37-Düğün (Final) II. Kısım

6.1K 709 135
                                    


"Yemin ediyorum ben böyle şey görmedim, kız inadından otuzunda düğün yapıyor."

Otuzuncu yaş günümde düğün yapmak benden çok Sarp'ın fikri olsa da sevdiğimi annemin önüne atmak istemeyeceğimden savunmaya geçtim.

"Ne yapsaydım anneciğim? Senin kızın doğum kilolarını bir yılda ancak verdi. Genlerim öyleymiş ki sana çektim. Kış günü de düğün yapamayacağımıza göre pansiyonun bahçesinde, yaza kaldı." Gelinliğimin kumaşını hayran bir şekilde okşayarak ufak, samimi düğünümüzün gelmeye başlayan davetlilerine pencereden baktım.

"Hayır, millet kınayacak. Kocaman çocuğu olan kadın evleneli iki yılı geçmiş, düğün mü kalır yoksa gelinlik mi?"

İçeriye giren altı aylık hamile İpek'le annesi annemin zaten az miktarda çağırdığımız eşten dosttan çekinen hali karşısında tarafımı tuttular. "Ayşe anne ya, kızının inat damarına basıyorsun bak dikkat et. Sonra her yıl gelinlik giymeye başlayacak."

"Vaktiyle nikâha gelmeyenler altın takar hem belki, belli mi olur?"

Esma annenin yorumu boşluğumuza gelince İpek de ben de kahkahalarla gülmeye başladık. Ama annem ciddiye alarak açıklama yaptı. "Ozan'ın doğumunda altın getirdik diye bir çöp takmaz onlar. Akraba mı akbaba mı belli değil. O halanlar yemekli düğün diye gelmiyorsa ben de bir şey bilmiyorum."

Aslında sadece gelinlik ve damatlık giyerek fotoğraf çekimi yapacaktık. Ancak Sarp nasılsa doğum günüm için bir kutlama yemeği verileceğinden, pansiyon da bizim olduğu için o hep özendiğimiz memleket düğününü geç de olsa yapmayı teklif etmişti. Ayrıca kısa süre önce İzmir'e gidip yaptırdığımız kontrollerinin ardından doktoru artık tamamen sağlıklı bir insan olarak hayatına devam edebileceğini söylediğinden bize çifte mutluluk olmuştu. O halde çifte kutlama yakışırdı. Son olarak ben de nihayet elli olmasa da elli beş kiloya indiğim için bu fırsatı kaçırmamak adına kendimizi düğün telaşının ortasında buluvermiştik. Minik adımlarıyla ortalıkta koşturan Ozan için de ileride çok değişik bir tecrübe olacaktı anne ve babasının bu fotoğraflarına bakmak. Babam ise hazır düğünü kurmuşken oğlanın da sünnetini aradan çıkarıverseydiniz diye ortaya bir fikir atmıştı. Tabii Sarp ve Mutlu amca ona aklının erdiği yaşta dillere destan bir düğün yapacaklarını söyleyerek bu teklifi reddettiler. Neymiş, tüm ilçeyi önce at sırtında sonra üstü açık arabayla gezecekmiş. Sarp, oğlunun ilk mürüvvetine dair her şeyin çok özel olmasını istiyormuş. Vaktiyle kendi sünnet düğününde mutlu amca körkütük sarhoş olunca kavga çıkmış, her şey rezil olmuş. Onun da ahtı varmış, 'Allah bana bir oğul verirse onun sünneti dillere destan olacak,' diye. Bazı şeyler üstünden bir ömür geçse bile insanda izini illa bırakıyordu. Sadece o değil, Mutlu amca da telafi etmek istediği için sünnet kırmızıçizgileriydi. Benimse canıma minnetti, düğünümü oğlumla paylaşmaya hiç niyetim yoktu.

Nihayet gelin odası haline getirdiğimiz odadan çıkıp koridorda yürüyerek takım elbisesi içindeki Sarp'ın yakışıklı görüntüsüyle karşılaşınca gülümsedim. Onu burada gördüğüm, merdivendeyken beni yakaladığı günü, sonra Mutlu Amca, oğluyla arkadaş olmamı rica ettiğinde elinde bir çekiçle duvara bir şeyler çaktığı, ondan etkilendiğim, beraber sarhoş olduğum günü hatırladım. Beni ilk öpüşü, ilk kavgamız, ilk gülüşümüz... Hani derlerdi ya duvarların dili olsa da anlatsa diye, bu pansiyon da bizim aşkımıza çatı olmuştu.

"Ey gidi koca Mutlu Pansiyon, sonunda beni de mutlu ettin ya..."

Sözlerimi duymak Sarp'ı da gülümsetti ve koluna girdiğim sırada kulağıma doğru eğilerek o müthiş sloganımızı söyledi. "Mutlu Pansiyon, mutlu günler diler."

Kahkahalarımız birbirine karışırken Mutlu Amca'nın kucağındaki oğlumuza el sallayarak temsili nikâh memurumuz Çağdaş'ın şaka olsun diye giydiği cübbeyle kıydığı komik nikâhımızın ardından ilk dans için Mustafa'nın ayarladığı müzik eşliğinde ortadaki açıklıkta dans etmeye başladık. Fotoğraflarımız çekilirken küçük bir akraba topluluğunun gözleri önünde gösteriye çıkmış gibi dans etmenin garipliği bizi güldürmeye devam etti ve bir itirafta bulundum.

"Ömrümün epeyce uzun bir kısmı gittiğim düğünlerde dans eden gelinle damadın kendi aralarında ne konuştuklarını düşünerek geçti. Yani o noktada birbirlerine ne söylüyor olabilirler ki? Mutluluk yeminleri falan mı ediyorlar?"

"Belki de kuaförde yaşanan aksilikleri, memnuniyetsiz akraba kavgalarını falan tartışıyorlardır."

"Ya da takı kesesi kimin annesinde duracak diye kavga ediyor olabilirler."

Tahminimin doğru çıkma ihtimali onu güldürmeye devam etti ve başını sallayarak beni onayladı. "Bak bu iyiydi." Sonra biraz ciddileşerek konuşmaya devam etti. "Sana bu bahçede asıldığımı itiraf ettiğim günü hatırlıyorsun değil mi?"

"Babanın gözleri önünde yaptığın o şovun unutulabilmesi mümkün mü aşkım?"

"Ne yapayım yavrum? Öyle yürüyorum olmuyor, böyle koşuyorum yine olmuyor. Ben de en sonunda uçayım dedim."

Kıkırdayarak ben de bu yorumuna hak verdim. Dedesinin kucağından kurtulan Ozan bacağıma sarılınca babası kucağına aldı ve aramızda oğlumuzla bir süre dans ettik. O halde fotoğraflarımız çekilirken insanlar halimize güldüler. Babam gelip benimle dans etmek isteyene dek öyle kaldık. Sonra Sarp annemle dans ederken, ben de babamla biraz dans ettim. Ardından damat halayı, çiftetelli, zeybek, roman havası derken saatler süren bir eğlencede yorgun düştük. Konukların çoğu dağıldığında, kucağımda uyuyan Ozan'ı annem içeriye yatırmaya gitti. Ben de iç geçirerek ayakkabılarımı çıkarıp ayağımı çim zemine uzattım.

"Fakat ne güzel gelin oldum be..."

"Ben de fena olmadım sanki ya?"

Çapkın bakışı şakayla karışık kocamın karnına dirseğimle vurmama neden oldu. "İşte bu yüzden sevmiyorum yakışıklı erkekleri, ukala oluyorsunuz."

"E bu sevmeyen halinse yine iyi, bir de sevseydin neler yapardık kim bilir?"

Söyleyişi öyle komikti ki gülmekten ona kızamadım. "İyi ki flört etmiyoruz."

Yalancı bir ciddiyetle o da beni onayladı. "Kesinlikle flört etmiyoruz." Ben de iç geçirerek başımı göğsüne yasladım. Birbirimize sarıldık ve kadifemsi sesiyle konuşmaya devam etti.

"Yaslan göğsüme sevdiğim

Benim gönlüm gök gibidir, açık deniz gibidir.

Toprak gibidir

Sen ki bulut gibisin

Ay gibisin, güneş gibi bazen..."

Erdem Beyazıt'tan yaptığı şiir alıntısı başımı hafifçe kaldırarak boynundan öpmeme neden oldu. "Nasıl da biliyorsun şiirin en sevdiğim mısralarını."

"O kadarını da bileyim artık şiir hanım."

"Sarp..."

"Söyle kalbimin güneşi."

Usulca doğrularak kollarının arasında gözlerine baktım ve fısıldadım. "Ben hamileyim."

Sözlerim gülerek beni kucaklamasına ve dudaklarımdan iştahla öpmesine sebep olurken ben de binlerce kere şükrettim. Bu kadardı işte benim bu hayattan dilediğim ama sonunda dilediğimden bile güzel bir adamla benim olmuştu. 

Klişe Hayaller Durağı (Tamamlandı)حيث تعيش القصص. اكتشف الآن