22. BÖLÜM

250 29 161
                                    

Medya: Deniz'in babası. Bitiyorum bu adama yav

Bir sağa bir sola dönüp duruyordum fakat gözüme bir damla uyku girmiyordu. Üstünden iki gün geçmesine rağmen Egemen'in söylediklerini aklımdan çıkaramıyordum.

Yatakta oturur pozisyona gelip yan tarafımda beşinci uykusuna geçen Cemre'ye baktım ve derince nefes aldım.

Ne yapacaktım ben şimdi?

Artık Egemen'e karşı koyamıyordum. Aramızda bir şeyler oluyordu ve engelleyemiyordum. Engellemek istemiyordum.

Ne ara bu hale gelmiştim? Daha dün nefret etmiyor muydum ondan? Aslında hayır, ondan hiçbir zaman nefret etmemiştim. Sadece gıcığıma gidiyordu işte. Duygularım hangi ara bu denli değişmişti fark edememiştim.

Cemre'ye nasıl yapmıştım bunu? Odaya döndüğümde neler olduğunu sormuştu. Bense onu geçiştirmiştim sadece. Buna bir çare bulmadan Egemen'e karşı yelkenleri suya indiremezdim. Kimseyi kırmadan nasıl çıkacaktım bu işin içinden?

Elbette kendim kırılarak.

Tek başıma halledemiyordum. Birine içimi dökmem, akıl danışmam gerekiyordu fakat kimseye güvenemezdim. Dahası Cemre'nin sırrını ifşa edemezdim! Hem durumu bilen hem de bana mantıklı bir şeyler söyleyebilecek biri olsaydı keşke.

Düşüncelerimle boğuşarak geçirdiğim birkaç saatin ardından uyuyakalmış, az bir uykuyla etüt için ortak alana gitmiştim sabahın köründe. Cemre yatıp dinlenmem gerektiğini savunsa da iki gündür yatıyordum ve bir saniye daha yatmaya tahammülüm kalmamıştı.

Siyah kot pantolonumu ve lacivert  salaş kazağımı giymiş, üstüme de Egemen'in hala bende olan hırkasını geçirmiştim. Ayılabilmek için kahveye ihtiyacım vardı, bu yüzden de adımlarımı kantine yönelttim. Kantine girdiğimde çetenin köşede kümelendiğini gördüm. Beni fark etmelerini istemiyordum. Kahvemi sipariş ettiğim sırada gözlerim istemsizce tekrar o tarafa kaydı. Hazar'la göz göze geldiğimizde yakalanmışçsına dudaklarımı birbirine bastırdım. Bana göz kırptığında başımı hafifçe eğip selamını aldım ve kahvemin ücretini ödeyip hızla kantinden çıktım.

Onlardan neden kaçtığımı bilmiyordum. Sanırım kafamdaki şeyler netleşene kadar Egemen'i görmek istemiyordum ve çete demek Egemen demekti.

Sınıfa girdiğimde Cemre'nin yanına oturdum. Gözleri üstümdeki hırkaya kaymıştı ama hiçbir şey söylememişti. Aramızda belli belirsiz bir gerginlik vardı ve bu benden kaynaklanıyordu. Doğum günümde onu geçiştirmeseydim, ona karşı daha açık olsaydım eminim aramız çok daha iyi olurdu.

Ama korkuyordum.

Onu kırmaktan, kaybetmekten deli gibi korkuyordum. Bu yaptığım ona haksızlıktı ama ilk defa bir şeyden bu kadar çok korkuyorum işte. Egemen'e karşı da mesafeliydim. Dalgalar üstüme geliyordu, boğulmak üzereydim ama çırpınmıyordum da.

İkinci etütte hoca bir şeyler anlatırken ben bileğimi süsleyen bilekliğe bakıyordum. Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki gözümü alamıyordum ondan. İçim kıpır kıpır oluyor, sürekli dokunmak ve incelemek istiyordum. Halbuki sade, iplerden oluşan bir bileklikti işte. Ne olursa olsun, benim için değeri paha biçilemezdi.

Egemen'in üstümdeki bu etkisinden rahatsız olmaya başlamıştım.

Hırkanın kolunu biraz çekip bilekliği kapatmış, hocanın anlattıklarına odaklanmaya çalışmıştım. Ama üstümdeki hırka bile onun kokusunu taşıyorken bu pek de mümkün olmuyordu.

Orta sırada, birkaç sıra önümde oturan Cemre yana doğru dönünce göz göze geldik. Sıkıldığını belirten bir bakış attığında ben de onu onaylayan bir bakış attım. Ardından önüne dönmüştü. Aramızdaki soğukluğu iliklerime kadar hissediyordum. Doğum günümden beri böyleydik.

Gündüz DüşüOnde histórias criam vida. Descubra agora