"Ben Furkanları arayacağım."

Mine dışarı çıktı. Bulut, Ateş'e sırtını tamamen döndükten sonra ''Ameliyattan önce Yiğit'le konuşsan iyi olacak. Çok korktu.'' dedi fısıltıdan farksız çıkan sesiyle. Ardından yeniden Ateş'e döndü ve ''Sen de ameliyatın ardından kardeşinin durumunu öğrenir öğrenmez kiliseye döneceksin. Biz Ela'nın yanındayız." diye ekledi.

Ekibin beni iliğimi vermem konusunda durdurmak isteyeceğini düşünerek aptallık etmiştim. Biz kötü değildik. Kötü olanla savaşmaya zorlanan insanlardık yalnızca. Bunu zaman zaman unutuyor oluşum, beni Nur yüzünden arkadaşlarıma bile güvenemeyecek birine dönüştürüyordu.

Konuş onunla.

Kafamda yankılanan sesi onayladım. Kapıya doğru ilerledim ve Ateş'in hala orada olduğunu fark ederek duraksadım odadan çıkmadan hemen önce. "Sakin kaldığın için teşekkür ederim." derken gözlerimi, gözlerinden ayırmıyordum. "Unutma olur mu? Karşılık beklemek değil bu söylediğim ama sen yine de unutma Ateş."

Ateş bir şey söylemedi. Ancak gözlerinden, bana bir kez daha söz verdiğini anlayabilmiştim. Beni bir kez daha yaralamayacağına ve doğru olanı yapacağına kesin olarak güveniyordum artık. Gülümsedim. İçten bir gülümsemeydi bu kez yüzümdeki. Ardından odadan çıktım ve koridorda duvara yaslanmış, kambur bedenini taşımakta hayli güçlük çekiyor gibi görünen Mavi Göz'ün yanına doğru ilerledim. Beni görür görmez doğrulurken ellerini cebinden çıkardı ve karşımda dik bir vaziyette durdu.

"Doktorla az önce konuştum. On dakika kadar sonra gelip seni operasyon için hazırlayacaklarmış."

Cevap vermedim. Yalnızca yüzüne baktım ve uzun zamandır dillendirmek isteyip de bir türlü söyleyemediğim ve canımı ölesiye yakan kelimeler döküldü ağzımdan.

"Çok zayıflamışsın. Uykusuzsun, yorgunsun... Seni böyle görmek bana acı veriyor."

Hastane koridoruna yüksek bir mırıltı hakimken bile aldığı nefesin sesi, sanki beynimin içinde yankılanıyordu. Kafasını iki yana salladı ve "Senin kadar zayıflamadım." dedi. "Senin kadar uykusuz, senin kadar yorgun değilim. Buna rağmen birazdan ameliyata girecek sen kadar güçlü de değilim."

Hep yapardı bunu. Sözleriyle beni kendine hayran bırakır, ona sarılma, onu öpme isteğimi uyandırırdı sık sık içimde. Ancak o tüm bunları söylerken, kollarında dinlenmek istediğime dair hiçbir belirti çıkmıyordu cümlelerimden hayli zamandır. Ya da hiçbir davranışım, bir zaman sonra onu affedebileceğime dair umut vermiyordu Mavi Göz'e. İşte onu asıl yaralayanın, yorgun düşmesine sebep olanın ve uykularını kaçıranın bu olduğunu biliyordum. Bu kez farklı bir şey yapmak istedim. Kendimi zorlamadan, gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Bugünlerde sık sık gülümsüyordum. İçimdeki umut, ona vermekten kaçınırken öyle çok büyümüştü ki artık onunla paylaşmaktan korkmuyordum.

"Sana sarılabilir miyim?" diye sordum birden.

Mavi Göz anlamadı. Öylece yüzüme bakarken dudaklarının titrediğini bir anlığına da olsa görebilmiştim. Bir adım daha attım ve bana oldukça büyük gelen hırkam, parmak uçlarımda yükselirken omuzlarımdan kaydı. Kollarımı Mavi Göz'ün boynuna doladığım esnada nefesimi tuttum. O da tuttu, bunu hissedebiliyordum. Sonunda biraz daha cesaret belirtisi göstermeyi başardım ve sıkıca sardım güçsüz kollarımla bedenini. Kolları kalkmadı. Hala şaşkınlık ve adını koyamadığım o başka duygunun esiriydi şüphe yok. Sağ elinin havalandığını, arkamızda bedenlerimizin yansıdığı aynadan görebiliyordum. Ancak yapamadı. Havalanan eli ağır ağır yeniden indi ve parmaklarını sıkarak sıkı bir yumruk yaptı.

Ondan ayrıldım.

"Sonra görüşürüz." diyerek yeniden odaya adımladım ve hemşirelerin gelip beni operasyon için hazırlamalarını beklemeye başladım. Üstelik içimdeki çocuksu ve umut dolu his de bana eşlik ediyordu bu kez.

SIR (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now