VÂRİS : GÖLGE - RUH SERİSİ...

Od ozlemdokuyucu

650K 65.9K 11.3K

▪︎@WattpadScifiTR'nin "Düşsel Fantastik Anlatımıyla Sınırları Zorlayanlar" listesinde! ▪︎ @WattpadFantasyTR'n... Více

PROLOG
1.BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
❗ DUYURU ❗
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
🔶🔷🔸🔹KESİT🔹🔸🔷🔶
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM
51. BÖLÜM
52. BÖLÜM
53. BÖLÜM
54. BÖLÜM
55. BÖLÜM
56. BÖLÜM
57. BÖLÜM
♣ EK BÖLÜM ♣
‼ DUYURU ‼
58. BÖLÜM
59. BÖLÜM
60. BÖLÜM
61. BÖLÜM
62. BÖLÜM
63. BÖLÜM
64. BÖLÜM
65. BÖLÜM
66. BÖLÜM
YENİ KİTAP: KAÇAK - KRİYONİKS - DUYURU
67. BÖLÜM
68. BÖLÜM
69. BÖLÜM
70. BÖLÜM
♣♣ EK BÖLÜM II ♣♣
72. BÖLÜM
73. BÖLÜM
74. BÖLÜM
75. BÖLÜM
76. BÖLÜM
77. BÖLÜM
78. BÖLÜM
79. BÖLÜM
80. BÖLÜM
81. BÖLÜM
82. BÖLÜM
83. BÖLÜM
84. BÖLÜM
85. BÖLÜM
86. BÖLÜM
87. BÖLÜM
♣♣♣ EK BÖLÜM III ♣♣♣
88. BÖLÜM
89. BÖLÜM
90. BÖLÜM
91. BÖLÜM
92. BÖLÜM
93. BÖLÜM
94. BÖLÜM
95. BÖLÜM
96. BÖLÜM
97. BÖLÜM
98. BÖLÜM
99. BÖLÜM
100. BÖLÜM
101. BÖLÜM
102. BÖLÜM
103. BÖLÜM
104. BÖLÜM
105. BÖLÜM
106. BÖLÜM
107. BÖLÜM
108. BÖLÜM
109. BÖLÜM
110. BÖLÜM
♣♣♣♣ EK BÖLÜM IV ♣♣♣♣
111. BÖLÜM
112. BÖLÜM
113. BÖLÜM
114. BÖLÜM
115. BÖLÜM
116. BÖLÜM - FİNAL
❗ ÖNEMLİ ❗
📣 DUYURU 📣
MİRAS: GÖLGE -RUH SERİSİ - İkinci Kitap
‼ BİLGİLENDİRME ‼
YENİ KİTAP: KÖLE VE ASİ - DUYURU
YENİ KİTAP: ÇÖLÜN LÂNETİ - DUYURU
❗ANKA'NIN KÜLLERİ: YENİ KİTAP ❗
📣 DUYURU 📣
ÇÖLÜN LÂNETİ (SATIŞTA!)

71. BÖLÜM

3.4K 409 195
Od ozlemdokuyucu

Cliffordlar bir müddet daha aralarında konuşmaya devam ettiler. Hatta bir ara Chas ablası Nia’yı da yanına çağırdı ve böylece yıllar sonra ilk kez, bütün bir aile olarak bir araya geldiler.

Onları izlerken gözlerimin dolmasına mani olamamıştım, anne ve babalarından neredeyse umutlarını kesmiş olan iki gencin, yeniden onları karşılarında bulması; bu kelimelerle izahı olacak bir şey değildi.

Mahremiyetlerine biraz saygı göstermek maksadıyla oturduğum yerden kalkmış ve odanın içerisinde adımlamaya başlamıştım. Bu arada boş durmamak için de kütüphaneden getirdiğim kitabı açmış, inceliyordum.

Aelryn’in bahsettiği duayı çok geçmeden buldum.

Çok büyük anlamlar içeren bir şey değildi, fakat yine de en sıkı korumanın olduğu yerde saklandığına göre, mutlaka Gölge – Ruhlar için bir önem teşkil ediyor olmalıydı.

Kitabın sayfaları arasında gezinirken, el yazması bir bölüme rastladım.

Bu kısmın sayfa rengi bile değişikti. Yıllar boyunca yıpratılmış gibi, yer yer koyu kahveden parşömen rengine geçiş yapıyordu.

Ve incecik, sanki iğne ucuyla yazılmışçasına, siyah mürekkeple nakşedilmiş bilgiler vardı.

Yazan kişi her kimse, bayağı özen gösterdiği belliydi.

Gölge Adası’nın konumunun değiştirilmesinden tutun da, ruhların bedenlerindeki birçok işlevin farklılaştırılmasına kadar, akıl almayacak bir sürü tılsım vardı.

Göz ucuyla satırlar arasında gezindiğim her an, hayretten ağzım açık kalıyordu.

Dünya’dayken sihrin ve tılsımlı şeylerin neler olduğunu bir nebze de olsa biliyordum. Cadıları, büyücüleri ve de bu işle uğraşan diğer amatör insanları…

Fakat burada, bu tür bir olaya rastladığım için şaşkınlık içerisine düşmüştüm.

Hâlbuki bu kadar şaşırmamam gerekirdi. Gölge – Ruhlar zaten başlı başına sihirden oluşan varlıklardı.

Ama gelin görün ki, okuduklarımdan sonra yine de gözlerimi kocaman açmaktan geri alamamıştım.

Başımı sağ tarafıma çevirip baktığımda, Eira’nın küreyi âdeta çocuklarını kucaklar gibi sarıp sarmaladığını gördüm. Buradan gördüğüm kadarıyla hâlen Nia ile konuşuyordu.

Vincent’ın da ondan bir farkı yoktu. Daha kontrollü ve sakindi ama çocuklarını seyrederken bakışlarının yumuşadığını görmüştüm.

Onlara bir beş dakika daha müsaade ettim, sonrasında aşağıya inip şu dua ritüelini başlatmam gerekecekti ki bunu da yüzde yüz doğru bir şekilde yapmayacaktım.

Sadece başlarda onları ikna edecek kadar yüksek sesle, sonrasında da sessizliğe bürünerek okuyormuş gibi yapıp aslında tek kelime bile etmeyecektim.

Hakikaten de onları kutsayacağımı falan mı zannediyorlardı yani?

Şayet öyle düşünüyorlarsa, çok beklerlerdi. Aksine, onları hezimete uğratmak adına elimden gelen her şeyi yapacaktım.

“Lütfen acele edin,” dedim bakışlarımı yeniden kitaba çevirirken. “Biraz sonra buradan ayrılmak zorundayız.”

Bay ve Bayan Clifford konuşmadılar ama başlarını sallayarak bana onay verdiler.

Bu arada ben de okumayı sürdürüyordum. Fazla teferruatlı görünen kısımları geçip yararıma kullanabileceğim bir şey var mı diye bakınırken, o anda okuduğum başlıkla birlikte üzerinde durduğum zeminin âdeta sallandığı hissettim:

"GÖLGE – RUHLAR NASIL ETKİ ALTINA ALINIRLAR?"

Böyle bir şey mümkün müydü gerçekten de?

Aceleyle, neredeyse nefes almayı dahi unutarak yazının devamını okumaya başladım:

“Özgür olan ruhların belirli bir zümreye ya da bireye bağlılığı söz konusu değildir. Her şahıs, yalnızca kendisinden sorumludur ve davranışlarında dilediği gibi hareket edebilme yetkisine sahiptir.

Ancak bazı şartlarda, toplulukların liderleri bütün komutayı elinde tutma niyetiyle bazı ayrıcalıklara sahiplerdir.

Özellikle başlıca görevleri Gölge Adası’nı ve halkını koruyup gözetmek olan Gölge Ordusu, savaş zamanlarında önder olarak belirledikleri kişilerin denetimi altına kayıtsız şartsız girebilmek için bağlılık yeminleri ederler.

Bu yeminler Haellyria’nın yönetimden sorumlu olan iki Tyalaria’ya karşıdır. Yetki sahibi olanlar yalnızca onlardır.

Adanın yönetim hakkını elinde bulunduran kral bile, Tyalarialar istemediği takdirde askerler üzerinde herhangi bir yaptırım hakkına sahip değildir.

Yine de, krala olan korku ve bunun getirisi olan çekingenlik nedeniyle, zaman içerisinde bazı askerlerde taraf değiştirme olayına şahit olunmuştur.

İşte az sonra okuyacağınız satırlar, size buna engel olma şansı verir. Buraya naklettiğim büyüyü yapan her kimse, çevresinde bulunan askerleri kendi boyunduruğu altına alır ve o istemediği takdirde tek bir kişi bile onun sözünden çıkmaz.

Aklen ve kalben, tamamıyla büyüyü yapan kişinin etkisi altına girerler.

Büyünün tesirinin bozulması mümkün değildir. Bunu sadece büyüyü yapan kişi gerçekleştirebilir.

İlgili konu bir sonraki sayfada ayrıntıyla verilmiştir…”

Hissettiğim mutluluk nedeniyle avaz avaz bağırmak geliyordu içimden. Benim de tam olarak aradığım şey buydu aslında.

Eğer şu an salonda bekleyen askerleri kendi safıma çekebilirsem, Aelryn bana daha fazla direnemeyecekti ve böylece ben hem Arkhael’in karşısında büyük bir gururla dikilebilecektim, hem de buradan ayrılmayı başarıp Dünya topraklarına ayak basar basmaz Dewrionlarla birlikte, onların yanında savaşabilecektim.

Hem de bu kez yanımda bir an olsun sözümden çıkmayacak Gölge - Ruhlar olacaktı!

Büyük bir coşkuyla bir sonraki sayfaya geçtim ve ayrıntıları okudum. Okudukça yerimde duramaz olmuştum.

Nasıl bir yol izleyeceğim şimdi belli olmuştu.

Ruhlar; Dünya’ya giden diğer arkadaşları için dua ettiğimi sanırken, ben buradaki askerleri kendime bağlayacaktım. Hem de tam manasıyla!

“Size harika bir haberim var!” diye neşeyle haykırdım, daha sonra birileri duyar diye de sesimi alçaltma gereği hissettim. “Eğer burada yazan şeyi başarabilirsem, Gölge – Ruhlar artık Dünya için tehdit olmaktan çıkacak, yani en azından bir kısmı.”

“Nasıl?” Vincent oturduğu yerden ok gibi fırlayarak karşımda dikildi. “Bunu nasıl yapacaksın? Bu mümkün mü?”

“Görünen o ki, mümkün. Buraya biri ki büyük ihtimalle bir Tyalaria idi, bazı büyüler yazmış. Dudak uçuklatacak türden.

Ben de bir Tyalaria’yım.

Bunları pekâlâ da gerçekleştirebilirim.

Şimdi aşağı ineceğiz, hem de hemen! Bir an önce bu tılsımı yapmam lazım.

Geç olmadan, buradan ayrılan askerlerin peşine düşerek Dünya’ya gitmeliyiz.”

Söylediğim sözlerin ardından, Eira da ayaklandı ve ilk defa yüzünde bir umut ışığı gördüm.

“O zaman lütfen acele edelim. Burada fazladan tek bir saniye bile geçirmek istemiyorum.”

Chas’e ve Nia’ya da durumu kısaca izah ettikten sonra, küreyi korunaklı olacak şekilde sardım ve Eira’ya teslim ettim.

“Bunu yanından ayırma. Zheck ve diğerleri sizin ruhunuzdan beslendiğimi zannediyorlar. Onların yanındayken biraz daha aklı karışık ve tesir altında kalmış gibi davranın, olur mu? Sizi öldürmeyeceğimi zaten tahmin ediyorlardır ama tam manasıyla da normal görünmenizi beklemeyecekler.

Ben işimi hâllettiğim anda, zindandaki diğer esirleri de çıkarıp buradan ayrılacağız.”

“Ya kral? Mutlaka bu isyanvari hareketi öğrenecektir, o zaman ne olacak?”

“Merak etmeyin, benim arkamda yüzlerce asker olacak. O durumdayken bana karşı gelemez, gelse bile bunun cezasını anında görür.”

“O senin baban,” diyen Eira biraz da özür diler gibi konuşuyordu. “Yani, sonuçta gerçek bu, öyle değil mi?

Bunu sahiden de ona yapabilecek misin?”

“Benim babam Andrew Dover,” dedim hemen savunmaya geçerek. “Ve bu hiçbir zaman değişmeyecek.

Arkhael şu an bana iyi davranıyor olabilir, fakat bu yalnızca kendi menfaatine yaradığı için öyle.

Benimle işi biter bitmez, ya zindana atıp çürümemi bekleyecek, ya da kesin bir sonuçla beni ölüme mahkum edecek.

Sizce şu anki tutumumda haksız mıyım?”

Vincent hemen başını salladı.

“Tabii ki haklısın Cathleen. Chas ve Nia seni bize anlattı, nasıl biri olduğunu artık daha iyi biliyoruz.

Şu andaki cesaretin herkese örnek olmalı.

Burada bir başınayken bile böylesi cesur olman, takdire şayan doğrusu.”

“Teşekkürler,” gülümsedim ve kapıya yöneldim. “Unutmayın, kontrol altındaymış gibi davranın.

“Pekâlâ.”

Dışarı adım attığım anda heyecanım giderek artmaya başladı. Bunu ciddi ciddi yapıyordum yani, öyle mi?

Oysa bunun bu kadar çabuk olacağını hiç tahmin bile edemezdim.

Sanırım bir yerlerden biri bana total şans hakkı tanımıştı, bunu başka bir şekilde açıklayamazdım çünkü.

Salona varana dek benimle yan yana yürüyen Cliffordlar, kapıya ulaştığımız anda bir adım arkamda kaldılar. Eira kucağındaki küreyi sımsıkı tutuyordu. Ona yine pelerinimi vermiştim, kimsenin dikkatini çekmek istemiyordum.

İçeri girdiğim sırada askerler ayağa kalktılar. Sayıca o kadar fazlalardı ki, salonda boşluk olarak tabir edilecek tek bir santimetrekare bile kalmamıştı desem, sanırım mübalağa olmazdı.

“Tyalaria’m,” diyen Zheck aralardan sıyrılarak yanıma geldi. “Bütün askerler burada. Hazırsanız hemen başlayalım.”

Gözlerimi kalabalığın üzerinde gezdirirken başımı salladım.

“Evet, başlayalım. Bu ikisini yanımda istiyorum,” dedim Cliffordları işaret ederek. İkisi de boş gözlerle salonu seyrediyorlardı, onlara verdiğim rolü başarıyla yerine getiriyorlardı. “Maalesef işimi yarıda kesmek zorunda kaldım. Sizi bekletmek istemediğim için.

Ama ayine ara verdiğim anda tamamlamak istiyorum.”

“Emredersiniz.”

Beni Aelryn ile birlikte paylaştığımız tahta doğru yönlendiren Zheck, sol elimde tuttuğum kitaba kısa bir bakış attı.

“Doğru kitabı almışsınız, öyle değil mi?”

“Evet, az önce baktım. Yanlış bir şey yapmak istemiyorum. Burada gereken bütün açıklaması da yapılmış.

Artık en az eski Tyalarialar kadar bilgi sahibiyim bu konuda.”

“Çok sevindim efendim.”

Tahtıma oturduğumda, kitabı kucağıma koyup sayfaları çevirdim. Zheck geri geri giderek basamaklardan inmişti. Ne de olsa burada yazılı olan şeylere bakma yetkisine sahip değildi.

“Aranızdan daha önce de böyle bir ayine katılanlar olmuştur mutlaka. Onların affına sığınarak, buradan öğrendiğim şekilde bu işi başlatmak istiyorum.”

Bir grup askerden olumlu yönde sesler çıktı ve hemen sonrasında diğerleri de beni destekler nitelikte konuştular.

Soğuk bakışlarımı Cliffordlara çevirdikten hemen sonra, kitaptaki duanın başlangıç kısmını okumaya başladım.

Burayı okumakta herhangi bir sakınca görmemiştim, zira kimsenin aleyhine bir şey içermiyordu. Askerler de oldukları yerde diz çökmüş ve başlarını eğmişlerdi.

Fırsat bu fırsat deyip hemen diğer büyünün olduğu sayfaya geçtim.

Ritüeli iyi bilenler, bazı şeylerin farklılık gösterdiğini anladıklarında başlarını kaldırdılar, bana kafaları karışmış gibi bakıyorlardı.

Hatta içlerinden biri ayağa kalkıp yanıma gelmeye bile kalkıştı ama giderek yükselen sesim ve her nefesimde düğüm düğüm oluşturduğum tılsım etkisini gösterdi ve o asker yarı yolda, frene basılmış bir araç gibi hareketsiz kaldı.

Gözlerim kocaman açılsa da, işimi yarım bırakmadım. Sonuna kadar okudum. Son kelimeyi de dile getirmemin ardından bütün askerler aynı anda ayağa kalkıp hazır ola geçtiler. Bana en yakın olan Zheck bile, çok kararlı görünüyordu.

“Zheck?” dedim biraz tedirginlikle. Büyünün işe yarayıp yaramadığını anlamak istiyordum. “Zheck hemen yanıma gel.”

Zheck lafımı bitirir bitirmez yanı başımdaki yerini aldı.

“Oldu mu?” diyen Eira şaşkındı. Açılmış ağzıyla askerlere bakıyordu. “Büyü tamamlandı mı?”

“Galiba,” diye mırıldandım ve tam olarak emin olmak için bir kez daha Zheck’e döndüm.

“Yanına birkaç kişiyi daha al ve zindanlara in. Esirleri alıp buraya getirin.”

Zheck başını sallayıp kalabalığın arasına karıştı ve kısa sürede üç – dört kişiyi daha yanına alıp salonu terk etti.

“İnanamıyorum,” Vincent neredeyse sevinçten çığlık atacaktı. “Tanrım! Sanırım rüyalarımız gerçek oluyor Eira. Hakikaten de çocuklarımıza kavuşabileceğiz.”

İkisi sarılıp mutlulukla bir şeyler mırıldanırlarken, ben ayağa kalktım.

“Beni iyi dinleyin,” dedim göz temasımı bozmamaya gayret ederek. “Hemen hazırlanmanızı istiyorum. Bütün teçhizatlarınızla birlikte. Yarım saat sonra adadan ayrılmak üzere yola çıkacağız.

Biz de Dünya’ya gideceğiz. Oradaki savaşa biz de katılacağız.”

Aynı anda onay veren askerler, çil yavruları gibi dağıldılar ve salonda sadece beni ve Clifford çiftini bıraktılar.

“Mümkün olduğu derecede Arkhael’le karşılaşmamaya çalışacağız,” derken ikisine baktım. Hâlâ ağızları kulaklarındaydı. “Onunla Dünya’dayken yüzleşsek daha iyi. Dewrionlarla birlikteyken daha rahat hareket edebiliriz.

Giden birliğin ardından aynı yolu takip ederek geçite varmalıyız.”

“Başka ve daha kısa yoldan gideceğimiz bir geçit yok mu?” Aslında Eira’nın sorusu çok mantıklıydı. Zaman şu anda bizim için her şey demekti. “Yani, demek istediğim, yolda Aelryn ile karşılaşma ihtimalimiz var.

Bu gereksiz yere bizi sekteye uğratabilir.

Başka bir yol bulsak çok daha iyi olur.”

O anda zindanlardan esirlerle birlikte dönen Zheck ve diğer askerler, hemen karşıma geçip emrime amade bir şekilde beklemeye başladılar. Cliffordların yanımda serbestçe hareket ediyor olmalarından rahatsız olmamış gibiydiler.

Çabucak esirleri kontrol ettikten ve iyi olduklarına kanaat getirdikten sonra Zheck’i yanıma çağırdım.

“Gölge Adası’nın kaç geçidi var?”

“Bildiğim kadarıyla yüze yakın yerde geçit var efendim.”

Yüz mü?

“Hımm. Peki, neden Aelryn ve ekibi uzun olan yolu tercih etti?”

“Bu bir gelenektir. Savaşa giden askerler o rotada ilerlemek zorundadır. Yerli halk askerleri uğurlamak için sokaklara dökülürler ve tıpkı sizin yaptığınız gibi dualar ederler.”

Pekâlâ, biz de savaşa gidecektik ama küçük bir değişiklikle. Bu nedenle aynı yolu seçmemiz gerekmezdi, öyle değil mi?

“Buraya en yakın geçit nerede? Günler süren bir yolculuğa tahammülüm yok.”

“Haellyria’nın kendisi de bir geçittir efendim. Zor zamanlar için tasarlanmıştır. Adamız tehdit altındayken büyük bir topluluğu içinde barındıracak ve toplu bir transferi gerçekleştirecek şekilde.”

Kalbim göğüs kafesini bırakıp ağzımda atmaya başlamıştı sanki.

“Burada bir geçit var, doğru mu duydum ben?”

“Evet efendim, zindanların hemen solundaki koridordan gidiliyor.”

İşte bu kadardı! Kimsenin ruhu duymadan buradan çekip gidecektik. Arkhael bunu öğrenince küplere binecekti!

Bu düşünceyle birlikte suratıma sinsi bir gülümseme yerleşti.

“Güzel. O hâlde siz de diğer askerleri bulun ve hazırlanın. Dünya’ya gidiyoruz.”

Zheck ve yanındakiler salondan aceleyle çıktılar. Ben de bu arada tahta yeniden oturup kitabı incelemeye devam ettim. İşime yarayacak her büyüye ihtiyacım vardı.

Bir ara aklıma gelen, adanın konumunu değiştirme büyüsünün olduğu sayfaları açtım. Niye böyle bir dürtüye kapılmıştım, bilmiyorum ama açıklamayı okuyup bitirdiğimde kendi kendimi tebrik ettim. Aradığım şeylerden biri de buydu işte:

“Gölge Adası sabit bir yerde değildir. Zamandan ve mekândan bağımsız olarak hareket edebilir, ancak bu hareket büyük ölçülerde değildir.

Ada zor koşullar altında kaldığında, hasımlar tarafından bulunmasına engel olmak için bambaşka bir boyuta taşınabilir.

Bu durumda adada herhangi bir değişim gözlenmeyecektir. Aynı şekilde, içinde yaşayan halkla birlikte varlığını sürdürmeye devam edecektir.

Diğer boyutlara açılan geçitlerde bir sorun yaşanmamakla birlikte, bir müddet - zaman kavramı gezegenden gezegene değişeceği için kesin bir şey söylemek mümkün değildir -  geçici olarak işlevlerini yitireceklerdir.

Yeniden çalışabilir vaziyette olduklarında kullanılmalarında herhangi bir sakınca yoktur.”

“Onlardan kurtulacağız,” derken Eira ve Vincent’a umutla baktım. “Bir süreliğine de olsa, Gölge – Ruhlardan kurtulacağız.”

Onlara okuduklarımı bir bir anlatırken, salonun kapısı açıldı.

Bir asker koşarak yanıma geldi.

“Askerler hazırlandı Tyalaria’m. Sizi bekliyorlar.”

“Tamam,” deyip ayağa kalktım. “Hadi öyleyse gidelim.”

“Şey, bir konu daha var.”

Kaşlarımı kaldırıp baktığımda hemen başını önüne eğdi.

“Kralımız okul sınırlarına girmek üzere. Az önce topraklarımıza giriş yaptığına dair bilgi aldık. Birazdan burada olur.”

Tehlike çanları çalmaya başlarken hareketlendim. Onun hiçbir şeyi mahvetmesine izin veremezdim.

“Gidelim,” Cliffordları önüme katıp koşturmaya başladım.

Katları teker teker ardımızda bırakıp inerken, aynı anda yukarıda okulun büyük kapısının açıldığını işittik.

Arkhael gelmişti.

Aelryn’den de önce bulmuştu bizi.

Zindanların olduğu yere gelince hızımızı kesmedik ve bizi yarı yolda karşılayan Zheck’le birlikte ordunun toplandığı alana geldik.

Demek geçit burasıydı…

Zindanların aksine, burası soğuk değildi. Garnet taşıyla donatılmış duvarlardan farklı bir rahatlama hissi yayılıyordu.

Geçidin başına geçip yüzümü askerlere döndüm. Hepsi de dört dörtlük hazırlanmışlardı.

Daha önce geçitten nasıl geçeceğimi tecrübe ettiğimden bu defa zorlanmadım ve konsantre olmamın ardından Dünya’ya açılan kapıyı hemen karşımda buldum. Askerlerin ve Cliffordlarla birlikte diğer esirlerin de benimle aynı noktaya baktığını görünce onlara döndüm.

“Geçidi görebiliyor musunuz?”

Hepsi cılız bir sesle “Evet!” diye mırıldandılar.

“Bizi de geçitler sayesinde buraya getirmişlerdi,” Vincent’ın ifadesi sertleşti. “Bunun nasıl yapılacağını biliyoruz.”

“Güzel. Çok iyi. O zaman üçe kadar sayacağım ve hep birlikte geçide doğru ilerleyeceğiz, anlaşıldı mı?”

Bu defa güçlü seslerle beni onayladılar. Dediğim gibi üçe kadar saydım ve öne doğru adım attım.

O garip his beni bir kez daha etkisi altına aldığında, arkamdaki kalabalığın hızla beni takip ettiğini gördüm. Bu kadar kişi nasıl olmuştu da buraya sığmıştık, anlayamamıştım. Tam son kişi de geçide geldiğinde, diğer tarafta aniden Arkhael’in belirdiğini gördüm.

Öfkeli yüzünde hiçbir kası hareket etmese de, ateş saçan gözleri hemen beni bulmuştu.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun?” diye haykırdı. “Alworiel, hemen buraya gel!”

Geçidin girişi şeffaf bir koruma kalkanıyla kaplandığı sırada, o da bizim yanımıza gelebilmek için hamle yapmıştı ama görünmez duvara çarpınca arkaya doğru savruldu.

“Hoşça kal baba!” dedim tükürür gibi. “Sana halkınla birlikte kalabileceğin fırsatı veriyorum.”

Bir şeyler söyleyip bağırdı ve şeffaf duvarı yumruklamaya başladı ama onu duyamıyordum. Dünya’ya açılan kapıya ulaştığımızda dönüp elimdeki kitabın sayfalarını açtım ve büyüyü kelime kelime okumaya başladım. Bir yandan da göz ucuyla takip ediyordum, Arkhael şimdi hiddetle sağa sola saldırmaya başlamıştı.

Son cümleyi söylemeyi bitirdiğimde, zeminde dalgalanmalar oldu ve her birimiz yere düştük. Korkunç derecede parlak bir ışık patlaması yaşandı ve hemen akabinde büyük bir gürültü koptu.

Gözlerimiz yeniden etrafı seçmeye başladığında, geçidin diğer ucundaki Gölge Adası’nın yerinde yeller estiğini gördük.

Olmuştu. Başarmıştım. Adanın yerini değiştirmiş, onu bambaşka bir boyuta göndermiştim!

Askerler şaşkın gözlerle kendi topraklarının olduğu boşluğa bakarken ayağa kalkıp onlara düzenli bir sıraya girmelerini söyledim.

Sadece saniyeler içinde karşımda silahlarıyla birlikte hazır ola geçmişlerdi yeniden.

Elim kapıya uzanırken titriyordu, fakat bunu umursamayıp gözlerimi yumdum ve parmaklarım katı görünen ama aslında sıvının içine dalmış hissi veren kapının içinde kaybolup gitti.

Kirpiklerimi kırpıştırdığımda, kapı açılmıştı…

Karşımızda, geceye adım atmaya hazırlanan Londra’nın muhteşem manzarası uzanıyordu.

Buckingham Sarayı’nın hemen yanındaki Green Park’tı burası.

Gördüklerime hâlâ inanamayarak sevinç dolu bir çığlık attım.

Uzun zamandır rüyalarıma giren, tek emelim olan şeye ulaşmıştım.

Yeniden Dünya’daydım…

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

327K 4.4K 24
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
86.2K 7.7K 30
Öğrendiğim önemli bir şey vardı. Ne kadar hızlı uçarsan o kadar sert çarparsın ve ne kadar dibe batarsan o kadar yükseğe çıkarsın. Hızlıydım. Sert ç...
1.3K 220 13
Hayatımızın sonunda yoluna girdiğine inanmıştık hepimiz. Yeni bir kasaba, hiçbir şey olmamış gibi edindiğimiz alışkanlıklar... Daha sonra yeni biri g...
117K 10.1K 35
Gölgemin beni terk etmesinden korkuyordum. Asıl planlarının beni bu hale getirmek olduğunu öğrendikten sonra kendini göstermişti bu korkum. Gölgem fa...