13. BÖLÜM

2.4K 439 535
                                    


Keyifli okumalar

Satır aralarında buluşalım çiçeklerim, yıldızı da doldurmayı unutmayalım♡

Kalbim harap olmuş, bedenim yorgun, ruhum ölmüş... Beynim ve kalbim savaş içerisinde. Bir bataklığa düşmüş gibiydim. İlginç olan şu ki ; bir insan düştüğü bataklıktan kurtulmak için çırpınırdı. Oysa ben o bataklığın dibine batmak için çabalıyordum. Üstüm başım çamur değildi. Üstüm başım tükenmişlikti... Keşke çamur olsaydı. O çamuru suyla temizleyebilirdim, tükenmişliği temizlemenin hiçbir çaresi yoktu.

Bir aydır bu dört duvar arasındaydım. İçimde bu mapus duvarları gibi soğuk ve renksizdi. Ben niye iyi olmak için çabalamıyordum? İstesem iyi olur muydum? Bu enkazdan beter olmuş kalbim onarılır mıydı? Peki ya ölen ruhum, ölen çocukluğum... Bunlar düzelir miydi?

Düşünmek artık fazla baş ağrısı yapıyordu. Bu yüzden kendimi kitaplara vermiştim. En az bir kitap bitiriyordum, bir günde. Eğer huzur diye bir şey varsa ben huzuru kitap okurken buluyordum. Hayatımın geri kalanını bu şekilde devam ettirmeye razıydım.

Mehmet Rauf'un kitabında geçen bir söze takılmıştım. "Fakat yaşamak için insana hayat lazımdır, hayal değil..." diyordu. Neredeyse yarım saat bu sayfada kaldım. Tekrar tekrar bu sözü okudum. Evet, insanın yaşama hevesinin olması için, bir çaba sarf etmesi için bir hayatı olması lazımdı. O hayat için çabalardı, yaşardı. Kurduğun hayali gerçekleştirmek içinde bir hayatın olması gerekiyordu. Benim yaşayacak bir hayatım da yoktu, kuracak bir hayalimde...

Kitabı masanın üzerine koydum. Kaseti açtım. Biraz şarkı dinlemek istiyordum. 'Diyarbakır Türküsü' çalmaya başladı. Gözlerimi yumdum, kafamı yatağın başına dayadım, şarkıyı söylemeye başladım.

"Ey fırtınalı bayır ey mazlum Diyarbakır
Dağlarında kızıl ateş alnında kızıl bakır

Çiğdemler solar gibi anneler yanar gibi
Dizlerine döküldüm ağlama Diyarbakır"

Türkü bitince,

" Zalim Diyarbakır " dedim.

" Zalim olan Diyarbakır değil, hayat." Gözümü açtım. Elif Abla'yı kapının önünde beklerken gördüm. Gülümsedi bana. Kaşlarımı çattım.

" Ne zamandır oradasın?"

" Sen türküyü söylemeye başladığından beri" Masanın yanındaki sandalyeye gidip, oturdu.

" Haber verseydin ya "

" Sesini dinlemek istedim."

" Pişman olmuşsundur." Kafasını sağa sola salladı. Gülümsedi.

" Hayır. Sesin çok güzelmiş. Ara ara dinlemek isterim."

" Bence istemezsin."

" İsterim, isterim. Maşallahın var." Konuyu değiştirmek istedim.

" Dışarı çıkma saati mi? "

" Evet, kızım. Beraber yürüyelim diye çağırmaya gelmiştim. O güzel sesini duyunca bölmek istemedim. " Yalandan da olsa gülümsemeye çalıştım. Gülmek, gülümsemek nasıldı, nasıl oluyordu artık unutur olmuştum.

" Çıkalım o zaman."

Üzerime hırkamı giydim. Beraber avluya çıkıp yürümeye başladık. Bir aydır her gün olmasa da beraber bu avluda yürüyorduk. Elif Abla her gün yanıma geliyordu. Ben çoğunlukla dışarı çıkmıyordum. Ara ara Elif Abla'nın zoruyla çıkıyordum. İnsan yüzü görmek istemiyordum. Birkaç defa yine Cemile denen kadın laf atmıştı. Umursamamıştım her seferindede. Korktuğumdan değil, uğraşmak istemediğimdendi. Yoksa ikinci bir cinayetten de yargılanırdım.

ARJÎNWhere stories live. Discover now