EMARE SERİSİ

By asliaarslan

1.7M 105K 140K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... More

EMARE SERİSİ
EMARE, Maske (alıntı)
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 15. HİSLER
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 20. KAFES
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 27. KONSER
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR

11K 963 717
By asliaarslan

Çok uzun zaman sonra ilk defa aynada gördüğüm yüz bana gülümseyerek bakıyordu. Bu yüzü tanıyordum. Bu gülümsemeyi de tanıyordum.

Yaşıtları gibi yaşayabileceğine inanan o kızın tekrar gün yüzüne çıkmaya başladığını görüyordum. Evet, her şey berbat haldeydi, hem de doğduğumdan beri ama hayatıma bir kez olsun kendi yaşıtlarım gibi devam etmek istediğim günlerim olmuştu. Bu isteğim Korel 'le tanıştıktan sonra artmıştı. Aslında neden ondan sonra istediğimi de anlayamıyordum.

Daha önce hayatıma biri girmiş miydi?

Bunun yanıtını hatırlayamıyordum ama gözlerimi kapattığım zaman anımsadığım tek kişi Korel oluyordu. Başka bir adam yoktu, çocukluğumda bile benimle yaşıt bir çocuk... Aslında biri vardı. Sanırım altı yaşındaydım ve o da sekiz yaşındaydı. Karşı binada oturan sapsarı saçları olan bir çocuktu. Adını hatırlamıyorum ama bütün herkes benim çillerimle dalga geçerken o çillerimi sevdiğini söylemişti. Bu yüzden ona karşı büyük bir hayranlık duymaya başlamıştım.

Tabii, biz yine o şehirden de kaçtıktan sonra bir daha onun hakkında hiçbir şeye ulaşamamıştım.

Odamın kapısı çalındı.

Hastaneden çıkmadan önce Korel'le sözleşmiştik. Bana eskiden olduğu gibi o alaycı gülümsemesiyle bakmış, sonra da, "Akşam dokuz," diye mırıldanmıştı. "Hazır ol. Seni almaya geleceğim."

Aramızda hâlâ kalın duvarlar vardı, bu duvarları kendim ördüğümü de biliyordum ama Korel gülümsediğinde o duvarları kırabileceğimi hissetmiştim. Affetmek değildi bu, ne olursa olsun onu kabullenmekti.

Bir kez daha kapım çalındı.

Babamla tek kelime bile konuşmamıştık. Dünden sonra yine sessizlik yemini mi etmişti yoksa uygun bir zamanı mı bekliyordu? "Gel," dedim kısık sesle ama heyecanımı gizleyemedim.

Odamın kapısı yavaşça açıldı, babam başını eğip bana baktı. Gözlerimi aynadan ayırdıktan sonra bakışlarımı ona çevirdim, kaşlarım havalandı. Yüzümü dikkatlice inceledikten sonra koyu gözlerinin parladığına şahit oldum. "Gülümsüyorsun," dedi sanki büyük bir mucizeye bakıyormuş gibi.

"Öyle mi?" Gülümsememi silmeye çalışmıştım ama başarılı olmamıştım demek ki.

Babam odanın içine yürüdü, adımları sağlam olsa da omuzları hâlâ düşüktü. "Evet, gülümsüyorsun," dediğinde onun da yüzüne tekrar kavuştuğumuzdan beri ilk defa bu kadar güzel bir gülümseme yerleşti. "Aynı eskisi gibi. Seni bıraktığımdaki gibi."

Sonra o günleri hatırlatmasının büyük bir hata olduğunun farkına vararak dudaklarını birbirine bastırdı. Çünkü yüzümdeki gülümseme silinmişti.

"Sen beni bırakıp gittiğinde gülümsemiyordum." Eğilip yatağın üzerindeki deri ceketimi aldım ve onunla göz temasını kesip sırt çantamı taktım. "Ben bugün dışarı..."

"Eğlenmene bak." Sesi fazlasıyla rahat çıktığında göz ucuyla ona baktım ama daha fazla sorgulamak istememiştim. "Güvende olacağını biliyorum."

Sor dedi bir tarafım. Diğer tarafım ise sakın sorma diye haykırdı. Çünkü alacağım her cevap bana zarar verecekti. Artık ne ben bunu istiyordum ne de çevremdekiler bu zararlarla yüzleşsin niyetindeydim.

Yine de soru sormak yerine dayanamayıp, "Ona çok güveniyorsun," dedim. "Bu tuhaf. Sen bu hayatta kimseye güvenmezsin."

Yanından geçip odadan çıktığımda altımda siyah, dar bir pantolon vardı; üzerimde ise siyah, göbeği açık ip askılı bir atlet. İlk defa onun arkasında motosiklet yarışlarına katılacaktım, en azından böyle hatırlıyordum.

"Hâlâ nefes alıyorsun," dediğinde benimle beraber merdivenleri iniyordu. "Ve bu, onun sayesinde."

Gözlerimi devirdim ama babam bunu görmedi. "Onu ne kadar iyi tanıyorsun?"

Babam soruya hazırlıksız yakalandı, merdivenlerin son basamağından inip ona baktığımda tırabzana tutunmuş bir şekilde bana baktığını gördüm. Daha çok kendi içinde bir yanıta ulaşmaya çalıştığı ortadaydı. "Korel'i..." dedi, cevaba ulaşmaya çalışıyormuş gibi. Sonra kaşları çatıldı. Her ne düşündüyse rahatsız oldu. "Bunu neden sordun?"

"Çünkü beni ona emanet ettin, zorunda kaldığın için," diye açıklama yaptım. "Ama şimdi yine ona emanet ediyorsun, zorunda kalmadığın halde. Bu güvendir. Ve birine güvenmek için onu çok iyi tanımak gerekir." Sonra alayla gülümsedim. "Gerçi eğer ben sana çektiysem bir insana gözün kapalı da güvenebilirsin."

"Ona güvenmiyor musun?" Babam bütün kelimelerin arasından onun için en önemli olanı seçti. "Yani anlatmak istediğim, daha farklı güvensizliklerin mi var?"

Başkalarının hisleri, demişti Gürkan. Babamın hislerini anlamaya çalıştım. Durağan ve sakin bir ifadeyle yüzüme baksa da çehresine endişe serpiştirilmişti. Omzumu silktim, ayakkabı dolabını açtım ve siyah spor ayakkabılarımı yere koydum. "Sadece kimseye güvenmiyorum. Farklı bir durum söz konusu değil."

Babam çaresiz bir sesle, "O sana iyi geliyor," dedi. "Yani gülümsüyorsun, yedi aydır bir kez bile böyle gülümsediğini görmedim. Günlerce onun için ağladın, günlerce onun için acı çektin. Aylarca sessizce acılarını benden gizledin ama gördüm. Bak..." Basamaklardan inip karşıma geçti. Bense spor ayakkabımı giydikten sonra vücudumu dikleştirdim. "Ona karşı ne hissediyorsun bilmiyorum ama..."

"Baba," dedim elimi kaldırıp onu susturarak. "Lütfen benimle böyle konuşmalar yapacağını da söyleme. Özellikle Korel ve benim için."

"Sadece dinle," dediğinde ellerini omuzlarıma yerleştirip sıktı. "İçinde büyük bir nefret olduğunu biliyorum, büyük bir kin de ve büyük bir güvensizlik de ama ben de annenle bütün bu duygular içerisinde tanışmıştım. Öylesine iyi gelmişti ki. Nefreti sevgiye çeviren, kini kurutan, güvensizlikleri yok eden asıl duygu aşktır."

"Baba!" dedim kısık bir inleyişle. "Lütfen."

"Eğer ona karşı duydukların..."

Sözünü kesip, "Sen annemle böyle duygularla tanıştın," diye homurdandım. "Biz ise Korel'le tanıştığımızda tek hissettiğimiz acıydı. Hem mutsuz biten aşk hikâyeleri dinlemek yerine mutlu biten aşk hikâyeleri daha güzeldir. Seninle annemin aşkı dünyanın en kötü, mutsuz sonlu hikâyesi."

Babamın yüzündeki ifade değişti, kalbinin kırıldığını bana bakarken hissettim. Canım yandığı zaman karşımdakinin kalbini parmaklarımın arasına alıp ezmekten hiçbir zaman vazgeçmiyordum, bunu babama yapmak yerine susmaya başlamıştım ama artık eski Minel'e dönmek, bir kez daha o kalpleri kıracağım anlamına geliyordu.

"Kendi hikâyemi, kendim yazdım," dediğinde kalbindeki kırgınlıkla geriye bir adım attı. "Umarım sen de bunu yapmazsın, diyecektim cümlelerimin sonunda." Kalbini kırdığım için ondan özür dilemek aklıma gelmişti ama bunu yapmak fazlasıyla mantıksızca olurdu. Hem durmadan kalbim kırılırken, kimse benim kalbimi önemsememişti.

Fakat o kadar da gaddar olamadım.

Aklımın içinde Gürkan'ın Korel için söyledikleri döndü. Ve şimdi babam. Tuhaf bir şekilde Korel'e minnet duyuyordu; halbuki ikisinin arasında büyük bir düşmanlık olabileceğini düşünmüştüm, nedensiz bunu hissetmiştim ama öyle olmamıştı. Babam, hayatımdayken bile gözleri kapalı bir şekilde beni Korel'e emanet ediyordu.

Amcam ise Korel konusunda böyle değildi. Amcam Prometheus'un kölesiydi.

Korel hakkında şüphe duyarak ona büyük bir haksızlık mı yapıyordum?

Yutkundum ve evden dışarı çıkmak yerine babamın gözlerinin içine baktım. Bir şeyler söyleyeceğimi anladı ama sorgulamak yerine bana aynı kırgın ifadeyle bakmaya devam etti. Derin bir nefes aldım, geri verirken, "Sana bir şey sormak istiyorum," dedim ses tonuma dikkat ederek. "Ama lütfen bu sorunun cevabını ne tüm detaylarıyla ver ne de sorgula. Sadece bir soru." İlk defa olacaktı. Babamın gözlerinin içine bakarak, ona ken di geçmişiyle ilgili soru soracaktım. Babam hiçbir tepki vermeden onaylarmış gibi bir kez başını salladı.

"Sen beni terk edip gittin," dedim vücudunu dikkatlice inceleyerek. "Geri döndüğünde ise vücudun izlerle doluydu, eskisinden çok daha farklı görünüyordun. Bana sadece şunun cevabını ver: Prometheus'un ellerinde miydin?"

Onun adını duymak babamın her seferinde gözle görülür bir şekilde sarsılmasına neden oluyordu. Yine aynı şey olmuştu. Geri döndükten sonra hastane odasında bir ay yattığım sürede ben tam olarak hatırlayamasam da Büge, Prometheus diye haykırarak uyandığımı ya da durmadan babama Prometheus'u sorduğumu söylemişti. Babamı korkutan ve ona durmadan Prometheus'u sormama sebep olan, onu tanıdığını düşünmemdi.

Aslında şimdi ben de anımsıyordum ki o bir ay boyunca hastanede yattığımda babama durmadan sorular sormuştum. Bu sorular öylesine sert, öylesine acı vericiydi ki belki de çökmesinin en büyük nedeni bendim.

Prometheus nerede, baba? Prometheus bizi öldürecek, baba. O geri dönecek mi, baba? Ölmek istiyorum baba ama onun ellerinden ölmek istemiyorum. Baba, Prometheus kim?

Bana her soruyu sor, dermiş gibi baktı ama bunu sorma. Fakat geri adım atmadım, yüzüne cevap bekliyormuş gibi bakmaya devam ettim.

"Evet." Kısa ve net bir yanıt. Öyle bir acı çekerek yanıt verdi ki daha fazlasını yapmamam gerektiğini anlamıştım ama kendimi durduramadım.

"Onun kim olduğunu biliyor musun?"

"Emin değilim." Gözlerini kapıya çevirdi, yalvarır gibi olan bakışlarını bana göstermekten kaçındı ama artık susmamı istiyordu.

"Tahminin var, öyle mi?" Aslında ulaşmak istediğim yanıt, kendi şüphelerimi çürütmesi içindi. Babam sustu, hiçbir cevap vermedi. "Baba," dedim gözlerimi açarak. "Bana artık Prometheus'la olan hikâyemizi anlatmanın vakti gelmedi mi?"

"Lütfen," dedi yalvarışlarını daha fazla gizleyemeyip. "Haklısın, vakti geldi ama benim için..." Gözlerinden çektiği acıların yaşları döküldü ama gözyaşı yoktu. Karşımda sanki bağıra çağıra ağladı ama içinde, kendi ruhunda. "O gitti diye düşün," dedi ama o gitti diyemedi. "Bir daha gelmeyecek diye düşün. Bunları aklından çıkar."

Birkaç gün önce odama girip yatağımın üzerine bıraktığı not kâğıtlarını anımsadım. Dört tane alfabe harfi, üç tane de yeni harf.

Üç cinayet daha demekti bu ama belki de birileri benimle oynuyor, sadece dalga geçiyordu.

O gitti, dedim içimden, kendimi kandırarak. Geri döneceğinden hatta geri döndüğünden emin olarak. Fakat bunu babama söylemedim çünkü korkuyordu, Prometheus'tan ölesiye korkuyordu. Korkusu kendisi için miydi yoksa benim için miydi bilmiyordum.

Babam dış kapıyı açtı ve geçmem için başıyla işaret etti. "Güzel bir gece geçir, cennetimin inci tanesi," dedi soluk bir tınıyla. "Hatta bu geceyi en güzel gecen yap."

Babam Prometheus'un ellerindeydi. Eğer şüphelerim konusunda haklı olsaydım Korel'e güvenemezdi, değil mi? Hem babam kaç senedir yoktu ve Korel o gittikten sonra hep benim yanımdaydı.

Bu imkânsız görünüyordu. Her şeyden önce gençti, yaşı 1991 senesindeki hastaneyle... Fakat bunlar da sadece tahmindi. Babama hiçbir şey söylemeden kafamdaki düşüncelerle kapıdan çıktığımda saatin farkında bile değildim fakat Korel çoktan evin köşesine gelmişti. Bakışlarımız kesişti. Zihnim günler, aylar öncesine gitti, belki de seneler.

Bir ayağı yerdeydi, altında siyah pantolonu vardı ve üzerinde ince siyah tişörtü. Zayıf bedenini, izlerini, dövmelerini artık gizlemiyordu fakat böylesi bana daha güzel geliyordu. Parmaklarının arasında tuttuğu sigarasını tam dudaklarına yaslarken beni görmüş, duraksamıştı. Kısa saçları yavaş yavaş uzamaya başlamıştı. Ona doğru yürürken, yüzünü aydınlatan sokak lambası gözünün altındaki morluklarının az da olsa geçtiğini bana fısıldadı.

Babam arkamdan kapıyı kapattı ama Korel de ben de o yöne dönüp bakmadık. Korel sigarasından derin bir nefes çekti, bu nefesin ardından geri verirken başını eğdi. Motosikleti değişme mişti, hâlâ aynıydı. Ama eskimeye başlamıştı, darbeler almıştı.

Dizlerimin heyecandan titrediğini hissettim. Bu lanet duygudan nefret ettim ama Korel'in üzerimde bıraktığı etkiden de nefret ediyordum. Onun yaprak sarısı gözleri, anlam yüklü bakışları ve izleri... Emareleri...

Korel bütün bunların arasında kalbimi attıran tek adamdı. Bundan emindim.

Onun kötü biri olmasına bile tahammül edebileceğimi fark ettim o an; tahammül edemediğim, bana kötülük yapma ihtimaliydi.

"Uzun zaman oldu," dedi karşısında durduğumda. Bakışları arkamda sıkı bir şekilde atkuyruğu yaptığım saçlarıma kaydı. "Seni evinden almayalı."

"Hem de çok uzun zaman." Gülümsedim, Korel'in gözleri bu sefer de gülümsememe takıldı.

"Hazır mısın?" diye sordu. "Eğer değilsen ve korkuyorsan..."

Gözlerimi devirdim, motosikletinin yanına doğru yürüyüp arkasına binmek için fırsat kolladım. "Gerçekten beni bir motosiklet yarışı korkutur mu sanıyorsun? Ben neler atlattım, Korel Erezli."

Sustu. Espri yapmak istemiştim ama istediğim sonuca ulaşamadım. Aksine, yüzündeki o silik gülümseme bile silinmişti. Başını karşısındaki yola çevirdi ve ellerini direksiyona koyup motosikletine binmemi bekledi.

Zorlukla da olsa motosikletine zıplayarak binmem ve bunun için epey bir çaba sarf etmem, Korel'in yüzünde sildiğim o gülümsemeyi espri yapmadan oluşturmuştu ve nedeni büyük ihtimalle aklından geçenlerdi.

"Söyle," dedim gözlerimi devirip en sonunda arkasına oturduğumda. "Aklından geçenleri dinlemek istiyorum."

"Bunu da nereden çıkardın?" diye sordu, dikiz aynasından yüzüme baktı. Dudaklarını birbirine bastırmıştı.

"Korel," dedim kaşlarımı çatıp. "Eskiden olsa boyum hakkında saatlerce dalga geçerdin. Şimdi bunu iç sesinle yapmana gerek yok."

Dayanamadı, genişçe sırıttı ve dikiz aynasından bakmak yerine omzunun üzerinden bana baktı. "Sadece," dedi yüzündeki ifadeyi silmeden. "Zıpladığında bile benimle aynı boya gelemiyor oluşun eğlendirdi..."

Kaşlarımı çattım ama alınmadım, onun boyum hakkında yaptığım hiçbir esprisine alınmıyordum fakat yine de söylenmeden edemedim. "Ben kısa değilim, sen dev gibisin."

"Sadece bir doksan üç boyundayım," dedi yapay bir masumlukla. "Ve sen sadece bir metre..." devamını getirmek için düşündü, kaşlarını çattı. "Evet, sadece bir metre değil misin sen?"

"Çüş!" dediğimde dayanamayıp sırtını yumrukladım. "Gerçekten senin oralardan öyle mi görünüyorum? Hep mi böyle kısaydım ben? Hiç mi uzamadım?"

Geçmiş hakkında ona direkt soru sormama hazırlıksız yakalanmış olacak ki donuklaştı ama eskiden olsa susardı, şimdi keyifle devam etti. "Eskisine göre beş santim daha uzunsun. Yani ben seni tanıdığımda bir elli üç filandın, ben de bir seksen beş civarı. Şimdi bir elli sekiz olmalısın. Ama üzülme, bana yetişmek için zıplarken biraz daha uzayabilirsin."

"Ha," dedim anlamsız anlamsız bakıp. "Bu mümkün mü yani?"

Korel yüzümde her ne gördüyse bana büyük bir özlemle baktı fakat hemen bundan vazgeçip, "Değiştiğini söylüyorsun," dedi. "Ama hâlâ masumiyetini görebiliyorum." Sonra bakışları yine saçlarıma kaydı ve benden izin almadan, bir an bile düşünmeden, kızacağıma ihtimal bile vermeden saçımdaki lastik tokayı çekip çıkardı. "Saçlarının rüzgârda dans ettiğini görmek istiyorum,"dedi daha önce kurduğu cümleyi tekrar ederek. Ardından tokayı bileğine geçirdi. "Ben yokken saçlarını istediğin kadar toplayabilirsin ama benim yanımda hep açık bırak."

Duraksadım, saçlarım yüzüme düştü ve onu o aralıktan görmeye çalıştım ama saçlarımı yüzümden çekemedim. Ufacık bir temasında bile hızlanan kalbim, o beni öptüğünde nasıl oluyordu da durmuyordu, anlam veremiyordum. Çok başka bir histi, bunu bir daha tadamazdım, hem de hiç kimsede.

Korel hareketsiz kaldığımı fark ettiğinde parmaklarını yüzüme yaklaştırdı ve önüme gelen saçlarımı geriye attı. Parmak uçları yüzümü de okşadığında bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

Yine hiçbir şey söyleyemedim, donuk gözlerle ona baktım. Bakışlarım çenesindeki ize kaydı, ardından yanağındaki yeni oluşan ize. Nereye baktığımı anladığında parmakları hareket etmeyi kesti.

"Kötü görünmüyor," dediğimde dudaklarım kurumuştu. "Eğer öyle düşünüyorsan."

"Kötü değil, korkunç görünüyor, doğru," dedi sanki kelimeleri düzeltmek istermiş gibi. "Fakat sen korkmuyorsan başkalarının ne düşündüğünün önemi yok."

"Asla." Elim yüzüne doğru ilerledi ve bir kez daha parmaklarımı o izin üzerinde gezdirdim. Nasıl olduğunu sormak istedim ama ona karşı inançsızlığım değil, izine dokunduğum zaman yüzünde oluşan acı çeken ifadesi beni durdurdu. "Seviyorum, izlerini."

Uzanıp yanağında duran elimi tuttu. "Bırak izleri," dedi, sonra çenemi kavradı ve yüzümü yüzüne yaklaştırdı. "Emareleri sev, olur mu? Onları sev sadece."

Soğuk parmaklarının hissi, cayır cayır yanan tenimde dağıldı. Sadece onu onaylarmış gibi başımı sallayabildim çünkü konuşursam neler diyeceğimi biliyordum. Ağzımdan çıkanlar bir yerden sonra itirafa dönüşürdü, o itirafları Korel'in duymasını istemezdim.

Birbirimize birkaç saniye daha baktıktan sonra ikimiz de birbirimize temas etmeyi bıraktık. Korel yine önüne döndü ve ayaklarını kaldırarak, "Sarıl bana," dedi üçüncü kez. Ama bunu yine yapmadım, ellerim motosikletinin arkasına tutundu. Korel derin bir nefes aldı. "Minel," dedi sakince. "Bunu benim için değil, kendin için yap. Düşmemek için." İşte bunu söylediğinde ellerim beline sarıldı fakat sıkıca değil, sadece tutunmak için. Korel başını salladı. "En azından," dedi kısık bir sesle. "Kendin için ve düşmemek için hâlâ bana sarılabiliyorsun."

"Düşmemek için sarılıyorum," diyerek söylediğini tekrar ettim.

"Aslında bana her zaman düşmemek için sarıldın," diye mırıldandığında sesine kırgınlığın notaları bulaştı ama bunu örten, motorun yüksek sesiydi. Bu cümle sadece bu an değil belki de bütün zamanlarımız içindi ama beni başka bir soruya yönlendirmişti.

Onun motosikletine ilk ne zaman binmiştim? Onun motosikletinde ilk ne zaman kendimi bu derece özgür hissetmiştim? Zihnimin içini yokladım ama boşluktan başka hiçbir şeye ulaşamadım. Kendi kendimle savaş vermeye başlasam da yüzüme vuran ılık rüzgâr, uçuşan saçlarım ve Korel'in diğer günlerin aksine sakin sürüşü benim ona daha fazla yakınlaşmama neden oldu.

"Motosikletine ilk ne zaman bindiğimi hatırlıyor musun?" diye sordum, sonra hızla düzelttim. "Tabii eğer bunu yaptıysam."

Korel dikiz aynasından yüzüme baktı. Önceden kafama kask geçirirdi fakat bu sefer yapmamıştı, nedeni de büyük ihtimalle yavaş kullanacağından ötürüydü.

"Hatırlıyorum," dedi, sanki hatırlamaması imkânsızmış gibi. "Tanışmamızın ikinci ayıydı." Motosikletin hızını biraz daha azalttı ve işlek olmayan caddelerden sürmeye devam etti. "Annem seni bir koleje yazdırmıştı, liseye devam edebilmen için ama sen hiçbir şekilde o koleji istemiyordun. Yine dikbaşlıydın..."

Lafını bölüp, "Ben koleje mi gittim?" diye sordum. "Yani liseye giderken..."

"Evet, lise ikinci sınıftan sonra bizimleydin." Bizimleydin derken dişlerini sıkmıştı. "Arkadaşın yoktu. Aslında senin hiçbir zaman yakın bir arkadaşın olmadı ama o kolejden nefret ediyordun. Tek arkadaşın bendim." Gülümsedi, başımı eğip dikiz aynasından yüzüne baktığımda zihnimde silik hatıralar dönmeye başladı. "Seni okuldan almaya yürüyerek geliyordum, okuldaki bütün kızlar da bana hayrandı tabii..." Bunu söylerken omuzlarını dikleştirdi. "Benim üzerimden onlara hava atmak hoşuna gidiyordu."

"Yalan söylüyorsun!" dedim yüksek sesle. "Ben hiçbir zaman öyle biri olmadım."

Korel gözlerini açtı. "İstersen hepsinin adını tek tek verebilirim ve sen de onları ararsın, olur mu? Özellikle Simay diye bir kız vardı ki benim sapığımdı. Her geldiğimde bana mektup verirdi, sen de o mektupları yırtıp atardın. Kimbilir neler yazıyordu?" Sesi gerçekten bunu merak ediyormuş gibi çıkmıştı, kaşlarım daha fazla çatıldı. "Bir gün yine almaya geldiğimde öfkeyle o okuldan çıktın ve bana doğru yürüyüp sert bir sesle, 'Yarın beni motosikletinle almaya gel, o motosikleti ben kullanacağım!' demiştin."

"Yok artık," dediğimde gözlerimi devirdim. "Bunları gerçekten o insanlara inat olsun diye mi yaptım?"

"Seni yeniden bulduğumda tuhaf olan da bunlardı ya," dedi derinlere dalarak. "Artık insanlar o kadar umurunda değildi ki ben de o umurunda olmayanların başındaydım. Boş vermiştin; senin hakkında ne düşündüklerini de ne istediklerini de. Ama eski Minel, kendisi hakkındaki bütün düşünceleri değiştirmek için çabalardı. Ertesi gün motosikletimle geldiğimde ve seni önüme bindirip direksiyonu tuttuğunda, arkandan bütün dengeni sağladığımda ve o insanların önünden havalı bir şekilde geçtiğinde bu senin için yeterliydi. Benden ilk o zaman motosiklet sürmeyi öğretmemi istedin."

Yutkundum. Ilık rüzgâr yüzüme çarptıkça gözlerim yaşarıyordu ve yolu bulanık bir şekilde görüyordum. "Tuhaf gerçekten," diye mırıldandım. "Kimbilir benim damarıma nasıl basmışlardı?"

"Bilmiyorum." Korel omzunu kaldırıp indirdi. "Ama yine de o Minel'in insanları öfkelendirmek için sarf ettiği enerji bile bir çabaydı. Şimdi ise bomboş, Minel. Bu en kötüsü."

Hiçbir şey demedim ama parmaklarım üzerindeki tişörtü daha sıkı kavradı. Ona sarılmadım, tutundum ama bunu yaparken kendimden ödün de verdim.

"O okula devam ettim mi?"

"Annemden gizlice seni o kolejden alıp devlet okuluna yazdırdım," dedi. "Tabii bir ay sonra annem bunu öğrendi ama neyse ki iş işten geçmişti. Bir yerden sonra ikimizi de boş verdi zaten, kendi başımızın çaresine baktık."

"Sen o zamanlar ne yapıyordun?" Aslında ona geçmişi hakkında sorular sormamak konusunda kendime sözler vermiştim ama Korhan'ın cümleleri aklımda dönerken, bir şekilde ona ulaşmanın tek yolu buymuş gibi görünüyordu.

"Üniversitede tıp okuyordum." Derin bir nefes verdi. "Neden sordun? Beni merak mı ettin?"

"Hayır." Hızlı verdiğim cevap aslında aksini söylüyordu ama uzatmadı ve tekrar sessizliğe gömüldü. Bir daha yol boyunca ikimizin de ağzını bıçak açmadı.

Yarım saat gibi bir sürenin sonunda eskiden motosiklet yarışlarının yapıldığı değil de daha farklı bir yere gelmiştik. Burası daha ormanlık ve daha dağlıktı. İşler zorlaşmış gibi görünüyordu.

Korel motosikleti durdurduğu anda ellerimi belinden çektim, Korel ise inmemi beklemeden ilerideki kalabalığa baktı ve elini cebine atıp sigarasını çıkardı.

"Motosikleti artık yavaş kullanıyorsun," dedim yarı şaşkın yarı keyifli. Ben de motosikletten inip yanında durdum. "Tuhaf."

"Aslında..." Sigarasının ucunu yaktı ve dudaklarının arasına yerleştirip derin bir nefes çekti, sonra dumanı gökyüzüne üflediğinde büyük beyaz bir bulut yüzünü örttü. "Sadece zamanımı tüketmemeye çalışıyorum diyelim."

"Nasıl yani?"

"Artık o kadar da hızlı yaşamıyorum, Minel." Bakışları bana döndü, duman yok oldu. "Bazen, bazı durumlarda zamanı durduramazsın ama o zamanın yavaş ilerlemesini sağlayabilirsin. Az önce, sen arkamdayken ve ben motosikleti kullanırken zaman çok yavaş ilerledi."

"Eskiden zamanı tüketmek umurunda değil miydi peki?" diye sorduğumda adımları o kalabalığa doğru ilerledi ve ben de onu bir adım geriden takip ettim.

"Eskiden önemli değildi," dedi; kalabalığa yaklaştıkça müzik sesi kelimelerinin üzerine biniyordu. "Artık önemli."

Adımlarını hızlandırdı, ben de ona ayak uydurdum ve kalabalığın en yoğun olduğu tarafa yürüdüğünü fark ettim. Ardından büyük bir meydana çıktık.

İlk geldiğimde nasıl büyük bir dehşete düştüğümü anımsadım. İnsanlara büyük bir önyargıyla bakmıştım, kadınlara da erkeklere de. Rahatlardı, keyiflilerdi ve hayattan vazgeçmiş gibilerdi ama şimdi, o insanların yüzlerine bakarken eskisi gibi hissetmiyordum. Ben de vazgeçmiştim, hem de sonuna kadar ve artık kendimi onlardan görüyordum.

Elliye yakın insan o ağaçlıkların ortasındaki meydanda duruyordu. Kimisi köşelere dağılmıştı, içkilerini yudumluyorlardı. Kimileri de sevgilileriyle sevişiyor, keyifle kahkaha atıyor, uyukluyordu. Bazılarının gözlerinde yine güneş gözlükleri vardı; eskiden şaşırmıştım, şimdi ise nedenini biliyordum.

Korel'in beni izlediğini fark ettim ama aldırmadım, hatta, "Bu insanları özlemişim," diye mırıldandım. "Aslında çok büyük bir önyargıymış."

Motosikletler ağaçların kenarlarına park edilmişti, Korel'in motosikleti ise geride kalmıştı. Sorgulamak istedim ama karşıdan bize doğru yürüyen Büge ile Gürkan'ı gördüğümde ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

Büge yine bir anda sıkıca boynuma atladı ve hâlâ ağrımaya devam eden sırtım sızladı, dişlerimi sıktım. "Nerede kaldınız? Bir an Korel seni kaçırdı sandım!"

"Minel'i kaçıracak olsam ilk sana söylerdim, Büge," dedi Korel gözlerini devirerek. "Bütün dünyanın duymasını en fazla böyle sağlayabilirdim." Sonra Gürkan ona elini uzattı, Korel de eline çarpıp omzunu omzuna dokundurdu. "Ortam hazır mı?"

"Her şey hazır," dedi Gürkan keyifli bir sesle. "Altı kişi yarışacak, seninle beraber beş kişi oldu. Altıncı kişi gelir gelmez başlarız." Eliyle Korel'in omzunu sıktı. "Seninle yarışmayı özledim."

"Bana yenilmeyi özlediğini söylüyorsun galiba," diyen Korel gülümsedi. "İlaçlar hazır mı?"

Bu motosiklet yarışları daha farklıydı. Bunu anımsamak bile yüzümü ekşitmeme neden oldu. Varış noktası yoktu fakat sadece bununla sınırlı da değildi. Yarışacak olanlara adrenalin iğnesi yapılıyordu ve arkalarına eşlerini bağlıyorlardı. Kalp atışlarının sonuna kadar, nefeslerinin tükenişine kadar yarışmalarını istiyorlardı. Birbirilerini devireceklerdi, en son kalan kazanıyordu.

Korel'i izlediğimde kazanmıştı fakat şimdi o kadar güçten düşmüştü ki...

Gürkan da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, "Sen adrenalin almamalısın," dedi başını iki yana sallayarak. "Hem dengen için hem kalbin..."

Korel hızla sözünü kesip, "Umurumda değil," dedi. Sonra bakışlarını bana çevirdi. "Dengem arkamda oturuyor olacak."

"Sırtlan!" İleriden bir kız koşarak Korel'e doğru geldiğinde gözlerim kocaman açıldı fakat benden önce Korel elini kaldırıp onu sertçe durdurdu. Kız bir anda bıçak gibi kesildi; kahverengi saçlarını tepesinde sıkıca toplamıştı ve dudağında piercingi vardı. "Seni uzun zamandır görmüyorduk," dedi yarı tereddütlü yarı şok içinde. Baştan aşağı onu süzdü. "Ama sen epey kötü durumdasın. Kokainden mi?"

Korel gözlerini devirdi. "Nasılsın..." Yüzünü ekşitti. "Adın neydi?"

Benimle olan her anısını gününe kadar hatırlarken, karşısındaki kızın adını nasıl hatırlamazdı?

"Zehra," dedi çenesini kaldırarak. "Aslında ben sana başka bir şey soracaktım." Kız göz ucuyla bana baktı. Arkada çalan yüksek sesli R&B müziğinden dolayı sesi zor duyuluyordu.

Korel, "Eşim var," dedi beni göstererek. "Yani bundan böyle kendime eş aramama gerek kalmayacak..."

Zehra hemen sözünü kesti. "Aslında seni değil, abini soracaktım, o nerede?"

"Abim mi?" Korel buz kesildi, kaşları çatıldı. "O da nereden çıktı?"

Zehra şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Bu motosiklet yarışlarını o düzenledi, geleceğini söylemişti aylar sonra." Dudaklarım aralandı, Korel'in yüzü direkt Gürkan'a kaydı ama Gürkan da bilmiyormuş gibi dudaklarını büktü.

Tam o sırada, arkamızda birinin toprak zeminde ayak seslerini duyduk ve ağaçlardaki sarkıt ışıklar sayesinde yüzü aydınlandığında Korhan bize doğru yürüyordu. Korel'in çenesi kasıldı, Gürkan Korel'in elini omzuna koyup sıktı, Büge ise bana dönüp neler olduğunu anlamaya çalıştı.

Korhan'ın üzerinde de siyah bir tişört vardı ve aynı şekilde siyah pantolon. Ama Korel'den daha sağlıklı görünüyordu, daha dik ve daha dinç. Adımları bile daha sağlamdı. Bu zamana kadar Korhan'ı hep takım elbiseyle ya da resmi kıyafetleriyle görmüştüm; ilk defa üzerinde tişörtüyle gördüğümden ötürü kolunu boydan boya kaplayan dövmesiyle yüzleştim.

Yeni mi yaptırmıştı?

Simsiyah dövme dirseğinin biraz altında bitiyordu ve ne kadar dikkatlice bakarsam bakayım ne figürü olduğunu anlayamıyordum.

"Geldim." Korhan'ın baskın sesi yanımıza geldiğinde duyuldu. Korel'in hemen karşısında durdu, gözleriyle gözlerini alt ediyormuş gibi baktı, sonra bakışları direkt bana kaydı. Şüphesiz, tereddüt bile etmeden, "Seni aradım," dedi. "Kardeşim telefonunu açtı. Önemli bir konu var, konuşmamız gereken."

Büge ve Gürkan ikisi de şaşkınlıkla bana dönüp baktığında Korel kasıldı ve bir adım atıp önüme geçti. "Burada ne işin var?"

Korhan onu tiye aldı, başını eğip bana bir kez daha baktı. "Minel, beni duydun, değil mi? Seninle konuşmamız gerek."

"Sana diyorum." Korel biraz daha ona yaklaştı ve tamamen önümü kapattı. "Senin burada ne işin var?"

Korhan gözlerini devirdi. Bıkkınlıkla, "Benim inimde, bana ne işim olduğunu mu soruyorsun?" diye sorusuna soruyla karşılık verdi. Çenesini havaya kaldırdı. Korhan Korel'den birkaç santim daha uzundu ya da Korel tam anlamıyla dik durmadığı için böyle görünüyordu. O an gerçekten de ikisinin birbiriyle boyları dışında fiziksel olarak benzemediklerini fark ettim. Ben ve ablam birbirimize benziyorduk örneğin ama Korel ve Korhan...

Korel kumral bir adamdı ama Korhan esmerdi. Simsiyah saçları vardı. Elbette iki kardeş birbirine zerre benzemeyebilirdi ama Korhan'ın üvey evlat olduğunu duyduktan sonra aralarında ufacık bir benzerlik olmaması gözüme daha fazla çarpmaya başlamıştı.

"Buraya neden geldin?" Korel soruyu sorarken ellerini yumruk yapmıştı. Bu kadar öfkeli olması bile korkmama neden oldu.

"Minel'le konuşmaya." Başıyla meydanı gösterdi. "Ve yarışmaya."

"Minel'le konuşmak mı?" Korhan'a daha fazla sokulduğunda aralarında bir nefeslik mesafe kalmıştı. "Onunla bir daha tek bir kelime bile konuşamayacaksın çünkü buna izin vermiyorum."

"Of Korel," dedi Korhan, sonra onu bir anda omzundan iteklediğinde diğer tarafa kaydı ve Korhan bana doğru adım attı. Ama Korel bunun ardından hırlayıp sertçe Korhan'ı omzundan itekledi.

"Ondan uzak dur, pisliğini ondan uzak tut." Meydandaki insanlardan bazıları Korhan'a doğru dönmüştü, düşmanıymış gibi bakan tek kişi Korel'di. Korhan ise umursamazlığını ona gösteriyordu.

Gürkan, Korel'i kolundan tutup, "Sakinleş," dedi. "Burada tartışmak istemezsiniz."

"Korel'e fark etmez," diyen Korhan ellerini ceplerine yerleştirdi. "Her ortamda gövde gösterisi yapmaktan hoşlanır ama herkes bilir ki her yerde benim sözüm geçer." Bakışları Zehra'ya kaydı. "Yarışlara benimle katılıyorsun."

Ağzımı bıçak açmıyordu; Korel'e de Korhan'a da bir şey söyleyemiyordum. Fakat Büge diğer taraftan merakla kulağıma eğilip, "Senin Korhan'la ne işin var?" diye sordu. "O seni nasıl affedebildi?"

İşte asıl soru buydu. Korhan beni nasıl affedebilmişti? Aslında Korhan beni affetmediğini ama üzüldüğünü söylemişti fakat artık bana karşı nefreti de yoktu.

"Bana sadece yardımcı oluyor," diye mırıldandığımda kimsenin duymamasına dikkat ettim. "Ve ona karşı büyük bir vicdan azabı duyduğumun farkında."

Büge kaşlarını çattı. "Bunu sana karşı kullanıyor mu?"

"Hayır." Yüzümü ona çevirdim. "O öyle biri değil."

Büge öfkelendi, başını omzuna düşürdü. "Onu bu şekilde nasıl savunabiliyorsun?" dedi kısık sesle ama dişlerini sıkmıştı. "Onu Korel tutmasaydı o kumarhanede seni öldürebilir..."

"Büge, yeter!" Sesim yüksek çıktı, Korhan'ın gözleri direkt bana kaydı ama Korel hâlâ ağabeyine bakıyordu.

"Seni aradım," dedi bir kez daha yüzüme bakarak. "Görmedin mi?"

Korel'in derinden, öfkeli nefeslerini önemsemeden, "Dikkat etmedim," diye mırıldandım ama Korel'in onunla konuştuğunu bana söylemesini zaten bekleyemezdim. Hangi ara telefonumu...

Gözlerim açıldı. Telefonum sırt çantamdaydı ve o sırt çantamın içinde Korel'in dosyaları da vardı. Ama onları görmüş olsa bunu bir şekilde bana söyleyebilirdi ya da belli edebilirdi. Hiç olmazsa şimdi ağabeyine karşı kullanırdı.

Korel bir kez daha Korhan'ı omzundan itekledi ama Korhan sarsılmadı bile. "Onu intikam oyununa dahil etmene izin vermeyeceğim."

"İntikam oyunu mu?" Korhan gülmeye başladı ama samimi bir kahkaha değildi. "İntikam oyunlarından en iyi sen anlarsın, Korel. Herkesi kendin gibi görmemelisin."

Korel hırladığında Gürkan ikisinin arasına girdi ve sert bir sesle, "Kendinizi rezil etmek mi istiyorsunuz?" diye sordu ikisine birden. "Herkes size bakıyor, kendinize gelin."

"Başlarım yarışına da sana da," diyen Korel, bir anda kolumu kavradı ve beni kendisine çekti. "Biz gidiyoruz."

Bana fikrimi bile sormadan yürümeye ve beni de yanında sürüklemeye başladığında, "Korel," diye inledim. "Ne yaptığını sanıyorsun?"

Ama Korhan öfkelenmek yerine arkamızdan kahkaha attı. "Benimle yarışmaya korkuyor musun, kardeşim?" diye sordu iğneleyici bir tınıyla. "Benimle sadece bir kez yarıştın; küçüktün ve kaybettin. Bir daha benimle yüzleşmedin. Şimdi de korkup kaçıyorsun, öyle mi? Sırtlan, adının hakkını veriyorsun."

Korel durdu, vücudum vücuduna çarptı ve parmakları hissettiği öfkeyle kolumu daha sıkı tutup bir anda bıraktı. Arkasını dönüp Korhan'a bakarak, "Senden korktuğumu mu düşünüyorsun?" diye sordu. "Senden çekindiğimi ya da? Hadi oradan, beni yenebileceğini sanıyorsun, öyle mi? Korhan, sen kendini ne sanıyorsun?"

Korhan istediği cevapları alıyormuş gibi gülümsedi, sonra, "Benim kim olduğum çok da önemli değil aslında," diye mırıldandı. "Senin kim olduğun önemli." Korel o tarafa doğru yürümeye başladığında bu sefer kolunu tutan bendim ama gücüm yetmedi. "Sen sırtlansın ve savaşmazsın, sadece leşlerle beslenirsin ama unutma, yedikleri leşler genelde aslanlarındır. Sen benim olmadığım yerlerde bıraktıklarımla idare edersin ama ben geldiğimde sen leş olmamak için kaçarsın çünkü ben aslanım."

Korel eski durduğu yere geri döndüğünde ve ben hemen arkasında onun kolunu sıkıca tutarak beklediğimde, "Korel," diyebildim çünkü kollarındaki damarlar belirginleşmeye başlamıştı, teni yanıyordu. "Sakinleş."

Öfke. Bir insanı her türlü hatanın kollarına itekleyecek yegâne duyguydu. Korel'in öfkesi ise onu hatanın kollarına mı yoksa bir aslanın kollarına mı bırakacaktı, bilmiyordum.

"Kendini aslan mı sanıyorsun?" diye sordu Korel. "Ne yazık. Ormanlar kralı, masal diyarına geri dön. Gerçek dünyada sadece sırtlanlar vardır."

"Madem o kadar ufak görüyorsun beni," Korhan kollarını iki yana açtı, "yarış benimle Sırtlan. Bir sırtlanın aslanı yenebileceğini göster herkese!" Bunu öyle yüksek sesle söyledi ki o kadar müziğe rağmen çoğu kişi bunu duydu ve direkt bulunduğumuz yere odaklandılar.

Büge Korhan'ın tarafında durduğunu fark ettiği anda direkt yanıma geldi. Bu şekilde fiziksel olarak bile yanında durmak istemeyecek kadar ondan nefret etmesi beni şaşırttı. Korel'e ise güvenle bakıyordu.

Kararının ne olacağını çok iyi biliyordum. Korhan onu gaza mı getirmeye çalışmıştı bilmiyordum ama Korel'in gözlerinde bu yoktu, hırs vardı. Eskiden ona yenilmişti, ne şekilde olursa olsun ve şimdi, bu cümleler o hırsını tekrar canlandırmıştı.

Bir dakika geçti, içimden saniyeleri saydım ve herkes sabırla onları bekledi.

En sonunda Korel, "Öyle olsun," dedi. "Yarışalım."

Tek dediği buydu. Sonra beni de yanında götürerek meydanın diğer tarafına ilerledik, Gürkan ile Büge de peşimizden geldi. Gürkan, Korel'e yetişerek, "Yapma bunu," dedi. "Bilerek yapıyor. Ne durumda olduğunu biliyorsun, kalbin kaldırmaz."

"Gürkan, kapa çeneni."

"Korel, beni dinle."

"Gürkan!" Korel'in gür sesi inledi. "Kapa çeneni!"

İleride sırt çantasıyla duran adama doğru ilerlediğinde kendisine adrenalin iğnesi yaptıracağını anlamıştım. Üçümüz beraber geride kaldığımızda Büge Gürkan'a, "Gaza geldi," dedi. "Korhan bunu bilerek yaptı, nasıl fark etmez?"

"Gaza gelmedi." Gürkan Korel'e bakarken bir şeyler yapmak istediği halde hiçbir şey yapamıyordu. "Aslında hep istediği Korhan'la tekrar yarışmaktı, şimdi Minel'in yanında olması onu vazgeçirirdi, o kadar."

"Ama vazgeçmedi." Dudaklarımdan kelimeler dökülürken, Korel o sırt çantalı adamın önüne oturdu ve bacağını adama uzattı. Adam hiçbir tepki vermeden çantasından şırıngayı ve ilacı çıkardığında gözlerimi o taraftan çevirip Gürkan'a baktım. "Kalbin kaldırmaz derken ne demek istedin?"

Gürkan sessizliğini korudu, böyle yapacağını biliyordum çünkü Korel'in anlatmayacağı hiçbir şeyi bana anlatmazdı ve tam da öyle yaptı.

Arkamızdan Korhan ve diğer yarışacak insanlar da geldiğinde Gürkan Korel'in yanına gittik, benle Büge ise olduğumuz yerde kaldık.

Beni sorgulamasını ve üzerime gelmesini bekledim ama ilk defa Büge de sessizlik istiyormuş gibiydi.

Neredeyse üç-dört dakika sonunda bütün yarışacak insanlar hazırlanmış, motosikletlerinin başına geçmişti. Korel ise daha önce görmediğim bir motosiklete doğru ilerliyordu. Korhan en son adrenalin iğnesi yaptıran kişiydi.

Bir adam, yarışlarda arkada duracak kızları eşlerinin yanına gitmesi için uyardı. Büge'yle o an, son kez bakıştık. Elimi sıktı. "Keyifli bir yarış olmasını isterdim," dedi. "Ama görüyorum ki berbat bir yarış olacak."

Cevap vermedim ve ben de elini sıktığımda Korel'in olduğu yere ilerledim. Kendisi motosikletinin direksiyonuyla oynarken, Büge de Gürkan'ın yanına ilerledi. Diğer üç kişinin siması da tanıdıktı ve bize en uzak duran kişi Korhan ile Zehra'ydı.

Korel'in yanında durduğumda, "Sadece bağlanmak yetmez," dedi yüzüme bakmadan. "Beni sıkıca da tut. Ama eğer dengemin sarsıldığını fark edersen beni dengede tutmak için elinden geleni yap. Hiçbir sonuç alamadın mı? Direkt bana durmam gerektiğini söyle çünkü diğer türlü ikimizin de canı çok yanar."

"Dur dediğimde duracağına inanmıyorum." Aslında öfkeli değildim ama sesim neden öfkeli çıkmıştı anlayamamıştım.

Korel ellerine ceplerinden çıkardığı eldivenleri giyerken bana dönüp bakmadı fakat bilerek yapıyor gibiydi. Söylediğimi duymazlıktan gelerek, "Diğer konu, eğer titremeye başlarsam sakın korkma," dedi. "Adrenalin bana daha fazla etki ediyor, diğerlerinden daha fazla titriyorum." Eldivenleri giydiği ellerinin titremeye başlamasından bu belliydi. "Sadece keyif almaya bak."

"Korel..."

"Eğer zarar görmeye başlarsan," dedi, sonra diğer eline de eldiveni giydi. "Dur de. İşte o zaman gerçekten dururum. Beni sadece senin zarar görmen durdurur, Minel."

"Korel," dedim bir kez daha ama yine sözümü kesti.

"İnsanların konuşmalarına aldırış etmemeye çalış," dedi. "Onlar sadece çığlık atıyor, korkutmaya filan çalışıyorlar. İyi olacak, bir sorun yok..."

"Korel," diye inlediğimde parmaklarımın ucunda yükseldim ve ellerimle yüzünü avuçladım. Bakışlarını zorlukla kendime çevirdiğimde onun arka tarafında kalan Korhan'ın direkt bizi izlediğini gördüm. "Onu yenmek istediğini biliyorum, bunu görebiliyorum ama önemi yok, anladın mı? Kaybetsen de önemi yok. Sakinleş."

Korel'in yaprak sarısı gözlerinin gözbebekleri kocaman olmuştu ve başı da yavaşça titremeye başlamıştı. Derin nefesler alıyordu ama daha önce aldığı gibi değildi.

"Kaybedemem," dedi eldivenli ellerini bileklerime yerleştirerek. "Kaybedemem, Minel, anlıyor musun? Ona her seferinde kaybettim, yenildim, bir kez daha olsun istemiyorum."

Korhan bizi duymuyordu ama yüzünde öyle alaycı bir gülüş vardı ki bu ona aylar sonra nefretle bakmama neden olduğunda bunu gördü. Yeniden bakışlarımı Korel'in yaprak sarısı gözlerine çevirdiğimde yüzünü daha sıkı tuttum. "Kazanacaksın," dedim. "Kazanacağız."

Dans etmeden önce, dans ederken ve dans ettikten sonra beni nasıl umutlandırdığını anımsadım. Öylesine büyük bir umuttu ki o konuştuğunda inanıyor, dansa daha fazla bağlanıyordum.

Ben ona söylediğimde de inansın, umutları çoğalsın istedim.

Korel bir anda eldivenli ellerini yüzüme yerleştirdi ve beni kendisine çekip dudaklarını dudaklarıma yasladığında hissettiği hırsla ve benim ona verdiğim umutla öptü. Yüzündeki ellerim donakalıp havalandığında gözlerim irileşti, Korhan'ın yüzündeki alaycı ifade bir an silindi fakat Korel'in dudaklarını daha fazla hissettiğimde gözlerimi kapattım.

Beni sakince öptü. Çok kısa bir süre ama saatlerce sürseydi bu kadar etki etmeyeceğini biliyordum. Dizlerim heyecanla titredi ve nefesim kesildi. Havada kalan ellerim omuzlarına tutundu çünkü düşecek gibi oldum ama o öyle sıkı tuttu ki herkesin ortasında, beni orada öptü. Birkaç saniye. Bizi o birkaç saniyede herkese gösterdi.

Kalbim hızlandı, sanki o adrenalin iğnesini vurduran benmişim gibi başım döndü, titredim ama geri çekildiğinde kapalı gözlerimi açıp ona büyük bir ihtiyaçla baktım. Daha fazla öpsün istedim, daha fazla benimle kendisini paylaşsın istedim.

"Kazanacağız," dedi alnını alnıma yaslayarak. "Sen buradaysan." Sonra o titreyen ellerini yüzümden çekip motosikletine oturdu ve ellerini direksiyona koydu. Az önce iğne vuran adam yanımıza yaklaştığında bana doğru, "Arkasına bin," dedi. "Bağlayacağım."

İkiletmeden Korel'in arkasına bindim ve vücudumu vücuduna yapıştırdım. Kollarımı beline sarıp yavaşça yukarıya tırmandığımda avuçiçim göğüs kafesine değmese bile kalp atışları öylesine şiddetli, öylesine yüksekti ki gözlerim kocaman açıldı. "Korel..." dedim nefesim kesilirken. "Kalbin..."

Başımı eğip baktığımda, "Sıkı tutun," dedi sadece. "Ve sakın sarılmaktan vazgeçme."

Titreyen elleri sıkıca direksiyonu kavradı, daha fazla titremesini engellemeye çalışıyordu.

Hemen yanımıza Gürkan ile Büge geldiğinde, diğer tarafımızda duran adam göz bandını yüzüme yaklaştırdı. Korel ise dönüp Gürkan'a, "Sen diğerlerini hallet," dedi. "Korhan'ı ise bana bırak."

"Korel..." Gürkan'ın uyaran sesi dikkatliydi. Bakışları direkt Korel'in titreyen ellerine kaydı, Korel ise ona bakmak yerine tam karşısına bakıyordu. Kimbilir yüzü ne haldeydi. "Vazgeçebilirsin..."

Korhan uzağımızdaydı ama gözlerinin hâlâ üzerimizde olduğuna emindim. Ona bakmadım, zaten elinde göz bandı olan adam onu direkt yüzüme yaklaştırdı. İlk önce karşı koymak istedim ama bunu yapmak saçmalık olacağı için son kez Korel'in titreyen ellerine bakıp, "Lütfen kötüleşirsen bana bunu söyle," dedim. "Olur mu?"

Hiçbir şey söylemedi. Adam bir anda arkamdan siyah göz bandını sıkıca bağladı ve gözlerim karanlıkla buluştu. Kendimi kör bir insanmış gibi hissettiğimde etrafıma baktım ama adam bana, "Sakın göz bandını çıkarma," dedi. "Sen sadece eşinin dengesini sağlamaya çalışacaksın."

"Neden göz bandını çıkarmayayım?" Sesin geldiği tarafa dönüp konuştum ama beni duydu mu bilmiyordum, birkaç saniye sonra toprak zeminde adımlarının bıraktığı sesiişittim. Cevapsız kaldım.

Parmaklarım Korel'in tişörtünü daha sıkı kavradı, ellerim göğüs kafesinin üzerine tırmandı. Kalbi avcumun içinde dışarı fırlayacakmış gibi atmaya devam ediyordu. Daha önce de adrenalin iğnesi vurulduğu zaman girdiği bir yarışta kalbine denk gelmiştim ama bu sefer çok daha kötüydü. Bu sefer bir şeyler ters gidiyordu.

Derin nefesler alıyordu, omuzları inip kalkıyordu. Burnundan verdiği her nefes ağzında son buluyordu. Vücudu da titremeye başlamıştı.

Gürkan'a dönüp onun iyi olmadığını söylemeyi bile düşündüm fakat çoktan geri sayıma başlamışlardı. Az önce yanımızda olan adamın sesi üçten geriye saydı. "Üç!" dedi. "İki! Bir! Başla!" Bir anda Korel'e sıkıca tutunduğum yerde bile öne atıldığımda motosikletini hareket ettirdiğini anladım. Öyle hızlı kullanıyordu ki saçlarıma vuran rüzgâr onları yolacak kadar şiddetliydi. Sert bir viraj aldı, diğer motosikletlerin sesi de kulaklarıma doldu. İnsanların çığlıkları müziğin sesini kısmıştı. Bir yandan Sırtlan sesleri duyuyordum, diğer yandan başka isimler. Ama daha çok Korhan için haykırdıklarına emindim.

Aslan, diyorlardı. Korel'in Sırtlan ismini seçmesinin nedeninin bile ağabeyinden ötürü olduğunu anladım.

Çenemi Korel'in sırtına yaslayıp ona sıkı sıkı sarıldığımda yoldaki taşlıklar motosikleti daha fazla sarsıyordu. Başka bir zaman olsaydı, yani Korhan'la böylesine büyük bir yarış içerisinde olmasaydı, inanılmaz keyif alacağım bir durumdu çünkü adrenalin kalbimde canlanıyordu, iğnesini olmadığım halde. Fakat şimdi bu heyecanı hissetmem bile yanlışmış gibi geliyordu. Çünkü içimde çok kötü bir his oluşmuştu, kötü bir şeyler olacaktı.

Korel'in nefesleri hızlandı, sırtı kasıldı ve vücudu daha fazla titredi ama dengeyi olabildiğince sağlamaya çalıştı. Sonra bir anda her ne olduysa herkes, "Doktor!" diye bağırdı. Büyük ihtimalle Gürkan'ın takma ismiydi, birini devirmişti, inleme sesleri duyuluyordu.

Yarışmada altı kişi vardı. Şimdi beş kalmıştı. Korel'in diğerleriyle işi yoktu, tek istediği Korhan'dı; bu yüzden kimseyi devirmeyecek, kendisini devirmeye çalışanlardan ise kaçacaktı. Gürkan zaten yarışmazdı. Yani geriye iki kişi kalmıştı. Onların da çaresine bir şekilde Gürkan bakacak diye düşünmüştüm ki bu sefer Korhan'ın adının haykırıldığını işittim.

Korel'in ne yapmaya çalıştığını anlamış, kendisi de insanları düşürmeye başlamıştı.

Parmaklarım Korel'in tişörtünü daha sıkı kavradığında o kadar fazla rüzgâra rağmen sırtının ve ensesinin terlediğini fark ettim. Nefesini kesik kesik almaya başlamıştı ama bunu da dengeye sokmak için elinden geleni yapıyor gibiydi. Lanet olsun ki onu göremiyordum, onu kör bir insan gibi hissetmeye çalışıyordum.

"Hallet şunu Gürkan," diye fısıldadığında sesi de titremeye başlamıştı. "Zamanım daralıyor."

"Ne zamanından bahsediyorsun?" Elbette ki bana yanıt vermedi ama buna da gerek yoktu, iğneden dolayı gitgide kendini kaybetmeye başlamıştı ve zaman aktıkça gücü yok oluyordu. "Korel," dedim korku dolu bir sesle. "Çok şiddetli titriyorsun." Korel'in bir an için titremeleri durdu, kasıldı, sonra tekrar devam ettiğinde bu sefer daha fazlalaştı. Öyle ki ben arkasında ona sıkıca sarılmış, çenem sırtındayken başım titriyordu. "Korel!" dedim yüksek sesle. "Bunu yapma!"

Bir çığlık sesi daha geldi, sonra Gürkan'ın adını haykıran çığlıklar. Sonuncu kişi de yarışmada kaybetmiş ve geriye üç kişi kalmıştı: Korhan, Gürkan, Korel. Aslan, Doktor, Sırtlan.

Ama elbette ki Gürkan geriye düşmüş olacak ki herkesten şaşkınlıktan gelen küfürler duyuldu. Fakat sonra yine heyecanları arttı çünkü Korel sert bir viraj daha aldığında Korhan'la karşı karşıya geldiğini anlamıştım.

Zaman durur gibi oldu, nefesim kesildi ama sonra Korhan'ın o yüksek sesini duydum. "Beni yenebileceğini mi sanıyorsun?" Güldü, kahkahası öylesine korkutucu geldi ki kulaklarıma, Korel'e iyice sokuldum ama titremeleri beni bile geriye atıyordu.

"Seni yeneceğim," dedi, hatta demeye çalıştı ama titreyen sesiyle bağırmayı denese de cümlesi inleme gibi çıktı. Hırladı, haykırdı sonra motosikletten homurtular çıktı. Motosiklet öne atıldığında bir anda sert bir darbe aldığımızı hissettim. Yana devrileceğimiz sırada Korel bütün dengeyi zorlukla da olsa sağladı, bir ayağım aşağı sarktı, dudaklarımdan tiz bir çığlık koptu.

Korhan saldırmaya başlamıştı.

"Sana her şeyi ben öğrettim." Korhan bağırmıyordu ama öylesine yakınımızdaydı ki motosikletler dönerken, sanki kulağıma fısıldıyor gibiydi. "Sana motosiklet sürmeyi bile öğreten benim. Bu sahibine meydan okumakla aynı şeydir."

Avcumun içinde Korel'in kalbi can çekişti, kemiklerini bile kırabileceğine inandım. Teni cayır cayır yanıyordu. Direksiyonu kavrayan kolları ise artık dengeyi sağlayamıyordu. Bacakları kendisinden habersizmiş gibi hareket ediyor olmalıydı.

"Sen benim sahibim değilsin," dedi kısık sesle. Korhan duymaz sandım ama duydu, sonra bir darbe sesi daha geldi fakat bu sefer darbeyi yiyen biz değildik, Korhan'dı.

"Ah!" dedi Korhan alayla birkaç dakika sonra. "Senin sahibin öldü, Korel. Baban öldü. Artık kölelik bitti desene."

Korel bir kez daha haykırdığında motosiklet yana yattı ama bu sefer darbeden dolayı değildi, artık dengesini kaybetmişti. Bir şeyler söylemek istediğini biliyordum ama diyemedi.

Korel çok kötü haldeydi; avcum onun kalp atışlarından yan saydı şu an kül olmuştu.

"Korel, dur," dedim yalvarır gibi kulağına. "Ne olur dur, iyi değilsin."

Bir darbe daha geldi. Korhan öyle sert vurdu ki neredeyse bacağıma çarpıyordu ama Korel durmadı. Motosikletin dengesini sağlayan ise Korel değil benim yerle buluşan ayağım oldu.

"Korel," dedim acıyla. Çenem kasıldı, artık ben de titriyordum çünkü ona bir şey olacağından korkuyordum. "Dur, yalvarırım dur."

Başka bir darbe daha geldiğinde motosikletimiz kendi etrafında döndü ama bu sefer Korel zorlukla dengeyi sağlamaya çalıştı.

"Kaybedeceksin," dedi Korhan hırsla. "Kaybedeceksin."

"Hayır."

"Korel!" Başka hiçbir şey diyemedim, adını haykırdım, beni duysun istedim, beni hissetsin istedim çünkü bu şekilde zordu. Ama vazgeçmeyecekti, ağabeyine karşı kaybetmemek için ölene kadar bile savaşırdı, bunu görmüştüm.

Bu sefer yüzümü Korhan'ın motosikletinin sesinin geldiği tarafa çevirip, "Dur artık!" diye bağırdım Korhan'a. "O iyi değil! Dur artık!"

"Hayır," dedi Korel hırlayarak ama onun sesini sadece ben duyabildim.

Başka bir motosiklet sesi daha duyulduğunda gelen kişi Gürkan'dı. "Korel, vazgeç," dedi hiddetle. "Korel, bana bak." Nasıl görünüyordu? Gürkan küfür savurdu. "Lanet olsun, gözleri kapanıyor."

"Korel!" diye inlediğimde Korhan hangi hırsla ya da hangi nefretle bilmiyordum, öyle sert bir şekilde motosiklete vurdu ki Korel acıyla inledi ve iki ayağını da yere koyup dengesini sağlamaya çalıştı.

"Yeter!" diye haykırdım Korhan'a. "Korhan, dur! Onun ne halde olduğunu görmüyor musun? Dur artık!"

Fakat bana hiçbir cevap vermedi, durmadı da. Kardeşinin üzerine gitmeye devam etti. Gürkan da benimle beraber Korhan'a haykırdı ama onu da dinlemedi. Korel ise artık karşı atak bile yapabilecek durumda değildi, sadece kendini korumaya çalışıyor gibiydi.

"Babamın karşısında olduğun gibisin, kardeşim," dedi Korhan acımasız bir sesle. "Sadece duruyorsun. Hadi bana meydan okusana, yoksa yeni sahibinin ben olduğumu kabullendin mi?"

Bize yaklaştığını hissettim ve o an, bu kurduğu cümlelerden sonra bütün kuralları hiçe saydım, gözümdeki bandı sertçe çekip çıkardım. Çevredeki insanlar sessizce ve büyük bir heyecanla olanları izlerken ben bunu yaptığım anda çığlık atmaya başladılar. Kural ihlali dediler ama umurumda değildi.

İlk başta gözlerim bulanık bir şekilde etrafa baktı, sonra o bulanıklıkta direkt Korhan'ı gördüm. Öfkeyle ona baktığımda onun da gözleri benim üzerimdeydi. "Dur artık," dedim dişlerimi sıkarak. "Onu öldüreceksin."

"Hayır," dedi Korel vazgeçmek istemiyormuş gibi.

Korhan ise hafifçe tebessüm etti bana bakarak. Sonra başını iki yana sallayıp, "Kendini kurtar," dedi ve motosikleti bize doğru sürdü.

Her şey birkaç saniye içerisinde olacaktı çünkü artık Korel'in vücudu kendi dengesini bile sağlayamayacak durumdaydı, Korhan onun ne halde olduğuna bile bakmadan motosikletiyle Korel'i devirecekti.

Fakat Korel kaybetmek istemiyordu; bunun için kendi canını bile ortaya koyduğunu görebiliyordum.

Sadece o birkaç saniyede omzunun üzerinden dönüp acıyla bana baktı; acı çektiğini gördüm. Nefesi dudaklarından çıkarken sanki son nefesiymiş gibiydi. "Sana bir şey olmayacak," dedi sadece. Vazgeçmedi ama beni korumaya çalıştı.

Motosikleti hareket ettirdi, Korhan'a çarpmak yerine ondan kaçmak için diğer tarafa doğru sürdü fakat Korhan rahat bırakmadı. Nefret dolu bakışlarla ona baktığımda sadece, "Yeter," diyebildim ama gözlerini bürüyen hırs Korel'in gözlerindeki hırstan çok daha kötüydü.

Motosikletini üzerimize sürerken gözlerimi kapatıp derin bir nefes verdim. Tam yanımıza geldiğinde Korel'in dengesini sağlayan tek kişi ben olsam da bunu görmezlikten gelip düşeceğimizi bile bile ellerimi Korel'in sıkıca sarıldığım belinden ayırdım.

Sonrası birkaç saniye sürdü ama bu birkaç saniye seneler gibi geldi.

Korhan motosikletiyle motosikletimizin arkasına çarptığında ben de acıyla haykırıp ellerimle ve ayaklarımla onun motosikletini itekledim. Bu çabamın ardından Korel'in dengesini sağlayan kollarım ondan ayrıldığı için üzerinde durduğum motosiklet yana kaydı; artık dengede durmak değildi. Bir anda yerle buluştuğumuzda toprağın üzerine düştük ve birkaç metre sürüklendik.

Çığlık attım; bacağım motosikletin altında kalmıştı ve Korel diğer tarafa düşmüştü. Ama sadece bunlar olmamıştı, Korhan da düşmüştü.

Ne o ne Korel kazanmıştı.

Herkes büyük bir dehşetle bize bakarken, Korhan düştüğü yerde bana öyle bir baktı ki bütün kemiklerime kadar sarsıldığımı hissettim ve o an, ölüm bana hiç de o kadar uzak gelmedi.

Kumarhanede olan bakışlarının aynısıydı ama bu sefer ona böyle bir kötülük yaptığım için beni affetmeyecekmiş gibi görünüyordu.

Kendisini, benim gözümde Korel'den daha mı değerli görüyordu?

Nedeni neydi?

Büge yanıma koştu, önüme geçip motosikleti zorlukla kaldırdığında baldırımdan kan aktığını gördüm ama Gürkan'ın, "Korel," diye bağırışı bakışlarımı o tarafa çevirmeme neden oldu.

Baldırımdan akan kanı ve incinen kolumu umursamadan yerde sürünerek yanlarına ilerledim. Büge ise yardımcı olmak için kollarımı kavrayıp beni ayağa kaldırdı.

Gürkan Korel'in önünde dizlerinin üzerine çöktü ve elleriyle onun yüzünü kavradı. Korel ise yerde titremeye başladığında dudakları aralıklıydı, gözlerinin beyazı görünüyordu sadece. Topallayarak o tarafa giderken, "Gürkan," diye bağırdım. "O iyi mi?"

Değildi, çok kötüydü; bunun olacağı belliydi ve biz, hepimiz bile bile onu bu yola sürüklemiştik.

"İntihardı bu, aptal," dedi Gürkan, Korel'in yüzünü sıkıca kavrayarak. "İntihardı bu. Nasıl izin verebildim?"

Bacakları öyle titriyordu ki öne atılacak gibi oldum ama Büge beni sıkı sıkı tutup engelledi. Gürkan ise eğilip Korel'in kalbini dinledi, sonra küfürler savurarak ellerini boynuna yerleştirdi. Sonra dudaklarını aralayıp, "Öksür," diye bağırdı. "Korel, öksür."

Korel duymuyor gibiydi, ellerimle ağzımı kapatıp bir kez daha atıldım ama Büge öyle sıkı tutuyordu ki, "Bırak," diye bağırdım. "Neler oluyor?"

Korel zorlukla öksürmeye başlamıştı, nefes alamıyor gibiydi. Elleri havaya kalktı, bacakları hareketlendi ve irisleri görünür gibi oldu. Sonra yan tarafa dönüp kusmaya başladığında artık daha fazla dayanamayıp Büge'ye dirseğimi geçirdim ve o tarafa koştum.

Gürkan gibi dizlerimin üzerine çöktüğümde, "Neler oluyor?" diye bağırdım bir kez daha. "Onun neyi var? Sadece adrenalin mi?"

Gürkan başını iki yana salladı, sonra Korel'i yan döndüğü yerden düzeltip Büge'ye bakarak, "Taksiyi ara," dedi. "Çabuk!"

Büge donakalmış vaziyette telefonunu çıkarıp taksiyi ararken, Gürkan onu ayağa kaldırmak isteyip kolunu tuttu. "Taksi mi?" dedim büyük bir endişeyle. "Ambulansı..."

Korel acıyla inledi ve bir kez daha eğilip kustu. Tek çıkardığı şey içkiydi. Hiçbir şey yiyip içmiyordu, öylesine kötü bir haldeydi ki.

"Gürkan! Sana diyorum!"

"Hayır," dedi Korel o kadar acının içinde.

Bu sefer Gürkan'ı omuzlarından sertçe tutup kendime çevirdiğimde, "Onun neyi var?" diye sordum dişlerimi sıkarak. "Onun kalbinde bir sorun var, değil mi? Bana bunu önceden de söylemişti, kalbinin doğru çalışmadığını ve..."

"Kalp yetmezliği var Korel'in," dedi başını iki yana sallayarak. "Ve o iyileşmek yerine kendisi için en kötülerini yapıyor. O ölüyor, Minel."

Continue Reading

You'll Also Like

1M 71.2K 55
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
2.5M 79.3K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
15.7K 178 13
Beyza Aksoy 7 Nisan 2000 tarihinde dünyaya gelmiştir. İstanbul'da yaşamaktadır. Küçük yaşlardan beri yazmaya ilgisi olan yazarın Denizimsi, Siyah Kuğ...
1.6M 52.6K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...