Savaş ellerini cebine koyarak duvara yaslandı. ''Kendi kafeme gelmekte mi suç? Ayrıca kim ne dedikodusu çıkarıyormuş bakayım?''

Sıla'nın gözleri daldı. Daha sabah iki yeni gelen garson kızın konuşmalarına şahit olmuştu. Sıla'nın patronla kırıştırdığı ve o yüzden garson şefi olduğunu konuşuyorlardı. Hatta kız Sıla'yı, Savaş'ın odasından çıktığını bile ima etmişti oysaki Sıla o odanın önünden bile geçmiyordu. Kafe kafe değil tamamiyle dedikodu kazanıydı!

Savaş, Sıla'nın dalgın halini görünce yaslandığı yerden dikleşip Sıla'nın yüzünü avuçları arasına aldı. ''Sarışın niye daldı o güzel gözlerin?''

Sıla, Savaş'ın yanına gelmesiyle girdiği transtan çıktı. ''Neyse ben eve gidiyorum.  Yarın burada doğum günü partisi var erken gelmem lazım.''

Savaş ise Sıla'nın daha fazla üzerine gitmedi. Çünkü şuan üzerine gideceği daha farklı bir konu vardı. Ve Sıla'yı çok çok sinirlendirmemesi gerekiyordu. ''Seni eve ben bırakıyorum sarı.''

Sıla anlamayan gözlerle karşısında duran adamın koyu kahve gözlerine baktı. ''Pardon?''

''Ailenle tanıştıracaktın ya hani beni öyle söz vermiştin.Bu gece yapalım bence?'' Savaş iki dakika da uydurduğu senaryoyu Sıla'nın yutmasını beklemişti çünkü gerçekten onun ailesi ile tanışmak istiyordu ama Sıla gönüllü değildi.

''Yine saçmalamaya başladın. Eve git bi uyu bence canım.'' Çantasını alıp çıkışa doğru yöneldi. Savaş ise giden Sıla'nın arkasından aval aval bakmaya devam etti. Donmuştu. Çünkü Sıla demin ona canım demişti. Canım.

Canım.

Can!

Canımm.. Ne kadar da güzel yakışmıştı sevdiğinin ağzına. ''Ben o ağzı yerim.'' diye mırıldanarak Sıla'nın arkasından gitti.

Sıla'nın önüne geçip durdurdu onu. İki kolundan da yumuşakça tutmuştu. Sıla ise Savaş'ın ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışıyordu. ''Bir daha söyle!'' dedi Savaş büyük bir hevesle. 

''Neyi?'' Sıla aslında Savaş'ın neyi kast ettiğini anlamıştı. Çünkü kendisi de Canım dedikten sonra ne dediğini fark etmişti. Ve Savaş'ın tepkisinden kaçmak için hızlı adımlarla yürümüştü tabi birazcık da utanmış olabilirdi. Sonuçta ilk defa bir erkeğe lafın gelişi olsa bile böyle bir kelime söylemişti. Ama Savaş elbette ona yetişmişti.

''Demin söylediğin ve dudaklarına oldukça yakışan, ayrıca sadece bana söyleyebileceğin o güzel kelimeyi.''

Sıla gülmeye başladı. Ve Savaş o gülüşü görünce öldü. O gamzelere öldü. O dudakların o kıvrılışı, o dişlerinin ortaya çıkması, gözlerinin kenarındaki kaz ayakları... O gülüşü öpmek istedi, o dolgun kırmızı dudaklarını. 

Oğlum kendine gel lan! Kendine verdiği telkinler pek işe yaramasa da, karşısında ki kırılgan kızı daha fazla kırmamak için kendine engel olamadan sadece yanağına, gamzesine çok minik bir öpücük kondurdu. 

Sıla ise tekrar utanmıştı. Her habersiz öptüğünde de utanacaktı. Utandığını gizlemek için kaşlarını çattı. ''Ne yapıyorsun?!''

''Dudaklarımla yanaklarını mühürlüyorum. Tüm bedenini mühürleyeceğim yakında ama sırayla sarışın.'' Göz kırptı karşısındaki güzelliğe. Sıla ise daha fazla utanabilirmiş gibi kızardı yine.

''Bir daha beni öpersen! Bir daha beni-'' Onu susturan Savaş'ın dudakları olmuştu. Sabredememişti. Sözde minik sarı panterini daha fazla kırıp sinirlendirmemek için yavaş ilerleyecekti ama onun o tehditkar, utangaç bir o kadar da seksi ve davetkar yüz ifadesine dayanamamış dudaklarıyla bu sefer dudaklarını mühürlemişti. Sıla her ne kadar hareketsiz şokta dursa da Savaş çoktan kendini Sıla'nın dudaklarında kaybetmişti. İnce belini sarmış, uzaklaşma ihtimaline karşı sımsıkı tutuyordu. Ama Sıla hala hareket etmemişti. 

KİRLİ MİRAS  (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin