16. Bölüm-Buluşma

1.2K 108 11
                                    

16. Bölüm-Buluşma

Emery hayal kırıklığıyla gitmeye karar verdiğinde Arthur'un koşarak ormana doğru geldiğini gördü. Yanında durduğunda nefes nefeseydi, yanakları kızarmış, saçları dağılarak bir kısmı alnına yapışmıştı. Ama gelmişti, unutmamış, onu ekmemişti.

"Üzgünüm, geciktim. Halletmem gereken birkaç şey vardı. Ama önce seni gideceğimiz yere götüreyim. Burada biri görebilir." Onun cevap vermesini beklemeden elinden tutarak peşinden sürüklemeye başladı. "Seni çok beklettim mi?" Endişeyle sordu genç prens.

Emery yalan söyledi. "Hayır. Geleli fazla olmamıştı, hemen çıkamadım zaten." Arthur bunu duyunca rahatlamış, yürümeye devam etmişlerdi.

Neredeyse yürüyeli yarım saat geçmişti ama henüz çok farklı bir yer görmedi genç kız. Tam ağzını açıp konuşacakken bir dağdan şelalenin döküldüğü göle gelmişlerdi. Etrafta kelebekler vardı ve kuş sesleri geliyordu. Emery hayranlıkla manzarayı izledi, etraf daha önce görmediği çok güzel çiçeklerle çevriliydi. "Burası harika!" Arthur gülümsedi.

"Biliyorum." Arthur elindeki sepetin içinden çıkardığı bir örtüyü yere serip, içindekileri yerleştirdi. İçinde meyve, peynir, ekmek gibi atıştırmalıklar ve bir şarap vardı. Emery kaşlarını çatarken gülümsedi.

"Gerçekten her şeyi düşünmüşsün." Arthur sırıttı.

"Biliyorum." Yine aynı şeyi tekrarlarken Emery kıkırdadı. Onun yanına örtüye otururken, Arthur kadehlere şarap dolduruyordu. Bir tanesini ona uzattığında yolun verdiği susuzlukla bir yudum aldı.

"Uzun süredir böyle dinlenme fırsatı bulduğumu hatırlamıyorum. Köydeyken fazla hasta olmazdı. Genelde en fazla haftada bir olurdu yayılan bir hastalık olmadığı sürece. Gaius'un her günü mutlaka dolu. Düzenli olarak ot stoku için gidip geliyorum sürekli."

"Yetenekli olduğun bir şeyin daha olması güzel." Arthur'un sırıtarak söylediği şeye Emery gözlerini kıstı. Prens gülerek ellerini iki yana açtı. "Sadece şakaydı. Hem... Şimdi geç kalma nedenime gelelim. Turnuvada kılıcın kırılmıştı ve buna ihtiyacın olduğunu düşündüm." Kılıç kınından ona ait olmayan, sapı altın sarısı ve çiçek motifleriyle dolu olan bir kılıç çıkardı. Kılıcın üzerinde de latince yazılar işlenmişti. Emery dudakları aralanırken öylece bakakaldı. Bunu hiç beklemediği apaçıktı.

"Bu... Benim için mi?" Başını sallayan Arthur ona kılıcı uzattı. Emery bir an bile tereddüt etmeden eline kılıcı almış, hayranlıkla izliyordu. Bu kılıcın kolayca kırılmasına imkan yoktu, kaliteli bir malzemeden yapılmıştı. Elini kılıcın üzerindeki yazıda gezdirdi. "Faber est suae quisque fortunae. Bu ne demek?" Arthur'a baktığında, prens genç kızın gözlerine bakarak konuştu.

"Her insan kendi kaderini kendi yazar. Bunu unutma Emery. Sen sana biçilen rolden fazlasısın. Seni hiçbir zaman hafife almadım, kimsenin de almasına izin verme." Kahverengi saçları rüzgarda öne gelirken, kızın gözleri dolmuştu. Bu hayatında aldığı en güzel hediyeydi kuşkusuz. Ve bundan daha güzel bir söze ihtiyacı yoktu, çok onore olmuştu.

"Bu hediye için naz yapabileceğimi sanmıyorum. Bunu reddedersem uyuyamam." Arthur onun dediğine güldü. "Hayatımda aldığım, hatta gördüğüm en güzel şey. Teşekkür ederim!" Ona sıkıca sarıldığında Arthur da karşılık vermişti. Rüzgarla saçları hala savrulurken, yine ilk günkü gül kokusunu aldığında şu an buradan başka bir yerde bulunmak istemediğini düşündü. Genç kız çekildiğinde yine kılıcı almış, sevinçle havada oynuyordu. Gülümseyerek onu izledi.

"Bu seferde reddetseydin seni zindana attırırdım." Emery kıkırdamış, umursamamıştı. İkisi uzun bir süre sohbet etmiş, atıştırmıştı. Arthur ona bugüne kadar ki av maceralarını ve krallığın başına gelen olayları anlatırken, Emery de çocukluk anılarını anlatıyordu. İkisinin de kahkahası bir an olsun eksik olmamıştı. Havanın kararmaya başladığını bile fark etmemişlerdi.

Emery kılıcını almış, ayağa kalkarak onu havaya savuruyordu. "Eğitim alırsam seni geçerim Arthur görürsün. Bana karşı hiç şansın olmayacak." Arthur alayla gülerken ayaklanmıştı.

"Seni kılıçsız bile yenerim." Emery dudaklarını kıvırarak diklendi.

"Öyle mi?" Arthur kaşlarını indirip kaldırırken o da dudaklarını bükmüş, başını sallamıştı.

"Öyle." Onun elinden kılıcı almaya çalışırken Emery yukarı kaldırmış gülüyordu. Kılıcı ne olur ne olmaz diye kınından çıkarmamıştı. Arthur onu gıdıklamaya başlarken Emery kahkaha attı. Kılıç elinden düşerken prens onu belinden kavrayıp, havaya kaldırmıştı. O sıra da ayağı taşa takılıp dengesini kaybetmiş, durmaya çalışsa da sendeleyerek Emery'le birlikte göle düşmüştü. İkisi de bir an da maruz kaldıkları soğuk suyla donarken, genç kız suyun içinde çırpınmaya başladı.

Emery'nin boğulduğunu düşünen Arthur korkuyla onu suyun içinden çıkarmıştı ama Emery onun kafasını tutup suya gömmüştü. Genç kız kahkaha atarken Arthur ağzına kaçan tuzlu suyla öksürdü. Sonunda kendini kızdan kurtarıp gözlerini kısarken, Emery sırıtarak yüzüne su fışkırtmıştı bu sefer.

"Ben ormanda büyüdüm, yüzmede de senden daha iyiyim." Genç kız gururla burnunu kırıştırıp dudak büzdüğünde Arthur güldü.

"Beni fazla hafife alıyorsun." Arthur parmağını ona doğru salladığında Emery sırıttı.

"Öyle mi pamuklara sarılıpta büyütülen prensimiz?" Arthur gülerken onu suyun altına çekmişti. Emery çırpınıp ondan kurtulmaya çalıştıkça dibe batıyordu. En sonunda çıktıklarında bu sefer gülen taraf Arthur, Emery ise dik dik bakan kişiydi. Onun omzuna vurduğunda Arthur'un elleri hala belindeydi.

"Tanıdığım hiç kimseye benzemiyorsun. Bazen... Bana ne kadar çok benzediğini düşünüyorum ama bazen bir o kadar da farklısın. Her gün seninle yeni şeyler öğreniyorum ve her gün şaşırmam desemde hiç beklemediğim bir şeyle beni şaşırtıyorsun. Sen çok özel bir kızsın Emery Ambrious ve ben seni tanıyabildiğim için mutluyum." Arthur'un dedikleriyle gözleri parlarken gülümsedi.

"Sende öyle. Başta ukala, kendini beğenmiş, acımasız ve kibirli bir prens olduğunu düşünmüştüm. Ama sen aklımdaki tüm prens kalıplarını yıktın. Hala ukalasın o ayrı." Dediğine ikisi de gülmüştü. Devam etti. "Ve kesinlikle kendini beğenmiş." Arthur ciddi misin der gibi tek kaşını kaldırmıştı. Emery aralarındaki mesafeyi biraz kapatmış, elini kalbine koymuştu onun. "Ama bir o kadar merhametli, cesur, mütevazi, fedakar, dürüst ve onurlu bir adamsın. Camelot seninle hiç olmadığı kadar yükselecek ve hiçbir kral eminim ki senin kadar sevilmeyecek. Gördüğüm en güzel insanlardan birisin." Arthur hayatında ilk kez samimi olarak artısıyla eksisiyle böyle güzel ve cesur bir övgü almıştı. Onun bahsettiği, hayran olduğu kral olmayı diledi. Onun kalbindeki elini tutarken, hareketlerini kendisinin kontrol edip etmediğinden emin değildi. Hatta düşündüğünden bile şüpheliydi. Onun avuç içine minik bir öpücük kondurduğunda genç kız titremişti. Bunun soğuktan mı yoksa yaptığı şeyden mi olduğundan emin değildi. Eli tekrar beline gittiğinde onu kendine yaklaştırdı. Gözlerini onun gözlerinden bir an bile çekmezken Emery de onun gibiydi. İkisinin nefesleri birbirine çarpıyor, ikisinin de ne bir adım geri gitmeye, ne bir adım ileri gitmeye cesareti yoktu. En sonunda Arthur'un bir eli genç kızın belindeyken, diğeri yanağını kavramıştı. Bu yaptığıyla genç kızda teslim olmuşçasına gözlerini yumdu.

Camelot'un DüşüşüWhere stories live. Discover now