EMARE SERİSİ

By asliaarslan

1.7M 104K 139K

"Çocukluğumuz tohumumuzdur," diye fısıldadı Sırtlan'ın kül olan kalbi. "Tohumumuza kim su verdiyse o şekilde... More

EMARE SERİSİ
EMARE SERİ DUYURUSU
1. ESİNTİ
2. RÜZGAR
3. FIRTINA
4. KASIRGA
5. GİRDAP
6. SİS
7. ÇİSENTİ
8. ŞİMŞEK
9. GÖK GÜRÜLTÜSÜ
10. YAĞMUR
11. KIRAĞI
12. KAR
13. BUZ
EMARE PUSULA 1. GÜVEN SINIRLARI
EMARE PUSULA: 2. DOĞUM ve DÜĞÜM
EMARE PUSULA: 3. MELEZ
EMARE PUSULA: 4. TOHUM
EMARE PUSULA: 5. KORKAK ve CESUR
EMARE PUSULA: 6. UMUT GÜNEŞİ
EMARE PUSULA: 7. TÜCCARLAR ve ASİLLER
EMARE PUSULA: 8. KÜLÜN İZİ
EMARE PUSULA: 9. KIRIK PUSULA
EMARE PUSULA: 10. KUKLALARIN DANSI
EMARE MASKE: 1. CEHENNEM ESİNTİSİ
EMARE MASKE: 2. TERK EDENLER
EMARE MASKE: 3. ANILAR ve ŞARKILAR
EMARE MASKE: 4. KANLI SU
EMARE MASKE: 5. BODA
EMARE MASKE: 6. DÖNÜŞ
EMARE MASKE: 7. SAVAŞ
EMARE MASKE: 8. OYUN
EMARE MASKE: 9. SIRLAR
EMARE MASKE: 10. SÖZ
EMARE MASKE: 11. SIRLAR
EMARE MASKE: 12. ARAF
EMARE MASKE: 13. EMANET
EMARE MASKE: 14. SANRI
EMARE MASKE: 15. HİSLER
EMARE MASKE: 16. ASLANLAR ve SIRTLANLAR
EMARE MASKE: 17. KALP RİTİMLERİ
EMARE MASKE: 18. OYUNUN BAŞLANGICI
EMARE MASKE: 19. ANLAŞMA
EMARE MASKE: 20. KAFES
EMARE MASKE: 21. BALIKLAR
EMARE MASKE: 22. İNANÇ ve GÜVEN
EMARE MASKE: 23. ŞEYTAN TAŞLAMA
EMARE MASKE: 24. YANGIN
EMARE MASKE: 25. GEÇMİŞ ve ŞİMDİ
EMARE MASKE: 26. GERİ SAYIM
EMARE MASKE: 27. KONSER
EMARE MASKE: 28. MAHKEME
EMARE MASKE: 29. PROMETHEUS'UN DİLİ
EMARE MASKE: 30. GERÇEKLER
EMARE MASKE: 31. KABULLENİŞ
EMARE MASKE: 32. KOREL EREZLİ
EMARE MASKE: 33. RUHUN ÖLÜMÜ
EMARE MASKE: 34. EDGARDO EREZLİ
EMARE MASKE: 35. YÜZLEŞME
EMARE MASKE: 35. ÖL veya UNUT
EMARE MASKE: AZAP (FİNAL)
ÖZEL BÖLÜM: PARÇALANMIŞ MEKTUPLAR

EMARE, Maske (alıntı)

97.1K 4.9K 7.6K
By asliaarslan

İlk sırlarımı paylaştığım, kendi acılarımı kattığım, hayallerimi içine gizlediğim, öfkelerimi dışarıya savurduğum ve ne olursa olsun daima arkasında durduğum, bundan çekinmediğim kitabım Emare için seneler sonra üçüncü kitaptan alıntı atıyorum.

Heyecanlıyım, çok hem de ama bir yandan da özlemi hissediyorum. Sadece onlara olan özlem değil, onları yazarken hissettiklerime özlem. EMARE benim için acıydı. Her şeyiyle. Ama en çok benim acımdı. Hiç unutmuyorum, bir kafede arkadaşımla otururken, EMARE için gözyaşları dökmüştüm. Nedenini söylemeyeceğim ama bir gün, beni ağlatan hayal kırıklığı, hayallerime dönüşürse size söyleyeceğim. Çünkü tek başıma EMARE'ye inandığımı hissederken, şimdi sizinle inanmaya devam ediyoruz.

İlk savaş verdiğim karakterim Minel Karaer'di ve uğruna ilk ağladığım erkek karakterim de Korel Erezli.
Beni bir tek onlar anlar ve onların dünyası benim içimde sakladığım kocaman bir dünya. Kapılarını araladığımda dönüştüğüm o bambaşka kişiyi büyüten ilk başta EMARE'ydi. Eğer onlar olmasaydı, ben büyüyemezdim.

Evet, EMARE'yi beni büyütsün diye yazdım biraz da ama bunu anlayabileceğinizi sanmıyorum. Eğer anlarsanız da sır olsun.

Bu kitap için verdiğim savaşlardan bahsetmeyeceğim çünkü ben genelde savaşlarımdan çok ulaştığım zaferlerimi söylemekten keyif alırım. EMARE zafer kazansın diye her şeyi yaptım, herkese karşı dik durdum ve yeri geldi kendime bile bunu yaptım.

Bir gün zafere ulaşacağız, o zafere ulaştığımızda en büyük emareyi biz bırakacağız.

İyi ki doğdun Minel Karaer, iyi ki doğdun Korel Erezli. Doğum günlerinizin art arda gelmesi, kaderlerinizin ortak olmasıyla aynı nedenden. Kalbim daima kalbinizde.

Var olun ve hep benimle olacaksınız.

Keyifli Okumalar!

Şarkı: Devil In My Evins, Yelawolf

Bütün sesleri işitebiliyordum. Rüzgarı mesela. Pencereden vuran rüzgarı, perdemin çıkardığı ince tiz sesi, evimizin dibindeki yaprakların birbirine çarpmasını, bir kedinin adımlarını. Biraz daha dikkat kesilirsem bir sonraki sokaktan gelen arabaları.

Daha fazla zorlarsam aşağıda oturan babamın nefesini.

Ama kendi nefesimin sesini de kendi kalp atışlarımı da duyamıyordum. İçimde büyük bir sessizlik vardı, zihnimde, kalbimde. Hepsinde çok büyük bir sessizlik vardı.

İlk defa zihnimin içine sesler dolsun istiyordum, anılar devrilsin ve beni bulunduğum konumdan uzaklaştırsın ama öyle olmadı. Öyle büyük bir sessizlikti ki sanki o, bunu bilerek yapmıştı.

Bir anlık korkuyla geriye doğru adım attığımı bile sırtım duvara çarpınca fark ettim. Korku muydu? Kollarımı vücuduma sardığımı ise tırnaklarımın derimi kanattığında bana verdiği acıdan anladım. Belki de bir şeyler hissetmek istiyordum.

Acı dışında.

Ruhsal değil, fiziksel acı hissetmek istiyordum.

O halde neyden korkuyordum?

Neden nefesimin sesini duyamadığımı anladım çünkü nefes alamıyordum. Bir elim boynuma doğru gitti, nefes almaya çalıştım ama onun gözlerinin içine bakarken bu imkânsız gibi görünüyordu.

Ve o Korel.
O Korel Erezli. Tam yedi ay sonra, beni ateşlerin içinde bırakmasının ardından benim karşımdaydı.

Tam gözlerimin içine bakıyordu.

Ama sanki bambaşka biriydi ve gözlerinden ayrıldığımda daha fazla duvara sokuldum ama bu sefer korku değildi, bu sefer acı da değildi; bu sefer kendimi yok etmek istiyordum çünkü bambaşka birisine dönüşmüştü.

Kilo vermişti. Normâl bir kilo verme değildi bu, hastalık boyutunda bir kilo kaybıydı. Yirmi kilo, belki yirmi beş. Çelimsiz kolları, incecik boynu, üzerine fazlasıyla bol gelen tişörtü.

Tişörtü. Korel artık kazaklardan vazgeçmişti, tişört giyiyordu.

Benim onu daha rahat incelememi istiyormuş gibi oturduğu yatağımdan kalktı. Bu boynuma tırnaklarımı geçirmeme neden oldu.

Neden bu kadar kilo vermişti? Bir çocukla bile aynı kiloda olabilirdi.

Gözlerimi vücudundan ayırdım ve yavaş yavaş yüzüne tırmandığımda onun hâlâ gözlerimin içine baktığını fark ettim ve başka bir hançer daha saplandı sanki.

Yüzünde başka bir iz daha oluşmuştu. Çenesinden başka. Yeni bir iz. Sol tarafında şakağından, yanağına doğru ilerleyen ve iyileşmeye yeni yeni başlayan bir yanık izi.

Ama bunu gizlemek istiyormuş gibi görünmüyordu, öyle ki saçlarını üç numaraya vurmuştu. Sakalları yoktu. Her zaman kendini gizlemekten hoşlanan Korel artık bundan vazgeçmiş gibiydi. Ne olduğunun, insanların onu nasıl gördüğünün önemi yoktu.

Belki de ben önemli değildim, bilmiyordum ama içeriye doğru gömülmüş yanağına bakarken karşımda gördüğüm adamın neye dönüştüğünü bilmiyordum.
Tek görebildiğim vazgeçişti.

Korel Erezli, her şeyden vazgeçmişti.

Yarım adım attı, ürkerek yana doğru duvara sürtünerek kaydım ve bunu fark ettiği anda durdu. Hatta bıçak gibi kesildi.

Birbirlerini aylardır görmemiş insanlar ne yapardı?
Sarılabilirdi, kavga edebilirdi, hesap sorabilirdi, gülümseyebilirdi, ağlayabilirdi.

Bunların hiçbirisi olmadı.

İlk konuşan o oldu ve ilk cümlesi, en fazla yaralayandı. "Benden korkma."

Sanki bu cümlesi ondan daha fazla kaçmama neden olmalıymış gibi kendimi daha fazla duvara yapıştırdım. Bana bir şey yapacağından mı korkuyordum? Neden böyleydi? Onu saatlerce aramışken şimdi neden böyleydi?

Sesi. Hiç değişmemişti ama eskisi gibi o alaycı tonu yoktu.

Onu tekrardan göreceğim gün için kafamda birçok rol biçmiştim ona. Beni özledin mi, diye bir giriş yapabilirdi mesela. Bu ona yakışırdı. Veya beni arıyormuşsun kapımın önünde günlerce yatmışsın, derdi. Beklemişsin beni orada neden bekledin derdi.

Hiçbiri olmazsa, peşimi bırak diyerek beni kapı dışarı ederdi.

Gözümden başka bir yaş daha düştüğünde değişen ona baktım sonra kendime. Ben de değişmiştim.

Eskiden olsa ona hesap sorabilirdim, yalanlar söyleyeceğini bile bile. Bağırabilirdim. Ya da koşup sarılabilirdim, yardım dilenebilirdim.

Ama ben de değişmiştim, sonunda hep istediği o değişim olmuştu ama onsuz başarmıştım.

Dudaklarımı araladım. Karanlık odada, pencereden vuran sokak lambasının ışığıyla onu görebildiğim kadar dikkatli bir şekilde bakıp "Neden?" dedim titreyen bir sesle. Bu soruyu bekliyormuş gibi omuzlarını düşürdü.

"Neden mi gittim?" diye sorduğunda ellerine gözlerim kaydı. Sol elinde sargı bezi vardı, sağ elinde yarabandı.

"Hayır," diye karşılık verdim. Bunu beklemiyordu ki yaprak sarısı gözlerinin odağı değişti. "Neden buradasın?" Duvara sürtünerek diğer tarafa geçtim ve oradan da giysi dolabımın önüne gittim. Sadece topuğunda dönerek beni takip etti ama bana yaklaşmadı.

Ne yapmak istediğimi anlamış gibi "Pencereye yaklaşmaya çalışıyorsun," dedi. "Olası bir durumda oradan kaçmak için."

Ne düşündüğümü anlaması umurumda bile değildi. Pencereye doğru ilerledim ardından sırtımı pencere pervazına yasladım. Ona güvenmiyordum, onun kim olduğunu bilmiyordum ama canımı önemsediğim için değildi bütün bunlar sadece onun gerçekleriyle yüzleşmek yerine kaçardım.

"Neden buradasın?" diye sordum bir kez daha. Sırtıma sıcak rüzgar çarpıyordu ama terden dolayı üşümeye başlamıştım. "Neden benim odamdasın?"

Hazırlıksız yakalandığı soru onu ikileme düşürmüştü, bu gözlerinden okunuyordu ama nedense artık yalan yok gibi geliyordu. Ne söylerse hepsi gerçekti, kendisi gibi.

Yatağın diğer tarafından ayrıldı ve ağır adımlarla bana doğru yaklaştı, ben ise arkamdaki taşa tutunarak kendimi sırt üstü aşağıya atmayı bile düşündüm ama iki adım uzağımda durduğunda bunu da anlamış gibiydi.

Yüzüne daha net bir şekilde ışık vurduğunda bakışlarını her zaman gizleyen Korel'in artık bunu da yapmadığını fark ettim ve gördüklerim, tırnaklarımı taşa saplamama neden oldu.

İlk defa beni çözmeye çalışıyormuş gibi bakmıyordu, ilk defa beni izlemek istiyormuş gibiydi.

Derin bir nefes verdi, çelimsiz vücudu hareket etti bu nefesiyle. Yutkundu, oldukça fazla belirginleşen adem elması aşağıya inip kalktı. "Kaçmaktan yoruldum," dedi derin bir sesle. "Sen nasıl yorulmuyordun?"

"Çünkü ben kaçmak zorundaydım." Eskiden olsa ona bakarken gözlerimi kaçırırdım ama artık ona direkt bakabiliyor hatta bu sefer ben onu çözmeye çalışıyordum. "Yoruldun ve ilk uğradığın yer benim odam mı oldu?"

"Hayır, ilk uğradığım yer senin odan değildi ama senin içindi." Net yanıtıyla beraber bir adım daha attı ve aramızda bir kol boyu mesafe kaldı.

"Bana yaklaşma," dedim beklediğimden daha keskin bir sesle. "Benden uzak dur."

Eskiden olsa gülerdi, eskiden olsa daha fazla üzerime gelirdi ama bu sefer o bakışlarına keder oturdu, öyle bir keder ki kurduğum cümlenin ağırlığının altında ben ezildim. "Sana zarar vermeyeceğim," dedi kısık bir sesle, neredeyse fısıldıyordu. "Benden korkma."

Gülümsedim ama gözümden başka bir yaş daha düştü, bunu gördüğü anda gözle görülmeyecek bir sürede aramızdaki mesafeyi kapattı. "Bana yeterince zarar verdiğini mi düşünüyorsun yoksa?"

Dudaklarını ıslattı ve tekrardan yutkundu. Beni izledi. Hem de uzun bir süre. Birkaç dakika geçti, beni izlemeye devam etti. Asla gözlerimi kaçırmayacaktım ama onun bakışlarını anlamak canımı yakmaya başlamıştı. Keşke eskiden olduğu gibi perdelerini çekseydi ve beni kendisinden gizleseydi çünkü görüyordum; o acı çekiyordu.

"Ben buradayım," dedi dakikalar sonra kollarını iki yana açıp. "Karşındayım. Her şeyimle ve her yüzümle. Bütün gerçeklerle."

Daha geniş bir şekilde gülümsediğimde ona küçümseyici bir bakış attım. "Sana inanacağımı mı sanıyorsun gerçekten?" Elimin tersiyle gözlerimden akan yaşları sildim çünkü bu öfkelendiriyordu, ağlamamalıydım. "Bu sefer benimle nasıl oynayacaksın? Hangi gerçekleri yalana, hangi yalanları gerçeğe dönüştüreceksin?"

"Bana artık güvenmediğini biliyorum," diye söze başladığı sırada lafını kestim.

"Aslında sana hiçbir zaman güvenmediğimi fark ettim."

Duraksadı, başını sağa doğru yatırdı ve tam gözlerimin içine baktı. "Hangi zamandan bahsediyoruz? İlk tanıştığımız zamandan mı, ikinci tanıştığımız zamandan mı?"

Bir anda sorduğu soru, yüzüme tokat gibi çarptığında sahiden de bütün gerçeklerle karşımda dikilmiş olduğunu görebiliyordum ama kabullenemedim. "Eğer ilk tanıştığımız zaman sana güvenseydim bütün bunlar olmazdı değil mi? Yani seninle ikinci defa tanışmaz, seni hiç unutmazdım, öyle değil mi?"

O da gülümsedi ama bana zıt bir şekilde dalgaya almak için değildi. Sorum onu gerçekten gülümsetmişti. "Demek hatırlamaya başladın beni." Biraz daha yaklaştı bana.

"Benden uzak dur," dediğimde sırtım geriye doğru yattı. "Her kimsen benden uzak dur."

"Ben geçmişte hatırladığın o adamım," dedi solgun bir tınıyla. Kendimi geriye doğru yatırmamı umursamadan bana biraz daha yaklaştığında ayakkabıları, ayakkabılarımın ucuna değdi ve elleri pencerenin pervazlarına tutundu. Bir kafes gibi önümde durduğunda tek kaçış noktam, aşağıya atlamamdı.

"Seni hatırlamıyorum," dedim yalana başvurarak ama artık bu kadar yaklaşmışken gözlerinin içine bakmak zordu.

"Hatırlıyorsun," diye fısıldadı. Külün kokusunu aldım, hep aldığım gibi. Onun kokusu. Kül gibi kokuyordu. "Bana artık eskisi gibi bakmıyorsun. Bana artık eskiden olduğu gibi bakıyorsun." Ne demek istediğini anlamadığımda kaşlarım çatıldı. "Seneler önceki Minel gibi. Hem de hangi zaman biliyor musun?" Yüzüme doğru yaklaştı, geriye doğru gittim ve başım pencereden dışarıya doğru çıktı. "Beni unutmadan hemen önce de böyle bakıyordun. Korkuyla, endişeyle ve..." Dudakları kıvrıldı, samimi bir tebessümdü. "Sevgiyle."

Üçüncü defa "Benden uzak dur," dedim ve söylediği her şeyi duymazdan geldim. "Babam aşağıda, tek bir çığlığıma bakar."

"Bağırmayacağını ikimiz de biliyoruz," diye yanıt verdi. "Hatta ne yaparsam yapayım bağırmazsın."

"O kadar emin olma."

"O kadar eminim." Gözleri gözlerimden bir an olsun ayrılmadı. "Bu benimle alakalı değil, babanla alakalı. Ondan yardım istemektense ölmeyi yeğlersin çünkü. Onu affetmedin değil mi? Hatta hiçbir zaman affetmeyeceksin."

Onu ilk gördüğüm günden beri beni bu kadar iyi tanımasına anlam veremiyordum ama artık her şey netleşmeye başlamıştı. O bütün zamanlarımdaydı, ondan daha iyi kimse tanıyamazdı.

Babam bile.

"Korel," dedim aylar sonra dudaklarımdan adı çıkarken. Bu canımı yaktı çünkü adını söylemeyi özlemiştim, ona bakarak hem de.

"Minel," diye karşılık verdi ve o da aynı şeyi hissetmiş gibi bana biraz daha sokuldu. Turuncu dememişti.

"Yüzüme bak," dedim keskin bir sesle. "Tanıdığın Minel miyim? Ya da tanıdığını sandığın?"

Dalgaya almadı ya da beni küçümsemedi. Söylediğimi yaptı, beni izledi ve bunu gerçekten soruma cevap vermek için yaptı. "Değişmişsin," dedi en sonunda. "Daha doğrusu vazgeçmişsin."

"Neyden?"

"Her şeyden." Omzunu indirip kaldırdı. "Beni unutmadan önce de her şeyden vazgeçmiştin." Bir eli pervazdan uzaklaştı ve saçlarıma dokundu. Parmakları, saçlarımda dolaştığında donakaldım, hareket bile edemedim. "Ama şu saçların hep aynı. Hiç değişmiyor."

"Belki babama seslenemem," dedim titreyen bir sesle. "Ama benden uzak durmazsan kendimi aşağıya atarım. Bunu yaparım."

Gözleri saçlarımdan gözlerime doğru kaydı ve eli uzaklaştı tekrardan pervaza tutundu. "Evet bunu yaparsın," dedi rahat bir sesle. "Ama bak başka bir dejavuyu yaşıyoruz." Neden bahsettiğini anlamıştım. "Merkez'deydik, pencereden düşmekten seni kurtarmıştım." Eli bu sefer de belime gitti, baskı yaptı. "Evindeydik. Pencerenin kenarındaydık." Tam yanık izimin olduğu noktaya doğru ilerledi. "Seni tutmuştum." Yüzüme doğru yaklaştı. "Şimdi buradayız. Üçüncü andayız ama ben yine seni tutarım, düşemezsin."

Cümleler ok gibi zihnime saplandığında bir anı, kucağıma düştü.

Minel, pencerenin kenarında oturuyordu ve Korel, hemen arkasındaydı. Bir binanın onuncu katındaydılar. Ayaklarını aşağı doğru sallandıran Minel, elindeki beyaz güvercini uçurmak üzereydi.

"Ya uçamazsa?" diye sordu, Minel, Korel'e dikkatle. "Ya aşağı düşerse?"

"Onun kanatları var, Turuncu." Korel gülmüştü. "Ve iyileşti. Korku, canlılara her şeyi yaptırabilir. Eğer düşecek olursa korkusu ona tekrardan uçmayı hatırlatır." Arkadan Minel'in kollarını tuttu sonra ellerini. "Hadi, uçur onu."

Minel, Korel'e güvendi.
Güvenmeyeceği günler yaklaşırken.

Beyaz güvercini gökyüzüne doğru attığında ilk önce yalpalayan güvercin aşağıya doğru düşer gibi oldu ama daha sonra kanatları çırparak yukarıya doğru havalandı. Sokakta buldukları yaralı kuşun kanadını iyileştirmişlerdi.

"Uçtu!" diye haykırdı Minel, Korel'e dönüp hevesle. "Başardı!"

"Başardı," dedi Korel, Minel'e dönüp.

"Ya başaramasaydı?" Minel, arkadan sıkı sıkı tutan Korel'e çok güveniyordu. "Ya düşseydi?"

Korel, Minel'i yavaşça pencereden içeriye doğru çekti. "Düşeceğine ihtimal verseydim onu uçurmana izin vermezdim," diye mırıldandı. "Ve bir ihtimal uçamasaydı..."

"Onun peşinden atlardım," diye lafa atladı Minel.

Korel, Minel'in burnuna fiske vurdu. "Atlayamazdın," dedi dikkatle. "Çünkü ben seni tutardım, hep tutarım. Bütün kalbimle, Minel. Bütün kalbimle senin için."

Anı, zihnime bıçaklar, kalbime ateşler bıraktı. Bana bakarken sanki onunla beraber izledim anıyı ve bunu bildi. Dudaklarımdan "Üçüncü an değil," döküldü, "dördüncü andı."

Tam da zihnimdeki gibi "Çünkü ben seni tutardım," dedi. "Hep tutarım." Büyük bir mucizeye bakıyormuş gibi pervazı tutan diğer eli, çeneme uzandı. "Hatırlıyorsun. Hatırlamaya başlıyorsun."

Yüzümü elinden kurtarmaya çalıştım ama başarısız oldum. "Hatırladıklarım bir yana hatırlayacaklarım seni korkutmuyor mu?" diye sorduğumda bu sorunun cevabını merak ediyordum.

"Hayır," dedi rahatlıkla. "Sadece hatırlayacaklarının vereceği pişmanlığı kaldıramayacaksın."

"Pişman olacağım yani öyle mi?" Elimle çenemdeki elini tuttum ve ilk temasım bu şekilde oldu. Onu itekleyecektim ama elini tuttuğumda bunu başaramadım. "Nasıl bu kadar emin olabilirsin?"

Eskiden olsa cevabını veremeyeceği soruları şimdi hiç düşünmeden yanıtlıyordu. "Çünkü ben karşında duracağım, sen hatırlayacaksın, bir zaman tüneline gireceksin. O adama bakacaksın sonra bana bakacaksın. Senin pişmanlığın, karşında gördüğün ben olacağım." Başını iki yana salladı. "Bu pişmanlığını görmeyi iple çekiyordum ama şimdi o pişmanlığı yaşamaman için daha dik duracağım."

"Dik mi duracaksın?" Bu sefer elini itekleyebildim. "Beni bırakıp gittin." Hesap sormadım, hayır sormadım sadece hatırlatmak istedim. "O tiyatro salonunda beni bırakıp gittin." Bütün diğer olanlar ürpermeme neden oldu ama hesap sorarsam alacağım yanıtlar beni korkuttu.

Bir an bile geri adım atmadan "Sen de beni bırakıp gittin," dedi. "Ve bırakıp gittiğin yetmezmiş gibi beni unuttun. Ben seni bırakıp gittim ama seni unutmadım, bunu istemedim."

Onu bırakıp gittiğime, kendi isteğimle unuttuğuma imkân veremiyordum. Beni kandırıyor olmalıydı, yine. Benimle oynuyor olmalıydı. İstediği yollara çekmeye çalışıyordu.

Bir anda, onu iteklediğimde geriye doğru tökezledi. Eskiden olsa kuvvetiyle bir adım bile atamazdı ama o kadar güçten düşmüştü ki benim iteklememle bile tökezlemişti.

"Yalancısın," dedim beklediğimden daha yüksek bir sesle. "Sen yalancı bir adamsın. Ayrıca senin kim olduğunu, ne olduğunu bile bilmiyorum. Benimle oynuyorsun. Bundan zevk alıyorsun."

Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. "Evet yalancı bir adamdım, evet seninle oynuyordum ama artık değil."

Bir kez daha üzerine yürüyüp onu iteklediğimde neyse ki son kalan güç kırıntılarını kullandı ve hareket etmedi. "Bir daha odama bu şekilde girme!" Öfke miydi yoksa kin miydi bilmiyordum ama dişlerimi sıkmaya başlamıştım. "Bir daha beni yönetmeye de çalışma! Sana inanmıyorum, sana inanmayacağım da."

Gözleri pencereye doğru kaydı, dışarıya doğru baktı. "Seni inandırmaya çalışmıyorum ki."

Eskiden olsa altında ezileceğim cümleleri olurdu ama şimdi dürüstlüğün verdiği sakinlik miydi yoksa rol yeteneği mi gelişmişti bilmiyordum, çok rahat görünüyordu.

"O halde neden buradasın?" dedim ilk sorduğum soruyu yineleyerek. "Neden buraya geldin?"

Bakışları tekrardan bana döndü. Bu sefer daha yalın baktı, daha kendinden parça koparıyormuş gibi. "İnsan olduğumu hatırladım," dedi tekdüze bir sesle. "Ve birisi bana sarılsın istedim." Derin bir nefes verdi ardından elini bana doğru uzattı. "Ben sarılamıyordum, bilmiyordum ama sen biliyorsun, bana öğrettin. Güzel bir histi, bir kez daha yap bunu."

İlk köprüleri yaktığım, ilk kez onu tamamen kendi içimde kabul edişim ona sarıldığım zamandı. O günden sonra bir yola çıkmış, o yolda ilerlemiştim. Yağmurlar yağmıştı, karlar sonra. Kasırgalar çıkmıştı, ben ona sarıldım diye onu bırakmak istememiştim ama o bırakmıştı.

Bırakmış olması da önemli değildi, canımı bile isteye yakmıştı.

Bana uzattığı eline baktım, sargılıydı. Nedenini merak ettim ama ona elbette ki sormadım.

"Sarılmayacak mısın?" diye sordu. "Aylar oldu, aylar geçti. Senden başka kimse bana sarılmadı."

Onu bu hale getiren neydi? Böyle çökmesine neden olan, böylesine yenilmesine, böylesine vazgeçmesine izin veren neydi? Bütün her şeyi boş vermişti, yetmezmiş gibi artık karşımda bütün sırlarını yok ederek gelmişti.

"İlk defa benden böyle bir şey istiyorsun," dedim zorlukla konuşarak.

"Hayır," dedi. "İlk defa istemiyorum daha önce de istemiştim."

Hatırlayamadım, hatırlamadığımı anladı.

Ona doğru yaklaştım, eli hâlâ havadayken "Sana sarılırım ama nedeni bunu istediğim için olmaz," dedim acımasız bir sesle fakat dolan gözlerim yine aksini kanıtlar nitelikteydi.

"Ne olur nedeni?" diye sordu sanki cevabını biliyormuş gibi.

Günler, aylar öncesine gittim. Bu sefer ben onu bir zaman tüneline koydum, onunla beraber ilerledim. "Sana acıdığım için sarılırım," dedim tam gözlerinin içine bakarak.

Bana acıdığını söylemişti, acıdığı için oynattığını, acıdığı için yalanlar söylediğini. Ve bu cümlenin ağırlığını en çok ona ihtiyacım olduğu zaman yüklemişti bana.

Fakat onda benim üzerimde yaptığı gibi etki etmedi hatta kırılmadı bile. Sadece elini aşağıya indirdi yavaşça sonra omzunu silkti. "Acınmak umurumda mı sanıyorsun?" Bakışlarını yere indirdi, ayaklarının ucuna baktı. "O halde durma, bana acıdığın için sarıl, Minel. Öyle bir sarıl ki ne kadar acıdığını bana öyle göster."

Gözümden bir damla yaş aktığı anda elimin tersiyle sildim ve ondan gizledim ama başka başka yaşlar da dökülmeye başladığında kalbim ağrımaya başlamıştı. Ona ne olmuştu?

En önemlisi, kendisine ne yapmıştı?
Ya da ona ne yapmışlardı?

Başı önde ona sarılmamı bekledi, biliyordum.

"Çok çaresiz görünüyorsun," dedim titreyen bir sesle ama küçümseyici görünmeye çalışıyordum. "Bu role çok çalıştın mı?"

Hiçbir cevap vermedi, başını kaldırıp bana baktı ve ağladığı gördü. "Sen de verdiğin sözü tutmamış görünüyorsun," dedi hiddetle. "Ağlıyorsun. O kadar mı canın yandı?"

Acıyla, öfkeyle, nefretle ve en çok özlemle dışarıyı gösterip "Git buradan," dedim. "Bir daha odama bu şekilde girme." Durmaya devam etti hatta izlemeye de devam etti. Daha baskın bir sesle "Korel, git," dedim. "Git buradan."

Karşı çıkmadı, tek bir cümle kurmadı ve pencere yerine kapıya doğru yürüdü. Babamla karşılaşma ihtimali umurunda değil miydi yoksa daha farklı planları mı vardı anlayamadım ama onu engellemedim. Kapıdan çıkıp gitmesi için onu izlemeye devam ettim.

Aralık duran kapıyı açtığında eli kapının kolunda duraksadı ve omzunun üzerinden bana baktı. Gözyaşlarım çeneme doğru akarken artık silmek için bile uğraşmıyordum sadece çekip gitmesini bekliyordum.

"Bana sarılmanı daha önceden de istemiştim," dedi kırgın bir tınıyla. "O zaman da sarılmamıştın. Zaman geçiyor, sen büyüyorsun ama bana hissettirdiklerin iyi ya da kötü hiç değişmiyor."

Sonra cevap vermemi bile beklemedi ve kapıdan dışarıya çıktı. Adım seslerini dinledim sonra dış kapının hafifçe açılması ve kapanmasının ardından daha fazla ayakta duramayarak dizlerimin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra, bağıra çağıra ağlamaya başladım.

Bütün hislerim, bütün hatırladıklarım, bütün hatırlamadıklarım; bütün gördüklerim, bütün göreceklerim uğruna akıttığım gözyaşlarımla bütün gücümü sömürmesine izin vererek ağladım.

Bir süre sonra babamın sesini işittim ama ne dediğini kendi haykırışlarımdan duyamadım. Beni yatağıma yatırdı, benim yanıma yattı ve göğsüne doğru çekti. Sesim kısılana hatta nefesim kesilene kadar ağlamaya devam ettim.

Babam ise tek bir cümle kurdu: "Sana ağlamaman için söz verdirmesi en büyük yanlışıydı çünkü bu kadar gözyaşı, akıtamadığın zamanlarını için de yanaklarını ıslatıyor."

...

Salı günü EMARE için güzel enerjilerinizi bekliyorum.

Sevgiyle kalın. Beni elinizden geldiğince anladığınız ve benimle beraber onları da sevdiğiniz için teşekkür ederim.

Instagram-Twitter: asliarslaan

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 29.4K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.5K 79 10
ÇAKRALAR Olumlamaları Blokaj ve nedenleri Aktifetme Çakra Meditasyon ve Çakraların Doğaltaşları
763K 24.1K 55
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
207K 13.8K 21
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...