Sözünü bile bitiremeden taş patikadan ayak sesleri duyuldu. Hızla bagaja atlayıp büyük valizin ardına sindim. Kendi küçücük sırt çantamı da başımın altına yastık yaparak kıvrıldım. Şu an tüm yoğun duygularımı bile unutturacak kuvvetli bir sancım vardı... Unutmak istesem de kendini sevimsiz bir biçimde hatırlatan sancı... Evet, mesanem. Sanırım sen mi inat ben mi inat oyununun galibi o olacaktı. İstanbul'a kaç saatte varırdık bilmiyorum ama vardığımızda araba komple çamaşır suyuna yatırılmalıydı. Beyaz, yüksek tavanlı cip korna çalarak taş patikadan asfalta çıktı. Bembeyaz, yeni bir sayfa için olmak zorunda kaldığım yer burası değildi.

Bir bagajın içinde adeta bir suçlu gibi gizlenerek gidiyor olmamalıydım. 'Başıma bela almaya niyetim yok, isim gücüm var benim. Hem bana ne ya, niye benimle geliyor ki? Ver numaramı başı sıkışınca arasın. Valla iki kelime edince bile başıma ağrılar giriyor, ben onunla aynı evde ne alaka yani?"

İşte tüm bu aksiyon bu yüzden yaşandı.

Ben sanki çok meraklıyım da onun gergin sıfatını görmeye... Mecburiyetine tükürdüğümün dünyasında bu Yasemin'in güveneceği tek adam şu an o bet sesiyle şarkı söyleyen adamdan başkası değildi... Şarkı da şarkı olsa... Ayrıca bu şarkı bile değildi, bildiğin Galatasaray marşı söylüyordu. 'Şereftir seni sevmek' kısmında telefonu çaldı da neyse ki susmak zorunda kaldı. Bense tilki kulaklarımı açıp sesi duymaya odaklandım. Mırıltıdan başka hiçbir şey duyulmuyordu. Az önce haykıra haykıra marş söyleyen adam telefonla konuşurken niye bu kadar sessizdi ki? Ben kendi kendime durum analizi yaparken önce bir ses duydum. Sanki yere bir şey düşmüş gibiydi. Ardından araba acı bir fren yaparak durdu. Yaklaşan ayak sesleri ve akabinde açılan bagaj kapağı ile o gergin sıfatını görmem bir oldu. Önce gözlerini kapattı sımsıkı, sonra ellerini ensesine koyarak yolun karşısına geçti. Hızlı adımlarla aynı hareketi defalarca tekrarlayınca iyice emin oldum... Evet, bu peynir helvası gerçekten manyaktı. Gecenin bu saatinde araba geçmeyen yola mı güveniyordu yoksa bu zaruri bir rahatlama taktiği miydi bilmiyorum ama ben dayanma kotamı tüketmiştim. Altıma işemem an meselesiydi ve bir an önce bir benzinliğe gitmemiz gerekiyordu.

Ellerini birbirine geçirerek parmaklarını kütletti. Sanırım gerginliğini atmaya çalışıyordu. Hızlı adımlarla yolun karşısına, arabaya doğru gelmeye başladı.

Bu gibi durumlarda insanoğlunun verdiği tepki, içgüdüsel olarak uysal bir biçimde beklemek olabilirdi. Sessizce karşındakinin konuşması da beklenebilirdi. Fakat ben kendimi, beni yanlış yola saptıran içgüdülerimin kurbanı olmaktan alıkoyamıyordum. Ozan yanıma yaklaşırken yüzüme en sevimli gülümsememi yerleştirdim. Nafile çabam on saniye sürdü. Tam ağzımı açmış bir şeyler geveleyecektim ki, "Sen, annemle bir olup ne çeviriyorsun? Kaç kere söyledim. Defalarca olmaz dedim. Bela istemiyorum kızım."

Artık sona yaklaşmıştım. Ne dediği de, sinirli hali de umurumda değildi. Benim derdim bana yetiyor, yetmekle kalmayıp artıyordu da...

O an için asla söylemeyi planlamadığım bir cümle firar etti dudaklarımdan...

"Altıma kaçırmak üzereyim..." Bir yandan kıvranırken bir yandan da niye güldüğünü anlamaya çalışıyordum.

"Ne gülüyorsun be! Hem öyle bakıp duracağına atla arabaya da bir benzinliğe gidelim."dedim.

"Bak Yasemin, sana defalarca söyledim. Olmaz dedim. Bir derdin varsa çözerim ya da en azından çaba gösteririm dedim. Neyin inadı bu? Madem kararlısın, bin bir otobüse git İstanbul'a..."

Haklıydı... Hem de fazlasıyla. Bir otobüse binip istediğim her an İstanbul'a gidebilirdim. Kendime yeni bir hayat kurup, geçmişi ardımda bırakabilirdim. Fakat şu an için bunu neden yaptığımı dahası ısrarla niye O olduğunu anlatamazdım. Zaten anlatsam da, ya inanmazdı ya da dalga geçerdi.

YASEMİN (Tamamlandı) Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα