EMARE SERİSİ

By asliaarslan

1.7M 105K 139K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... More

EMARE SERİSİ
EMARE, Maske (alıntı)
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 20. KAFES
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 27. KONSER
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE MASKE: 15. HİSLER

11.5K 968 692
By asliaarslan

İnsan avuçlarının içinde hem gücü hem de güçsüzlüğü yaşatırdı. Parmakları başka parmaklarla buluştuğunda o avcunun içinde güç filizlenirdi; o parmaklar başka parmaklardan ayrıldığı za-

man güçsüzlük doğardı. Filizlenen her güç, bir gün kururdu.

Prometheus avuçlarının içinde ne gücü ne güçsüzlüğü yaşatmaya çalışırdı. Biri onun ellerini tutarsa o kişinin ellerindeki güç kururdu; biri onun ellerini bırakırsa o güç biraz daha yeşerirdi.

Çünkü Prometheus'un çocukluğuna ekilen o tohumdaki tek duygu, intikamdı. Önce ailesinden intikam almıştı, ardından insanlardan ve en sonunda kendisinden. Prometheus'un intikamı yine Prometheus'un ellerinden olacaktı.

Adımları barın içinde gezinirken en çok düşündüğü, o avuçlarının içindeki gücün gittikçe arttığıydı. Loş ışıkta çevresine şöyle bir baktı, kadim dostu sahneye çelloyu getiriyordu. Kendi çellosundan başkasını çalmaktan hoşlanmazdı fakat bu sefer, bir kez olsun, sanatını bu sahnede göstermek istiyordu.

"Kadim dostum," dedi heyecanlı bir sesle. Maskesinin ardındaki gözleri parıldadı. Sokakta yaşayan kimsesiz adam, onun tutsağı olduğundan beri fazlasıyla zayıflayıp çökmüştü. Doğru düzgün yemek yemiyordu, gücü yoktu; bu yüzden olmalı ki çelloyu bile zorlukla taşıyordu. Prometheus'un gözünden bu ayrıntı kaçmadı, gülümsemesi genişledi. "Tanrı bazen senin gücünü ellerinden alır. Seni aç bırakır, susuz bırakır, nefessiz bırakır fakat bunları ona geri verdiğinde şükretmeni bekler. Senden olanı senden aldım, şimdi geri veriyorum. Bana şükret!"

Prometheus'un kadim dostunun bakışları, onun her seferinde farklı bir şekilde taktığı maskesinden ayrılıp ilerideki tahta sandalyede oturan adama kaydı.

Ağzını, adamın üzerinden çıkardığı gömleğiyle bağlamıştı. Fakat ona bakarken yüzünü buruşturmasına neden olan bunlar değildi. İki elinden sapladığı bıçaklar tahtayla bütünleşmişti ve hareket etmesini engelliyordu. Ayakları acıdan sarsılıyor, dolu gözleri büyük bir korkuyla karşısındaki sahneden ayrılmıyordu.

Prometheus adamın arkasından yürüyüp önüne geçti ve kollarını açıp ilerideki loş ışığın tam olarak vücuduna çarpmasını sağladı. "İşte buradayım!" dedi aynı heyecanlı sesiyle. "Gösterime hazır mısın?"

Kimsesiz adam başını iki yana salladı, aylardır cinayet işlememesinin nedenini iyileşmesi olarak yorumlamıştı fakat geri döndüğünde, tam anlamıyla eskisinden daha fazla gözü dönmüş görünüyordu.

"Ona ne yapacaksın?" diye sordu yutkunarak.

Prometheus sandalyedeki adamın gözlerinin içine bakarken, sandalyedeki adam ise kim olduğunu anlamak için dikkatli gözlerle onu süzüyor, bir yandan da acıyla inlemeye devam ediyordu.

"Ona Tanrı'nın müziğini dinleteceğim," diye mırıldandı. "Son duyduğu ses, benim melodim olsun istiyorum."

"Onu öldüreceksin, değil mi?" Kimsesiz adam kurduğu cümlenin ardından dudaklarını birbirine bastırdı.

Fakat Prometheus omzunun üzerinden ona bakarak, "Benim güzel kadim dostum," dedi, ardından dönüp sahneye yürümeye başladı. "Neden insanları bu kadar önemsiyorsun? Sen yalnızdın, kimsesizdin ve bu insanlar seni önemsemiyordu bile. Şimdi neden onların canları bu kadar umurunda?"

Kimsesiz adam ne diyeceğini bilemedi. Yaşadıklarını midesinin kaldıramadığı olmuştu ama artık o dönemleri atlattığını hissediyordu. Prometheus bir gün onu tutsak ettiği yere geldiğinde ilk defa sadece sohbet etmişti. Öyle bir konuşmuş, öyle bir zihnine işlemişti ki kimsesiz adam, artık onu Tanrısı gibi görmeye başlasa da insanlara acımadan edemiyordu.

"Üzgünüm, bunu yapmamalıyım." Kimsesiz adam başını iki yana salladığında Prometheus sahneye çoktan tırmanmış, çellonun yaslandığı sandalyeyi düzeltirken, bir eliyle de çelloyu tutmuştu.

"Seni anlıyorum." Prometheus sandalyeye oturdu. Orada, karşılarında acı çeken bir adam yokmuşçasına birbirlerine uzun süre baktılar. "Her şeyi öğrendin, kadim dostum," dedi derin bir nefes vererek. "İnsanlara acımaman gerektiğini de öğreneceksin çünkü unutma, acımasızlık seni daha güçlü kılar."

Bacaklarını iki yana açtı. Çelloyu iki bacağının arasına yerleştirdiğinde elinde tuttuğu yayı havaya kaldırdı. Ardından çelloya bir kez dokundurdu. Akordunun bozuk olduğunu fark edip ayarlamaya başladı.

Karşılarında duran adamın ellerinden kanlar yerlere dökülürken, daha sesli inlemeye başlamıştı çünkü tam kemiğine isabet eden bıçaklar kan kaybından ölmesine bile neden olabilirdi.

Kimsesiz adam kalbinin derinliklerinde Prometheus'a karşı duyduğu büyük bir hayranlıkla ve tutsaklıkla, "Onu neden öldüreceksin?" diye sordu.

Prometheus çellonun akordunu yaptıktan sonra başını eğdiği yerden kaldırıp kimsesiz adamla göz göze geldi. Uzun bir süre ona baktı. Onu ilk bulduğu, ilk gördüğü anı anımsadı. Öylesine korku dolu, öylesine şefkatliydi ki şimdiki adamın gözlerine yavaş yavaş hissizliğin ve kendisine karşı duyduğu hayranlığın yerleşmesi, keyiflenmesine neden olmuştu.

"Hayatında izlediği en son gösteri olabilmesi için," dedi dikkatli ve sakin bir sesle. "Ve sen bugün benim Azrail'im olacaksın."

Eskiden olsa kimsesiz adam korkardı ya irkilirdi fakat sadece başını bir kez sallamakla yetinmişti.

"Şimdi," dedi Prometheus karşılarındaki acı çeken adamı işaret ederek. "Onun konuşmasını sağla, kadim dostum. Onu dinlemek istiyorum."

Kimsesiz adam ağır ağır yürüyerek sahnenin merdivenlerinden indi ve o tarafa doğru yürüdü. Adam büyük bir korkuyla kimsesiz adama bakarken kafasını iki yana salladı; kimsesiz adam ise bu durumdan neredeyse hiç etkilenmedi. Arkasına geçip sıkıca Prometheus'un bağladığı gömleği açtığı anda, adamın çığlık sesi barın içinde çınladı. "İmdat!" diye haykırdı yüksek sesle. "İmdat! Yardım edin!"

Prometheus güldü. Bu onu öylesine eğlendirmişti ki adam çığlıklar atarken gülmeye devam etti. Neredeyse dakikalar boyunca çığlık atmaya, yardım dilenmeye devam etti fakat hiçbir sonuç alamadığında kısılmış sesiyle ikisinin yüzüne baktı.

"Sana kimse yardım etmeyecek," dedi kimsesiz adam. Ardından Prometheus'u işaret etti. "Tanrı istemediği sürece."

"Ne?" Adamın gözleri irice açıldı. Boğazı çığlıklarından dolayı acıyor, ellerindeki his gitgide uzaklaşıyordu. Kaybetmişti, ellerini. Fakat bunlar önemli değildi. Canı ortadaydı. "Siz," deyip nefesini verdikten sonra sustu ve onlara yalvarmaya başladı. "Lütfen beni bırakın." Gözlerindeki yalvaran ifade yavaş yavaş kimsesiz adamın da hoşuna gitmeye başlamıştı. Öyle ki Prometheus'un gözünden bu da kaçmadı.

İkisi de sessizliğini korudu. Adamın o korkusunu izlerken biri hazzı hissetti, diğeri hissizliğini. Ve hissizliğin gitgide hazza dönüşeceğinin farkında olan kimsesiz adam kaşlarını kaldırdı.

"Lütfen!" dedi sanki daha fazla bağıracak hali kalmış gibi.

"Benden ne istiyorsunuz? Ben size ne yaptım?"

Bu sefer kimsesiz adam, "Ona bir şey yapmak zorunda da değilsin," dedi. "Tanrı istediği herkesi canı istediği zaman öldürür."

Prometheus gülümseyerek, "Yine de," diye mırıldandı. "İnsanların yalvarışlarını dinlemek hoşuma gidiyor." Bacaklarını biraz daha açtı, çelloyu tamamen sabitledi, sonra nefesini verdi. "Şimdi konserimi dinle," dedi korkutucu bir tınıyla. "Sana hayatının en güzel şarkısını, ölmeden beş dakika önce dinleteceğim. Bana teşekkür etmelisin."

Bir insanın gözlerine dolan, o ölmeden olan son korku adamın bakışlarına yansıdı. "Lütfen," dedi kısık sesle ama artık kurtulamayacağı bir durumun içinde olduğunun da farkındaydı. "Ben size hiçbir şey yapmadım."

"Yaptın." Prometheus başını omzuna düşürdü. "Yalanlar söyledin."

"Söylemedim!" Sonra adam sustu, başka bir yalan daha söylememek için sustu. "Sizi tanımıyorum! Size neden yalanlar söyleyeyim!"

Prometheus dilini üç kere damağına vurduktan sonra, "İşte başka bir yalan daha," deyip gözlerini kapattı. "Bunun cezasını ödeyeceksin."

Adam biraz daha yalvarmak, belki haykırmak için dudaklarını araladığında Prometheus yayını çellonun tellerine değdirdi ve keyifle nefesini verip o özlediği sesin çınlayışına gülümsedi. Yayını tellere biraz daha sürttükten sonra ayağıyla bir kez ritim tuttu, ardından yine her zamanki melodiyi çalmaya başladı: "Cenaze Marşı".

İlk önce yavaş yavaş başladı, kısık sese adam büyük bir dehşetle baktı fakat ardından sesini yükselttiğinde ve ayağının ritmiyle beraber aynı anda çalmaya başladığında bütün barın içini çellosunun sesi doldurdu.

Kimsesiz adam hipnoz olmuş gibi bakışlarını Prometheus'un üzerine sabitlemişti, bu sesi sevmeye başlamıştı. Onun için sadece ve sadece Tanrı'nın melodisiydi. Çello, Tanrı'nın sesiydi.

"Çello Tanrı'nın ağlayışıdır," demişti bir keresinde Prometheus ona. "Çello Tanrı'nın nefesidir. Çello Tanrı'nın gülümsemelerdir. Çello Tanrı'nın yakarışlarıdır. Çello aslında acı çeken bir çocuğun çığlığıdır," diye eklemişti soğuk bir sesle fakat o soğuk sesin altında yatanları kimsesiz adam tahmin bile edemezdi.

Ondan artık korkmuyordu, onun önünde saygıyla eğiliyordu. Prometheus bunu fark etmeye başlamıştı ve kendisinden korkması gerektiğini söylemişti. Fakat kimsesiz adam buna karşı gelerek, "Bana istediğini yap bu saatten sonra," demişti. "Senden korkmam çünkü ben eskiden inandığım Tanrı'dan da hiçbir zaman korkmadım, Prometheus."

"Cenaze Marşı"nı kendisine göre yorumlayan Prometheus gitgide hızlandı. Ayağıyla sertçe ritim tutmaya başladığı esnada kimsesiz adamın heyecandan, elleri bıçaklarla tahtaya saplanmış adamın ise korkudan kalbi hızlandı.

"Şimdi!" dedi Prometheus yüksek sesle, gözleri kapalıydı. "Tanrı'nın melodisini alkışla!"

Kimsesiz adam alkışlamaya başladığında, adam büyük bir korkuyla ona bakıp, "Ne olur," diye yalvardı kısık sesle. "Ne olur bırakın beni."

"Şu an!" diye haykırdı Prometheus ve çello öyle bir çığlık atmaya başladı ki adamın kalbi artık yerinden çıkacak kadar kadar hızlı atıyordu. "Tanrının sesini alkışla!"

Başını iki yana salladı, ellerine baktıktan sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle yüksek sesle ağladı ki çellonun sesini bastırır sandı ama bastırmadı.

"Ellerimi kullanamıyorum!" dedi adam ağlayarak. "Ellerim!"

"Son kez söylüyorum," diyen Prometheus gözlerini açtı ve son notalara gelirken, "Tanrı'nın fısıldayışlarını alkışla!" dedi. "Bu son şansın."

Kimsesiz adam da diğer taraftan ona doğru bakıp, "Son şansın," dedi ve gözlerini bıçaklar saplanmış ellerine döndürdü. "Onu alkışla."

"Ama ben alkışlayamıyorum," diyen adam bulanık gözlerle ikisine bakarken, Prometheus ve kimsesiz adam ona inanmayan gözlerle bakıyorlardı. "Ne olur!" diye haykırdı. "Ne olur bana bunu yapmayın!"

Prometheus bütün hızını azalttı ve çellonun sesi yavaş yavaş kısılırken başını iki yana salladı. "Yalanlar," dedi. "Asla affetmeyeceğim en büyük günahlardır."

"Yalanlar," dedi kimsesiz adam, onun söylediğini tekrar ederek. "Asla affetmeyeceği en büyük günahlardır."

Prometheus son bir kez yayını çellonun tellerine değdirdi ve bir anda barın içini büyük bir sessizlik kapladı. Adama göre uzun, Prometheus ve kimsesiz adama göre kısa bir süre onu izlediler.

Sonra Prometheus oturduğu yerden kalkıp çelloyu sandalyeye yasladı ve merdivenlere yöneldi. "Kadim dostum," dedi başını hayal kırıklığıyla iki yana sallayarak. "O yalanlar söylüyor."

"Yalan söylemiyorum," diyen adam artık aklını kaçıracak gibiydi. "Ellerimi hareket ettiremiyorum."

Fakat ikisi de onu dinlemedi hatta aldırış etmedi. Prometheus sahneden indi, adamın karşısına geçip ona doğru yürümeye başladığında adam ister istemez irkildi, ağlamaklı bir yüzle ona baktı.

Prometheus ise gözlerdeki o haz duyduğu korkuya bakarken üzerine eğildi ve hiçbir şey söylemeden adamın sağ elindeki bıçağı sertçe yerinden çıkardı. Adam yüksek sesle bağırdığında, beklemeden diğer elindeki bıçağı da çekti.

Avuçiçlerinde oyuklar oluşan adam acıyla haykırmaya devam ederken, Prometheus kimsesiz adama başıyla emir verdi. Kimsesiz adam ise ne yapılacağının farkındaydı, sertçe adamı çenesinden kavrayıp arkasına geçti. Adamın ayakları Prometheus'a tekme atmak için çırpınmaya başladı, sadece son saniyelerinde verdiği bir savaştı.

"Onu yalanları için cezalandırılmayız, değil mi kadim dostum?" diye sordu, yanıtı biliyordu.

"Evet," dedi kimsesiz adam. "Çünkü yalanlar, asla affedilemezler."

"O halde..." Prometheus elinde duran bıçağı kadim dostuna uzattı. "Ne yapman gerektiğini biliyorsun."

Kimsesiz adam sadece bir an tereddüt etti. Sadece bir an. Fakat bu öylesine kısa sürdü ki parmaklarının arasına bıçağı aldığı anda Prometheus'un karşısında itaat etmekten başka bir çaresi olmadığının farkındaydı.

Çenesini daha fazla sıkarken ağzını açmaya zorladı, adam ise son kelimelerini söyledi. "Yalvarıyorum!" Prometheus alışıktı. Son duyduğu kelimeler hep bunlar olurdu. Yalvarışlar sadece güçsüz insanların kurtuluş çağrısıydı, onun ellerinden ise hiçbir zaman kurtulamazlardı.

Prometheus arkasını döndü, ellerini siyah pantolonunun cebine yerleştirdi ve çenesini kaldırıp sahneye baktı. "Şimdi kadim dostum," dedi emir vererek. "Ona cezasını ver, ona cezasını ver ki beni alkışlamayı öğrensin."

Birkaç saniye sessizlik oldu. Prometheus'un sırtını dönmesinin tek bir nedeni vardı: kadim dostunun ona karşı olan dürüstlüğünü anlayabilmek. Elinde bir bıçak tutuyordu, isterse o bıçağı sırtına saplayabilirdi fakat Prometheus biliyordu ki insanlara sırtımızı dönmeden onların sırtımızdan bıçaklayıp bıçaklamayacağını hiçbir zaman anlayamazdık.

İşte şimdi tam zamanıydı ve tam da umduğu gibi gerçekleşti.

Bir çığlık sesi barın içinde çınladı fakat bu Tanrı'nın değil adamın çığlığıydı. Kimsesiz adam, adamın dilini keserken öyle acılı bir yakarışı vardı ki Prometheus başını bir kez salladı ve hafifçe omzunun üzerinden dönüp kadim dostuna baktı.

Kimsesiz adam tek bir darbeyle hallettiği işin ardından Prometheus'a döndüğünde, "Sen, kimsesiz adam," dedi o haykırışların arasından. "Tanrı'nın en kadim dostusun. Teşekkür ederim."

Kimsesiz adamın hayranlığına daha fazla hayranlık eklendi, elleri kan içinde Prometheus'a bakarken adamın ağzından akan kanlar umurunda değildi.

"Şimdi," dedi Prometheus. "O beni alkışlayacak ama çoktan ölmüş olacak."

"Bu nasıl olur?" diye sordu kimsesiz adam dehşetle fakat sandalyedeki vücut titriyordu, gözleri kaymaya başlamıştı.

"Tanrı isterse her şey olur. Ben istersem her şey olur."

🔥

Koştum. Öyle bir koştum ki ayaklarımın altındaki çakılların bile batmasını umursamadım ama sonra bir vücuda çarptım. O vücudun sahibi, babamdı. Gözlerimin içine baktı, bana dedi ki: "Yaşamak istiyorsan kaç, kızım."

Koşmaya devam ettim. Ayaklarımın altına camlar battı ama durmadım, sonra başka bir vücuda daha çarptım. O vücudun sahibi, annemdi. Gözlerimin içine baktı, bana dedi ki: "Yaşamak istiyorsan vazgeçeceksin, kızım."

Vazgeçtim, onun gözlerinin içine baktım. Başka bir vücut beni tutup kendisine çevirdi. O vücudun sahibi, ablamdı. Gözlerimin içine baktı, bana dedi ki: "Yaşamak istiyorsan intikamını al, kardeşim."

Onu onaylarcasına başımı salladım fakat beni geriye itekledi ve iteklediği yerde papatyaların içine düştüm. Bir el bana uzandı. O eli tanıyordum, dövmelerle kaplıydı. Beni yerden kaldırdı, elimi bırakmadı. Gözlerimin içine baktı, bana dedi ki: "Yaşamak istiyorsan beni hisset, Minel. Beni gerçekten hisset."

Sonra dördü etrafımı sardı ve hepsi, hep bir ağızdan konuşmaya başladılar.

En sonunda ise bir çello sesi kulaklarıma doldu ve hepsi yok oldu. Ben yapayalnız kaldım. İleriden bir gölge bana yaklaştı. Gözlerimin içine baktı ama gözlerini tanıyamadım. Bana dedi ki: "Yaşamak istiyorsan bana gel, Minel." Fakat sadece bununla sınırlı kalmadı, devam etti. "Ben sana bir nefes kadar yakınım, ben Prometheus'um."

Acıyla ve yutkunarak gözlerimi araladığımda kalbim hızlı atıyordu ve vücudumda büyük bir ağırlık vardı, gözkapaklarımda olduğu gibi. Eğer bu kâbusu daha iyi bir zamanımda görseydim inleyerek uyanır, çırpınırdım fakat o kadar bile halim yoktu.

Ayrıca tek neden bunlar değildi. Elimin üzerinde bir ağırlık vardı, parmaklarıma saçlar çarpıyordu. Başımı yavaşça pencereye çevirdiğimde gökyüzü aydınlıktı ve güneş direkt onun yüzüne çarpıyordu.

Korel Erezli'nin gözleri kapalıydı. Uyuyordu ama huzursuz bir uyku olduğu ortadaydı; kaşları düz bir çizgi halini almıştı, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Onun da kâbus görüp görmediğini merak ettim. Ve o an, kulaklarımda sesi çınladı. Benimle konuşmuştu, bana kendisini emanet ettiğini söylemişti, belki de bu yine benim aklımın bir oyunuydu fakat içimdeki his gerçekten bana bunları söylediğini dile getiriyordu.

Hem kalbimi yumuşatan ve aynı zamanda acıtan sadece bunlar da değildi.

Korel'in kulağı nabzımın üzerindeydi. Onu dinleyerek uyumuştu, daha önce olduğu gibi. Bana öğretmişti ve şimdi o aynı şekilde uyuyordu. Nabzım ise onu kâbuslarından bile çekip çıkaramıyordu.

Elimi ondan kurtarmayı düşündüm fakat yapamadım, uyanmasını istemedim çünkü neredeyse hiç uyuyamadığını tahmin ediyordum. Yutkunarak bakışlarımı bembeyaz tavana çevirdikten sonra diğer tarafıma baktığımda babamı gördüm. Siyah koltukta oturuyordu fakat o Korel gibi uyumuyor, beni izliyordu. Uyandığımı fark etmişti ama hiçbir şey söylememişti. Kaşlarım havalandı. Zorlukla yutkunduğumda uzanıp yatağımın kenarındaki masadan su bardağını alıp bana uzattı. Tepemdeki serum bitmişti, büyük ihtimalle verilen sakinleştiricilerden dolayı da kendimi sersem gibi hissediyordum.

Bardağı alıp sonuna kadar içtiğimde kuruyan boğazım biraz da olsa rahatladı fakat yine ona dönüp hiçbir şey demedim, bakışlarım bembeyaz tavana döndü.

Gözlerimi kapattım, kendimi uyumaya zorladım fakat artık imkânsızdı. Yaşananlardan sonra ve öğrendiklerimin ardından uykuya ilaçsız teslim olmayacağımın farkındaydım.

Odanın kapısı hafifçe çaldı, gözlerimi açmadım ama açılan kapıyla beraber içeriye birilerinin girdiğini fark ettim. İlk önce sessizlik oldu, ardından Büge'nin fısıldayışını duydum. "Ah," dedi. "Uyuyor. Biz sonra gelelim."

Gözlerimi açmadım, onlara açıklama yapmamak için kaçtım fakat babam uyanık olduğumu bildiğinden, "Hayır," dedi kısık sesle. "Lütfen, oturun."

Babam Büge'ye olabildiğince sıcak davranmaya çalışıyordu fakat Büge kesinlikle aynı yakınlığı göstermiyordu.

"Korel, uyuyor." Gürkan'ın sesini de duyduğumda ister istemez gözlerimi aralayıp onlara baktım.

İkisinin de yüzünde korku dolu bir ifade vardı. Göz göze geldik. Yanıma ilk yaklaşan Büge oldu, uzak kalan ise Gürkan'dı. Göz ucuyla Korel'e baktıktan sonra yatağımın kenarına oturup beni inceledi. Sorular sormasından korktuğum için bakışlarımı kaçırdım ama o beni rahatlatmak istermiş gibi, "Yine ilgiyi üzerine topladın," dedi. "Bana da öğret bu numaraları."

Ne olursa olsun beni daima gülümsetmeyi beceren Büge, bir kez daha başarmıştı. Gürkan ayakucumda durduğunda elindeki poşeti hasta kâğıtlarının olduğu yere yerleştirdi, sonra o kâğıtları inceledi.

"Sana fıstık ezmesi ve un kurabiyesi aldık," diyen Büge göz kırptı. "Seversin, ilgi odağı."

"Ah," dedim zorlukla konuşarak, sonra kendimi tutamayıp öksürmeye başladığımda Korel'in hareketlendiğini hissettim. Gözleri açıldı, direkt bana baktı ve bir anda başını yasladığı yerden kaldırdı.

"Uyumuşum," dedi hemen Doğuş'a dönüp. "Beni neden uyandırmadın?" Sonra gözleri Büge ve Gürkan'a kaydı, onları görünce derin bir nefes verdi. Tutmaya devam ettiği elimi onun elinden çektim. Bunun üzerine bakışları bir kez daha bana döndü, yüzümü inceledi. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

Yüzüne bakmadan, karşımdaki boş duvara dönerek sadece, "İyi," dedim. Başka hiçbir şey söylemedim.

"Gelmişsiniz." Gürkan'ı ve Büge'yi çağıran kişinin Korel olduğunu anladığımda yüzümü buruşturdum. Evet, onları seviyordum ama onların her güçsüz anıma şahit olmaları hoşuma gitmiyordu, keşke bunu fark etseydi.

Büge iğneleyici bir sesle, "Sen de gelmişsin," dedi. "Hoş geldin, Korel."

Korel hiçbir cevap vermeden oturduğu koltuktan kalktığında gözlerim kollarındaki yeni oluşan tırnak izlerine kaydı. Bunları yine ben yapmış olmalıydım; bu kasılmama ve dişlerimi sıkmama neden oldu. Sanki tırnak izi değil de bıçak izleriymiş gibi duran bu derin kesiklerin üzerindeki kanlar kurumuştu, Korel kendisi için yine hiçbir şey yapmamıştı.

Odanın içini sessizlik kapladı. İlk konuşan babam olduğunda, "Ben sizi yalnız bırakayım," dedi, sonra bana bakıp gülümsedi. "Hemen dışarıdayım, kızım. İhtiyacın olursa..."

"İhtiyacı olursa biz buradayız." Büge'nin sert sesiyle ona ters bir bakış attım ama aldırış etmedi. Ne olursa olsun babama bu şekilde davranmasına tahammül edemezdim.

Babam karşılık vermeden ağır adımlarla odadan çıktığında omuzlarının daha fazla düştüğünü, hatta bir gecede çöktüğünü bile düşündüm.

Büge oturduğu yerden kalktı, poşeti alıp kucağıma bıraktı. "Hadi bakalım, ye bunları, seni hasta kız!"

"Canım hiçbir şey istemiyor," diyerek poşeti itekledim, bakışlarım Korel'e kaydı. "Buradan ne zaman çıkacağım?"

Korel yüzümü incelemeyi bir an bile bırakmazken, "Öğlen taburcu olursun," dedi. "Kendini gerçekten nasıl hissediyorsun?" Başımda şiddetli bir ağrı vardı, boğazımda yanma ve vücudumdaki his uzaklaşmış gibiydi. Bunların dışında kemiklerim kırılacakmış gibi ağrıyordu, kendimi kastığımdan olmalıydı ama hiçbirini dile getirmeyeceğimi ikimiz de biliyorduk.

Tek konuşmayan kişiye bakışlarımı çevirip, "Gürkan," dedim. Ona seslenmeme hazırlıksız yakalandığı için başını önündeki kâğıtlardan ayırıp şaşkınlık içinde bana baktı. "Seninle konuşabilir miyiz?"

Büge bir Gürkan'a bir bana bakarken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Tabii," dedi Gürkan, sonra hemen Korel'e baktı. Aralarında sözsüz bir bakışma geçtiğinde, "Tabii," diyerek tekrar etti. "Konuşabiliriz."

"Yalnız..." Kelimenin üzerine bastırdım, Büge de Korel de bana dönüp odaklandı ama aldırış etmedim. "Lütfen beni birkaç dakika Gürkan'la yalnız bırakır mısınız?"

İkisi de buna karşı gelmek istiyordu, biliyordum ama yapmadılar. Korel hiçbir şey söylemeden cebinden sigara paketini çıkardıktan sonra sırtını dönüp hızla odadan ayrıldı. Büge ise onun aksine yavaş yavaş, zamana meydan okuyarak yanımızdan uzaklaştı. Kapıyı açık bıraktığında Gürkan'a, "Kapıyı da kapatabilir misin?" diye rica ettim. "Konuşacaklarımızı duymalarını istemiyorum."

Gürkan yutkundu. Onun bana karşı neden bu şekilde davrandığına bir türlü anlam veremesem de artık çözüme kavuşturmanın zamanı geldiğinin de farkındaydım.

Kapıyı kapatıp yine ayakucumda durduğunda sabırla söyleyeceklerimi bekledi. Yavaşça doğruldum, arkamdaki yastığı düzeltip boğazımı temizledim. "Aslında," diye mırıldandığımda başımdaki ağrı artmıştı. "Seninle daha önce konuşmaya geldim. O akıl hastanesine. Ama yanında Korel var diye konuşamadım."

"Farkındayım." Gürkan aptal bir adam değildi, kesinlikle değildi. Fakat Korel'e, Korel'in ona verdiğinden daha fazla değer biçtiğini görebiliyordum.

"Seninle ne hakkında konuşmak istediğimi biliyorsundur."

"Korel hakkında."

"Evet." Biraz daha doğrulduğumda sırtımda şiddetli bir acı nüksetti, yüzümü buruşturdum ama neyse ki Gürkan üzerime gelerek Büge gibi bana sorular sormadı. "Onu ne zamandır tanıyorsun?" Gürkan sessiz kaldı, bakışlarını kapıya çevirdi ve birkaç saniye düşündü. Yalanlar uydurmak için beklediğini düşünerek, "Gürkan, sakın bana yalan söyleme," diye mırıldandım. "Ve bir kez olsun bana Korel'in ağzıyla değil, kendi ağzınla konuş. Biliyorum, sen kötü bir adam değilsin."

Gürkan başını iki yana salladı. "Beni bunların içine sürükleme, Minel," dedi. "Korel benim en yakın dostum..."

"Ve biliyorum," diye devam ettim. "Sen çok iyi bir dostsun ama ben de bir insanım, bunu unutma. Bak," diyerek kendimi gösterdim. "Ne kadar boktan bir halde olduğumu görüyorsun. Bana yardım edecek kişilerden biri de sensin fakat benden kaçıyorsun. Neden?"

Gürkan kalın dudaklarını ıslattı ve kaşlarını çatarak, "Çünkü ikinizin arasına girmek son isteyeceğim şey," dedi. "Sana anlatacaklarımı istemez ve bu ikinizin arasında..."

"O kötü biri mi?" deyip sözünü kestim.

"Ne?"

"O kötü biri mi? O başkalarına zarar verecek kadar kötü biri mi?"

Gürkan donakaldı. Bu korkudan değil şaşkınlıktan dolayı oldu. Beni reddetmesini ya da Korel'i savunan cümleler kurmasını bekledim ama Gürkan beni bozguna uğratarak, "Hangi açıdan sorduğuna göre değişir," dedi. "Korel bir insana zarar verebilir de vermeyebilir de."

"Kastettiğim..." Gözlerimi pencereye çevirdim ve güneş ışığının dansının içime huzur doldurmasını bekledim. Öyle olmadı. "Korel'in bir cani olup olmayacağı. Ya da bir seri katil..."

Gürkan bir kez daha, "Ne?" dediğinde bu sefer şaşkınlıktan öte sesinde alay vardı. "Ne demek istiyorsun?"

Yüzündeki alay kaşlarımı çatmama neden oldu ama o aldırış etmedi. "Sen ne demek istediğimi anladın."

Gürkan dudaklarındaki o yarım gülümsemeyle, "Sen ondan şüpheleniyorsun," diyebildi ama kulaklarına inanamıyormuş gibi bana biraz daha yaklaştı. "Gerçekten mi?"

"Gürkan, bana cevap ver," dedim sert bir sesle. "O cani bir adam mı?"

Gülümsemesi silindi, kaşları çatıldı ve bir anda öfkeyi avuçlarının içine topladığında, "Sana hayır dediğimde bana inanacak mısın?" diye sordu. "Ondan nasıl şüphelenebilirsin?"

"Neden şüphelenmeyeyim?" Karşılığım daha fazla öfkelenmesine sebep oldu.

"O senin için..." Gürkan tam konuşacağı sırada sustu, ardından dudaklarını birbirine bastırıp pencereye baktı. Derin birkaç nefes aldığında sahiden de fazlasıyla öfkelenmişti, bunu kontrol altına almaya çalışıyordu. "Bak," dedi birkaç dakika sonunda. "Onu senelerdir tanıyorum. Evet o tuhaf bir adamdır, evet o bazen berbat bir adamdır, evet o bazen tam bir şerefsizmiş gibi davranır fakat bu hayatta en son zarar vereceği kişi sensin." Bakışları bana döndü, öfke gözlerine yayılmıştı. "Bu hayatta senin için o kadar fazla acıya katlandı ki, o kadar fazla olayla yüzleşti ki..." Yatağın yanına geldi, gözleriyle gözlerim daha fazla temas etsin istedi. "İster inan ister inanma," dediğinde ilk defa benden nefret ediyormuş gibi bakıyordu. "O senden daha az canidir, bundan emin olabilirsin."

Dudaklarım aralandığında, sırtımdaki ağrı sanki katlandı. Gürkan ise bunu umursamayıp bana aynı ifadeyle bakmaya devam etti. "Ben ona..."

"Sen ona öyle kötülükler yaptın ki," dedi sert ve baskın bir sesle. "Ve hâlâ onu suçlayabiliyorsun. Korel bir gün ona yaptıklarını anlatır mı bilmiyorum, o anlatmadan ben asla anlatmam ama sen hatırlarsan bu söylediklerin için çok pişman olacaksın."

Korhan'ın sesi kulaklarımda çınladı. Onun bir mazoşist olduğunu söylemişti. İnsanlara rahatça zarar verebileceğini ve zarar görmekten zevk aldığını. Fakat söz verdiğim için bunları Gürkan'a karşı dile getiremedim. Karşıma geçip bana Korel'i savunmasını elbette ki bekliyordum ama bu kadar sert bir şekilde, bu kadar darbeler indirerek olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.

Sanki karşımda yardım dileneceğim biri varmış gibi, "Gürkan anlamıyorsun," diye mırıldandım acıyla. "Herkes bir şeyler söylüyor. Mantığım farklı noktalara odaklanıyor, kalbim farklı noktalara. Bir tarafım aksini iddia ediyor, diğer tarafım aptal diye bağırıyor. Ben ne yapacağımı bilmiyorum; öylece vızır vızır geçen arabaların olduğu bir yolda durmuş, bana çarpmalarını bekliyor gibiyim. Başka bir yol da yok. Artık kaçamıyordum da. Öyle boktan bir durumdayım ki aklımı kaçıracağım."

Gürkan acımı önemsemeyerek, "Emin ol, Korel seni o arabalardan da korumaya çalışır," dedi. "Hem de kendisi yolun ortasına atlayarak. Bak beni dinle, Minel." Yatağımın kenarına oturdu, omuzlarımı tutarak hafifçe sarstı. "Hiçbir çıkış noktan olmadığında hislerine odaklan. Sana gerçekten ne söylüyorlar?" Kendi içimdeki o hislere kulak vermeye çalıştım ama sessizlik vardı.

"Artık hissedemiyorum," diye fısıldadım. "Çok kötü."

"O halde başkalarının hislerine odaklan," dedi omuzlarımı daha sıkı tutarak. "O zaman gerçekleri görürsün, olur mu?"

"Başkalarının hislerini de artık tanımıyorum." Derin bir nefesin ardından Gürkan'la olan konuşmamızın bir sonuç vermeyeceğini anladım. "Bana onun hakkında hiçbir şey anlatmayacaksın, değil mi?"

"O anlatana kadar, hayır," diyerek net bir yanıt verdi. "Bunu yapmayacağım, Minel. Seni üzen kişi ben olmayacağım, aynaları sana döndüren kişi de öyle."

Hiçbir şey söylemeden başımı salladım, bu konuşmanın bittiğini gösteren bir işaretti. Bir süre sessiz kaldı, en azından benimle bir şeyler paylaşır diye bekledim ama bunu yapmadı. Uzun bir süre sonunda ise kapı çaldı, Gürkan benden önce, "Gel," diye seslendi.

Ardından odanın kapısı açıldı ve içeriye Büge girdi. Elinde karton bardakta bir kahve tutarken diğer elinde duran kahveyi Gürkan'a getirdiğine emindim. İkimizi o şekilde gördükten sonra duraksadı ama Gürkan oturduğu yerden kalktı, Büge'nin yanına gidip kahve bardağını aldı. "Korel nerede?"

"Buradayım." Korel de içeriye girdiğinde bakışlarım yüzüne yeniden, daha dikkatlice kaydı. Fazlasıyla yorgun görünüyordu ve halsizdi. Zaten onu tekrar gördüm göreli hep bir hastalık halinde gibiydi. Nedenini anlayamıyordum ama eskisinden daha kötü olduğu ortadaydı. Korhan onun hep böyle dönemleri olduğunu dile getirmişti ama bu kez çok daha kötüydü, gözle görülüyordu.

Gürkan ona şefkatle baktığında Korel'i ne kadar çok sevdiğine bir kez daha şahit oldum; belki de geçmişte her ne yaptıysam bu yüzden benden nefret ediyordu.

Başkalarının hislerine odaklan, demişti Gürkan bana. O an Korel'in hislerine odaklanmaya çalıştım ve bakışları bana döndüğünde ne düşündüğünü çözmek için çaba sarf ettim. Yine ifadesiz bakıyordu ama eskisi gibi duygularını gizleyemiyordu. O geri döndü döneli, ilk defa bu kadar uzun süre ona baktığımı fark etmiş olacak ki kaşları hafifçe çatıldı.

Gözlerinde ifadesizliğin yanında başka bir duyguyu daha gördüm: endişe. Benim için olan bir endişe miydi? Hislerim öyle olduğunu söylüyordu. Eğer Gürkan'ın dediğini dinlersem, Korel benim için endişeleniyordu. Bu duyguyu barındıran biri ne kadar kötü olabilirdi ki?

Bir an kendimi tutamayıp, "Pek iyi görünmüyorsun," diye söylendim birden. "Bir doktora görünmelisin, Korel."

Şaşırdı. Bunu benden gizlemedi ve kaşları havaya kalktı. "Beni mi düşünüyorsun?" diye sordu. Şaşırdığı bir insanın onu düşünmesi miydi yoksa benim onu düşünmem miydi?

"Minel doğru söylüyor." Büge onu öyle bir süzdü ki benim aksime gördüklerine bir de onun gözünden bakmak istedim. "İnanılmaz fazla kilo vermişsin, ayrıca çökmüşsün. Uyuşturucuya mı başladın?" Ardından gözlerini devirdi. "Doğru ya, sen zaten bir bağımlıydın. Daha mı artırdın?"

Gürkan ters bir ifadeyle Büge'ye baktığında bu, onun çenesini kapatmasına neden oldu.

Korel ise söylediklerine alınmadı. "Sen de yeni gelin gibi süzülüp duruyorsun," diyerek ona takıldı. "Gürkan'ı nikâh masasına mı oturtmaya çalışıyorsun?"

"Kim? Ben mi?!" Büge gözlerini açtı. "Ben evlilik meraklısı mıyım?"

Korel gülümsedi ama neşeli bir gülümseme miydi yoksa zoraki miydi anlayamadım. "Belki de," dedi omzunu silkerek. Sonra Gürkan'a döndü. "Bu kızın çenesine nasıl katlanıyorsun, kardeşim?"

Büge gözlerini iri iri açmış bakmaya devam ederken Gürkan, "Eh," dedi, sonra ortamı yumuşatmak istermiş gibi göz kırptı. "Zor oluyor ama alıştım. Arada sırada pamuk tıkıyorum kulaklarıma, o dinlediğimi sanıyor ama ben başımı dinliyorum."

Dayanamayıp güldüm ve Korel de bu sefer samimi bir şekilde karşılık verip gülümsedi. Büge öfkeyle, "Ayı herif!" deyip Gürkan'ın koluna yumruk attı. "O yüzden mi, kulağımda sağırlık başlangıcı var, bazen seni duyamıyorum, diyordun!"

Gürkan af dilermiş gibi baktı. "Sağırlığım senin yüzünden başlamasın diye bebeğim."

"Sağırlığı bilmem ama," dedi Büge bir kez daha yumruk atıp. "Sığırlığın benden sonra başladı, orası kesin."

"Oha." Korel ellerini kaldırıp Büge'yi alkışladı. "İlk defa kaliteli bir laf soktun, Büge. Gürkan sana beyin yüklemesi mi yaptı?"

Büge dişlerini sıktı, cevap vermek istedi fakat hiçbir cevap bulamadığında bakışlarını bana çevirip, "Ya Min!" diye bağırdı. "Yardım et! Bunlar benim üzerime geliyorlar."

O an Korel'in bu alaycı tavrını özlediğimi fark ettim. Ve ona katılarak sanki kulaklarımda pamuk varmış gibi davranıp ellerimi kulaklarıma koydum. Hayali pamukları çıkardıktan sonra yüzümü buruşturup, "Pardon, Büg," dedim. "Ne dedin, duyamadım da?"

Gürkan gülmeye başladı, Korel ise ilk önce şaşkınlıkla bana baktı, ardından sırıttığında en sahici, en samimi gülümsemesinin bu olduğuna kanaat getirdim.

Onun gülümseyişini seviyordum, hem de her parçasıyla. Sanki o güldüğü zaman gerçek bir mutluluk kalbimin üzerinde yeşeriyordu. Bir başkasının mutluluğuyla kalbim nasıl böyle hızlı atabilirdi anlayamamıştım ama geri döndü döneli kalbim ilk defa güzel bir duyguyla hızlanmıştı.

Büge masanın üzerinde duran kâğıtları hırsla bana doğru fırlatıp, "Seni pis satıcı!" diye bağırdı. "Üçünüzü de gebertirim!"

"Şşt!" Gürkan onun kollarını tuttu fakat ellerinden kurtulmaya çalıştı. "Sakin ol, bebeğim. Sakinleş. Lütfen. Geçecek."

"Öküz herif!" Onu arkaya itekledi. "Bugün motosiklet yarışlarında seni düşürmezsem, ben de Büge değilim!"

"Dene de gör bakalım," diyen Gürkan, arkadan Büge'ye sarıldı ve boynuna hızlı bir öpücük kondurdu. "Seni mahvederim, kızım." İkisinin bu şekilde mutlu olması beni de keyiflendirmişti. Korel de Gürkan'ı izlerken onun mutluluğunun Korel için yeterli olabileceğini görüyordum. Büge'den söylendiği kadar nefret etmiyordu hatta ona karşı sempatisi olduğunu bile söyleyebilirdim. Korel sevmediği bir insanla böyle uğraşmazdı.

"Motosiklet yarışları mı var?" Büge'yi işaret ettim. "Demek artık hayallerine ulaştın ve motosikletinle yarışlara katılmaya başladın."

Büge, Gürkan'ın kollarından kurtulmak için birkaç defa çabaladı ama başarısız olduğunda durup, "Maalesef var," dedi. "Ayrıca cenazemiz de var. Gürkan ölüyor."

Korel ellerini şakaklarına koyup, "Şimdiden başım ağrıdı," diye söylendi.

Fakat ben bütün bunları duymazlıktan gelip, "Sen de gidiyor musun?" diye sordum Korel'e. Parmakları şakaklarında duraksadı, kirpiklerinin arasından bana baktı.

Onun yerine Gürkan sözü devraldı. "Senin dansı bıraktığın gibi, Korel de motosiklet yarışlarını bıraktı. Artık katılmıyor."

Dans konusunun açılması yüzümü buruşturmama neden olduğunda Korel buna hiçbir tepki vermedi. Büyük ihtimalle biliyordu, Gürkan anlatmış olmalıydı ya da babam. İkisinden birisi. Kelimelerimi dikkatlice seçerek, "Benim dansı bırakmam için nedenim vardı," dedim ve üçü de kaskatı kesildi. "Ama senin yarışları bırakman için nedenin yoktu."

Korel, onu merak etmeme şaşırdı, bakışları direkt Gürkan'a döndü ama Gürkan omzunu kaldırıp indirerek topu yine Korel'e attı. O ise, "Bilmem," dedi düz bir sesle. "Artık eskisi kadar heyecan vermiyor."

Gürkan bu cümlenin ardından kasıldığında bakışları bana kaydı. Gözlerinden Korel'in her şeyden vazgeçtiği gibi, bu hayattaki en büyük tutkusu olan yarışlardan da vazgeçtiğini görebildim. Sanki beni kurtuluş çağrısıymış gibi görürken, aklımın içinde dönen bütün sesleri, bütün görüntüleri susturmaya ve durdurmaya çalıştım.

Korel Erezli'nin en büyük tutkusu motosiklet yarışlarıydı. Onun bundan nasıl keyif aldığını ve nasıl eğlendiğini görmüştüm. Yenmek ya da yenilmek değildi, onun için bir hobi gibiydi; şimdi ise her şeyden o kadar çok vazgeçmişti ki yarışlara bile gitmek istemiyordu.

Aylar önce dansa karşı inancım bittiği zamanlar bana ellerini uzatıp nasıl da kendime olan inancımı geri getirdiğini düşündüm. Evet sonrası berbat bitmişti, evet sonrasında beni terk edip gitmişti ama o zamana kadar kalbime ektiği bütün inançlar için ona minnettar olabilirdim.

Başkalarının hislerine odaklan. Korel'in hislerine odaklan.

Bana öleceğini söylemişti, bunu ruhen mi yoksa bedenen mi söyledi anlayamamıştım ama şimdi düşündüğümde, kendi şüphelerim yüzünden ona nasıl da bencilce yaklaştığımı görebiliyordum. Evet, her şey onu gösteriyordu ama şüpheler hiçbir zaman onun canından daha kıymetli olmamalıydı.

Ve evet, ona kırgındım, beni bırakıp gittiği için ama öylesine yıkılmış bir haldeydi ki bana ilk defa ellerimi uzatmamı bekliyormuş gibi bakıyordu. Belki de bunu ben uyduruyordum, belki de yine beni kandırıyordu ama bu sefer onun için, sadece onun için çabalamak istedim. İnanmak değildi, hayatı için çabalamaktı.

"Üzüldüm," dedim durgun bir sesle. "O yarışlara katılmayı ben de çok istiyordum."

Korel'in o bıkkın ifadesinde bir yıldız parladı, gözlerinden ışık çıktı. "Nasıl yani?" diye sordu.

Parmaklarım utançla önümdeki çarşafın ipleriyle oynamaya başladığında, yüzümde sahici bir gülümseme oluştu. "Seninle o motosiklet yarışlarına katılmak, senin arkanda o yarışı birinci olarak bitirmek isterdim," dediğimde öne doğru kısa, yarım bir adım attı. "Eğer sen de istersen bugün o yarışlara beraber katılalım mı?"

Ellerimi uzattım. Bu o geri döndü döneli, ona verdiğim ilk umut bulutumdu. Bana bir anda eskiden olduğu gibi baktı. Daha canlı, daha az parçalanmış ve daha çok bağlılıkla. Gözleri gözlerimi talan ederken gerçekten ne düşündüğümü anlamaya çalıştı ama yüzümdeki gülümseme bir an bile olsun silinmedi. Onun arkasında kalan Gürkan ise bir kez başını sallayıp gururla beni izledi.

Hislerse, hisler beni bunlara yönlendirdi. Ve şimdi fark ediyordum ki onun hisleriymiş gibi inandıklarım aslında kendi hislerimdi.

Ne olursa olsun kendi içimde durmadan onun ellerini tutmak isteyecektim, ne olursa olsun ona muhtaç olan Minel'i ise susturamayacaktım. Ben ne olursa olsun onu affetmeyecek ama onu affetmek için yollar bulmaya çalışacaktım.

Korel gülümsedi. Sımsıcak, şefkatli bir gülümsemeydi. Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladığında, "Senin için o yarışa katılırım," dedi, ardından ekledi: "Eğer gerçekten istiyorsan senin için vazgeçtiğim her şeyden de vazgeçerim."

Continue Reading

You'll Also Like

1.8M 110K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
25.4M 904K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
156 130 11
Yolların baharı mı olur? Evet benim oldu. Ona giden tüm yollarımın sesi var. Adım attıkça adını sayıklıyor tüm sokaklar, kulaklarımı çınlatıyor usu...
1.7M 30.4K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...