Karanlığın Efendisi

By AysunAltnbas

10.6M 469K 41.5K

"Kaç benden, uzak dur. Ben katilim, Azrail'im. Azrail'in bir insana sunabileceği tek şey ölümdür. Bu yüzden g... More

Tanıtım
Karakterler
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
Özel Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. bölüm
44. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
...
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
Duyuru
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm
85. Bölüm
86. Bölüm
87. Bölüm (Final)
Duyuru
Soru - Cevap
Karanlığın Efendisi • Nepenthe
Özel Bölüm
Özel Bölüm
Karanlığın Esiri

45. Bölüm

119K 4.3K 238
By AysunAltnbas

Oturduğu koltuktan bir enkazından altından çıkar gibiydi Mehmet Arslan. Öfke bedeninde at koştururken, o lanet yeri yok edeceğine dair yemin ediyordu. Evden ayrılmak için hareketlendiği sıra erkeklerde onunla harekete geçip, evden ayrılmıştı. Ulaşmak istediği yer depoydu. Delirmiş bir ifadeye sahipti, sankti tüm suç bu deponundu.

"Çıkın dışarı"depoya vardığında, hasarlı çıkan sesine rağmen tüm sesi öfkeyle yankılanmıştı. Tüm eşyalar, tüm aletler, yerde paramparça halde öylece yatıyordu. Öfkesi hiç azalmamış olsa da, yine de burayı böyle görmek ona daha iyi geliyordu. Tüm depoyu talan ederken, nefes nefese kalmıştı. Oğlunun on yıl önce ilk gözlerini açtığında ona hesap sorar gibi; beni neden kurtardın? Onun bu sözleri yankılanıyordu. Ares kendi başına ayağa kalkmak istemezdi, bunu bildiği için ağlıyordu Mehmet Bey. Kendi oğlu hayatta kalsın diye o kadar uğraşmışken, şimdi onlardan uzak olan Ares, onlara dönmek ister miydi? Ares' in üzerine gitmemek isterken, ihmal ettikleri gerçeği ile nasıl baş edebilirdi bu aile? Hâlbuki ona gözü gibi bakıyor, her dediğine dikkatle uyuyordu. Bunca yılın hiçbir anlamı yokmuş, boşa geçip, gitmiş öylece...

Günler birbirini kovaladıkça artık aile gün güne de daha da çöküyordu. Birbirlerine sırtını dayamış olan bu aile yıkılmamak için diretiyordu. Her biri acısını içinde yaşıyor, sükûnet içinde geçiriyordu, günlerini. Koca hayrıkışlara, ağlamalara, yalvarışlara şahit olmuş olan malikâne, geçen günleri ardından sessizliğin en sevgili arkadaşı olmuştu. Mehmet Bey, o gün aşağıda bodrum katında olan toplantı odasını ve içinde silah odasını boşaltmıştı. O günün gecesinde ise Mehmet Bey, deponun yakılmasını emretmişti. Küle dönene kadar ateş, o gece deponun üzerindeki semaya kadar uzanmış ve sönmesine müsaade edilmemişti.

Duvaları saran kırmızı alevlerin ardından gri duman gökyüzünü kaplamıştı. Bir koku yayılmıştı ki etrafa, ciğerleri herkesin boğazını yakıp, gözlerini yaşarmıştı. Onca kimyasal ilaçlar, yanıcı maddeler ve bir de kuyuda birikmiş olan onlarca insan cesetleri, herbirinin kokusu birleşmiş. Beren geceleri kendi yatağında uyuyamıyordu. Bu yüzden Beril ve Selin' in teklifi üzerine Ares' in odasına taşınmıştı. Beren ise Ares' in odasından neredeyse hiç çıkmıyordu. Can, Cenk ve Anıl uzun zamandır birbileri ile uğraşmıyordu artık. İdil kahvaltlar için yeni tatlar ile masayı süslemiyordu. Olanlar karşısında güçsüz kalan Çağla, gün içinde kaç kez lavaboya gidip, herkesden gizlediği gözyaşlarını serbest bırakıyordu. İnsan zamanla çektiği acılara, düştüğü kuyuya, akıttığı gözyaşlarında alışıyordu.

Öyle çok gözyaşı ile yanakları ısınmıştır ki, yeni düşen gözyaşlarının sıcaklağını bile hissedemez olur. Hıçkırıları öyle çok yankı bulmuştur ki kulaklarında, konuşma sesini bile unutmaya yüz tutmuştur. Günler geçiyor ve insanoğlu buna yalnızca ayak uyduruyordu. Onca acının, onca derdin içinde; her gün güneşi karşılıyor ve gecenin kasveti çöktüğünde, bundan kurtulmak için kendini eğliyordu. Ares onları bir araya getiren ve bir arada tutan kişiydi, tıpkı bir evin çatısı gibiydi. Bir evin çatısı olmadığında, dört duvarının olması ne işinize yarar. Soğuktan, yağmurdan, kardan ve çıkan fırtınalardan korunamıyorsa, ne faysası vardı dört duvarın sağlam durmasının?

Mesele dört duvar değildi, o dört duvarı bir araya getirebilen güçlü çatıda değil miydi? Koca kasırgalara bile meydan okur gibi sağlam durmalıydı ki, o dört duvarda onun birlikte ayakta kalabilsin...

Her birinin eksiği vardı içinde. Kaybetmişlik duygusu ile mücadele ederken, sıcak ortama maruz kalan bir buz kütlesi gibi günden güne eriyip, gidiyorlardı. Güneşin doğuşu, Ay'ın parlak yüzü, yıldızların ışıltısının hiçbir anlamı yoktu artık. Onu göremezlerdi, görmemeleri gerekiyordu, zira bu tedavi onun için büyük bir önem taşıyordu. Eğer Ares gerçekten onlar için ayağa kalkıp, tüm fırtınasını içine hapsediyorsa, onlara her şeyin yolunda olduğunu söyleyip, geceler boyu uykusuz kalıyorsa, hala annesinin çığlıklarına şahitlik ediyorsa; eğer birkaç yıl içinde onu tamamen kaybetme ihtimalleri varsa, ne çıkardı birkaç gün ondan uzak olmaktan.

"Hadi ama Beren, lütfen bu kez yemeğe gel" "Gelmek istemiyorum Beril, lütfen ısrar etme. İştahım da yok zaten" nefes almak bile büyük bir güç harcanarak gerçekleştirilen bir eylem gibiydi. "Kimin iştahı var ki, sadece yanımızda ol. Hem Ares' in, yemek masasına eksiksiz oturmamız gerektiğine dair katı bir kuralı var. Hiç duymadın mı?" Beril' in bu sözünün ardından elbette ki artık geri çeviremezdi. Ares' in adını duymak, onun istediğini yapmak, şuan için bir çocuk mutluluğu veriyordu ona.

"Pekâlâ, sen aşağıya in. Ben yüzümü yıkayıp, geliyorum" Beren' in bu sözüne güvenen Beril, onu yüzündeki gülümseme ile onaylamış ve odadan ayrılmıştı. Ares' in kokusu ile dolu olan bu odadan uzak kalmak sanki onu tamamen kaybetmek gibiydi. Hisleri körelmişti sanki artık hiçbir şey hissedemez olmuştu. Birkaç kilo kaybetmişti bu geçen uzun ve meşhakatli günlerde. Gözlerinin beyazı artık kırmızı rengin esiri olmuşken, gözlerinin altında siyah halkalar onu aynada karşılar olmuştu. Beren gün geçtikçe Ares' e olan sevgisinin ne kadar büyüdüğüne de, şahit oluyordu. Acıyla nefes alıp, bir enkazın içinde, öylece sevgilisini bekliyordu. Ona muhtaç, onun çare olduğunu bilerek. Uzandığı yataktan kaltığında, elindeki sevgilisinin gömleğini de, yatağın üzerinde bırakmıştı. Uyuşuk ve savsak adımlarla, banyonun yolunu buldu.

Ayna ile göz göze gelmek istemiyordu. Aynaya her baktığında, şuan ki korkunç görüntüsünün yanında, sevgilisinin onu her; 'güzelim' diye çağırışını hatırlıyordu.

Avucuna doldurduğu su ile birkaç tekrarla yüzünü yıkadı. Yüzünü kurulamaya başladığı sıra odadaki telefonun zil sesini duydu. Odaya dönüp eline aldığı telefonunun ekranı ile göz göze geldiğinde, bunun kendinin uydurduğu bir hayal olduğunu düşündü. Telefonu elinden düşürmediği için aslında o an, şanslı sayılırdı. Aramayı bir an evvel yanıtlamak için yanıp tutuşuyor ancak bunu akıl edemiyordu. Ekranda yazan Ares gertekten orada vardı. Telefonu kulağına götürdüğünde, yanakları da aynı anda ıslanmıştı.

"Ares" bir isim değildi, muhtaç olduğunu dile getiriyordu Beren o an. İhtiyacı olanı, şifasını dile getiriyor ve ondan medet umuyordu. "Beren" tanımadı Beren o an kendi adını. Konuştuğu kişi kimdi bilemedi. Gözyaşları ile ıslanmış yanaklarına inat gülümseyen dudakları yavaş yavaş gülümsemeyi bozmuştu. Bu yorgun, bu bitkin ses kimindi? Sanki birkaç dakika önce ölüydü de, birkaç dakika sonra bedenine can verilmişti.

"Sana söyleyeceğim şeyleri, sözüm bitene kadar sadece dinle. Olur, mu?" ifadesi daha da değişti Beren' in o an kulaklarına ulaşan bu sesin sevgilisinin sesi olmadığına dahi yemin edebilirdi. "Olur" dedi ama neye dediğini bilse öyle demezdi. "Sana tüm bunları yaşattığım için beni sakın affetme. Bencil biri gibi davranıp, beni bekle diyemiyorum çünkü dönmeyeceğim Beren. Bu hayatta olmak istemiyorum, annemin çığlıklarını bir türlü durduramıyorum" bu sözler, bu konuşmanın anlamı neydi, Beren ne anlam çıkarmalıydı? "Ben bir şekilde idare ediyordum. Sakinleştirci iğneler, uyku hapları, iyiyim rolüna herkesi inandırmış ve hayata devam ediyordum. Ama ya artık yapmak istemiyorum ya da yapamıyorum. Senin hayatını mahvettiğimi biliyorum ama inan bana bu taşıdığım çürük organ bir tek seni gördüğünde iyileşmek istedi" eğer Ares ondan sözlerini kesmeyeceğine dair olur almamış olmasaydı bile Beren' in bu sözlerin arasında girip, sözlerinin anlamını sormaya gücü de, mecali de yoktu.

"Benim o fabrikadan sağ çıkmamam gerekiyordu Beren. Böyle bir adam olmamam için annem gibi bir son yazılmalıydı bana da. Ben dayanamıyorum, aldığım nefes ciğerlerime saplanıp kalıyor. Ben karanlığa alıştım, güneşin yüzünü görmek istemiyorum" eli ile ağzına örttü Beren, eğer sesli sesli hıçkırırsa, sevgilisinin bu tanımadığı sesinden dökülenleri duyamam diye korktu.

"Çok yorgunum Beren, omuzlarıma biriken her ne varsa, yerine altında çökmem için daha da ağırlaşıyor. Seni severek, sana ne büyük haksızlık ettim. Seni sandığından çok daha fazla seviyorum Beren ama beni sakın bağışlama. Yanaklarını sakın benim gibi bir aşağılık için ıslatma, benim gibi bir adamın ardından sakın yas tutma" bir hıçkırık koptu dudaklarından, Beren' in. Ağzını örten eli yatağa düştü, avucunun içinde toparladığı yatak çarşafı, günler önce sevgilisinin üzerinde yattığı, yatak çarşafıydı. Kokusu sinmiş diye günlerdir aynı çarşafı kullanırken, şimdi sevgilisinin sözlerine nasıl dayanabilirdi? "Sen ne-"

"Senden son bir isteğim var Beren, eğer bunu yerine getirirsen bir adamın son dileğini yerine getirmiş olacaksın" "Ares" telefonu ilk yanıtladığında, söylediği isimden çok daha farklı bir isim söylüyordu sanki. Bir tek bu ismi söyleyen Beren, o an çok şey söylüyordu aslında. Sus diyordu, lütfen artık daha fazla konuşma... Ares bu sözleri ile ne bir bıçak, ne bir silah, ne de Beren' e karşı hamlesi vardı. Hâlbuki tüm bu sözleri ile Beren' i öldürmüş, onu toprağın altına hapsetmiş, başından duasını okuyordu sanki. "Neler sö-" hıçkırıkları izin verse de, sevgilisine doğru cümleler kurabilse keşke o an. "Aşağı kata inip, diğerlerinin yanında, telefonun hoparlörünü aç. Bunu benim için yapar mısın?"

Salona girdiğinde, diğerleri yine formalite icabı akşam yemeği için masada toplanmıştı. "Ares' in size söylemek istediği şeyler var" Telefonu masasının üzerine bırakmadan hemen önce hoparlör tuşuna basarak, sevgilisinin sesini diğlerinin de, duymasını sağladı. Masadan destek alan eli sanki oradan ayrıldığında, bedeni yerle bulaşacak korkusu ile tutunuyordu.

"Hepiniz olanlardan sonra eminim ki, kendini sorumru tutuyor. Belki pişmanlıklarınız ve keşkelerinizin içine gömülüp, dönmemi bekliyorsunuz. Bu olanlarda tek sorumlu benim. Geçen şu son günlerde her duyduğunuz, her öğrendiğiniz şey yalnızca benim yüzümden. Sizler her insanın sahip olmak isteyeceği bir aile sundunuz bana. Sözlerime her zaman saygı duydunuz. Her zorlukta yanımda olup, bundan bir kez bile şikâyet etmediniz. Size karşı her şey yolunda rolünü oynamak zorundaydım çünkü daha fazla benim için acı çekmenizi istemedim" masada bir tuşa basılmıştı sanki. Her şey donmuş gibiydi. Nefes alan var mıydı aralarında, onu bile sorgulamak gerekiyordu. "Günlerce benim için gözyaşlarınız aktı, kaç gece uyumadınız. Lütfen kendinizi hiçbir şeyden dolayı sorumlu tutmayın. Eğer seçme şansım olsa yeni sizin gibi bir aileye sahip olmak isterdim. Beni on altı yaşımdan şu yaşıma kadar ayakta tutan sizlerdiniz. Ama artık ayağa kalkamıyorum. Söylemek kolay belki ama sizi yarı yolda bırakmış bu adam için lütfen gözyaşı dökmeyin. Bana lütfen kızmayın, başka çarem yok. İyi ki sizin gibi bir aileye sahibim. Benden sonra lütfen Beren' i yalnız bırakmayın" elinde tuttuğu telefonu kulağından ayıran Ares, akan birkaç damla gözyaşını elinin tersi ile yüzünden def etmişti.

Burnunu çekip, derin bir nefes aldığında, elinde tuttuğu silahı şakağında dayadı. Bu silahı ve telefonunu almak için kendi çalışanlarından birinin boğazına yapışıp, ölümle tehdit etmek zorunda kalmıştı. Önce silahı ateş etmek için hazır konuma getirdiğinde, çıkan metalik ses odada yankılanıyor ve onun neye yakın olduğunu, onu ikna ediyordu. Soğuk demir tenine temas ettiğinde, hiçbir duydu içinde kalmamıştı. Yaşamla ilgili herhangi bir isteği, bir düşüncesi kalmamıştı artık. O bunca zamanını dünya üzerinde, ailesi için geçirip, onlar için güneşi karşılayan bir adamdı. Nihayet aralanan kapıyı, içlerinde iri yapılı iki çalışan omuz atmış ve nihayet Ares' in bu son anına yetişmişlerdi.

İçeri adımını ilk atan Doktor Bey, karşılacağını manzarayı tahmin etmiş olsa da, mezarından çıkan bir beden ile karşılaşmış gibiydi. Korktu, birkaç adım geriledi ve bacakları titredi. Onun ne kadar sağlam bir bünyeye sahip olduğunu bilirken, onun böyle bir anına şahit olacağı hiç aklına gelir miydi?

Oturduğu hasta yatağından hışımla ayaklanan Ares' in gözlerinden ne kadar kararlı olduğunu okuyabiliyordu Doktor Bey. Gözlerinden artık yaşlar süzülmüyordu, belki birkaç saniye sonra bir cesete dönüşecekti ama hiçbir şey hissetmiyordu. Elinde sağlam tuttuğu silahı, şakağına dayamış ve tetiği çekmek için işaret parmağı çoktan yerini almıştı. "Ares, ne yapıyorsun oğlum. Bırak o silahı, bana ver hadi" Onun, gözlerindeki ifadeden korkmuştu. Tereddüt etmeden bakarken, tettiği çekecek olmasından o an deli gibi korktu.

"Bir adım dahi atma, artık geri dönüşü yok" sesinde bile aradı o tereddütü ama yoktu, daha da korktu Ahmet Bey. Bir anda, tek bir saniye; tetiği çekseydi o an ne olurdu, Doktor Bey, on altı yaşından beri ayakta tutmaya çalıştığı bedeni birden böyle kaybetse; nasıl nefes alırdı bundan sonra...

"Yapma oğlum, sen güçlü bir adamsın. Bunun üste-" sakince elinde silah tutan Ares o an, bir ejdarhanın ağzından çıkan alevlere sahip oldu sanki. Karşısındaki bu adamı o an yakıp, kül etmek istedi.

"Bununda mı üstesinden geleceğim? Başaracak mıyım, iyileşecek mi bu hastalık aklım? Sen söyle Doktor... Kafamın içindeki sesleri susturabilecek misin, her şeyi silip, beni annemin yok oluşuyla eriyip, kül olmaktan kurtarabilecek misin?" gözyaşları tek bir damla olarak bile yanaklarından süzülmüyordu. Ağzından çıkan alevler karşısındaki adamları küle çevirmek için arşa uzanıyor, koca ev onun haykırışları ile yankı buluyordu.

"Ben yapmak istemiyorum artık. Neden böyle bir hayatın içinde olmak isteyeyim ki, neden bir şeylerin üstesinden gelmem için zorluyorsunuz?" karşısında ki bu genç, onca yaşadığı şeyin ardından bu sözleri söylemekte haksız mı? Ölmek istemesi bile o an gerçekten hakkı değil miydi? Kim böyle bir hayatta mücadele vermek isterdi. Annesini gözleri önünde katletmişlerdi, neden yaşama sevinci olsun ki içinde?

"Ne olur bekle Ares, yapma, yazık etme oğlum kendine. Hayata inat, yaşadıklarına inat yaşa oğlum. Dik dur ki, dünya heybetinden korksun ama böyle mahfetme hayatını. Sen gördüğüm en güçlü insanlardansın, sadece biraz sakin olman gerek" birkaç adım yaklaştığında, korkuyla, onun fark etmemesini umuyordu.

"Hadi bana ver silahı, ileride seni hangi güzel günler bekliyor, bunu düşün Ares. Herkes seni bekliyor, herkes sana inanıyor Ares, sende kendine inan oğlum. Malikânede gözleri yaşlı seni bekleyen o genç kızı düşün Ares. Onu, seninle yaşayacağı güzel günlerden mahrum etme oğlum. Birlikte güzel bir gelecek kurun" gözlerinin önünde belirdi sevgilisinin görüntüsü o an.

Eşsiz bir gülümseme ile yüzüne baktığını anımsadı. Onu arkada bırakıp, gidebilir miydi gerçekten? Onu daha yeni bulmuşken, onunla uzun bir hayat sözleşmişken, gönlü razı mıydı gözüyaşlı sevgilisini öylece ardından bırakmaya?

"Ben ona huzurlu bir hayat sunamam. Biz yan yana bile gelmemeliydik. Benim gibi bir adam, ona nasıl layık olabilir?"sözlerini dile getirirken, bacakları taşımaktan vazgeçti bedenini. Olduğu yere çöktüğü sıra şakağına dayadığı eli de aşağıya inmişti. Gözlerinin gördüğü bu olayın ardından anında ona doğru atıldı Ahmet Bey. Bir iç hesaplaşma yaşayan Ares' in o an elinden silahını almış ve çökmüş olan bedene kollarını sarmıştı. Bu ona iyi gelir miydi emin bile olmadan sıkı sıkıya tutuyordu ona, zira o an kendi de rahat nefes alıyordu.

"Birlikte huzurlu, mutlu bir hayat sürmen için ayağa kalkman gerek Ares. Sana elini uzatmış olan o kızın eğer elini tutarsan hayatın onunla birlikte şekillenir ve bir hayalin içinde yaşıyor olursun" gözyaşları birer birer yanaklarından süzülen bu genç adam için kahrolan Doktor Bey, iyi olması, normal bir hayat yaşayabilmesi için dualarda bulunuyordu.

Lütfen desteğinizi esirgemeyin.

Sorularınız olursa, lütfen benimle iletişime geçin.

İnstagram: aysunaltnbas

Continue Reading

You'll Also Like

405 54 9
Ölümüm insan üzerindeki etkisi.....
LİDER By Ally

Teen Fiction

941K 38.6K 56
Yüzünde bu zamana kadar hiç görmediğim tuhaf bir ifade belirdi. Yana doğru bir adım atıp kulağına doğru eğildiğimde sessizce fısıldadım: ''Sana bir s...
142K 8.2K 17
DERS 2: İNTİKAM SOĞUK YENEN BİR YEMEKTİR hikâyesi Facebook da Ezgi Deniz'in Kaleminden sayfasında 6 Nisan 2013 yılında yayınlanmıştır.
16.1K 3.5K 35
Annesi ve babası öldükten sonra ailesinin en yakın arkadaşları tarafından evlatlık olarak alınan Eylül, ansızın onu evinin önünde ilk defa gördüğü ad...