37. Bölüm-Stella Tenebrarum (Karanlığın Yıldızı)

En başından başla
                                    

**********

  Emery, Morgana’nın odasına kelimenin tam anlamıyla atılırken kapı o daha ayağa kalkamadan kapanmış, kilitlenmişti. Morgana hemen başına eğilmiş, kalkmasına yardım etmişti. “İyi misin? Ne oldu böyle?”

  Genç kız onunla birlikte geniş yatağa otururken anlatmaya başladı. “Savaş çıktı, Arthur beni senin yanına yolladı güvende olmam için. Ama savaşabiliriz! Bizi böyle kapatamazlar!” Morgana onun endişesine gülümserken korksa bile güç verircesine elini sıkmıştı.

“Arthur biraz aptaldır ama seni seviyor. Eğer tehlikede olduğunu düşünürse savaşa odaklanamazdı. O yüzden onu endişelendirme ve bir süre bekleyelim tamam mı?” Emery hiç istemese de itiraz etmemiş, endişeyle dudaklarını kemirirken başını sallamıştı. Merlin ve Gaius’da dışarıdaydı, yakın olduğu şövalye dostları, Lydia ve ailesi… Onların güvende olmadığını bilirken o nasıl rahat olabilirdi ki?

“Leydi Morgana doğru söylüyor. Ayak bağı olmamalısın prensimize.” O ‘hayran’ olduğu sesi duyduğunda elbette tanımıştı Emery. Göz devirirken cevap verme tenezzülünde bile bulunmamıştı Gwen’e. Aslında iyi bir kız olduğuna emindi, Elyan’ı severdi o da ara sıra kızkardeşinden bahsederdi. Ama tuhaf bir şekilde Emery’e karşı bir düşmanlığı vardı, durmadan onunla uğraşıyordu. Bu şekilde davranmasa iyi anlaşacaklarına inanıyordu, belki farklı bir dünyada.

  Dışarıdan gürültülü bir patlama geldiğinde üçü de pencereye koşturmuş, dışarıyı görmeye çalışmıştı. Surlardan biri yıkılmış, insanlar kaçışırken büyük bir ordu açılan boşluktan içeri doluşuyordu. Onlar saraya doğru ilerlerken Emery bu topraklarda yaşayan kimsenin artık güvende olmadığına emindi.

“Buradan çıkmamız gerek. Eninde sonunda buraya ulaşacaklar.” Bu sefer destekleyen taraf Morgana olmuştu. Gwen’in itirazlarına aldırmadan askerlere kapıyı açmaları için emretmişti.

“Muhtemelen şu kılıcın peşindeler. Kral Amon’u gördüm kalabalıkta. Gidip kılıcı getirin, onu saraydan çıkaralım. Onu bulurlarsa hepimiz ölürüz, en azından anlaşma yapma şansımız olur.” Morgana bir askeri alması için yollarken sarayın gizli geçitlerine ulaşmak için diğer askerlerle birlikte aşağı inmişlerdi. Emery kılıca yakın olmaktan ölümüne korkuyordu ama başka şanslarının olmadığını biliyordu.

  Geçitin bulunduğu koridora gelemeden karşılarına çıkan asker grubuyla duraksadılar. Kendi askerleri onlarla savaşırken kızlar ters yönde koşmaya başlamıştı. Kilitli bir kapıya geldiklerinde Morgana zorlayarak açmaya çalıştı. Ona bakmayan kızlardan faydalanarak büyüyle kapıyı açmıştı. Ama son an da oraya bakan Emery her şeyi görmüştü. Ona korkuyla bakan kıza güven veren bir gülümseme sundu. Dudaklarını oynatarak “Sorun yok” diye mırıldandı. Morgana da gülümserken açılan kapıdan içeri girdiler. Ama girmemeleri gerektiğini çok geç anlamışlardı. Bu sefer karşılarına sırıtan Kral Amon çıkmıştı.

“Leydi Morgana! Görüşmeyeli uzun zaman oldu! Sizi görmek ne büyük bir sürpriz. Dışarıda şenlik var, hadi hep beraber gidelim!” Elindeki kılıç Yüce Şövalyenin kılıcıydı, karanlığın yıldızı.

**********

  Sayıca üstünlüklü iki grup savaşırken, hem de bu gruplardan biri tamamiyle durumdan olay anında haberi olurken, savaşın uzun sürmeyeceği ve galibinin kim olacağı çoktan belli olurdu. Kral Uther daha fazla insan ölmemesi için girişteki hazin yenilginin ardından teslim olma kararı almıştı, elbette ki oğlunun ısrarıyla. Sağ kalan askerler ve şövalyelerin büyük kısmı zindanlara atılmış, geri kalanı da halkla birlikte sahne gibi yüksek bir alanda olanları izliyordu. Arthur ve Uther birkaç asker tarafından sıkıca tutulmuş, yenilgilerinin utancını yaşamaları için herkesin önüne çıkarılmıştı. Merlin ne yapacağını bilemez halde Gaius’la birlikte kalabalığın arasındaydı. Gözleri Ragnor’u arıyordu, nereye kaybolmuştu bu büyücü? Her şeyi düzeltebilecek tek kişi oydu.

  Morgana’nın iki kraliyet üyesinin önüne atılmasıyla genç büyücü öfkeyle oraya ilerlemeye çalıştı ama Gaius tarafından durdurulmuştu. Arka tarafta iki asker tarafından tutulan kızkardeşi ve Gwen’i görünce her şeyin sonuna geldiklerinden emindi.

  Morgana’nın gönderdiği asker tarafından alınan kılıç, uzun bir süre gelen krallıkların askerleri tarafından denenmiş ama sonuç alınamamıştı. En sonunda Amon öfkeyle en ufak bir şeyi bile kesemeyen kılıcı yere attı. “Bu gerçeği değil! Gerçeği nerede bunun?! Ne yaptınız?” Uther alayla sırıttı.

“Ne o? Hedeflerine ulaşamadın bakıyorum.” Amon öfkeyle onun yüzüne bir tekme savururken Arthur öfkeyle onu tutan askerlerden kurtulmaya çalıştı.

“Bakıyorum eğleniyorsun Uther. Sen gerçek kılıcı verene kadar oğlun başta olmak üzere herkesi öldürürken de bakalım bu kadar keyifli olabilecek misin?” Herkes nefesini tutmuşken Emery korkuyla yaşanan olayları izliyordu. Kılıcın ona seslendiğini duyabiliyordu. Sana yardım edebilirim, onları durdurabilirsin.

  Arthur başı dik bir şekilde boyun eğmeden ölümünü bekliyordu, yüzü korkuya dair en ufak bir mimik göstermemişti. Bakışları Emery’i bulurken genç kıza gülümsedi. Sadece dudakları oynarken, ses çıkarmadı. “Seni seviyorum.” Onu öldürecekler ve sen bir korkak gibi ölümünü izleyeceksin!

  Bundan sonra yaşanan her şey saniyeler içinde olmuştu. Emery kendini tutan askere tekmeyi geçirip kurtulmuş, yerde yatan karanlığın yıldızına sarılmıştı. O kılıcı tutar tutmaz büyük bir güç patlaması yaşanmış, Arthur’un boynuna kılıcı geçirmek üzere olan Amon şokla duraksamıştı. Kılıç dünyadaki tüm kılıçları kıskandıracak bir güzellikte parlarken, iki yönünde ayrı yazılar belirmişti. “Sanguis, Viribus, Deus (Kan, Güç, Tanrı)”, “Stella Tenebrarum (Karanlığın Yıldızı)”. Kılıcın gümüşümsü parlaklığının aksine kanla işlenmiş gibi olan kırmızı yazılar nereden bakarsan bak okunuyordu. Kılıcın sapı ise üstü mavi ve kırmızı değerli taşlarla bezeli bir altındı. Emery’nin gözlerindeki büyünün rengi bu sefer parlak mavi değil, parlaklığı sönük ama eskisinden daha güçlü siyaha yakın mavilerdi. Genç kız başının döndüğünü hissediyordu, güç çok fazlaydı. İçinde yayılan öfkeyi, kini ve aç gözlülüğü de hissediyordu. Güçlüydü, her şeyi elde edebilecek kadar güçlü. Öldür. Hala Arthur’un başındaki Amon’un kellesini kılıçla uçurması saniyeleri almamıştı. Yığılan Amon’un bedeninden akan kanların üstüne sıçradığı Arthur kıpırdamadan öylece duruyordu. Genç kızın gözleri kalabalığın en arkasında duran Ragnor’la kesiştiğinde gururla gülümsedi büyücünün yüzündeki şok ifadesinin aksine. Kılıcın efendisi benim der gibi üstünden taze kan damlayan kılıcı ona doğru tutmuştu. İşte şimdi her şey yeni başlıyordu.

Camelot'un DüşüşüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin