29. BÖLÜM

110 8 132
                                    

"Anıl, bırak lan onu!"

"Hoşt ulan, sen bırak! Önce ben geldim!"

"Anasını satayım, tüm mutfağı sen yedin zaten! Bir dilim pastanın hesabını mı yapıyorsun?"

"Yeter!" dedim kendime engel olamayarak. Sanki ortam yeterince gergin değilmiş gibi bir de Egemen ve Anıl bir dilim pastanın kavgasını yapıyorlardı. "Yeter be, verin pastamı! Ben yiyeceğim. Yok size pasta masta!"

İkisi de aynı anda "Ama-" diye yükseldiğinde en ciddi bakışlarımdan atıp tabağı kendime doğru çektim. Onlar sızlanırken ben pastaya koca bir çatal darbesi atıp hınçla ağzıma götürdüm.

"Ulan sevgilimizin elinden bi' pasta yiyecektik..." Egemen başını iki yana sallayarak homurdanırken ağzımdakini çiğnemeyi bıraktım, yumuşacık olmuştum bi' an. Çatalı pastaya tekrar batırıp Egemen'e uzattım gözlerimden kalpler fışkırarak.

"Sevgiline torpil geçiyorsun demek!"

Anıl'la gözlerimizi kısmış birbirimize bakarken gözünün içine baka baka bir çatal pastayı daha ağzıma götürdüm. Tüm mutfağı yememiş olsa ona sahiden acıyabilirdim.

Dört kişilik mutfak masasına altı kişi oturduğumuzdan ve erkekler iki metre olduğundan biraz sıkışıktık. Ortamdaki fazla gerginliğin sebebi ise çapraz oturan Mustafa ve Cemre'nin kaçamak bakışlarıydı. Konuyu onlardan uzak tutmak için Anıl'a sataşıyordum sürekli.

"Geçerim tabii, sana mı soracağım?"

"Vay arkadaş, bi' sevgilimiz yok ki bizi kayırsın."

"Nehir seni kayırmazdı ki oğlum." Mustafa sonunda konuştuğunda Cemre'yle göz göze geldiklerini gördüm. Birkaç saniye öyle kaldıklarında Mustafa kaşlarını kaldırıp başını hafifçe yana eğdi. Soru sorar bir hali vardı.

"Başlatma Nehirinden Musti," Eliyle beni gösterdi. "Bu kız Allah'ın lütfu, o cezası bile değildi."

Hakkımda söylediği beni gülümsetirken pastanın kalan son parçasını ona uzattım. Sırıtarak aldığında öpücük attım. "Sen boş ver Nehir'i, ben doyururum seni kanki."

"Egemen'den sıra gelirse tabii."

"Biraz kıymet bil Anıl." dedim ters ters. 

"Bi' gün biri benim kıymetimi bilirse ben de kıymet bilirim başkan."

"Her şey karşılıklı mı yani?" Mustafa mırıldandığında Cemre "Yo," dedi kollarını göğsünde birleştirip. "değil."

"Neyse ki karşılık beklemeden yapıyoruz bazı şeyleri." Mustafa da Cemre'nin duruşunu taklit edip arkasına yaslandı.

"Bunun farkında olmanız güzel."

"Karşılık bulmak için ne yapmamız gerekiyor mesela?"

"Bilmem," dedi ve bakışlarını etrafta gezdirdi Cemre. "daha açık olabilirsiniz mesela."

"Neden? Herkes her şeyin farkında değil mi?"

"Konumuz hala kıymet bilmek mi?"

"Elbette." Mustafa'nın rahat ve bir o kadar net sesi ortamın elektriğini azaltmaya hiç de yardımcı olmuyordu.

"Çay içmesek mi?" diye girdim araya. Konuşmanın gittiği nokta tedirgin etmeye başlamıştı beni. "Çay koyayım ben."

Kalkıp ocağın üstündeki çaydanlığı aldım ve masada duran boş bardaklarımızı doldurdum. Kalktığım yere tekrar oturduğumda Cemre'ye tedirgin bir bakış attım. Bu bakışla hem iyi olup olmadığını hem de neden bir anda bu kadar yükseldiğini sormaya çalışıyordum fakat o beklemediğim bir şekilde cevap verdi.

Gündüz DüşüWhere stories live. Discover now