56. Bölüm - Onu Deli Gibi Özlüyorum ve Bu Beni Öldürüyor

Start from the beginning
                                    

"Bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ben... Belki de hiç bilmemem gereken bir şeyi biliyorum." Lancelot anlamaya çalıştı. "Sana göstereyim." Ona dönen Alissa elini tuttu. Lancelot güven vermek istercesine sıkarken ilerleyen kadını takip etti. Sonunda geldikleri yerde gördüğü manzarayla donup kaldı.

"Bu olamaz." Alissa arkasından sırıtırken avuç içindeki elini ovdu.

"Maalesef gerçek. Haftalardır böyle. Üstelik Lord Merlin'de biliyor. Bu yüzden ben söylersem kimse inanmaz dedim. Ama içim içimi yedi. Merhum kraliçemizin ölümünden sonra böyle bir şeye nasıl kalkışırlar? Onun hatırasına, kızına nasıl böyle saygısızlık yaparlar? O daha küçücük bir kız. Annesi başına gelenlerden sonra kızına da aynı şeylerin olacağından korkardı eminim. Zavallı küçük kız, bu şeyin annesini ondan aldığını bilseydi, görebilseydi... Kızı kılıç için hazırlamaları canavarlık!" Lancelot bir hakarete uğramışçasına hışımla onun önüne geçmişti.

"Ne dedin sen?" Alissa sırıtmamak için tuttu kendini. Gözlerini doldurmuştu çabucak.

"Onları konuşurken duydum. Prensese annesinin yarım kalan görevini tamamlaması gerektiğini söylüyordu. Kılıcın sahibine ait olduğunu söylüyordu. Lancelot, bizi bir felaket bekliyor." Lancelot'un gözleri öfkeyle parlamıştı. Bu olanlara inanamadığı her halinden belliydi.

"Yeni mi geldiler?" Her şeyden habersiz çalışan Ragnor ve küçük Emery'i işaret etti. Alissa başıyla onayladı. "Ne zamana kadar buradalar?"

"Bilemiyorum. Bir saate yakın duracaklardır."

"Sen saraya dön. Ben halledeceğim." Lancelot yüzüne bile bakmadan büyük bir hışımla saraya ilerlerken ellerini bağdaş yapan Alissa, suratında keyifli bir sırıtışla adamın gidişini izledi. Geriye kalan tek şey saklanıp beklemekti.

Arthur önüne gelen yemeğe bakarken suratını buruşturdu. "Size buy yemek pişmeyecek demedim mi?" Emery'nin en sevdiği yemekti. Arthur o hayattayken sürekli yaptırırdı aşçılara. Çok sevmese de onun yemek yerken ki mutlu halini görmek için öylece kurulur karşısına, dünyanın en lezzetli şeyiymiş gibi eşlik ederdi. Şimdi ise o yoktu, bu yemek dünyanın en özel baharatları bile katılsa acı tadıyordu. Acının kokusunu alıyordu. Titrek elleri çatalı kavrayacak gücü bulamıyordu.

"Lord Merlin'in emri efendim." Arthur göz devirirken elini alnına vurdu, saçlarını çekiştirdi. Yumduğu gözleriyle iç çekti. Emery'i anımsatan her şeyden kaçıyordu. Tabii kızı ve Merlin dışında, onlardan kaçması mümkün değildi, ki bunu asla istemiyordu. Çünkü gerçekten Emery'e yakın olan tek şey onlardı. Kızı kopyasıydı, her şeyiyle. Merlin onun anılarıydı, sözleriydi. İkisi de onun kanından bir parçaydı. Bu hayata onlar tutundurmuştu onu. Onlar olmasa dağılırdı, tüm yaşama isteğiydi ikili, ona emanetlerdi. Bir şey olur yetişemez korkusuyla annesini bile buraya yerleştirmişti. Kızının ölümüyle büyük bir sessizliğe gömülen annesini. Tüm gün öylece kimseyle konuşmadan pencere kenarında oturur, dışarıyı, ta en uzağı izlerdi. Sanki bir gün kızı o tepedeki yoldan gelecek gibi. Konuştuğu nadir anlar torununu gördüğü zamanlardı. Bir anlık onu kızı sanar, öper koklar, sonra fark ettiği gerçekle sarsılarak geri çekilirdi. Sen kızım değilsin diye mırıldanırdı. Ama muhatabı karşısındaki olmazdı, kendi kendine konuşur gibi dururdu. Bu sarayda onu gerçekten derinden anlayan tek kişi Arthur'du. Bazı günler yanına gider, o da tek kelime etmeden dışarıyı izlerdi onunla. İkisi de bir gün geleceğine, o yolun sonunda görüneceğine inanır gibiydi. İkili aynı acıyı paylaşıyordu. Onlar için dünya sonlanmış, zaman durmuştu. Devam etmesi için eksik parçanın geri dönmesi lazımdı. Onsuz nefes almak bile ihanetti. İşte bu raddede onu hayata bağlayan, gerçeklik algısını koruyan, karısından emanet kızıydı. Ona hem baba, hem anne olmalıydı. Bir ebeveynin daha yokluğunu hissettiremezdi. Bunu ona yapamazdı. Çünkü geride kalan hayaletle yaşamanın sızısını en iyi o bilirdi. Uther yaşamının büyük bir bölümü boyunca hayaletti. Babasına dönüşmekten korkarken en kötüsü olmuş, onu anlamaya başlamıştı. Yaptıklarını anlıyordu, hak veriyordu.

"Bana kızma. Bir yemeğe bu kadar anlam yüklemeyi bırakmalısın." Kapı pervazına yaslanmış olan Merlin'i buldu gözleri.

"Sadece bir yemeğin anlamını değil, ben her şeyin anlamını kaybettim. Tüm her şey anlamsız, her şey onunla anlamlı. Emery her yerde ama bir o kadar da değil. Baktığım her köşede ama ne zaman elimi değdirecek olsam yok oluyor. Bu yüzden sadece bir yemek deme. O sofraya Emery'nin hayaleti de oturuyor. Ve ben kalkamıyorum." Merlin yanına oturdu prensin. Gözleri donuk bakışlarla önündeki tabağı izleyen adamda gezindi.

"Bunu söyleyeceğime inanamıyorum ama... Hayatına yeni birini almayı deneyemez misin? Eminim Emery'de bunu..." Arthur inanamamazlıkla baktı adama.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Kızkardeşin o senin! Ona ihanet etmemi nasıl söylersin?" Hiddetle bağırdı.

"Bu ihanet değil ki! Emery yok artık! Bak hem bu kızın içinde iyi olur. Onun için bir anne iyi ola..."

"Onun zaten bir annesi var!"

"Kastettiğim o değil! Bunu biliyorsun! Bak Guinivere yıllardır seni seviyor, hala kimseyle evlenmedi bu yüzden, hep sen, bekledi."

"Annesi ondan nefret ederdi, kızı da ediyor! İki Emery'nin de sevmedikleri bir insanla olmamı isteyeceğini mi sanıyorsun?"

"Emery senin ve kızınızın mutlu olmasını isterdi! Sana hayatta eşlik edecek birini isterdi! Kızını koruyacak, sahip çıkacak, annelik edecek birini isterdi! Bunu değil! Hayaletiyle yaşıyorsun! Ona dair her şeyi kaldırıyorsun! Sıradaki ne olacak? Beni, annemi, Emery'i de mi kaldıracaksın gözünün önünden? O zaman mutlu olacak mısın? En son ne yapacaksın? Kendini mi öldüreceksin?"

"Siz olmasaydınız hayatta olur muydum sanıyorsun? Mesele eşya ya da yemek mi sence? Siz osunuz, onun bir parçasısınız! Ailesisiniz! Emery, kızımız onun kopyası! Bana bıraktığı emaneti! Sen onun tüm hayatısın! Tüm çocukluğu, tüm kavgaları, tüm mutsuzluğu, mutluluğu... Annen ona hayat veren kadın! Ama diğer şeyler öyle değil! Bu yemek o seviyor diye yemekti, güzeldi. Şimdi bir katran bundan daha leziz... O elbiseler içinde o var diye güzeldi. Bu aptal saray içinde o var diye evdi. Şimdi her şey anlamsız, bomboş, çirkin... Onu özlüyorum, onu deli gibi özlüyorum ve bu beni öldürüyor." Merlin prensi tanıdığından beri ikinci kez tekrar çöküşüne şahit olmuştu. İlki de kardeşi için olmuştu yine. O koskoca adam küçücük bir çocuk gibi yere yığılmıştı. İlk sefer ise öldüğünü öğrendiği gündü. Ondan sonra ağlamamaya yemin etmiş gibiydi. "Ölüyorum Merlin, yaşamak için mücadele ediyorum, çırpınıyorum ama olmuyor. Emery olmasa, kızım olmasa..." Merlin o gün yaptığı gibi tüm konumları unutarak sıkı sıkı sardı adamı. Ağlayan adamın gözyaşları omzunu ıslatırken sırtını sıvazladı. Kendisinin sessiz gözyaşları da onunkilere karıştı, tıpkı o günkü gibi. Yine çaresizlerdi, Arthur kucağında yeni doğmuş bebeğiyle ne yapacağını bilemez halde delirmeye ramak kalaydı. Bir tarafı göğü inletecek çığlıklar atıyor, bir tarafı kendini bir yere gömüp sonsuza kadar saklanmak istiyordu. Ama yapamazdı, kızı için güçlü durmak zorundaydı. Merlin ise kendi yasını tutamadan adama destek olmaya devam ediyordu. Bunu kardeşine borçluydu, bunu yapmasını isteyeceğini biliyordu.

Hızla çalınan kapının ardından içeri Lancelot girmişti. Taşıdığı tüm öfkeyi rüzgarıyla getiren adam öfkeli gözlerini anlık Merlin'e değdirirken tekrar bakışları Arthur'u buldu. Kralın halini gören bakışları anlık yumuşarken tekrar eski haline dönmüştü. Toparlanan Arthur yaşlarını sildi. "Majesteleri böyle girdiğim için özür dilerim ama konuşmamız gerek. Konu Emery." Öfkeli bakışları tekrar Merlin'i bulurken büyücü yutkundu. Meseleyi biliyordu.

Ve sonunda geldi! Özlediniz mi? Şimdi neler olacak bakalım... 

Camelot'un DüşüşüWhere stories live. Discover now