"Bak böyle hiç olmuyor ama." Pişkince sırıtan ve midemi bulandıran sesiyle devam etti konuşmasına. "Eve geliyorum yoksun, otele geliyorum yoksun. Halbuki geleceğimi haber vermiştim, güzel bir karşılama beklerdim senden." Elimde hissettiğim sıcaklıkla başımı eğdiğimde Uygar'ın elimi sıktığını gördüm. Ne ara tutmuştum elini?
"Gece gece belanı benden bulma, siktir git." Uygar'ın soğuk sesini duymamla başımı kaldırdım. Tolga, sanki Uygar ona bir şey dememişçesine bana bakıyordu. Titrediğimi hissedebiliyorum. Bakışlarının üzerimde durduğu birkaç saniyenin sonunda bu sefer bakışlarının hedefi Uygar oldu.
"Peki ben bela arıyorsam?" Alayla verdiği cevaba aldığı karşılık Uygar'ın soğuk ve ürkütücü gülüşü olmuştu. Birkaç saniye önce elimde olan ellerini, Tolga'nın tişörtünün yaka kısmına koydu ve kafasını suratına geçirdi. Tepki bile veremiyordum. Beni bıraktığı yerde öylece durmuş onları izliyordum. Tolga kendisini yere yatırıp üst üste suratına yumruklar atan Uygar'a karşılık vermeye çalışıyor ama başarılı olamıyordu. Kısa sürenin sonunda otel güvenliği gelmiş ve güçlükle Uygar'ı, Tolga'nın üstünden kaldırmışlardı. Olduğum yerde durduğum sırada Uygar ayağa kalktı ve gözlerini gözlerimle buluşturdu. Önce duraksadı, üzerini düzeltti ve hızlı adımlarla yanıma geldi.
"İyi misin?" Başımla onu onayladığımda elime uzandı ve ilerlemeye başladı. Beni yönlendirmesiyle asansöre bineceğimiz sırada önümüzde beliren Furkan ile duraksadık. Bir açıklama beklediği kesindi. Konuşmaya başladığı sırada Uygar elini kaldırarak onu durdurdu.
"Odaya çıkıp geleceğim. Konuşuruz." Başını sallayıp yanımızdan uzaklaştığında asansöre bindik. Uygar odamın olduğu katın tuşuna bastı, asansör çalıştı, birkaç saniyenin sonunda durdu, asansörden indik, odamın önüne geldik ve ben bu süre zarfında ağzımı açacak gücü kendimde bulamadım. O da bu halimi fark etmiş olacak ki odanın önüne gelene kadar konuşmadı. Kapının önünde durduğumuzda beklentiyle suratıma baktığını görünce çantamdan oda kartını çıkardım. Odaya girdiğimizde üstümdeki ceketi çıkarıp koltuğa bıraktığım sıra, Uygar ışıkları açmış ve kapıya yaslanarak beni izliyordu. Ona döndüğümü görünce konuşmaya başladı.
"Ben aşağıya ineyim, Serkan konuşmak isteyecektir." Kaşlarımı çattım. Serkan kimdi? Hatırlamadığımı fark edince ona sordum.
"Serkan kim?"
"Otelin sahibi olan it." Furkan değil miydi onun adı? Demek o yüzden ona Furkan dediğimde yüzü düşmüştü.
"Ben karıştırdım onun adını, Furkan diyordum."
"Bilmen gereken bir şey değil zaten." Omuz silkerek konuştuğunda birkaç saniye yüzünde oyalanan bakışlarımı odada gezdirdim. Bakışlarımı kaçırmamla yaslandığı kapıdan doğruldu.
"Kapını kilitle ve korkma. Hemen gelirim." Başımla onu onayladığımda odadan çıktı. Onun çıkmasıyla oturduğum yataktan kalkıp kapıyı kilitledim. Sanki çıkmasını bekliyormuşçasına gözümden yaşlar akmaya başladı. 2 sene... Dile kolay 2 sene 'acaba geri gelecek mi?' korkusuyla yaşamıştım. Tam her şey bitti, bir daha onu görmeyeceğim derken geri gelmişti. Adını duymaya tahammülüm yokken, her gün karşıma çıkacaktı. Kendimle beraber Uygar'ı da yakmıştım. Başıma gelen hiçbir şey benim elimde değildi ama Uygar'a bulaşmasını asla istemezdim.
Madem Uygar'a bulaşmasını istemiyorsun, onu ve arkadaşlarını çevrenden uzaklaştır. Böylece Tolga'ya da sana aynı şeyleri yaşatması için güzel bir fırsat vermiş olursun.
İç sesimin haklılığına oturup ağlamak istesem de, düşünmemeye karar vermiştim. Odada bulunan ikili koltuğun üzerine bıraktığım çantamın içinden telefonumu çıkardım ve yatağa uzandım. Gelen birkaç mesaja kısaca göz gezdirdim.
Melis= Yarın dersten önce kahvaltı yapacağımızı, uykulu olsan bile bunun umurumda olmayacağını ve seni asla uyutmayacağımı bildirmek istiyorum.
Melis= Artık güzelce uykunu mu alırsın yoksa okuldan önce ayılmak için kafanı buzlu suya mı sokarsın orasına karışmıyorum.
Bade= Yazdıklarını okuduğum an üstüme uyku çöktü.
Melis= Merak etme, ben kahvaltı boyunca yeteri kadar konuşup senin ayılmanı sağlarım.
Bade= Okula gelme isteğimi yok ediyorsun...
Melis= Kaldığın oteli basarım.
Bade= Sustum...
Gülerek Melis'in sohbetinden çıkıp Emir'den gelen mesaja baktım.
Emir= Hey! Nasılsın?
Bade= İyiyim, sen nasılsın?
Son görülmesinin birkaç saat önce olduğunu gördüğümde uygulamadan çıktım. O sırada odanın içini telefonumun bildirim sesi doldurdu.
05*********= Bu ulaşılmaz kız tavırların sıkmaya başladı artık. Sevgiline güveniyorsan 2 sene öncekileri de hatırla derim.
Bedenimin buz kestiğini hissettiğim birkaç dakikanın sonunda kapının tıklatıldığını duyduğumda irkildim. Titreyen bacaklarımla kapıya ulaştığımda kapı deliğinin olmamasına lanet ettim. Uygar'a mesaj atacağım sırada kapının ardından gelen tanıdık sesle derin bir nefes aldım ve kapıyı açtım. Yüzüme kısa bir bakış atıp, içeri girdi ve sıkıntıyla konuştu.
"Ağladın mı sen?" Cevap vermek yerine omuz silktim ve ona bir soru yönlendirdim.
"Ne dedi?"
"Aynı şeyin tekrarlanmaması gerektiğini."
"En azından kovulmadım." Kendimi teselli edecek tek şeyim bu saatte kaldığım otelden kovulmamamdı.
"O biraz sıkar zaten."
"Senin hatırına kovmamış olması, isteseydi kovabileceği gerçeğini değiştirmiyor." Omuz silkti. Bir süre sessiz kaldığında konuştum.
"Özür dilerim." Kaşlarını çatıp bana baktığında devam ettim, "seni onunla muhatap etmek istemezdim."
"Bence de beni onunla muhatap etmemeliydin." Haklıydı. Bakışlarımı kaçırdığımda devam etti. "Mesela seninle iletişime geçtiği ilk an bana söyleseydin biz şuan burada olmayacaktık." Kaşlarımı çattım.
"Nasıl yani?"
"Hastaneden çıkarken seninle iletişime geçti değil mi? Aradı seni, ya da mesaj attı. Garip davranmaya başladın." Bana beklentiyle bakınca başımla onayladım. Sinirli bir nefes verdiğini görünce konuştum.
"Ben doğru söylediğine ihtimal vermedim. Evet, başta mesajı görünce korktum ama düşününce yalan söyleme ihtimali daha mantıklı geldi. Biz o gün evden çıktıktan sonra hemen otele gelmedik ki, bizi takip edemezdi."
"O şerefsizin yalan söyleme ihtimali olduğu kadar doğru söyleme ihtimali de vardı, bunu göz ardı etmemeli ve bana söylemeliydin. Bugün Ceylin hastalanmasaydı, sen onu eve bıraktıktan sonra buraya tek başına dönecektin. Gördüğün gibi yine seni bekliyor olacaktı." Bu ihtimal içimi ürpertince susmaya karar verdim. Derin bir nefes aldı ve konuşmasına devam etti.
"Bak amacım seni korkutmak değil, azarlamak hiç değil. Bunlar sadece ihtimal dahilinde olan şeyler, nasıl ki söylediklerinin yalan olma ihtimalini düşündüysen bunu da düşünmeliydin. Evet, ben böylesine pezevenk biriyle muhatap olmak istemem ama sırf kendim istemiyorum diye seni de muhatap etmem. Demek istediğim, sırf ben bulaşmayayım diye kendini benden uzak tutacaksan boşuna çabalama derim." Ne diyeceğimi bilemediğim birkaç saniyenin sonunda "peki" diye mırıldandım. Şaşkınlıkla bana döndü.
"Peki mi?" Çocuk o kadar konuşmuştu ve benden alabileceği tek tepkinin bu olduğuna şaşırması normaldi. Ama sorunun bu olmadığını sorduğu soruyla anlamış oldum.
"Peki mi dedin gerçekten? Yani kendini bizden uzaklaştırmak gibi bir düşüncen var mıydı?" Tedirgin bir şekilde başımı salladım.
"Vardı sanırım birazcık." Başını beni onaylamadığını belli edercesine iki yana salladı. Hiç konuşmadan oturduğumuz birkaç dakikanın sonunda sessizliği bozan taraf o oldu.
"Eee şimdi ne yapıyoruz?" Kaşlarımı çattım.
"Ne yapıyoruz derken?"
"Bize mi geliyorsun yoksa burada mı kalıyoruz?" Çatık kaşlarım sorduğu soruyla havalandı.
"Neden size gelmem gerekiyor?"
"Çünkü onu daha öldürmedim." Muhtemelen Tolga'dan bahsediyordu. Ben de yalnız kalmak istemiyordum ama onlara da gitmek istemiyordum. Özellikle bu saatte... Ayrıca 'bize mi geliyorsun, burada mı kalıyoruz?' demişti. Yani o da burada kalabilirdi.
"Sen burada kalsan?" Kaşları havalandı. Muhtemelen beklemiyordu.
"Yani... Kalırım da..." Elini saçlarından geçirip bana döndü, "rahatsız olmaz mısın?"
"Olmam. Bu saatte onlara da rahatsızlık vermek istemem." Gözlerini devirdi.
"Rahatsız olmazlar. Aksine mutlu olurlar."
"Uyumuş olabilirler ama."
"Peki, öyle olsun bakalım. Yarın bizde kalırsın o zaman." Cevap vermedim. O da cevap beklemiyormuş olacak ki parmağıyla koltuğu gösterdi.
"Burada yatarım ben." Onu başımla onayladım ve yatağa oturdum. Uygar ise ikili koltuğa uzanmış, elindeki telefonla ilgileniyordu. Uzanmasına uzanmıştı ama pek rahat olduğunu sanmıyorum. Ayaklarını koltuk kolçağına uzatmıştı. İstemeden kıkırdadığımda bana döndü. Merakla bana baktığında gülerek konuştum.
"Orada yatabileceğinden emin misin?"
"Evet. Neden ki?"
Elimle ayaklarını işaret ettim. "Koltuğa sığmıyorsun Uygar." Gülerek omuz silkti.
"Bugünlük idare ederim artık." Başımla onu onaylayıp, oturduğum yataktan kalktım. Kıyafet dolabını açtım. İçinden siyah sweat ve siyah, paçası lastikli eşofman takımını çıkardım. Dolap kapaklarını kapatınca aklıma gelen şeyle Uygar'a döndüm.
"Gece giyebileceğin bir şeyin yok." Üstünde gri bir sweat, altında ise siyah bir kot pantolon vardı. Sweat neyse de pantolonla uyuyabileceğini pek sanmıyordum.
"Büyük ihtimal uyuyamam zaten." Onu bir gecelik de olsa bu durumda bıraktığım için içimi kaplayan suçlulukla ona döndüm.
"Dışarı çıkıp hava alalım mı biraz? Hem eve de uğrarsın sen."
"Olur." Ayaklandığında kendime seçtiğim kıyafetleri yatağın üstüne bıraktım ve sadece telefonumu cebime atarak Uygar'ın peşinden ilerledim. Kapının önünde durdu ve arkasını dönerek bana baktı.
"Ceket falan al yanına, hava serindir şimdi." Onu onaylayıp dolabıma astığım, Uygar'ın ceketini üzerime geçirdim. Üzerimdeki ceketi görünce gülümsedi ve yaslandığı kapıdan doğruldu. Asansörle zemin kata indiğimizde çok kalabalık olmadığını gördüm. Gecenin bu saatinde kalabalık olması anormal olurdu zaten. Otelden çıktığımızda bu sefer adının Serkan olduğunu yeni öğrendiğim çocuk bu sefer şaşırtıcı bir şekilde karşımıza çıkma-
"Selam gençler, nereye bu saatte?" Erken konuşmuştum sanırım. Uygar'ın göz devirdiğini görmemle gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve bakışlarımı ayakkabılarıma indirdim. O an bir şey oldu. Garip bir şekilde beni heyecanlandıran bir şey. Temas...
Uygar'ın elini belimde hissetmemle, sesini duymam aynı anda gerçekleşmişti ama belimdeki elinin varlığı sayesinde ne dediğini anlamıyordum. Başımı kaldırdığımda Serkan'ın bana bakan yüzünü gördüm. Muhtemelen daha önce bir şey demiş ve ben duymamıştım. Sorusunu tekrarlamak yerine gülerek başka bir şey sordu.
"Konuşmayı pek sevmiyorsun sanırım." Cevap vermek istemiyordum. Garip bir şekilde her yerde karşıma çıkmaya başlamıştı ve bu hoşuma gitmiyordu. Adamın otelinde kalıyorsun, cevap ver bir zahmet. İç sesimin ortaya çıkmasıyla istemeyerek de olsa araladığım dudaklarım beni heyecanlandıran başka bir şeyle kapandı. Uygar, belimdeki eli sayesinde beni yavaşça kendi bedenine yasladı ve konuştu.
"Konuşmayı sevmemek değil de, gereksiz insanlarla konuşmaya gerek duymuyor diyelim biz ona." Serkan, bozulduğu her halinden belli olmasına rağmen önümüzden çekilmedi ve tekrar sordu.
"Gecenin bu vakti dışarı mı çıkacaksınız?" Uygar sesli bir nefes vererek konuştu.
"Serkan biliyorum sorular sormak senin işin ama," Serkan'ın daha da düşen ifadesini umursamadan devam etti, "bu sefer de ben bir soru sorayım. Sen her müşterinle böyle ilgilenir misin?" Serkan tamamen sustuğunda Uygar bu sefer son kez konuştu.
"Bende öyle tahmin etmiştim." Belimdeki eliyle beni yönlendirdiği sırada durdu ve arkasına döndü. "İyi geceler diyemedik ama sen döndüğümüzde yine karşılarsın zaten bizi."