SIR (TAMAMLANDI)

gulsahhcan

437K 28.5K 7.2K

Beş başarılı genç... Aralarına sonradan dahil olan masum bir kız... Bir patlama sonucu kişilikleriyle örtüşen... Еще

SIR | Bölüm 1
SIR | Bölüm 2
SIR | Bölüm 3
SIR | Bölüm 4
SIR | Bölüm 5
SIR | Bölüm 6
SIR | Bölüm 7
SIR | Bölüm 8
SIR | Bölüm 9
SIR | Bölüm 10
SIR | Bölüm 11
SIR | Bölüm 12
SIR | Bölüm 13
SIR | Bölüm 14
SIR | Bölüm 15
SIR | Bölüm 16
SIR | Bölüm 17
SIR | Bölüm 18
SIR | Bölüm 19
SIR | Bölüm 20
SIR | Bölüm 21
SIR | Bölüm 22
SIR | Bölüm 23
SIR | Bölüm 24
SIR | Bölüm 25
SIR | Bölüm 26
SIR | Bölüm 27
SIR | Bölüm 28
SIR | Bölüm 29
SIR | Bölüm 30
SIR | Bölüm 31
SIR | Bölüm 32
SIR | Bölüm 33
SIR | Bölüm 34
SIR | Bölüm 35
SIR | Bölüm 36
SIR | Bölüm 37
SIR | Bölüm 38
SIR | Bölüm 39
SIR | Bölüm 41
SIR | Bölüm 42
HER ŞEYİN SONU

SIR | Bölüm 40

5.2K 333 93
gulsahhcan



-SIR- Bölüm 40


Hastaneden çıktığım gün Mavi Göz ortalarda yoktu. Bulut'a onun nerede olduğunu ve neden gelmediğini sormak istesem de cevaptan zaten emindim. Bu işe bir de diğerlerini karıştırarak merak uyandırmam, yalnızca dikkat çekmem anlamına gelirdi. Belimde ince bir sızı varmış numarası yapmak, belki de o ağrının gerçeğiyle baş etmekten daha zordu. Doktorların sorularına doğru dürüst yanıtlar veremiyordum ve yara izimin olduğu bölgeyi göstermek istemediğimden şüphe uyandırıyordum. Neyse ki Furkan imdadıma yetişmişti de beni kontrol etmeye her gelişinde uzaktan notlar alarak taburcu olmam konusunda bir sakınca olmadığına dair doktoru ikna etmeyi başarmıştı.

Tabii gücü sayesinde.

Havalar hala soğuktu ve girilmeyi bekleyen önemli bir sınavın tarihi çoktan gelip çatmıştı. Eski hayatım gözlerimin önünden akıp giderken, Yeşim Hoca ile karşılaşmamız, Şans Sınıfı'na ilk girişim gibi birçok anı canlanıyordu gözümde. Bulut ve Mine'nin dediğine göre Furkan'a ihtiyaç kalmadan Yeşim Hoca'nın kurulu ikna edebilmesi için onunla konuşmayı başarmışlardı. Benim ameliyat olduğumu ve bir çocuğun hayatını kurtarma evresinde olduğum için bu denli garip davrandığımı, kendilerinin de benim yanımda olmak için okula uğramadıklarını ve gözlerinin başka hiçbir şeyi görmediği konusunda yaptıkları konuşma, anlaşılan Yeşim Hoca'yı etkilemeyi başarmıştı.

Bu nedenle sınavımız bugünden tam iki gün sonrasına ertelenmişti.

Şüphe uyandırmayacak oluşumuz beni rahatlatıyordu ancak yine de Yeşim Hoca'nın kafasında oluşturduğumuz çoğu soru işaretini kolayca gideremeyeceğimizi biliyordum. Onu defalarca kez atlatmayı başarmış olsak da, üzerinde sürekli güç kullanarak hayatındaki parçaları yok etmek ya da  iradesini kontrol altına almak zalimce gelmeye başlamıştı. Sorgulayıcı tavrı ve baskısı üzerine ne yapacağımızı konuşmak üzere Bulut'ların evine gitmeye karar verdiğimizde Mavi Göz'ü orada bulup bulmayacağımı merak ediyordum.

Okan arabayı çalıştırırken Berna onun yanına, Bulut ve Hakan da arkaya benimle birlikte oturdular. ''Sonunda özgürlük.'' diye söylenerek elimi dakikalardır sanki acı çekiyormuşum gibi sabitlediğim belimden çektim ve kendimi geriye doğru bıraktım.

''Ne zaman geçti yara izin? Fark etmediler değil mi?''

''Ameliyattan birkaç saat sonra çoktan kaybolmuştu. Furkan olmasa fark edebilirlerdi ama ucuz yırttık.''

Berna kafasını salladı ve elindeki su şişesini bana doğru uzatırken ''Yiğit ne zaman dönecekmiş?'' diye sordu. Kaşlarımı çattım.

''Nereden, ne zaman dönecekmiş?''

Berna o an pot kırdığını anlamış bir ifadeyle dudağını ısırırken Okan'a döndü ve gözlerim tıpkı onu taklit ederek Okan'da sabitlendi. Dikiz aynasından yansıyan yüzü, Berna'ya öfkelenmişe benziyordu. Bulut sessizliğini korurken cevap alabileceğimi düşündüğüm tek kişiye, Hakan'a doğru döndüm.

''Nerede Yiğit?''

Hakan arabanın içindekilerle göz göze gelirken ''Neden ben?'' diye söylendi boşluğa. Ancak bakışlarım son derece ciddiydi ve sorumun cevabını almadan da yüzünden çekilmeyeceklerdi. İnatçı kimliğimi anladığı an ''Pekala!'' dedi ve ellerini iki yana kaldırdı. ''Birkaç günlüğüne şehir dışına çıktı. Bulut'a bile nereye gittiğini söylememiş, biz de bilmiyoruz.'' İmalı bakışlarımı yüzünde dolaştırmaya devam ettiğimde ''Yemin ederim ki doğruyu söylüyorum.'' diye ekledi.

Sessiz kalmayı tercih ediyordum. Nereye gittiğini kimseye söylemeden ortadan kaybolmuş oluşunun sorumlusu bendim. Kendimi öyle kötü hissediyordum ki, eğer kafasını karıştırmasaydım şu an tam da istediğim gibi yanımda olacağını biliyordum. Ondan kaçmaya bir son vermişken, şimdi onun benden kaçmasına neden oluyordum. Belki de açıklayabilseydim böyle olmayacaktı ancak her iki türlü de Mavi Göz'e zarar vermiş olacağımı bildiğimden iki arada kalmanın yorgunluğunu yaşıyordum. Bedenim, günlerdir yatıyor oluşuma rağmen hiç dinlenememiş gibiydi. Esas yorgunluğumun zihnimde olduğunu ve zihnimin bedenimde oluşturduğu ağırlık yüzünden böyle hissettiğimi bir kez daha anlamıştım. Şimdiyse düşüncelerime bir yenisi daha eklenmişti ve zaten karmaşık olan aklım, iyiden iyiye bulanmıştı. Ne zaman bitecekti sahi? Bunca bilinmezlik etrafımızda kol gezerken, her birini çözmeyi başararak kayıplar vermeden bu savaşı kazanabilecek miydik? Artık bir engel kalmadı diye düşündüğümüz her an yeni bir engel önümüze çıkıyordu ve engelleri aştıkça yenilerine göğüs gerecek gücü bulabilecek miydik?

Bilinmezlerimizden biri de, yalnızca Ateş'in ve benim bildiğimiz ancak diğerlerini de son derece ilgilendiren bir sorundu. Bunu açıklamaya çalışırken Ateş'le kafa kafaya vermek zorunda oluşum, Mavi Göz tarafından nasıl karşılanacaktı peki?

Düşünme.

Sinirle ''Söylemesi kolay!'' diye bağırırken Okan'ın bile bir anlığına gözünü yoldan ayırarak bana baktığını görebilmiştim.

''Yine mi kafandaki şu ses?'' diye sordu Bulut.

''Hiç susmuyor ki!''

Öfkem bedenimden taşıyordu. Hiçbiri bu şekilde davranan kimliğime alışkın olmadığından ne yapacaklarını kestiremiyorlar, girdabın içine sıkışıp kalıyorlardı. Bense iki benliğim arasında sıkışmış olmanın ağırlığını yaşıyordum. Hangisi gerçek bendi, hangisine tutunup orada kalmam gerekiyordu, kestiremiyordum artık. Bana yol gösterecek birinin varlığına ihtiyacım vardı. Güvenle sığınabileceğim, kollarındayken aklımdaki her şeyi  birkaç saatliğine bile olsa silip atabileceğim bir korunağa... Ancak onu da kendimden uzaklaştırdığım sürece, hiç var olmayacak bir huzurun peşinden boşa koşuyormuşum gibi hissetmek de hakkım değildi.

Düşünme...

Gözlerimi yumdum. Eve varana kadar tek bir şey bile düşünmemeye çalıştım kafamdaki sese kulak verip. Ancak ben onları bırakmak istesem de onlar zihnime attıkları düğümleri çözemeyeyim diye ellerinden geleni yapıyorlardı sanki.  

#

Tekli koltuğun boş kalan tarafına bakarken aklıma gelen bir başka ismin yokluğu dikkatimi çekti. Gözlerim otomatik olarak Mine'yi bulduğundaysa, Gülce ''Ben de merak ediyorum ama bir şey söylemiyor.'' diyerek yanıma sokuldu hemen.

''Aklını okuyamıyor musun?''

''Ateş'in anlattıklarını uyguluyor bana karşı. Zihnine ne zaman girmeye çalışsam ya aklından şarkı mırıldanıyor ya da bomboş bir sessizlik duyuyorum.''

Onunla konuşmak için ayaklandım ve ''Biraz konuşalım mı?'' diye sordum koluna dokunurken. Mine'nin bakışları bıkkındı ve konuşmak istediğim şeyin ne olduğunu son derece iyi biliyordu. O gün ormanda Sarp'la ortadan kaybolduklarından beri Sarp'ı görmemiştim. Buna Mine'nin sebep olduğu açıktı ancak fazlasıyla mutsuzdu. Onu tanıdığımdan beri yüzünü gülerken fazla görmemiştim. Sarp hayatımıza girdiği andan itibarense sanki bambaşka bir Mine'yle devam ediyorduk yolumuza. Bunu fark eden yalnızca ben değildim ve bu değişim Mine'nin kendisini de rahatsız etmiyordu. Ancak hissettiklerini çok iyi anlıyordum. Birini kaybetmek ya da söz verdikten sonra geri dönememek ne demek, çok iyi biliyordum. Bu riski göze almak istemediği için ona kızamazdım, kendince haklıydı ancak yine de Sarp'ın sevgisi karşılıklı olduğu halde bir araya gelememeleri canımı sıkıyordu.

Tıpkı sizin gibi...

''Sus!''

''Madem sus diyeceksin, niye çağırıyorsun konuşmaya kızım? İyice kafan gitti senin, benden söylemesi.''

''Seninle konuşmuyordum.''

''O daha da kötü.'' diyen Mine kendini gülmeye zorlarken hırkasıyla önünü iyice kapattı ve daracık balkonda bana doğru dönerek korkuluklara yaslandı. ''Sarp'a ne dediğimi soracaksın değil mi?'' Onu onaylarcasına kafamı sallarken omuz silkti.

''Olması gerekeni yaptım.''

''Olması gerekeni nasıl yaptığını sorabilir miyim?''

''Birini kırmadan onu sevmediğini söylemenin bir yolu yok Ela. Duygularını açmak için bir şey söyleyeceğini anladığım ilk an onu susturdum ve konuşmasına izin vermedim.'' dedi sorduğum şeyin anlamını gayet iyi kavrayarak. ''Sonra da her şeyin farkında olduğumu ama bu zamana kadar onun yanında oluşumu, onu da aramızdan biri olarak, aileden biriymiş gibi benimsediğim için yaptığımı söyledim.''

''En azından kibar olabilmişsin.''

''Daha bitirmedim.'' derken yüzü iyice düştü. ''Beni ikna etmeye çalışacağını zaten biliyordum. Kolay pes etmeyecekti ve eğer sadece bunları söylemekle kalsaydım, peşimden ayrılmayacağına hatta geçmişe bizimle birlikte gelmeyi teklif edeceğine bile emindim. Sarp'ın umudunu tamamen kırmaktan başka bir çarem yoktu.''

''Vardı Mine.''

''Yoktu! Ona, duygularının karşılıksız olduğunu ve korkak, güçsüz, normal bir adamla beraber olmak isteyeceğimi düşündüğü için bir aptaldan farksız göründüğünü söyledim.''

Mine tam da beklediğim gibi davranmıştı. Bu kez beni şaşırtmasını öyle çok istemiştim ki, belki hayal ettiklerim gerçekleşmiş olsa acılarımı ve yorgunluklarımı bir nebze unutmayı başarabilecektim o an. Mine ve Sarp, kafamdaki sesin de zorlamasıyla bizi hatırlatıyordu bana. İmkansız değilken imkansızlaşmaya itilmiş, başlayacakken bitişe hızla gelinmiş yarım bir hikaye... Üstelik onların hikayesinde Sarp'ın tek suçu, o günkü patlamada yanında olmadığı birine aşık olmaktı. Mine'nin sırf bu nedenden birbirlerine denk olmadıklarını ima ettiğini biliyordum. Haklıydı, Sarp ancak böyle bir cümleden sonra pes edebilirdi.

Hem birçok şey söylemek hem de susabildiğim kadar susmak istiyordum. Benim yerime Mine konuştu ve ''Böyle bir duyguyu tadabilmişken yaşamayı reddettiğim için salak olduğumu düşünüyorsun. Biliyorum.'' dedi. ''Ama böylesi, ikimizin içini de daha az acıtacak.''

''Ya geri dönmeyi başardığımızda ne olacak?''

Mine gülümsedi. Onun yüzündeki bu tebessüme daha önce bir kez bile şahit olmadığımdan içim ısınmıştı sanki. Elimde olmadan bir an kendimi eskisi gibi canlı hissettim ve başkaları için mutlu olabildiğim o anlarıma geri döndüğümü hissettim.

''Geri dönmeyi başardığım an soluğu onun yanında alacağım ve asıl korkağın, asıl güçsüz olanın ben olduğumu itiraf edeceğim.'' dediğinde Mine'yle birlikte gülümsedim. ''Ama o ana kadar, benden uzak durması için elimden geleni yapmak zorundayım.'' Bana doğru çevirdiği buğulu bakışları çok şey anlatıyordu. Burnunu çektiği sırada sorduğu soruysa, kendime defalarca kez sorduğum soruların cevabını barındırıyor gibiydi. Gözlerini buruk tebessümüyle birlikte ellerine kenetledi. Kaşları biraz çatıldı ve dudakları aralandı.

''Eğer onu koruyamayacaksam aşk denen saçmalığın ne anlamı var ki zaten?''

Öylece kalakaldığım ve Mine'nin cümlesinin kafamda sürekli yankılandığı o anları bölen şey, Bulut'un telaşla elinde tuttuğu telefonu saklamaya çalışarak balkona girmesi oldu.

''Sizinle acilen konuşmam gerekiyor, çok acil!''

''Ne oldu? Bir sorun mu var?''

Telefonu bana doğru uzattı. Bir Bulut'a bir uzattığı telefona bakıyorken sonunda ikisi arasında mekik dokuyan bakışlarım telefonda sabitlendi ve telefonu almam gerektiğini kavrayabildim. Bulut hemen yanımıza sıkıştı ve balkon kapısını kapatıp içeriden birinin daha gelip gelmediğini kontrol etmeye başladı. Telaşına anlam veremezken ''Alo?'' dedim telefonun ucunda kim olduğunu bilmeden.

''Ela.''

Mavi Göz'ün sesi kulaklarıma dolduğu an içimin ürperdiğini hissettim. Soğuktan değildi bu ürperti, beklemediğim bir anda sesinin bedenimde yarattığı rüzgara yenik düşmüştüm bir an için.

''Ne oluyor? Neredesin-'' derken arkadan gelen bir başka sese dikkat kesildim. ''O ağlayan kim?''

''Sakin ol Çilli.'' dediğinde gözlerimi yumdum. Kullandığı son kelime, bana kızgın olmadığını düşünmeme neden olurken hafiflemesi gereken yüküm daha artmışçasına düşürdüğüm omuzlarımı doğrultamıyordum. ''Ben iyiyim. Ben iyiyim ama bir sorunumuz olduğu doğru.''

''Anlat artık Yiğit, meraktan öldürecek misin beni?''

''Berna.'' dedi sesini biraz alçaltarak. Sanki birinin duymasını istemiyor gibi bir hali vardı. ''Berna'nın annesini kaybettik.''

Kurduğu cümlenin ardından neye uğradığımı şaşırırken ''Nasıl?'' diyebildim yalnızca. Berna'nın ailesi, Ateş ve Destina yüzünden kızlarını hatırlamıyorlardı. Sanki Berna'nın doğumu hiç gerçekleşmemiş gibi hayatlarına devam ediyorlardı ancak Ateş'in elinden bunu düzeltebilmek hiçbir şey gelmiyordu. Bu bilgilerin tümünü birkaç saniye içinde hatırlayarak beyin süzgecimden geçirirken Mavi Göz konuşmaya devam etti.

''Haberi dün aldım. Aslında herkesin ailesini uzaktan da olsa izlemeye çalışıyordum. Belki bir şeye ihtiyaçları olur, yardımım dokunur diye...'' İyi kalbi, görünüşünün tam aksini işaret etse de ona fazlasıyla yakışıyordu. ''-Furkan'ın ailesinin yanından dönüyordum ve son olarak Berna'nınkileri de kontrol etmek istedim. Babası perişan durumdaydı. Durumu anladığımda kendimi eşinin uzaktan bir akrabasının torunu olduğuma ikna ettim. Zaten beni sorgulayacak durumda değildi. Neden öldüğünü öğrenmeden de size haber vermek istemedim.''

''Öğrenebildin mi peki?''

''Çocukları olmuyordu Ela. En azından onlar hayatlarından tek kızlarının varlığı silindiği için böyle düşünüyordular ve Berna'nın annesinin üzüntüden depresyona girdiğini öğrendim.''

''Kendine bir şey mi yapmış?''

''Bilmiyoruz. Tek bildiğim babasının dün sabah eşini uyandıramadığı ve öldüğünü anladığı anki o tarifsiz acı.''

Bir süre sessizce bekledim. Ağlamak istiyordum. Bu acıyı biliyordum, fazla tanıdıktı. Ancak gözlerimden tek bir damla yaş bile akmadı. İçimde kurumuşlardı sanki. Mimiklerim donuklaşmış, etrafta zaman akarken ben yerimde öylece donakalmıştım. Her şeyin farkındayken bir o kadar da habersiz bir şekilde dikilmeye devam ediyordum. Ve eğer Bulut telefonu kulağımdan çekmek için bir hamlede bulunmasaydı, uzun süre daha o vaziyette sabit kalacağıma emindim.

''Okan'ı çağıracağım o halde. Tamam.'' dedikten sonra telefonu Mine'nin eline tutuşturdu ve balkondan ayrıldı. Durumu kısaca özetlemek için bu kez Mine'yle konuşan Mavi Göz'ün sesini uğultular şeklinde duyabiliyordum. Almak istediğim her derin nefes, ciğerlerime ulaşamadan yarıda tıkıyordu sanki soluk borumu. Berna'ya ne diyecektik, nasıl anlatacaktık? Babası onu tanımıyorken, ailesinin yanında bile olamıyorken acısını nasıl yaşayacaktı?

Düşüncelerim balkon kapısının bir kez daha açılmasıyla dağıldılar. Bu kez düğümleri kendiliğinden çözdükleri için onlara minnet ediyordum. Kendime gelebilmeyi başardığım an Okan'ın ellerini kavradım. Mine telefonu kapatmıştı ve şimdi durumu açıklamak için üçümüz birden Okan'a bakıyorduk.

''Demek bu anı görmüştüm ormanda.'' diye fısıldayan Mine'nin ne dediğini anlamakla uğraşmadım. Okan kötü bir şeyler olduğunun farkındaydı ve artık konuşmamızı bekliyordu. Berna'ya annesinin öldüğünü söylemesi için tüm sorumluluğu ona yüklemek belki doğru değildi ancak Berna'nın böyle bir şeyi duyduktan sonra teselli bulabileceği tek omuz şüphesiz Okan'a aitti. Bu nedenle Bulut sakin kalmasını tembihleyerek olan biten her şeyi, Mavi Göz'den duyduğu gibi Okan'a aktardı.

Okan, benim aksime gözyaşlarını tutamıyordu. Onu ilk kez o an kıskanmıştım işte. Önceleri yoktan bir sebep yüzünden bile akıtabildiğim gözyaşlarıma ''Neredesiniz!?'' diye bağırma isteğimi bastırmak, gittikçe zorlaşıyordu.

''Onunla yalnız kalmalıyım değil mi? Ne tepki vereceğini bilmiyorum. Nasıl söyleyeceğimi de öyle.''

''Dolandırmadan anlatmalısın.'' diyen Mine iç çekti. ''Onları zaten bir kez kaybetti. Şimdi durumu ondan sakladığımız her an Berna'ya haksızlık etmek olur. İçinden geldiği gibi, istersen ağlayarak anlat. Belki hislerini bastırmaz ve haykırır, kendini tutmaz.''

''Ağlayamam.'' diyen Okan kafasını iki yana sallarken Mine ısrarla ''Ağlayacaksın.'' diyordu. Çok geçmeden az önce kurduğu cümleyle anlatmak istediği şeyi açıkladı.

''Sizi gördüm Okan. İkiniz, acı bir şey konuşuyordunuz ve ağlayan sendin. Sonrasında ne olacak bilmiyorum ama kendini tutma ve akışı bozmadan ona içinden geldiği gibi her şeyi anlat. Berna'ya ancak kendi hislerini gizlemeden güç verebilirsin, tek bildiğim bu. Bana güven.''

#

Okan, Berna'yı alarak evden ayrılırken artık hepimizi ilgilendiren önemli konuya bir yerinden girmenin zamanı geldi diye düşünüyordum. Bunun için öncelikle Ateş'in buraya gelmesini sağlayacak ikna konuşmasını yapmak zorunda olduğumu da biliyordum. Bulut, aldığımız kötü haberin ardından olası planlarımızı konuşmayı bir süre erteleme taraftarıyken, Mine ve Furkan ona katılmıyordular. Onlara göre artık önümüzde yeni bir engel yokken bir an önce harekete geçmeli ve esas planı oluşturduktan sonra bir de yedek planlar üzerine kafa yormalıydık. Kalbim bu konuda Bulut'tan yana olsa da mantığım Mine ve Furkan'ı onaylıyordu. Ancak önümüzde herhangi bir engel olmadığını düşünüyor olmaları da onlardan sakladığım detay yüzünden suçluluk duygumun beni sıkıştırmaya devam etmesine neden oluyordu.

Yap o halde, onları daha fazla kandırma.

Anlık bir cesaretle bir adım öne atıldım ve gözlerimi halıya dikerek ''Geleceğe gidememe ihtimalim var.'' dedim. Başta cümlemi kavramaya çalışmaları uzun sürdü. Sonraysa hiçbir şey anlamadıklarını belirten bakışları boş boş gözlerimde dolandı. Mavi Göz'ün oturmasına alışkın olduğum koltuğa kendimi bırakırken, onlardan sakladığımı öğrendiklerinde bana kızacaklarını bile bile her şeyi anlatmaya başladım. Konunun Ateş'le ilgili olan kısımlarını biraz değiştirmiş olsam da her birini Mavi Göz'e Ateş'le ilgili olan kısımları anlatmamaları için ikna etmeyi başarmıştım. Ancak yine de hiçbirinin öfkesinden kaçışım yoktu.

''Böyle mi aile olacağız biz? Birbirimizden sürekli bir şeyler saklayarak mı Ela?''

''Sen bizi korumaya çalıştığını söyledikçe, hepimizi tehlikeye atıyorsun.''

''Derdin ne? Her birimizi devre dışı bırakmaya çalışmak ve geleceğe yalnız dönmek mi?''

''Ateş senin dengeni bozdu. O söylüyor değil mi olanları bize anlatmamanı? O giriyor aklına!''

Kurulan cümlelerin her biri, bir ordu insanın üzerime koşuşundan farksızken ne hissedeceğimi bilemiyordum. Bu işi onların yardımı olmadan çözemeyeceğimi başından beri biliyor olmama rağmen sırf Mavi Göz ve Ateş arasındaki kavgayı harlamamak için susmayı tercih etmiştim. Mantığım yine geri planda kalıyordu ve ben buna engel olamazken tıpkı Furkan'ın söylediği gibi herkesi tehlikeye atıyordum.

Daha engelin ne olduğunu bilmeden, Nur'u nasıl alt edecektik ki sahi?

''Madem Ateş geçmişle oynadığında bilincin hala bugündeydi ve yalnızca olan biteni izlemekle yetindin, o halde bunun o ana mahsus bir şey olup olmadığını öğrenmemiz gerekiyor.''

İlk sakinleşen her zamanki gibi Bulut olmuştu ve mantıklı bir soruyu ortaya atarak herkesi düşünmeye davet etmişti.  Bense bu konuyu zaten günlerdir düşünüyordum. Ateş'in de söylediği gibi eğer sırf beni yanında götürmediği için orada olamadımsa ve sırf Kalkan özelliğim sayesinde her şeyin farkında kalabildimse, bunun bir kez daha gerçekleşip gerçekleşemeyeceğini anlamanın tek yolu Ateş'in beni kendiyle birlikte geçmiş zamana götürmesiydi.

''Bir yolu var.'' dedim alacağım tepkilere şimdiden hazırlanarak gözlerimi yumarken. ''Ama önce Ateş'i buraya getirmemiz gerekiyor.''

#

Bulut ve Furkan evden ayrılalı tam iki saat oluyordu. Yolda bunca zaman harcamış olma nedenlerini içten içe merak ettiğimiz esnada çalan kapı ziliyle birkaç kişi ayaklanırken Gülce koşturdu ve kapıyı açtı. Ancak gelen üçlü, beklediğimizin aksine Mavi Göz, Okan ve Berna'dan oluşuyordu. Nefesimi istemsizce tuttuğum esnada salonda ölüm sessizliği denen şey gerçekleşti. Anlamına uygun bir seremoni yaratmıştık sanki bilmeden. Berna'nın yüzünde mimik bulmak zordu. Ya kendini kapatmıştı ya da yeterince ağlayıp içini dökmeyi başarmıştı.

Gerçi ne kadar ağlarsa ağlasın, hatırladığı ilk an taptazeymiş gibi kanıyordu insanın yarası.

Okan, Berna'dan daha perişan görünüyordu. Gözleri davul gibi şişmişti ve yürümekte zorlanıyordu. Mavi Göz'ün yanlarında oluşu bir bakıma içimi ısıtırken, onun da yüzündeki ifadesizlik kendini son derece belli ediyordu. Ben her birine odaklanmış, sessizliğe kendimi bırakmışken Gülce'nin yanıma yaklaştığını, kulağıma fısıldadığı ana dek fark edememiştim.

''Ateş'i gördüğünde kötü olmaz değil mi?'' diye sordu. ''Aklını okuyamıyorum çünkü en az burası kadar sessiz. Ama yine de Ateş'in Berna'nın ailesinin hayatından silinmesindeki payı, ona olan öfkesini bir anda parlatabilir.''

Haklıydı. Kafamı usulca sallarken Berna'nın kafasını kaldırdığı an onunla göz göze gelmeyi beklemiyordum. Hazırlıksız yakalanmıştım. Tam şu an konuşmalı, belki de onu teselli edecek bir şeyler söylemeliydim ancak bakışlarımı kaçırmak istesem de beceremiyor, yalnızca bana olan bakışlarındaki anlamı çözmeye çabalıyordum. Birkaç saniye öylece durduktan sonra yüzüne yayılan tebessüme anlam veremedim. Ardındansa ''Hakkettim.'' dedi buz gibi bir ses tonuyla. ''Teyzen... Teyzeni öldürmemin bedeliydi bu, hakkettim.''

O an kanım çekildi sanki. Zaten konuşamıyorken şimdi düşünemiyordum da aynı zamanda. Bakışlarımın hissizleştiğini etrafın boğuk bir görüntüye bulanışıyla anladım. Berna karşımdaydı ancak görüntüsü gözlerimin önüne bir geliyor, bir kayboluyordu. Sonunda kelimeler dilime uğramayı başardılar. Dudaklarım aralandı.

''Teyzemi sen öldürmedin Berna.''

Berna kafasını sallarken bir kıkırtı kaçırdı ağzından. Neye gülüyordu, deliriyor muydu, ne hissediyor, ne düşünüyordu? Hiçbir şey bilmiyordum. Ne söylemem ve ne hissetmem gerektiği birbirine girmişken, kendimi bile teselli edecek cümleleri kafamda bir araya getiremiyorken Berna'ya ne diyebilirdim o anlarda?

''Gel, biraz uzansan iyi olacak.'' diyerek onu kolundan tutan Mavi Göz'ün elini savururken ''Hakkettim diyorum! Hakketim!'' diye inledi. İşte şimdi görüntüsü en net haliyle karşımdaydı ve dolan gözlerini görebiliyordum. ''Hakkettim çünkü birinin ölümüne sebep olurken bunun bir gün benim başıma gelebileceğini, ödemem gereken bedelin annemin acısı olduğunu düşünemedim!''

''Berna lütfen...''

''Neden bu kadar iyisin ha? Neden bu kadar iyi davrandın, neden affettin beni? Neden vicdanımı rahatlatmama izin verdin, söyle!''

Mine kendini tutamayarak ''Bir de Ela'ya hesap mı soruyorsun?!'' diye bağırırken Okan onu susması için uyardı ancak Mine'yi böyle anlarda tutmak imkansız bir hal alıyordu. Yine de bakışlarımı zorla da olsa Mine'ye çevirerek ''Lütfen, yapma.'' dediğim an sustu. An önce verdiği tepki istemeden ağzından kaçmıştı, bunu biliyordum. Elini ağzına kapatarak birkaç saniye bekledikten sonra ''Özür dilerim Berna.'' şeklinde devam etti cümlesine.

''Ben özür dilerim.''

Berna bu kez deminki hırçınlığının aksine bedenini taşıyamayarak dizlerinin üzerine çöktü. Ayaklarımın tam dibinde boynunu eğmiş duruyorken oradan kaçmak istedim. Birkaç adım geri atmak, uzanıp onu düştüğü yerden kaldırmak istedim ancak bedenim benden kontrolsüz bir şekilde olduğu yere çakılıp kalmıştı. Parmaklarımı dahi kıpırdatamıyorken girmek üzere olduğum bir şokun etkisi beni sarmalamaya başlamıştı bile. Bilincim kayboluyordu. Sesler uzaklaşıyordu. Diğerleri Berna'yı kaldırmak için çabalarken sesimi duyan tek isim Gülce oldu o dakikalarda. ''Yiğit!'' diye bağırdı ve ''Ela'yı tut!'' diyerek sonlandırdı uyarısını. Halının ayaklarımın altından çekildiğini hissettiğim o saniyelerde gözlerimi kapatırken, burnuma dolan koku dışında zihnimi hiçbir şey meşgul etmesin istiyordum.

Продолжить чтение

Вам также понравится

3K 1.7K 22
Çok eskilere dayanan Serf ırkı kötülerin celladıydı, kırmızı suikastçılar olarakta bilinirlerdi. Bir gün bütün serfler bilinmeyen bir kişinin adamlar...
MAHKUM ILOVEBOOKS GİRL

Фэнтези

34.8K 3.5K 83
Yüzmeyi bilmediği halde ondan yüzmesini isteyen, beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen ondan kendisini dövmesini isteyen, hepsinden de fazla uçmasını...
452K 23.6K 36
Bıyıktan başlayan kelimeler binlerce olaya, binlerce olay özenle kaldırılmış bir resim gibi anılara dönüştü belki aklınızda. Bu hikayenin tekrardan b...
141K 9.7K 16
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...