52. Bölüm Hile

336 19 3
                                    

Gözlerim yavaş yavaş kendime geldiğimi belli edercesine açıldı. Kendimi garip hissediyordum. Uçmayı unutmuş bir kuş ya da uçurumun kenarında düşmek ve düşmemek arasında kalan bir araba gibi. Kulaklarımda hiç bitmeyecek bir uğultu vardı resmen.
Beynim yarım kalan birşeyler olduğunu vurgulamak istiyormuşcasına başıma bir ağrı saplandı. Nerede olduğumu ve neler olduğunu algılamaya başlayınca hızla refleks olarak etrafıma baktım. Neler oluyor?
Cem'in odasındaydım. Bu odayı çok net hatırlıyordum. Yazlık eve ilk gelişimde Doruk ile karşılaşmam, bu odayı karıştırıp incelemem, yatağına dokunmam, burada üstümü değiştirmem. Birçok anı gözümün önünden geçip gitti. Cem'in yazlık evinde onun odasındaydım. Ama neden?
Başıma tekrar bir ağrı girince dokunma hissine karşı gelemeden ağrıyan yere elimi koydum. Kurumuş kan tüm parmaklarıma bulaşmıştı. Kan mı? Neden başım kanamıştı ve şuanda bu kadar çok ağrıyordu?
Korkuyla yatakta doğruldum ve üstümdeki kıyafetlere baktım. Beyaz bir atlet ve spor bir şortum vardı. Buraya neden geldiğimi bile bilmiyordum. Üzerimdekilerin garipliğini düşünecek halde hiç değildim.
Yataktan yavaşça kalktım ve bileklerimi tutup ovaladım. Sağ bileğimde kocaman bir morluk vardı! Bildiğin mordu! Acıyla suratımı buruşturdum fakat gözümün önüne bir anda Berk'in bileklerimi sıkması ve acı çığlıklarım belirince acı ifade şoka dönüştü. Bileğimin morarması Berk yüzünden mi olmuştu? Burada ne işim var? Daha da önemlisi Berk neden bileklerimi sıktı?
Cem'in odasını kaşlarım çatık bir şekilde incelerken yerde çantamı ve o gün hastanede giydiğim kıyafetleri gördüm. Özgür'ün ölümünden sonra ne yapmıştım? Şuan İdil'in yanında ona destek olmam gerekiyorken bileklerim mor, başım kanlı birşekilde Cem'in yazlık evdeki odasında uyanıyordum. Üstelik hatırladığım tek şey Berk'in bilrklerimi sıkmasıydı.
Kapalı olan perdeyi açıp dışarıya baktım. Deniz vahşi dalgalardan dolayı köpük köpük olmuştu. Gözlerim evin bahçesinde gezinince Cihangir'in arabasının orada olduğunu gördüm. Bahçe kapısının yanında. O arabadan korkakca ve acı dolu birşekilde indiğim gözlerimin önüne geldi. Cesaretimin hepsini harcamıştım. Tek başıma Cihangir'in arabasından indim ve bahçe kapısının önünde durdum. Hatırlamaya başlamıştımDoruk ile konuşmaya gidişimi, Özgür'ün ölüşünü, Cem'in soğuk ve mesafeli bakışını, Cihangir'in arabasını çalışımı, elimde öfkeden buruşturduğum üzerinde Doruk'un yazısı olan peçeteyi, Yazlık evin bahçesine girişimi, bağırışlarımı, vücudumdaki dehşet dalgasını, gördüğüm ceseti, Cem ile son telefon konuşmasını, Berk'in acımasız sözlerini, kafama vurulan tahta parçasını.
Nefes alışlarım hızlanırken ellerimi başıma koydum. Bu olamazdı. Bunları yaşamış olamazdım. Korku tekrar tüm bedenimi sardığında kontrolümü kaybetmiştim. Ellerim ayaklarım zangır zangır titremeye başlamıştı bile! Bu hatırladıklarımın doğruluğunu kabul etmek istemiyormuşum gibi çantama eğildim ve içinden burhşturduğum peçeteyi aradım. Oradaydı. Hepsi gerçekti!
Titreyerek ayağa kalktım ve kapalı olan kapıya baktım. Berk bu kapının arkasında rvin herhangi bir yerindeydi. Cesette öyle. Gözlerimden yuvarlanmak üzere damlalar hazırlandı. Hiçbirşey düşünemiyordum bile panikten! Çantanın içinden teşefonumu aradım ama yoktu. Yoktu! Odanın çekmeceleirni karıştırıp işe yarar birşey bulmayı unut ettim. Yoktu! Gözlerimi yumup birkaç saniye skainleşmem gerektiğini söyledim. Çok fazla ses yapmıştım ve panikten ölmeme az kalmıştı.
"Sakin ol! Sakin ol!"
Ellerimi yüzüme götürdüm. Olmuyordu! Korku tüm bedenimi ele geçirmişti ve titrememi bile engelleyemiyordum.
Odanın kapısını titrek ellerimle açtım ve başımı dışarıya uzattım. Koridor boş ve sessizdi. Berk beni bağlamamıştı bile. Kaçmamın olanaksız olduğunu düşünüyordu. Bu düşüncenin gerçekliği beynimi saratı ve nefeslerim hızlandı. Panik halinde çıkan türden nefeslerdi bunlar. Kesik kesik ama sert ve korku dolu.
Yavaş adımlarla odadan çıktım. Çıplak ayaklarım ses çıkarmamı önlüyordu fakat parkeler öyle bir gıcırdıyordu ki sanki onlar bile halime acı çığlıklar atıyordu.
Odaların hepsine teker teker baktım. Bu kat temizdi. Sessiz ama bir o kadar da sakin olmayan adımlarla merdivenlerden indim. Mutfağın önünden geçerken korkum kat be kat artmıştı. Artık korkuda zirve yapacak derecedeydim. Berk ile göz göze gelemek bile istemiyordum. Ondan korktuğumu anlayacaktı ve çok güzel malzeme geçicekti eline.
Salonun kapısında nefeslerim hızlandı ve bacaklarım artık titremekten beni taşıyamayacaklarını ilan etti. Kapıya tutunarak içeriye baktım. Oradaydı! Orada oturuyordu! Korkunç bedeni oradaydı!
Üçlü koltuğa oturmuş kapalı televizyona bakıyordu. Bu psikopatlığını gösterirdi galiba. Sessiz odanın içinde boş gözlerle kapalı televizyona öylece bakmak. Bir psikopat tarafından kaçırılmıştım. Ya da kendi ellerimle o uğraşmadan kaçırılmama yardım etmiştim.
Koltukta sırıtmaya başlayınca gözleirm büyüdü ve bir adım geriye gittim. Hala boş gözlerle televizyona bakıyordu ama dudaklarından o arkama bilr bakmadan koşacağım sözcükler döküldü.
"Bak sen şu işe uyuyan güzelim uyanmış."
Koşarak mutfağa gittim ve bahçeye çıkan kapıyı zorlamaya başladım. Açılmıyordu! Lanetler savurarak arkamı dönmüştüm ki mutfak kapısına omzunu dayamış Berk karşıma çıktı. Ufak bir çığlık atarak geri adım attım ve kapı acımasızca sırtıma çarptı. Aramızda mesafe vardı ama bakışlarıyla snaki mesafeyi kapatıyor gibiydi.
"Hey, hey. Sakin ol şampiyon. Daha yeni başladık."
Göğsüm hızla inip kalkıyordu ve o yapıştığım kapıya yaklaşmaya başlamıştı bile! ellerimi önüme uzatım yaklaşma demeye çalıştım ama bu hareketim onun sadece gülümsemesine neden oldu. Dibime girdiğine sıkıca bahçeye çıkan kapının kolumu tuttum. Sanki ondan destek alıyormuşum gibiydi.
"U-uzak dur!"
Berk gözlerimi gözlerine sabitlemek istermişcesine başımı ona çevirdi. O gözlere bakmak istemiyordum. Çünkü korkudan bahılabilirdim.
"Gözlerimin içine bak, maviş."
Haşlar kendini tutamayarak yuvarlanmaya başlamıştı bile. Çenemi tutan rlini sıktığımda korkudan gözlerine bakmak zorunda kaldım. Sırıtması daha da genişledi ve çenemi bırakıp brlimden tuttu. Ne yapıyordu bu psikopat!
"Aslandan kaçan ceylan gibi bakıyorsun. Bence güzel bir senaryo akşam yemeğimde sen olanilirsin. Tadına bakmak eğlenceli olacak ama henüz değil. Merak etme."
Ellerimle yüzümü kapatım hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Resmen içimdeki korkuyu ağlayarak döküyordum.
"Aaa yapma böyle! Ağlayanlardan nefret ederim. Şuanlık ağla ama sana yaşatacaklarımla eminim güleceksin. Sonsuza dek."
Ne tür bir psikopattı? Daha çok hıçkırıklara boğulurken belimdeki eli koluma indi ve sertçe çekiştirmeye başladı. Ani duygu değişimleri de bir psikopatlığına örnekti. Mor olan bileğimi sıktığında çığlık atarak yere düştüm. Berk şaşkın bakışlarla yanıma eğildi ve bileğimi inceledi.
"Bunun gibilerden daha çok istemiyorsan uslu durmayı tercih etmelisin."
Yerden kaldırıp beni salondaki koltuğa fırlattı. Sertçe yastığa kafamı vurdum. O kanlı yer zonklamaya devam ediyordu üstelik. O kadar kötü bir durumdaydım ki ne bileğimin ne de başımın ağrısını düşünecek durumda değildim.
Tüm irademle doğruldum ve tepemde dikilmekten vazgeçip karşımdaki tekli koltuğa oturan Berk'e baktım. Fazla tehlikeli bir şekilde sırıtarak beni süzdü. Buradan asla sağ çıkamayacaktım.
"Neden bunu yapıyorsun?"
Berk anlamamış gibi yapıp tek kaşını kaldırdı.
"Neden bana bunları yaşatıyorsun? Ben sana ne yaptım?"
Başını iki yana sallayıp güldü. Gülüşünün ardından suratına iki tane patlatasım geldi ama sadece bir tür hayaldi.
"Klasik soruları sormaya devam edersen sıkılırım. Sıkılırsam sinirlenirim. Hem sıkılır hem sinirlenirsem senin için hiç iyi olmaz."
Kaşlarımı çattım. Gerçek bir psikopattı.
"Benim için şuan zaten hiçbirşey iyi olamaz! Benden ne istiyorsun diye sormaktan bıktım! Bunların hepsi Cem'in mavişi olduğum için ise artık değilim! Mutlu musun?!"
Bu sefer gülmek yerine auratını astı ve ferin bir nefes aldı.
" Evet. Bunlar ilk başlarda Cem'e zarar vermek içindi. Ama şuan ilk başlarda değiliz. Şuan sadece seni istediğim için bunları yapıyorum. Ona bakılırsa Melis kimsenin mavişi değildi."
Melis diyince aklıma o ceseti gördüğüm sahne geldi. Korkuyla gözlerim açıldı. Berk bunu farketmiş olacak gibi sırıtmaya başlamıştı bile.
"O Melis d-değil mi? O ceset."
Soğukkanlılıkla başını aşağı yukarı salladı ve gülümsedi.
"Hataları giderek çoğalıyordu."
Yutkundum. Berk'e ters bir hareket yapmamam gerekiyordu. Aksi takdirde sonum gelirdi.
"Ne hatası?"
Oturduğu yerden kalkıp yanıma oturdu. Yakınıma gelmesi tüylerimi diken diken yapmaya yetmişti.
"Bana onu vermedi, kaçmaya çalıştı ve seni kaçırma planları yaptığımı öğrendiğinde beni öldürmeye çalıştı."
Melis beni korumaya mı çalışmıştı? Ah bu bir tür şaka mıydı? O ölmüştü. Berk onu öldürmüştü. Hataları yüzünden. Hatalarının biride beni korumaya çalışmaktı.
Gözlerimi yumup birkaç saniye öylece kaldım. Berk beni Melis'e benzettiğini söylemişti. Eskiden benim gibi biri olmalıydı. Onu ne hale çevirmişti. Zavallı kız da kanmıştı. Tamam Melis'de suçluydu Berk'e inanarak ya da onunla beraber olarak ama bunların hepsi Berk'in psikopatlığıydı. Kız gerçekleri farkına varıp uyanınca da onu öldürmüştü.
"Bu onu öldürmen gerek demek değil!"
Gözleri kararıp bileğimi aniden tuttu. Neler olduğunu bile anlamadan beni yere savurmuştu. Halıyla bakışırken üzerime bir ağırlık çöktü. Son durum olarak dirseğimi arkaya kıcırmış kırılacak bir pozisyonda tutuyor ve üzerime oturuyordu.
"Sakın bana ne yapmam gerektiğini söyleyeyim deme! Asla! Anladın mı?!"
Konuşamayacak kadar korku içindeydim.
"Anladın mı?!"
Başımı aşağı yukarı evet anlamında sallayınca güzel diyip üzerimden kalktı. Şok içerisinde ayağa kalktım ve ondan uzağa salonun bir ucuna doğru geri geri koştum. O da sinirden nefes nefese üzerini silkeleri ve gözlerini bana dikti. Yavsş yavaş o karartı yok olduğunda tehlikenin biraz da ols ageçtiğini düşündüm.
"Pekala. Daha ilk gün, yavaş yavaş öğreneceksin. Şimdi çoktan hava karardı ve saat dokuz. Bu da demek oluyor ki çok açım. Gidip bu lanet olası Cem'in mutfağında yiyecek birşeyler hazırlayacağım. Sende gidip bir duş al bence. Başındaki kan miğdeni bulandırabilir."
Parmaklarım dediklerinin üzerine başımın arkasına gitti ve yaranın tekrardan kanamaya başladığını farkettim. O kadar hızlı yerden yere savurursa tabi kanardı. Yüzümü burşturup ona tip tip baktım.
"Kafama vurdun! Tabiki kanıyacak. Üstelik biraz önce kolumu kıracakken şuanda iki dostmuşuz gibi konuşuyorsun! Cid-"
Üzerime doğru yürüyünce gözlerim büyüyer geri çekildim ve sözümü bitiremeden kestim.
"Sana yukarıya çıkmanı, duş almanı ve temiz kıyafetler giymemi söyledim."
Sertçe yutkundum. Düşüncem doğruydu. Ağzımdan çıkacak her krlime onu sinirlendirebilecek kapasitedeydi. Buradan kurtulmak istiyorsam dediklerini yapmam gerekiyordu. Ama dediği şeyler yapamayacağım düzey geldiğinde ne olacaktı bilmiyordum. Titriyerek yanından geçtim ve merdivenlere yöneldiğimde arkamdan gelen tüyler ürpertici sesi kılaklarıma doldu.
"Beni asla bir dost olarak düşünme, maviş."
Daha fazla korkmamak için koşar adımlarla banyoya çıktım. Burada saçlarımı kurutmuştum Doruk ile Cem'in kardeş olduğunu öğrendiğim gün. Keşek o zamanlara geri dönebilseydim. O kadar çok isterdim ki! Üzerimdeki bana bol gelen atlet ve şortu çıkarıp kenara koydum. Hangi ara üstümü değiştirmişti hiçbir fikrim yoktu. İç çamaşırlarımı da çıkarıp kendimi sıcak suya bıraktım. Kafamda sürekli Cem'in ne yaptığı sorusu vardı. Neredeydi? Berk'in yanımd aolduğunu biliyordu. Büyük ihtimal bunu annem ve İdil dışında herkese söylemişti. Anneme söylerse olacaklardan ben bile korkuyordum. İdil zaten ölü durumdayken diğer kızının kaçırıldığını duyunca kendisi bile ölebilirdi.
Beni arıyor diye düşündüm. Beni arıyor olması lazım. İçimdeki ufacık bir ses beni aramadığını söylesede o sesi yok ettim. Telefondaki son endişeli sesi kulaklarıma doldu. Ona onu sevdiğimi doğru düzgün aöyleyebilmiştim. Belki sonumun geldiği zaman söylemiştim ama umrumda değildi.
Aslında Cem'in beni bulmaya çalışmasından korkuyordum çünkü Berk'in sağı solu beli olmazdı ve Cem'in tehlikeye girmesini istemiyordum. Benim yüzümden tehlikeye giremezdi.
Kanlı olan yeri iyice temizledikten ve tüm sitresimin hiç azalmadığını anladıktan sonra suyu kapattım ve kenardaki havlulardan birini üzerime geçirdim. Cem'in de bu havluyu kullandığını hayal edemeden geçememiştim tabiki.
Saçımı da bir saç havlusuyla kuruladıktan sonra banyodan çıktım. Koridor sessiz olunca korkum biraz azaldı ama yinede tırsarak Cem'in odasına girdim. Beni korkutmayan tek yer Cem'in odasıydı. Onun kokusunu almak huzur veriyordu az da olsa. Kapıyı yarım aralık bıraktım çünkü içeriden gelecek her sese karşı duyarlı olmalıydım.
Üzerime iç çamaşırlarımı giydikten sonra tam altıma uyandığımda üzerimde bulduğum şortu giyiyordum ki kapının arkasından bir küfür duydum.
"Bu kadar ateşli olacağını tahmin etmemiştim."
Gözlerim büyürken korkarak kapıya döndüm. Oradaydı! Gözleri alev alev yanıyordu ve kapının arkasından bana bakıyordu. Sanırım bayılacaktım.
Odaya girip kapıyı arkasından kapattığında elimdeki şort titrememden dolayı yere düştü. Tamamıyla donakalmıştım. Kıpırdayamıyordum!
Gözleri tüm berenimi arsızca süzüp göğüslerime odaklandığında sırıtıp bir adım yaklaştı.
"Cem'in zevkini beğendim."
Yanaklarım domatese dönerken bir adım geriye çıktım ve hemen yerdeki şortu alıp üstüme geçirdim. Atleti de alıyordum ki Berk benden önce davranıp atleti tuttuğu gibi odanın bir ucuna fırlattı.
"Bunlar üzerinde yokken daha güzelsin."
Sırıtarak yaklaşmaya devam ediyordu ben ise ağzımı açıp kapatıyor ama sesimi çıkaramıyordum. O mesafeyi her kapattığında ürkekçe geri çekiliyordum ama işe yaramıyordu. En son sırtım soğuk duvara dayandığında gözlerimi yumdum. İşte şimdi bitmiştim.
"O şorta da ihtiyacın olduğunu sanmıyorum."
Elleri belime değdiğinde kalp krizi gçiriceğimi sandım. Cidden şimdi ölmezsem bir daha ölmezdim.
Refleks olarak gözlerimi geri açtım ve onu ittirdim.
"Benden uzak dur,Berk!"
Kaşlarını 'öyle mi?' Dercesine kaldırıp daha da yaklaştı. İttirdiğim mesafeyi geri kapatmıştı.
"Böyle mi?"
Bilerek burnu burnuma değecek mesafeye geldi. Sinirlerim korkumun üzerine çıkıp tek hamlede korkumu yendi.
"Hayır böyle!"
Tekrar ittirip duvardan çıkmaya çalıştım ama elini saçlarıma dolayıp duvara sertçe çarptı. Gözleri tehdit edercesine gözlerime bakıyordu.
"Şuan o kadar zavallısın ki. Biliyor musun? Şuan tek hamlede seni öldürebilir ya da karşımda bu kadar çıplakken seni yatağıma alabilirim, Hayel."
Gözlerim büyüdü. Biraz önce öfkemin yendiği maçta şuan korkum yattığı yerden kalkmış öfkemin üzerine çıkmıştı. Kesinlikle korku kazanıyordu.
Bunu ellerinin göğüslerimde gezinmesinden anlayabiliyordum. Tamamıyla bitmiş durumdaydım. En fazla ne kadar karşı koyabilirdim ki onun yapacaklarına?
Başımı iki yana sallayıp gözyaşlarımı geri ittim. Ağlayıp daha da güçsüz görünemezdim.
"Berk.."
Ellerini tekrar belime indirdi ve şortumu yavaş yavaş aşağı indirmeye başladı. Dayanamayacaktım. Gözyaşları gözlerimden dökülmeye başlamıştı bile.
"Yapma."
Gülümseyerek akan gözyaşlarımı baş parmağıyla sildi. Gözleri gözlerime sabitlensede bu sadece bir saniye sürmüştü. Çünkü bedenimi gözleriyle taramaya devam ediyordu.
Dudaklarını dudaklarıma milimler kala durdurdu. Neredeyse birbirine sürtünüyorlardı.
"Henüz zamanı değil."
Dudaklarımın üzerine söylediği sözler karşısında rahatlamam mı yoksa daha çok korkmam mı gerektiğini anlamamıştım.
"Ama zamanı geldiğinde istediğimi alırım. Her zamanki gibi."
Geri çekilip elime bir elbise bıraktı. Şaşkınlık içinde kalmıştım. Artık dengesizliğinden şaşırıp kalmama bile alışmıştım. Ne zamanından bahsediyordu? Beni alamayacaktı. Ne kadar istesede buna izin vermeyecektim. Daha ilk günden teslim olamazdım. Aklıma takılan şey ise ne zamanındna bahsediyordu? Zamanı gelince zorla benim olacaksın demişti resmen!
Arkasından bakakalırken odadan şıktı ve merdivenlerden inerken "Yemek için hemen aşağı geliyorsun. O şekilde arkamdan iç çamaşırlarınla, mavi gözlerini büyüterek bakmaya devam edersen zamanı beklemeyeceğim." Dedi.
Bu ses tonundan da anlaşıldığı gibi o şekilde kalmaya devam edersen oraya gelir ve sana sahip olurum demekti. Ellerim titreyerek elbiseyi başımdan geçirip hızlıca giydim. Islak saçlarımı toplayıp odadan aynı hızla çıktım.
Mutfağa girdiğimde elindeki iki tabağı masaya koydu. Mutfak mis gibi yemek kokuyordu ama hiç aç değildim. İstemeye istemeye Berk'in karşısındaki sandalyeye oturdum. Onun biraz daha sakinleştiğini farkındaydım ama karşısında iç çamaşırlarıyla kaldığımdan dolayı aşırı derecede utanıyordum.
Bana dik dik bakarak ağzına kocaman bir lokma attı. Gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum. Bakışları Cem kadar keskindi. Sanırım tabağımdan bir lokma birşey yememi bekliyordu. Yersem kusacakmışım gibi hissediyordum. Kusmak diyince bile aklıma Melis'in ceseti geldi. Attığım korku çığlığı ve arkama bile bakmadan cesetin oradan ayrılmam. Sonsuz gibi gelen Cihangir'in arabasına koşuşum..
Anılar gözümden geçince miğdem cesetin hala var olmasıyla kasıldı. Çatalla patatesi didiklemeyi bırakıp elimi karnıma götürdüm.
"Bu kadar yeter."
Anlamayan bakışlarımı Berk'e gönderdim.
"Önündekini bitir."
Tabağımdaki yemeklere bile karışıyordu! Asık olan suratımı daha da astım.
"Aç değilim."
Berk çatalı sertçe msaya bıraktı. Çatalın gürültülü sesiyle sıçrayıp yerime sindim.
"Sana önündekileri bitir dedim, Hayel!"
Çatalı geri aldım ve ağzıma bir patates attım. Tatmin olmuş gibi gülümseyerek suyundan bir yudum içti. Yediğim patates resmen boğazımı yakarak geçmişti. Yersem cidden kusacaktım. O ceset görüntüsü aklımdan çıkmıyordu! Yemediğime dikkat etmesin diye konuyu değiştirmeyi akıl ettim.
"Kaç gündür baygınım?"
Cidden merak ediyordum. Umarım çok uzun zaman olmamıştır. Eğer üç günden fazla olduysa Cem beni hala bulamamış demektir ve umutlarım giderek tükenecek demektir. Gerçi kimin aklına burası gelir ki? Kendi kendime gözlerimi devirdim.
"İki gün falan oldu. Kafana sert vurmuş olmalıyım."
Birde bunu yüzüme lak diye söylemişti. Tabiki sert vurmuştu. Başımın arkasındaki şişen yer kendini belli etmek istercesine zonkladı. Keşke yüzünde veya gözlerinde bir üzülme belirtisi görebilseydim. Tek gördüğüm şey ifadesizlikti.
"İki gün boyunca ne yaptın? Beni odaya taşıyım kıyafetlerimi mi değiştirdin?"
Çatalı bana doğrultarak "Birincisi tüm gece seni izledim. İkincisi evet kıyafetlerini değiştirdim. Hayel sonuçta görmediğim şeyler değildi kıyafetlerini değiştirirken gördüklerim. Sadece dua et baygındın yoksa durmazdım," Dedi.
Yanaklarımın kızarıklığını gizlemek için saçlarımı öne doğru eğdim. Herşeyi pat diye söylemese cidden olmazdı ama bunu düşünecek durumda değildim. Utancıma bile ara veriyordum.
"Ama biraz önce durdun. Üstelik baygın değildim. Aynı şekilde iç çamaşırlarımla karşında tamamen savunmasız bir durumdaydım. Zamanı değil dedin. Bu ne demek oluyor Berk?"
Berk geniş birşekilde sırıtarak baktı. Gözleri resmen alay ediyordu.
"Her zaman bir planım vardır, Maviş. Yoksa her zaman benim karşımda savunmasızsın ve her zaman istediğimi senden alabilirim. Sanırım sende dediğim zamanı beklememden hoşlanmadın. Hemen istiyorsan o da ol-"
Gözlerim öfkeden kıpkırmızı olurken masaya vurarak ayağa kalktım. Şuan cesaretim olsa elimdeki çatalı kafasına geçirir ve katil olurdum. Bu hareketime şaşırmış olacak ki bir iki saniye oturduğu yerde bana şaşkın bakışlar attı.
"Bana dokunursan bunu çok ağır bir şekilde ödersin, Berk! Sakın biraz önceki gibi bana o kadar yaklaşma! O planladığın her neyse suya düşmeye hazır. Çünkü öyle birşeye asla izin vermiycem! Beni öldürebilirsin ama bana dokunamazsın!"
Dediklerim onda da öfke yaratmış olmalı ki o da hızla masaya vurarak ayağa kalktı ve bileklerimden yakalayıp masada ona doğru uzanmamı sağladı.
"Ne yaparsın, Hayel? Ha? Sana dokunursam ne yapabilirsin ki?! Eminim sende bu zevki tattıktan sonra her gün gelip ağlayacaksın bana! Ben istediğimi alırım, maviş. Sen de bana istediğimi verirsin."
Bileklerimi ondan hızlıca çekip sandalyeme geri oturdum. Pislik herif! Psikopat dünyasında yüzüyor resmen! Onu bu laflarına pişman edeceğimi biliyordum. İstediğini alamayacaktı. Ona istediğini asla vermeyecektim.
"Sen cidden delirmişsin! Anlamıyor musun? Öyle bir dünya yok, Berk! Sana istediğini asla vermeyeceğim! Beni bırak gidiyim! Burada boşuna tutuyorsun beni! Sana isteyeceğini verecek birini bul!"
Boş tabağını alıp tezgaha götürdü ve bana tehlikeli bakışlar atmaya başladı. Bu bakışlar hiç hoş değildi. Biraz önceki laflarımı geri almak bile istemiştim.
"Onlar zaten bana istediğimi vermeye hazırlar, Hayel. Ben bana istediğimi vermeyecek olanların, istediğimi vermesini seviyorum. Senin gibi. Melis gibi."
Cidden korkmaya başlamıştım. Zaten korkuyordum ama artık korkum sınırsız bir özgürlüğe ulaşmıştı. Havaya yayıldığını ve somut bir şekilde elle tutulur olduğunu hissedebiliyordum. Sadece ben değil. Berk'de bunu hissediyordu.
"Ben Melis gibi olmayacağım. Bunu kafana sok!"
O tehlikeli bakışları daha çok artarken tezgaha yaslandı. Bakışlarıyla dövüyor gibiydi resmen!
"Evet, Melis gibi olmayacaksın. Eğer hatalar yapmazsan sonun onun gibi olmayacak."
Dediklerimi anlamak iatediği gibi anlıyordu. Ondan nefret ediyordum!
"Bu ne zaman başladı?"
Kaşlarını anlamıyormuş gibi kaldırdı.
"Bu psikopatlığın diyorum. Ne zaman başladı ha? Annen ve Cem'in babası ile olanlardan-"
Tezgahtan ellerini çekip üzerinde oturduğum sandalyeye doğru şok olmuş öfkeli bakışlarla yürümeye başladı. Bu ani hareketiyle sözümü bitirememiştim.
"Sen neden bahsediyorsun lan?!"
Pekala.. İşte şimdi sıçtım! Biraz önceki öldürücü bakışları şuanki bakışlarının yanında hiçbirşeydi!
"B-ben şey.."
Kolumdan sertçe tutup kaldırdı ve oturduğum sandalyeyi kenara fırlattı. Sandalyenin duvara çarmasıyla çıkan gürültü yüzünden sıçradım. Öfkesi gücüne yansımıştı. Kolumu o kadar çok aıkıyordu ki bu acının tarifi yoktu.
"Sen nereden biliyorsun bunları? O Cem şerefsizi söyledi değil mi? Acı dolu geçmişimi başkalarına gülerek anlatmayı sever sonuçta!"
Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Allahım kim tarafından öldürülecektim ben ya? Gerçek bir psikopat tarafından öldürülecektim! Başımı iki yana sallayıp kolumu ondan çekmeye çalıştım ama daha çok sıkıp mutfaktan sürükleyerek çıkardı. Nereye götürdüğünü bile bilmiyordum ama sonunda kötü bir şeylerin olacağını sezebiliyordum.
Geriye doğru kaçmaya çalıştıkca belimden tuttu ve beni kucağına aldı. Artık hiç kaçışım yoktu.
Evde daha önce hiç farketmediğim kilere giden kapı gibi bir kapıyı açtı ve merdivenlerden aşağı indirdi. Gerçektende karanlık bir kilerdi. Işığı anında açıp beni merdivenlerde bıraktı. Düşmemek için aşağıya kadar hızlıca indim ve meridven korkuluğundan tutundum. Üzerime öfke dolu gözlerle yürümeye degam ediyordu.
"Sana ne anlattı, Hayel? Herşeyi bildiğini mi düşünüyorsun?"
Beni neden buraya atmıştı şimdi?
"Sana söylüyorum! Neler anlattı? Ha? Anlatırken güldü mü? Çocukluğumu yaşayamadığımı o acı dolu geçmişimi anlatırken yüzünde nasıl bir ifade vardı?"
O yürüdükce bende arkaya doğru gidiyordum ki ayağım yumuşak bir şeye çarptı. Bu bir et sesiydi. Korkuyla sıçrayarak arkamı döndüğümde gördüğüm şeyle bayılacakmışım gibi oldum. Aman Allahım! Bu olamazdı!
Tiz bir çığlık atarak çarptığım şeyden uzaklaşmak için koştum ancak bu seferde Berk'in sert vücuduna çarptım. Çığlıklarım ardı ardına sıralanırken ayaklarım artık bu kadar korkuyu ve vahşeti kaldıramayacaklarını ilan edip beni taşıyamadılar. Yere yığıldım. Berk'in ayaklarının dibine. Şuan Berk'e bile korkudan sığınabilecek durumdaydım. Karşımda psikopatlığının sınırının olmadığını açıklayan bir tablo vardı. Karşımda bir vahşet vardı. Karşımda korkunun tablosu vardı. Karşımda ölümün sadeliği vardı.
Ellerimle ağzımı kapatıp çığlıklarımı bastırmaya çalıştım ama imkansızdı. O çığlıklar korkumu simgeliyordu. Ayağa kalkıp kaçmaya çalıştım ama kalkamıyordum. Ayaklarım felç olmuş gibiydi.
Kulaklarımdaki çınlamalar artarken karşımda yatan üç cesetten bakışlarımı Berk'e çevirdim. Bana birşeyler söylüyordu ama onu duyamıyordum. Bu nasıl bir şoktu bilmiyordum ama kulaklarım çınlıyor, ayaklarım felçli gibi ve sürekli çığlıklar atarak geriye sürünmeye çalışıyordum.
Karşımdaki üç ceset Melis, Emre ve Uzay'a aitti. Berk yapmıştı. Bunu net anlayabiliyordum zaten. Berk katildi biliyordum ama şuan gördüğüm manzara onun nasıl bir katil olduğunu anlatıyordu. Şaka değildi. Ciddi ciddi o bir psikopattı.
Hepsinin de karnında derin yaralar vardı ve yerler kan içindeydi. Kurumuş kan içinde. Bir tek Melis'in cesedinin yanı daki kan kurumuş değildi. Sanki akmaya devam ediyor gibi canlıydı.
Berk önüme eğilip kendime glemem için suratıma tokat attığında başımda arkaya doğru devrildi. Tamamıyla yatar pozisyondaydım ve kalp atışlarımı duyabiliyordum. Kulaklarımdaki ağır çekim uğultusu biraz olsun Berk'in tokatıyla azalmıştı.
Kolumdan tuttu ve sürükleyerek beni doğrulttu. Gözleri o kadar öfkeliydi ki anlatamıyordum bile. Bir şeye odaklanmak şuan için çok zordu çünkü gözlerim kayıyor ve bu da bayılmak üzere olduğumu işaret ediyordu.
"Bayılmayacaksın! Bana onun anlattığı herşeyi anlatacaksın lan! Kalksana! Sana diyorum! Acı dolu geçmişimi bir de senden dinliyim!"
Onu kolumdan kurtarıp ayağa kalktım. Yavaş yavaş şoktan çıkıp kendime gelmeye başlıyordum. Berk bana vurmaya devam ederken güçsüzce bileğini kavradım ve ona artık durması gerektiğini anlatan bir bakış attım. O ana kadar ağladığımı bile farkında değildim ama yanaklarım sırılsıklamdı.
"Berk, sakin ol! Kimse bana birşey anlatmadı tamam mı? B-ben kendim araştırmıştım!"
Konuştukca nefes alışlarım hızlanıyordu. En sonunda yere doğru çöküp başımı ellerimin arasına aldım. Daha fazla dayanamayacaktım. Bu ikinci günümdü ama o gerçek bir psikopattı ve ondan kurtuluşum gerçekten yoktu.
"Sende sonunun onlar gibi mi olmasını istiyorsun? Güzel seçim!"
Başımı iki yana sallayıp cesetlere baktım. Melis hariç hepsinin suratları morarmıştı ve yerdeki kandan dolayı her yerleri kan içindeydi.
"Onlara ne yaptın?"
Donmuş birşekilde cesetlere bakıyordum. Şoktan çıkmanın bedeli bu gerçekle yüzleşmekti. Orada üç tane ceset vardı!
"Öldürdüm. Sana hata yapmaman gerketiğini söylemiştim."
Buraya bu yüzden getirmişti beni. Eğer ona itaat etmeseem sonum onlar gibi olacaktı. Onlar gibi ölü olacaktım! Ayağa kalkıp Berk'in gözlerine de cesetlere de bakmadan yere baktım. Her yer kan içindeydi gerçektende! Şuan en mantıklı şekilde davranmalıydım. Sakin olmalı ve Berk'e hiçbir sorun olmadığını belli etmeliydim. O bir psikopattı ve bir psikopata naıl davranılması gerektiğini bilmiyordum ama deneyecektim.
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Gözüm cesetler ve Berk arasında gidip geliyordu. Bu lanet olası kilerden çıkmak için merdivenlere doğru koştum. Eğer hemen çıkmazsam kusacağıma adım gibi emindim. Salona gidip koltuğun kenarından tutundum. Berk'de arkamdan gelmiş beni izliyordu. Ona soru sormayacaktım. Şuandan itibaren Berk gerçek bir tehlikeydi.
Ellerimi karnıma indirip gözümden düşen damlaları arkaya ittim. Eskiden gülüp Cem ile beraber olduğumuz bu harika yazlık evde şuan bir psikopatın elinde ve üç cesetle beraberdim. Değişmeyen tek şey mekandı. Duygularım bile değişmişti. Herşey değişmişti.
***
CEM'İN AĞZINDAN
Neredeydi? Yaklaşık iki gündür sorduğum soruyu kendime tekrarladım. Mavişim neredeydi?
Son kez onunla konuşan bendim. O son sözleri remen iki gündür beynimde yankılanıyordu. Yerini söylemek yerine beni sevdiğini söylemişti. Asla beceremediği şeyi söylemişti.
Beş gündür sadece düşünmek için kullandığım yataktan kalktım. Saat sabahın altısıydı. Normalde bu saatte asla uyanmazdım. Beş gündür sadece yarım saat uyuyabilmiştim. O yarım saatlik uykumdada kabus gördüğüm için uyanmış ve o zamandan beri uyuyamamıştım. Herkes Hayel'i ararken uyumam nasıl mümkün olabilirdi ki?
Evet. Beş gündür herkes Hayel'i arıyordu. İlk gün kendime gelememiş ve kimseye söylemeden aramaya çalışmıştım ama imkansızdı. Bunu farkettiğimde belki çok geçti ama ikinci gün herkese söylemiştim. Annesi zaten Özgür'ün ölümünden sonra İdil ile üst katta Hayel'in evinde kalıyorlardı. İdil'in acısıyla uğraşmaktan Hayel'i doğru düzgün farketmemişlerdi bile. Hayel Beni aradığından hemen sonra annesi sonunda sormayı akıl etmişti. Herkese Hayel'i soruyordu ama panik halinde değildi. Dün ise onun bir psikopat tarafından kaçırıldığını öğrenince hastanede bayıldı. Büyük ihtimal hala hastanedeydi. İdil ise daha kendine gelemezken şimdi hem Hayel'in kaçırılmasına hemde halasının bayılmasına katlanıyordu. Gerçi şuanda ne İdili ne de annesini düşünecek durumda değildim.
Dün sabah haberi aldıklarından beri polislerle beraber Cihangir, Rüzgar ve Yağmur heryerde Hayel'i arıyordu. Yağmur yorgun olduğumu söyleyip beni eve yollamıştı. Burada da uyuyamadığım için hala yorgundum ama yorgun olmam umrumda bile değildi! Mavişimi bulmalıydım!
Kaç gündür gerçekten nefes aldığımı bile unutmuştum. Ölü gibi yaşıyordum. Ölü ve pişman. Ona soğuk davrandığım için pişmandım. En çok yanında olmam gerektiği zamanda ona çok uzak olmuştum. Bunundaha iyi olacağını düşünmüştüm. Aptal kafam! Şuan daha mı iyi olmuştu?! Ona soğuk davrandım. O da ne yapacağını şaşırıp Berk'in tuzağına düşmüştü! Ona bu zor zamanında sahip çıkmalıydım! Eğer ona soğuk davranmamın bu belaları başından uzaklaştıracağını düşünmeseydim bunlar olmayacaktı. Tam tersine daha çok başı belaya girmişti! Benim yüzümden!
Saçlarımı koparmak istercesine çekip yatağımın yanında duran su bardağını duvara fırlattım. Sinirden dolayı herşeyi parçalamak istiyordum! Onunla hiç tanışmamaış olmalıydım! Onun iyiliği için düşündüğüm herşey onun kötülüğüne neden oluyordu.
Belkide şuanda benimle o karlı sabah tanışmamış olmyı diliyordu..
Bağırarak örtüyü avuçlarımın arasına alıp yumruk yaptım. Benim yüzümden şuanda o paikopatla burun burunaydı!! Ya Mavişime dokunduysa? Kafamda dolanan soruyla elimin içinde sıkmaktan buruşmuş olan örtüyü yere attım. Aynı zamanda hayır diye bağırıyordum. Yapamazdı. Ona dokunamazdı değil mi? Buna izin veremezdim!
Telefonu lime aldım ve tek bir aramanın bile olmadığını gördüm. Hayel'den gelecek olan umutsuz bir armayı bekliyordum. Ya da Cihangir, Rüzgar ve Yağmur'dan gelecek olan 'Hayel'i bulduk' aramasını bekliyordum.
Rehberden Rüzgar'ın adını bulup aradı. Üç çalıştan sonra açmıştı. Birkaç saniye sessizlikten sonra konuşmaya başladım.
"Durum ne?"
Telefonun arkasından araba sesi geliyordu.
"Eee, hala polisler hiçbir delil bulamadıklarını söylüyorlar. Biz Berk'in gidebileceği her yere bakmaya devam ediyoruz. Çok yaklaştığımızı hissediyorum. Berk lanet olası bir deliğinden çıkacak."
Derin bir nefes aldım. Rüzgar'ın ses tonundaki sakinlik bile derinlerde bir yerlerde sakladığı umutsuzluğu gizleyemiyordu.
"Hiçbir gelişme yok değil mi?"
Rüzgar sessizliğini korudu. Rüzgar ne kadar sessiz oldukca ben de bir o kadar deliriyordum. Hayel şuanda ölü bile olabilirdi! Hepsi benim suçumdu. Gelmiş ve kızın hayatını mahvetmiştim. Üstelik mavişim benim yüzümden belalar içinde yüzerken ben ona soğuk davranmamın onun için iyi olacağını düşünmüştüm.
Ayağa kalkıp üç gündür üzerimde olan kıyafetleri değiştirmeyi bile düşünmeden evden çıktım.
"Cem.. Bak herkes Hayel'i bulmak için çabalıyor. Böyle yaparak işleri dahada zorlaştıracaksın, dostum. Onu bulacağız bana güven. Sadece Hayel'in ve senin biraz daha sabretmem gerekiyor. Çok az kaldı."
Artık Rüzgar'a bile inanmıyordum. En yakın dostuma bile inanamayacak kadar umutsuzdum.
"Mavişimi bulmak zorundayım, Rüzgar. Beni anlıyor musun? Bunların hepsi benim yüzümden oldu! O kız benimle tanışmasaydı bunlar olmayacaktı! Özgür ölmeyecekti! O şerefsizin ölmesi umrumda bile değilken sırf Hayel için üzüldüm ben! Rüzgar ölüyormuş gibiyim. Onu bulmam lazım. O psikopatın elinden mavişimi kurtarmam lazım."
Yağmur telefondakinin ben olduğumu anladığında Rüzgar'dan vermesini istedi.
"Cem seni anlayabiliyorum. İnan bana onu bulacağız. Sağ salim o psikopatın elinden kurtulacak ve o psikopatta sonunda peşimizi bırakacak. Şimdi Yağmur'a vermem gerekiyor."
Rüzgar görmesede başımı salladım ve apartmandan hızlı adımlarla çıktım. Evde beklemek beni öldürüyordu. Daha çok yoruluyordum! Birşeyler yapmalıydım.
"Selam, Cem. Sana aöylemem gerekn birşey var. Şuanda Hayel'in annesi ve İdil hastanedeler. Bunu bildiğini biliyorum fakat durumlar karışmış. Hayel'in annesi iyi haber gelmeyince dahada fenalaşmış ve sana auç atıyormuş. Yani demek istediğim İdil'de Hayel'in annesi de bu olanların suçunu sende buluyor. O hastanenin önünden geçme derim."
Saçlarımı geriy atıp bilmem kaçıncı defa derin bir nefes aldım. Suçlamaları normaldi. Berk'den bile daha çok suçluydum!
"Tamam."
Telefonu kapatıp arabama atladım. Nereye gideceğimi çok iyi biliyordum. Beş gündür gitmek için geç bile kalmıştım. Artık daha fazla Hayel'i o psikopatın yanında tutamazdım. Ona çoktan istediği zararı vermiş olduğunu farkındaydım. Hayel güçlü bir kızdı ama konumuz Berk'di.
Arabayı karakola giden yolda sürürken onu son gördüğüm an gözlerimin önünden geçiyordu. O gün. Özgür'ün öldüğü gün. Gece beraber uyurken telefon gelmiş ve Özgür'ün vurulduğunu söylemişlerdi. Hastaneye gittiğimizde ikimizde birdaha birbirimize o haberi almadan önce sarıldığımız gibi asla sarılamayacağımızı biliyorduk.
Hastanedeki ona aoğuk bakışlarımı. Tüm gün boyunca birbirimizle konuşmayıp sadece bakışmalarımızı. Onun eşyalarını toplamak için evine gittiğinde benim odama girişini. Bana sarıldığında onu ne kadar özlediğimi farkına varışımı. Hepsini hatırlıyordum. Ona soğuk davranmam beni öldürmüştü. O soğuk, hüzünlü bakışlarımız beni bitirmişti. O bütün bana ait olan belaları ona sardıktan sonra ondan uzaklaşmam hiçbir işe yaramamıştı! Aksine Hayel daha çok üzülmüştü.
Direksiyona sertçe vurup bir küfür mırıldandım. Magişim bir psikopatın ellerindeydi! Benim sorunlarım yüzünden onunda başını belaya sokmuştum! Hiç tanışmamalıydık! Bu olacakları bilmem gerekirdi!
Arabayı ani bir firenle karakolun önüne parkettim ve sertçe kapısını kapattım. Yanımdan geçen şnsanlar ve polisler bana tuhaf nakışlar atıyorlardı ama şuan hiçbirini görmüyordum. Kimse önemli değildi!
Karakolun içine girip Doruk'u tuttukları odanın yanına gittim. Oradaydı. Gerçek ama bir o kadarda sahte annem oradaydı. Üzerine giydiği kırmızı ceket ve pahalıyım diye bağıran siyah pantalonu vardı. Yanında agukat olarak eüşündüğüm adam beni gördüğünde Sanem Hanım'ı dürttü. Sahte annemde bana döndüğünde gözümdeki öfke dahada arttı. Onu görmezden gelerek oradaki görevli polise Doruk ile konuşma yapmak istediğimi söyledim. İtiraz etsede bakışlarımdan kararlılığımı anlamış olacakki sadece on dakikalığına izin verdi.
"Senin burada ne işin var?"
O tiz lanet olası sesi duyduğumda arkamı döndüm. Bakışları tepeden aşağı beni süzdü. Perişan halimi görmüştü. Hiçbirşey demeden bende onu süzdüm ve çok açıkca ona acıdığımı belli eden bir bakış attım. Kendi oğlu olmayan birine bu kadar üzülmüştü ama kendi öz oğlunu kapı dışarı edip evin hizmetlileriyle kalmasını istemişti. O asla iyi bir anne olamayacaktı. Vicdanı asla rahat edemeyecekti. Ne kadar kapatıcıyla kızaran gözlerimin altını kapatsada ağlayıp onun da perişan olduğu ortadaydı. Ama artık çok geçti. Anne olması için çok geçti.
"Oğlunu görmeye geldim."
Önce şaşkınca sonra da kibirlice baktı. Tam ona yakışır kendini beğenmiş bakışlardı bunlar.
"Neden? Oğlumu görmeni istemiyorum. Şuan zaten birmiş durumda ve birde seninle uğraşamaz. Uyumuyor, yemek yemiyor. Eğer suçunu kabul etmeye devam ederse üstelik hapise girecek ve onu kurtaramayacağım! Gidip o paçoz küçük evine geri dön ve-"
Sözünü kestim.
"Endişelenmek için çok geç değil mi Sanem Hanım? Ne kadar istesende çok geç. Anne olduğunu çok geç farkına vardın."
Ağzı açık kalmış birşekilde bana bakarken daha fazla birşey demmesi için polislerden birinin bana gösterdiği odaya girdim.
Odada bir masa ve iki tane sandalye dışında hiçbirşey yoktu. Birkaç dakika sandalyede oturup bekledim ve sonra kapıdan Doruk'u getirdiler. Onu en son sahilde bulduğum gün görmüştüm. Gözleri kızarık ve şişti. Yanaklarında, kollarında ve kafasında morluklar vardı. Beni görünce yüzünde kocaman iğrenç bir sırıtma oluştu. Gerçek Doruk buydu işte. Kimsenin göremediği Doruk. Sahte Doruk artık bu noktadan sonra çekip gitmiş olmalıydı. Sırıtışı küçükken annemin beni evden kovduğu gün Esma Teyzelerle arabaya binerken Sanem Hanım'ın yanında bana bakarken gördüğüm sırıtan çocuğa aitti. O an gözümün önünden gelip geçti. Küçük bir çocuktum ama Doruk'un nasıl biri olduğunu o zaman bile anlamıştım. Kimseye anlatamadığım gerçek Doruk işte bu sırıtışta gizliydi.
"Sen olduğunu tahmin etmek zor değildi, kardeş."
Polisler onu sandalyeye otutturdu ve eline kelepçeleri takıp dışarı çıktılar. On dakikamız henüz yeni başlamıştı ve Doruk'un dediği ilk kelime bile beni sinirlendirmeye yetmişti.
"Sonunda ait olduğun yeri bulmuşsun."
Gülerek arkasına yaslandı. Suratına patlatmak istiyordum!
"Hadi ama.. Doğruyu söyle. Özgür'ü ortadan kaldırmam senin de işine yaradı. Önündeki ilk engeli kaldırdım sonuçta. Sevgilisinin kuzenine yazan birini öldürdüm. Yazdığı kızda senin sevgilindi. Aaa dur mavişin demeliydim."
Sakin olmak için ellerimi yumruk yaptım. Doruk'u hiç özlememiştim ve birazdan o cehennem yere gireceği için gerçekten mutluydum.
"Sen hala çeneni kapamayı öğrenemedin mi lan?! Senin bu boş laflarınla uğraşacak zamanın yok Doruk! Neden Özgür'ü öldürdüğün ya da neden Berk'in yolundan gidip ona köleler gibi itaat ettiğin umrumda bile değil. Ne bok yersen ye! Buraya-"
Sözümü kesti.
"Hayel kaçırılalı beş gün oldu değil mi? Ben daha erken gelirsin diye düşünmüştüm."
Gözlerim büyüdü ve dehşet içerisinde ona baktım. Biliyordu. Bu oyunun içindeydi! Tabiki bu oyunun içinde olacaktı! O Berk'in kölesi olmuştu! Tahmin etmiştim. Bunu tahmin etmiştim! Aptal kafam! Tahmin etmiştim ama hep onu bulmaya konsantire olduğumdan buraya gelememiştim! Ayağa kalkıp masaya yumruğumu geçirdim.
"Bu aptal oyunun içindeydin değil mi?! Varya sana acıyorum! Benim hayatımı çaldın ve mükkemmel bir ikinci şansın oldu ama Berk'in kölesi olmayı tercih ettin! Seni öldürürüm lan! Öldürürüm oğlum seni!"
Delirmiş gibi öfkeyle üzerine yürüdüm.
"Zaten öldüm ben, Cem. Hayel senin mavişin olduğu gün öldüm."
Olduğum yerde kalıp ona acınası bakışlar attım. Herşeyimi almıştı benden. Gerçek annemi almıştı. Hayatımı almıştı. Herkese o sahte Doruk'u göstermişti. Hep haklı çıkmıştı. Ona rağmen ben dik kalmıştım. O ise ondan sevdiğim kızı aldığı için bu haldeydi. Gerçek Doruk buydu. Onu bu hale getiren sevdiği kızı elinden almam değildi.
Sakin kalmaya çalışarak "Çok basit tek birşey soracağım. Hayel nerde?!" diye sordum.
Doruk gülme krizine girmiş gibi başını öne eğdi ve pislikler gibi güldü. Yakasından tutup suratına bir yumruk geçirdim. Bu hareketim onu afallatmıştı.
"Seni öldürürüm lan! Çok ciddiyim neye mal olursa olsun seni burada öldürürüm! Hayel'e ne yaptın?! Anlatsana lan! Ne biliyosan hepsini söyle! O nerde?!"
Doruk kelepçeli ellerini uzak durmam için bana doğru uzatıp ittirdi. Suratında ciddi bir ifade belirmişti.
"Ben ona birşey yapmadım. Sadece bana verilen görevi yaptım. Ama şöyle bir düşündümde kim bilir ona neler yapmışlardır.. Şimdiden ortalığı yıkman gerekiyordu ama hala şokun etkisinden çıkamamışsın galiba, kardeş.-"
Suratına ardı arkası kesilmeyen yumruklarımı indirdim. Gözü morarında geri çekildim ve bağırarak sandalyemi yere attım. Benimle dalga mı geçiyordu?
"Benimle dalga mı geçiyosun lan?! Bana bir daha kardeş dersen seni çok ciddiyim döve döve öldürürüm! Ne görevi?! O nerde?!"
Gülerek bana baktı. Bilerek yapıyordu. O kadar çok sinirliydim ki suratına gir yumruk daha indirdim.
"Bence Hayel için bu kadar kendini üzmemelisin. Kendi sonunu kendisi getirdi. Olacakları bilerek oraya gitti sonuçta."
Ellerim şaşkınlık üçinde Doruk'un yakasından iki yanıma düştü. Kendisi mi gitmişti?
"Ne?!"
Doruk yakasını düzelterke kaşlarını kaldırdı.
"Berk sadece onu çağırmıştı. Oraya gitmeyi seçen Hayel'di."
Ellerimi saçlarıma geçirdim. Rüzgarlar bana yalan söylemişlerdi. Cihangir'in arabasının ortada olmamasından anlamam gerekirdi! Lanet oslun! Kendimi toparlayarak Doruk'a öldürücü bakışlar attım.
"Ona gideceği yeri söyleyende sendin. Görevin bu muydu lan! Berk o kıza neler yapabilir hiç düşünmedin mi?! Beş gün oldu lan beş! O psikopatın elinde ve yalnız-"
Sözümü kesti.
"Ona daha hiçbirşey yapmadı. Zamanını bekliyo."
Kaşlarımı kaldırıdm. Ne tür bir oyundu bu? Ne zamanı?
"Ne zamanı lan?! Ne saçmalıyosun sen?!"
Gözlerini masaya dikip sustu. Daha fazla dayanamayacaktım.
"Doruk, bak Hayel'i öldürebilir! Onun nerede olduğunu söyle!"
Başını iki yana sallayıp ayağa kalktı.
"Ne oludu? On dakikan dolmak üzere mi? Sana yerini söylemezsem ve artık umrumda olmayan kızın ölümüne izin versem ne olur? Bana yalvarır mısın, ha? Çok yazık ya koskoca yakışıklı, havalı, karizmatik, sert, dürüst, zeki Cem Üstüner'in düştüğü durumlara bak. Biliyor musun? Hikayenin gidişatını belirlemeye bayılıyorum."
Dedikleri yüzüme çarpıp bir alev topuna dönmüştü. Onu duvara doğru ittirip bağırmaya başladım. Artık sakin olmak için kendimi tutmuyordum. Kendimi kaybetmiş gibi bağırarak Doruk'a yumruklar ve tekmeler atmaya başladım.
"Ne dedin lan sen?! Siktiğimin orospu çocuğu!!"
Artık cidden tüm sinirimi Doruk'tan çıkarıyordum. Odanın bir köşesinden diğerine doğru savurdum. Gürültüyle sandalyeler ve masa yere düşüp kırılırken Doruk mosmor suratıyla gülüyordu. Onun gülmesiyle daha çok sinirlendim.
"Ne gülüyorsun lan!"
Yumruklarımı savururken gürültüyü duymuş olan güvenlik kapıdan içeri girdi. Onlara dönüp bakmadan yakasından tuttum ve duvara yapıştırdım. Öfkem duvarı aşıp taşmıştı. O duvarı sadece Hayel yanımdayken asla aşamıyordu. Ama şuan Hayel'in nerede olduğunu bile bilmiyordum!
Güvenliklerden biri kolumdan tutup arkaya doğru çekti. Onlara direnmeme rağmen 3 kişi birden beni kapıdan dışarı çıkardılar. Camın ötesinden Doruk'un kalkıp üstünü silktiğini görebiliyordum.
"Senin derdin ne?! Onun gibi buraya düşmek mi istiyorsun?!"
Polislerden birinin bana sorduğu soruyu duymamazlıktan gelerek Doruk'a odaklandım. Beni bu cam yüzünden göremezdi ama tam şuanda gözlerimin içine bakıyordu. Ağzını oynatarak "Yazlık ev," dedi.
Gözlerim donakalmıştı. Sanki beni görüyormuş gibi bakmaya devam ederken tekrar ağzını oynattı.
"Bol şans, kardeş."
Yazlık ev mi? Ne demek lan bu? Siktiğim bir oyunun içinde bilinmezlikten geberip gidecektim! Lan varya bu Berk'i bulursam yapacaklarımdan dolayı korkuyorum.
Polisler donakalmamdan faydalanarak beni karakolun dışına çıkardılar. Birşeyler söylüyorlardı ama hiçbirşey duymuyordum. Kulaklarım tıkanmıştı. Tek duyduğum ses Hayel'in sesiydi. Uzaktan bir yerden gelmesine rağmen Cem dediğini duyuyordum. Deliriyor muydum? Kesinlikle delirdim!
Oraya nasıl giderdi? Benim delireceğimi kendinin ölümle burun buruna geleceğini bilerek nasıl giderdi?! Hayel'i bulduğumda onu da öldürecektim! Aslında direk kendimi öldürmeliydim! Toptan kurtulurlardı!
Doruk'a olan sinirimi bir kenara atıp mantıklı düşünmeye çalıştım. Kimse Hayel'in nereye gittiğini bilmiyordu. Hiçbir kanıt yoktu. Elimizdeki oyunu bilen tek kişi ise Doruk'tu. Bu durumda ondan başka Hayel'in nerede olduğunu bize söyleyecek kimse yoktu. Yani Doruk'a güvenmekten başka çarem yoktu. Cem Üstüner çaresizdi.
Çalan telefonum tüm herşeyi dağıttı. Arayan Cihangir'di.
"Ne var? Yine ne var?! Hiçbir haber alamadığınızı mı söyleyeceksiniz! Söyleyin anasını satıyım! Zaten beş gündür söylüyorsunuz! Bir daha söyleseniz ne değişir?!"
"Hey, sakin ol dostum. Birşey mi oldu?"
Gözlerimi yumdum. Başka birşey olması mı gerekiyordu?! Herşey olmuştu zaten!
"Cihangir zaten Doruk'tan sinirimi tam çıkaramadım senin de ağzına sıça-"
Sözümü kesti.
"Tamam, sakin ol. Sayende ne kadar nezaketli, kibar bir arkadaşım olduğunu tekrardan hatırladım. Sana iyi bir haber vermek için aramıştım aslında. Belki biraz sakin olursun ama pek sanmıyorum artık."
Karakolun içinde meraklı gözlerle beni izleyen Sanem Hanım'ı gördüm.
"Kes lan! Ne haberi?"
"Arabamın en son görüldüğü yeri bulduk. Berk, Hayel'i o arabayla kaçır-"
"Hayel'in kendisinin gittiğini biliyorum."
Birkaç saniye sessizlik oldu.
"Nasıl..? Sen nerden öğrendin bunu?-"
Sözünü kestim.
"En son araban nerede görülmüş?"
Neden bana Hayel'in kendisinin gittiğini söylemediklerini biliyordum. Çünkü iki kat daha sinirlenecektim. Hayel kendini tehlikeye attığı için.
"İstanbul dışında. Arabada tek başınaymış. Otoyolda durup bir benzinliğe girmiş. Fakat benzin almadan oradan çıkıp gitmiş. Eğer oraya girmeseydi kameralar arabayı göremezdi. Neden benzin almadan gittiğine gelirsek kimsenin hiçbir fikri yok."
Ben biliyordum. İşte benim mavişimdi! Bana ip ucu bırakmıştı. Doruk'un dediklerine güvenmekten başka çarem yok demiştim ve mavişim bunu düşünüp bana bir yol göstermişti. Doruk doğru söylüyordu.
"Otoyol ise sadece iki yerle bağlantılı. Küçük bir köy. Yazlık evlerin bulunduğu ve yazlıkcıların yaşadığı küçük bir köy sadece."
Doruk doğru söylemişti! Yazlık ev! Başından beri orada olmalıydı! Orayı asla aklıma bile getirmemiştim!
"Cihangir. Doruk doğru söylüyor! Lanet olsun!"
Telefonu kapatıp arabaya doğru yürüdüm. Ne yapacağımı bilmiyordum. Doruk o kadar olumsuz konuşmasına rağmen doğru söylemişti. Hayel'de bıraktığı ip ucu ile bunu kanıtlamıştı. Ama hala Doruk'a güvenemiyordum. Ya bu da oyunun bir parçasıysa?
Gözlerimi sıkıca kapatıp arabaya yumruk attım. Yapacak başka hiçbirşeyim yoktu! Hayel dışında hiçbirşey umrumda değildi. Kendi hayatım bile.
Doruk'un sırıtması aklıma geldi. Kesin bu da bir oyundu. Herşeyi farkındaydım. Berk'i iyi tanıyordum ve her hamlesini anlayabilecek kadar zekiydim.
Eğer yazlık eve tek başıma gidersem neler olacağını biliyordum. İntihardan farksız olurdu. Kendi intiharımı gerçekleştirmiş olurdum. Kendini beğenmiş Cem bunu yapmazdı. Başkasının hayatı için kendininkini feda etmezdi. Değişmiştim. Hayel beni değiştirmişti. Ben ne kadar onu değiştirdiysem aynı şekilde o da beni değiştirmişti. Bu değişimlerimiz hiç iyi değildi. Bu değişimlerimizin geri dönüşü yoktu. Bu değişimimiz bizi çıkmaz sokağa sokmuştu.
Düşüncelerimin içinde kararsızlıkla boğuşuyordum. Doruk zaman demişti. Şuan neden bahsettiğini anlayabiliyordum. Berk tek gelmemi istiyordu. Doruk benim için Hayel'in olduğu yeri doğru söylememişti. Berk'in oyunu için bunu söylemişti. Üstelik bir tek bana söylemişti.
Arabama atladım ve camdan karakolun kapısına baktım. Binlerce kez olduğu gibi yine ve yine Hayel'i o hastane koridorundaki son görüşüm gözlerimin önüne geldi. Onun o çaresiz ve üzgün bakışları. Asansörün kapısı kapanırken gözlerini yumuşu..
Eğer Doruk'u görmesine izin vermeseydim, yanında olsaydım bunlar olmazdı! O çaresizlikle o üzüntüyle yazlık eve gitmezdi!
Şuan iki tane yol içlerinden birini seçmem için ayrılmıştı. Hangisini seçersem diğer yol kapanacaktı. Ya şimdi Cihangir'e Hayel'in nerede olduğunu söyler ve polislerle oraya giderek Hayel'in ölümüne kendi ellerimle izin verirdim, ya da bu arabayı yazlık eve sürer Berk'in oyununda şah mat olurdum. Her iki seçeneğimdede o evden sağ çıkamayacağımı biliyordum.
Hayel bu oyuna benim yüzümden dahil olmuştu. Şah ve mat olacak kişi ben olmam gerekirken benle beraber o da olacaktı. Bunun olmasına izin vermeyecektim. Mavişimin o psikopatın elinde bir saat daha fazla kalmasına izin vermeyecektim. Ne yapacağımı çok iyi biliyordum.
Cem Üstüner bu oyunda oyuncu olmazdı. Bu oyunu yönetirdi.
Berk, Hayel'i kaçırarak kuralları çiğnemişti. Şimdi sıra bendeydi..
Madem benim gibi biriyle oynamak istiyordu işte o zaman sonuçlarına katlanacaktı.
Arabayı çalıştırdım ve son kez Sanem Hanım ile gözgöze gelerek hızlıca karakolun otoparkından çıktım.
"Geliyoruum, maviş. Dayan."

RÜYAOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz