyordum.

"Biri," dedim dişlerimi sıkarak. "Neler olduğunu anlatsın."

Korhan söylediğimi duymazlıktan gelerek kapıda bekleyen polislere baş hareketi yaptı ve polisler bize doğru gelmeye başladı. Korel kendisi için geldiklerini anladığında Gürkan ona, "Git ve ifadeni ver," dedi sakince. "Sakın direnme."

Korel'in bakışları Gürkan'a değil bana döndüğünde tedirginliği biraz daha artmıştı. "Yine aynı acıları yaşayamam," dedi sakince. "Yine aynı şeyler oluyor."

Polisler yanımızda durduğunda Korhan, "Karşı çıkmayacak," diyerek onları rahatlattı. "İfadeye geliyor."

Korel, Korhan'a bakarak, "Oraya yeniden dönemem," dedi; tedirginliği korkuya dönüşmüştü. "Bir kez daha o hastaneye gidemem." Polisler yanına geçtiğinde bana baktı. "Minel," dedi sanki onu kurtarabilecekmişim gibi. "Yeniden aynı şeyleri yaşayamam, duydun mu?" Polislerden bir tanesi elini omzuna koyduğunda o elini silkeledi. "Minel, yine aynı şey oluyor." Korhan'a baktı ve bu kez Korhan'ın yakasına yapışan Korel oldu. "Bir şeyler yap," dedi; yalvarış değil, yine direnişti. "Bir kez daha o bok çukuruna dönemem, duydun mu?"

Korhan kollarını tutup iteklediğinde, "İfadeni ver, Korel," dedi öfkeyle. "Sonrasına bakacağız."

Korkuyla bu kez de Gürkan'a baktı hatta Büge'ye. Onu her ne korkutuyorsa bu korkunun Korel'i öldürebileceğini bile düşündüm. En son bana baktığında bakışlarındaki korkuyu benimle paylaştı. "Korel," dedim dayanamayıp. "Buradayız, hiçbir yere gitmeyeceksin. Bekleyeceğiz seni."

Hiç beklemediğim şekilde Korel, "Bunu daha önce de duydum," dedikten sonra çaresizlikle yutkundu. "Bu kez sözünde dur."

Sorgulamadan, "Duracağım," dedim. "Lütfen direnme."

İnanıp inanmadığını bilmiyordum ama dediğimi dinleyip polislerle beraber merdivene ilerledi ve polis merkezine girdi. O girer girmez bakışlarım direkt Korhan'a döndü, onun da beni izlediğini gördüm. "Neler oluyor," dememe kalmadan konuştu.

"Prometheus bir cinayet daha işledi," dedi ve bakışları Gürkan ile Büge'ye döndü. "Geri döndü. Hepinizin dikkatli olması gerekiyor."

"Prometheus olduğu kesin mi?" diye soran Gürkan'ın bakışlarında dehşetin bir kısmı vardı. "Belki biri onu taklit ediyordur ve..."

"Aynı alfabe harfleri," diyen Korhan, cebinden telefonunu çıkarmadan önce elindeki sigarayı yere attı. Birkaç kere ekrana dokunduktan sonra bize doğru çevirdi. Evime bırakılan alfabe harflerinin bir tanesini gördüğümde gözlerimi yumdum, ardından geri açtığımda şaşırmadığımı fark ettim. Alfabenin harfi bir elin tersine çizilmişti, el kanlı görünüyordu; fotoğraf yakın çekimdi.

Bir an Korhan'a, Prometheus'un evime geldiğini söylemeyi düşündüm ama nedense bundan vazgeçtim.

Büge fotoğrafı görür görmez eliyle ağzını kapattı ve bir anda öğürerek eğilip kusmaya başladı. Gürkan endişeyle onun arkadan saçlarını tuttuğunda hissiz bir ifadeyle Korhan'a bakmaya devam ettim. "Seni aradım," dedi Korhan. "Uyarmak için. Prometheus yeniden başladı, kendini koruman gerekiyor."

Aynı hissizlikle Korhan'a bakmaya devam ettiğimde içimdeki ona karşı öfkemin aşılamaz olduğunu fark ediyordum. Bir süre beni inceledikten sonra, "Neden öyle bakıyorsun?" diye sordu.

Bir an bile düşünmeden, "Vicdansız adamın tekisin," dedim kendimden emin bir sesle. "Kardeşini bile gözünü kırpmadan ölüme gönderen sen, benim için mi endişelenip uyarıyorsun? Planın ne?"

Bunu beklemediği açıktı; gözleri hafifçe açıldı, ardından başını omzuna yatırdı. "Kardeşimle aramda olan beni ilgilendirir," dedi.

"Kardeşinle aranda geçenler senin vicdanını gösterir," diye düzelttim. "Ve inandırıcılığını bitirir. O az kalsın ölüyordu, pislik herif. Bir an bile umurunda olmadı hatta çekip gittin." Ona iyice yaklaşıp kısık sesle, "Üvey kardeşin olabilir," dedim. "Ama o bir insan, duydun mu? Bu kadarını asla hak etmiyor."

Korhan bir kez daha, "İkimizin arasındaki, bizi ilgilendirir," dediğinde sinirlenmeye başladığını hissettim. "Eğer ben onu yenmeseydim o beni yenecekti."

"Aptal mısın?" dedim çekinmeden. Normalde Korhan gibi adamlarla böyle konuşmak çok zordu. "O rahatsız, bunu biliyordun."

Korhan gözlerini devirdi. "Ben vicdansız bir adam değilim, Minel ama sen aptalsın."

Gürkan ve Büge polislerden su istemeye gitmişti; Büge gözyaşları içinde karnını tutuyordu. Hormanlarından olsa gerek, bütün dengesi sarsılmıştı."Azra Dinçer olayı nedir?" diye sordum bu kez de. "Neyin ifadesi?"

Korhan bu soruma cevap vermeden önce, "Minel," dedi baskın bir sesle. "Dikkatli ol, diyorum. Prometheus geri döndü."

Sabrım taşmaya başlamıştı. "Döndü," dedim kabullenerek. "Ve cinayetini işledi. Görüyorsun; yaşıyorum, babam yaşıyor, sevdiklerim de öyle. Bana ulaşmak istese..."

"Aptal," dedi dişlerini sıkarak bir kez daha ve sonra başını iki yana salladı. "Adamın öldüğü yer, sizin günler önce konsere gittiğiniz yer." Bu noktada donuklaştığımda kaşlarım havalandı ve Prometheus'un asıl planını merak etmeye başladım. Korhan ise cebinden telefonunu bir kez daha çıkardı; ekranı bana döndürmeden önce, "Bu adamı tanıyor musun?" diye sordu ve videoyu açıp bana izletti.

Bir adam elleri havadan asılmış vaziyette sandalyede oturuyordu; ağzı iki tarafından çekilmişti, gülümsüyor gibi görünüyordu, yüzünün yarısı kanla kaplıydı. Onu tutan ipler birkaç saniyede bir hareket ediyor, ellerinin birbirine çarpmasına neden oluyordu. Durmadan alkışlıyor gibiydi, fonda ise Prometheus'a özgü "Cenaze Marşı" vardı.

Kamera yakınlaştı, adamın yüzündeki gülümseme daha korkutucu bir hal aldı ama benim dikkatimi çeken bu değil, adamı tanımamdı.

Barda birkaç dakikalığına da olsa flört ettiğim, hayatı öylesine yaşayan hatta bana dans öğretmek isteyen o masum adamdan başka kimse değildi. Canice öldürülmüş, Prometheus'un sanatsal cinayetlerine yeni bir tablo gibi eklenmişti.

Acıyla inleyip öne eğildiğimde bu kez kusma sırası bendeydi. Midemdeki az da olsa yediğim her şeyi çıkardığımda, Korhan sakince beni bekliyordu ama ben içimdeki zehri kusmak istiyor gibiydim.

Onu tanıyordum, adı Volkan'dı. Geçimini sağlamak için barda çalışan sıradan bir adamdı hatta dans etmeyi sevdiği için beni bile o birkaç dakikada dansa döndürmeye çalışmıştı. Numarasını vermişti, hiçbir zaman aramayacağım için o numarayı kaybetmiştim sanırım ama aramadığım için bile sevindim, belki de daha canice öldürülmesine neden olacaktım.

Suçlusu ben miydim, ben olmamalıydım. Bir masum insanın daha katledilmesi benim yüzümden olmamalıydı.

Aklıma Korel'le oraya yeniden gittiğimiz geldi. Korel'in o adama bakışları, adamın çekimserliği ama Korel'in baskınlığı, imaları...

Bu kez dizlerimin üzerine çöküp kusmaya başladım. Korhan da daha fazla dayanamayıp çöktü, ardından kapıdaki polis memurlarından su istedi. Öksürmeye başladığımda birkaç dakika sonra Korhan bir su şişesini dudaklarıma yasladı, önüme gelen saçlarımı geriye çekti.

Zorlukla suyu içtikten sonra bakışlarım ona döndü; dolu gözlerle, "Benim yüzümden," dedim, ilk söylediğim cümle bu oldu. Biliyordum, benim yüzümdendi. Öylesine seçilmemişti; hayatıma dahil bile olmayan, birkaç dakika sohbet ettiğim o masum adam, gözdağı vermek için öldürülmüştü.

Bu, Prometheus'un benim için hazırladığı en küçük şölendi.

Korhan'ın aksini söylemesini neden beklediğimi bilmiyordum ama dudaklarını birbirine bastırıp sudan biraz daha içmemi sağladı. En sonunda suyu eline döküp yüzümde gezdirdi. Soğuk suyun verdiği his beni kendime getirmek yerine ölüme yaklaştığımı hissettirdi.

"İyi misiniz?" dedi bir polis memuru. "Ambulans çağırmamı ister misiniz?"

"Hayır," dedim zorlukla konuşarak ve ayağa kalkmaya çalıştım; Korhan kolumdan tutup bana destek oldu.

"Teşekkürler," diye karşılık verdi Korhan. "Şu an için ihtiyacımız yok gibi görünüyor. Değil mi Minel?" Başımı olumlu anlamda salladım ama titreyen elim Korhan'ın kolunu sıkıca tutuyordu. Gözlerim ilerideki Büge ve Gürkan'a kaydı; arabanın ön koltuğunda Büge oturuyordu, Gürkan ise önünde dizlerinin üzerine çökmüş bir şeyler söylüyordu, sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi.

"Benim yüzümden," dedim bir kez daha. Gözlerim yerdeydi. "Benim yüzümden, duydun mu? Herkese zarar veriyorum; o adamla konuştuk, sohbet ettik, bu yüzden oldu. Bu yüzden oldu, değil mi?" Korhan yine reddetmedi. "Neden?" diye sordum bu kez. "Neden o adam?" Elimi saçlarıma geçirdim. "Benim yüzümden," diye daha yüksek bir sesle inledim.

Korhan etrafına baktıktan sonra beni merkezin önünden ilerleterek diğer tarafa yürüdü. "Bunu bir kez daha dile getirme," diye uyardı. "Eğer ifaden alınacak olursa alkol muhabettinden başka hiçbir muhabbetiniz olmadığını söyleyeceksin."

"Hayır," dedim gözlerimi açarak. "O benimle flört etti, dans ettiğini söyledi hatta bana numarasını..."

Eliyle ağzımı kapatıp öne eğildi. "Aptal," dedi üçüncü kez. "Başın belaya mı girsin istiyorsun? Prometheus'un istediği belki de budur. Sessiz kalacaksın, kimseye bir şey söylemeyeceksin."

"Kalamam," dedim acıyla ve gözlerimin dolduğunu hissettim. "Büge, Gürkan, babam..." Acıyla başımı salladım. "Korel. Hepsi sevdiğim kişiler, sıra onlara geliyor, değil mi?" Korhan bir cevap vermedi. "Söyle," dedim inleyerek. "Amacı neydi?"

"Hâlâ peşinde olduğunu göstermek." Ellerimle gözlerimi kapattım. "Bu şekilde gözdağı veriyor, o adamı bir kez mi gördün?"

"Evet," dedim, ardından düzelttim. "Hayır, iki kez. Ama ikincide konuşamadık çünkü Korel'le beraberdik."

"Korel'le beraber miydiniz?" diye sordu. "Neden?"

"Beni o bara yemeğe götürdü." Korhan hiç şaşırmamıştı ama beni düşüncelerim rahatsız etmeye başlamıştı. "Sadece yemek," diye fısıldadığımda canım acıyordu. "Korhan, neler oluyor?"

Korhan cevap vermek yerine gözlerini yeniden polis merkezine çevirdi. Mutlu başlayan sabah bu şekilde bitmemeliydi. Prometheus yeniden gelmişti, bunu artık tam anlamıyla hissediyordum ama bunun dışında oyunun yeni başladığını da fark ediyordum.

Üç cinayet kalmıştı, bunu bana söylemişti. Birinci cinayetini gerçekleştirmişti.

"Korhan," dedim acıyla. "Korel neden içeride? Neden ifade veriyor?"

Korhan kısa bir süre sessiz kaldı, gözlerini açıp kapattı, sonra gözlerine düşen şüphe ve özellikle şaşırdığım acıyla, "Göksel zamanında Prometheus tarafından esir alınmıştı," dedi. "Ve onu serbest bırakmıştı."

"Ve?" dedim korkuyla.

"Azra Dinçer de bunun arkasından kaçırıldı ve onu kaçıranın da Prometheus olduğunu söylüyor."

"Ve?.." dedim yine ama devamında ne geleceğini biliyordum.

"Minel," dedi gözleri beni alt ederken. "Azra ve Göksel, Korel'in Prometheus olduğu yönünde ifade vermiş; Korel artık şüpheli konumunda."

Seguir leyendo

También te gustarán

131K 17.2K 35
[omegaverse] jisung, minho'nun gözlerine bakmaya devam ederse işlerin yokuş aşağı gideceğini ve bunun geri dönüşünün olmadığını biliyordu. ama o göz...
7.3K 1K 25
[TAMAMLANDI] Minho: İmkansıza inanmam demiştim. • • • Han Jisung okulun ilk haftaları gözünün sadece onu göreceği biri ile tanışır. Onunla sevgili ol...
908 63 14
Burda denk gelip bunu ciddiye alıp okuyan olacağını sanmam ama yine de açıklama yazma ihtiyacı hissettim. Bu lisedeki arkadaş grubumla yaptığım bir g...
Peyda Por Herkes Yalan

Novela Juvenil

839K 58.1K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...