Yataktan kalkıp banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp aynaya baktım. Yanaklarımın kızarıklığı ve şişliği inmişti. Dudağım da zaten iyileşmişti. Fiziksel darbelerin izi zamanla geçerdi de ya ruha alınan darbeler?

Depresif ruh haline girmeden bir şeyler atıştırmak için aşağı indim. Neriman teyze mutfakta bir şeyler hazırlıyordu.

"Günaydın Neriman teyze," dediğimde  gülümseyerek, "günaydın kuzum," diye cevap verdi.

Bir bardak su alırken, "ne bu hazırlık?" Diye sorduğumda, "annen Masal için biraz çorba ve poğaça yapmamı istedi. Onları yemeden duramaz o orda," dediğinde başımla onayladım ve pişen poğaçalardan bir tane ağzıma attım. Immm, bu kız ağzının tadını biliyordu.

Masal'ın odasına çıkıp içeri girdiğimde, hâlâ uyuduğunu gördüm. Kollarımı beşiğine yaslayarak, "sen benden de uykucu çıktın Masalcık" dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum. Daha sonra tekrar odama girip kütüphaneme uğradım. Bir kitap alıp balkona çıktığımda, kitabı masaya bırakıp aşağıya kahve almaya indim. Kendime yoğun bir kahve hazırlayıp yanına da biraz çikolatalı kurabiye aldım.

Balkonumda kitabımı okurken, annemin bana seslendiğini duydum. Kitabı bırakıp aceleyle odama girdim.

"Efendim?" Derken onu inceledim. Gri kazağının üstünde deri ceketi altında da siyah jean pantolonuyla benden genç görünüyordu.

"Biz çıkıyoruz kızım," dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Anladığım kadarıyla hava çoktan kararmıştı.

"Şimdi mi?"  Annem başıyla onayladığında, bana sarıldı ve eşofmanımın cebine yüklü bir miktarda para koydu. "Kendine dikkat et kızım, Neriman teyzen de olmayacak bak. Eğer korkarsan ya da-" dediğinde annemin sözünü kesip  "korkmak mı?" Diyerek güldüğümde,  annem de gülerek, "benimki de laf işte," dedi ve tekrar sarıldı.

"Abyacım, biz gidiyoyuz," Masal içeriye paytak paytak adımlarla girdiğinde onu kucağıma alıp "ablayı bırakıp nereye gidiyorsun bakalım?" Dediğimde bir süre düşünüp "şen de gel" diye cevap verdi. Annemle bakışıp onun bu sevimli haline katıla katıla güldük.

"Olmaz ablacım sen git, ben burada ödevlerimi yapayım olur mu?" Dediğimde o da gülerek, "oluyy" dedi ve kucağımdan inerek annemin elini tuttu. "Hadi anne geç kalıcaş" dediğinde tekrar güldüm ve onları yolcu etmek için, ben de onlarla birlikte aşağıya indim.

3 gün sonra

Okuldan eve döndüğümde, çantamı masaya atıp mutfağa girdim. Hazır olan yiyeceklerden bir şeyler atıştırıp çantamı alarak odama çıktım. Olaysız üçüncü günüm. Üç gündür, Savaş da Barış da beni dinleyip benden uzak durmuşlardı ve ben de böylece onlar gelmeden önceki sıradan, rutin hayatıma geri dönmüştüm.

Memnun muydum?

Hayır!

Mecbur muydum?

Evet!

Okula git, eve gel, yemek ye, ders çalış uyu. Okula git, eve gel, terapiste git, eve gel, ders çalış, uyu. İşte benim hayatım bundan ibaretti.

Odama çıktığımda üzerimi değişip saçlarımı ördüm. Telefonumdan bir müzik açıp sabah dağınık bıraktığım odamı topladım. Müziği kapatarak, bugünki ödevlerimi yapmaya başladım. Ödevlerimi bitirdiğimde akşam olmuştu. Ağrıyan başımı ovalayıp yemek yemeye aşağı indim.

Guruldayan midemin gürültüsünü bastırıp tekrar odama çıktığımda,kütüphanemin kapısını açık gördüm. Kaşlarımı çatarak, oraya ilerledim ve kapıyı tekrar kapattım. Arkamı döneceğim sırada, bir el ağzıma kapandığına alkol kokusu hissettim. Çırpınarak boğuk bir çığlık attım ve ağzıma bastırılan pamuğu almaya çalıştım ama nafileydi. Gözlerim giderek kayıyor, bilincim kapanıyordu. Sonunda çırpınmayı bıraktığımda, ellerim de yavaşça aşağıya doğru kaydı ve bilincim kapanmadan duyduğum son şey, "benim dünyama hoşgeldin fıstık," oldu.

Boynumda ve başımda korkunç bir ağrıyla uyandım. Bileklerim de acıyordu ve sert, soğuk bir zeminde oturuyordum. Gözlerimi açıp etrafa bakındım. Çok karanlıktı. Ve çok soğuktu. Hiçbir şey göremiyordum ama rutubet kokusu alıyordum. Ayağa kalkmaya çalıştım. Ama ellerim ve ayaklarım iple çok sıkı bir şekilde bağlandığı için, hareket edince daha çok ağrıdı. Çığlık atmaya çalıştım ama bu seferde ağzıma bağlanan bez beni engelledi. Tanrı aşkına neler oluyor? Beni kim neden kaçırsın?

Sinirle boğuk bir çığlık attım. Beni kaçıranı görmek için bir kez daha gözlerimle etrafı taradım. Kapının gıcırtılı bir şekilde açıldığını duyunca sessiz kalıp gelen sesleri dinlemeye başladım. Giderek yaklaşan ayak sesleriyle tekrar çığlık atmaya çalıştım. Ağzımdaki bez çıkarılınca, karşımdakinin kim olduğuna baktım. Gözlerimi kısıp başımı yana yatırdım.

Dişlerimin arasından, "seni öldüreceğim. Yemin ederim bu sefer bacağından değil, seni kalbinden bıçaklayacağım. Seni aşağılık,piç, psikopat-" gözlerini devirip bezle tekrar ağzımı kapattığında, artık sadece boğuk ve anlaşılmaz homurtular duyuluyordu.

"Sana henüz yeni başladığımızı söylemiştim," deyip sadistçe gülümsediğinde, ona öldürücü bakışlar attım. Ona hâlâ hakaret ederken, kulağını bana doğru uzatıp "hı? Efendim? Bir şey mi dedin?" Diye dalga geçtiğinde, daha yüksek sesle "sono öldöröcöğüm" dediğimde biraz daha yaklaşıp "hayır,anlamıyorum seni gerçekten," dediğinde iyice yaklaştığı için ona hızlı bir kafa attım. Başım acıdığı için kaşlarımı çatarken, o da burnunu tutup geriye çekildi. Alev saçan yeşil gözleriyle bana bakıp ayağıma oldukça sert bir tekme attığında,boğuk bir inlemeyle karşılık verdim.

Daha sonra eğilip saçlarımdan tutarak geriye doğru çekti ve, "sen hâlâ ders almadın mı kızım?" Diyerek kulağıma kükredi. "Bak şu haline. Bak! Benim avucumdasın. Hayatın bana bağlı ve sen hâlâ cesurculuk mu oynuyorsun?"

Ona yandan bir bakış atıp gözlerimle ağzımdaki bezi işaret ettim. Bezi ağzımdan çektiğinde derin bir nefes alıp "şu işi kısa tut. Öldüreceksen direk öldür," dediğimde güldü. "O kolay olan, cesur Hayal-et. Ben seni öldürmekten beter edeceğim," deyip sertçe saçımı bıraktı.

Arkaya doğru bağlanmış ellerimi tekrar hareket ettirdiğimde,acıdığı için yüzümü buruşturdum. Savaş karanlıkta gözden kaybolduğunda, arkasından bağırdım. "İlaçlarımı almam gerek!" İçimden ekledim. 
'Yoksa kâbuslarım yüzünden deliririm'

"Savaş!"

Dişlerimi sıkıp  "lütfen. Yoksa..."

"Kafayı mı yersin, çatlak kız?" Dediğinde karanlıkta onu aradım ama bulamadım. Sessizce,görüp görmediğini bilmeden başımla onayladım. Uykum gelmişti, yavaşça soğuk zemine uzandım. Ama uyumak istemiyordum. Uzun sayılabilecek bir süre soğuk zeminde uzanmış buradan nasıl kurtulacağımı düşünüyordum. Annemgilin gelmesine dört gün vardı ve yokluğumu fark ederlerse kesin beni... dört gün mü? Ben burada değil dört gün bir gün bile kalamazdım. Bir şeyler yapmam gerek. Ama ne? Barış yokluğumu fark eder miydi acaba? İçimi hayal kırıklığı doldurdu. Nasıl fark edecek? Hiç konuşmazken,görüşmezken zaten hayatında yok olan birisinin yokluğunu nasıl fark edecek? Derin bir iç geçirdim. Halime denecek tek bir cümle vardı.

Boku yemiştim.

Muhtemelen boş olan odayı adım sesleri yankılanarak doldurduğunda başımı yasladığım yerden kaldırıp doğruldum. Savaş'ın karanlık silüetini gördüğümde gözlerimi kıstım. İyice yakınıma gelip elindeki ilaçları bana doğru salladı.

"İlaçların bunlar mı?" Diye sorduğunda, "evet, elimi çöz de-" lafımı ağzıma tıkıp
"bakalım gerçekten deliriyor musun?" Diyerek ilaçlarımı açtı ve hepsini yere döktü.

"Hayır!" Diye bağırdığımda, gülerek bana baktı. Kaşlarımı çattım. Bir ona bir yere saçılan haplarıma baktım.Ne yapacaktım şimdi ben?

SAVAŞ ve BARIŞ Onde histórias criam vida. Descubra agora